Genel

HAYÂT BİN KAYS

HAYÂT BİN KAYS EL-HAR-

uı&MÎ; Harrân’da yetişen evliyâ- mnııjeuiı’klerinden, ariflerin ileri jıjâjUa. Nesebi; Hayât bin -es eje|j|>)Bi d^bin Sultan ei-En- Ujq jeg ‘nun6 Urfa’ya bağlı ■ıu!;se>| iuisb^ doğup yetiştiği -eıujjzujs zısjsstjti ve “Şeyh-ül- ^meşhûr oldu. , hakkında, kaynak- „ bilgiye rastlanamamıştır. Ömrünün 50 senesine yakınını Harrân’da geçirmiş büyük bir ve­lîdir. insanlar ve bâzı sultanlar, onu ziyâret edip duâsını alırlar, onunla beraber olmakla bereket- tenirlerdi. Yüksek, hâllerin ve kera­metlerin sâhibi olup, ehliyeti, ihlâ- sı, iffeti yanında, dînine çok bağh bir zât idi. Cömertliğiyle meşhûr- dur. 1185 (H.581) yılında orada vefât etti. Harrân’ın dışına defne­dildi. Kabri, ziyâretçilere açıktır.

Hayât bin Kays hazretleri bü­yük himmet sâhibi olup, yüksek makamlara kavuşmuştu. Keşf ve kerâmetleri, açık ve meydanda bir ?ât idi. Allahü teâlâya yakınlık derecesi bakımından yüksek bir mevkide bulunuyordu. Hakikat ilimlerinde derin bilgisi vardı. Sa­yısız kerâmetleri yanında, hikmet­lerle dolu, yüksek hakikatleri açıklayan sözleri çoktur. İlimde ve tarikatta o kadar yükselmişti ki, himmet ve tasarrufları “Yed-i Beyzâ”ya benzetilirdi.Yed-i BeyİL zâ, Mûsâ aleyhisselâmın mûcize ^ olarak gösterdiği beyaz ve parlak olan sağ eli olup, istediği vakit yakasına sokup çıkardıkça, gü­neş gibi bir İlâhî nur parlamaya başlardı. Düşmanları bu nûr-i İlâ­hîyi görünce, kaçıp dağılırlardı. Bu tâbir, mecâz olarak, kerâmet ve hârikulâde hâller ve meziyetler hakkında da kullanılırdı. O, her yönden ilim ve hâl sâhiplerine ışık tutmuş ve kendisine ilim, hâl ve zühd yönünden reislik verilmiştir. Bu hususlarda, pek çok velî kendi talebelerinin terbiyesini ona havâ- le etmişler ve onun sâyesinde ni­ce kimse makam ve hâl sâhibi ol­muştu. Ondan sayısız kimse ders ve feyz almıştı. Yetiştirip mezûn ettiği talebelerinin sayısı da hayli kalabalıktır. Yetiştirmiş olduğu ta

men, vazife istemedi. Taşköprü ileri gelenleri, MoHa Halil’in sıkıntı yüzünden İstanbul’a gitmek için yola çıkamadığını zannedip, ara- lannda on bin akçe topladılar ve; “Bununla yol ihtiyâcını giderirsin” demek istediler. Fakat o, bunların hiçbirini kabul etmedi. “Bana Al- lahü teâlâdan başkasından bir şey istemek uygun değildir.” dedi.

Daha sonra Küre kasabası halkı Taşköprü’ye geldi. Bir hayli yalvardıktan sonra, Hayreddîn Halil’i kasabalarına götürdüler. Burada her Cumâ günü vâz ve nasihat ederdi. İnsanlara, Allahü teâlânın dînini öğretirdi. Vefât •dinceye kadar burada kaldı. Ce- nâzesi, vâz ettiği Hızır Efendi Câ- milnin avlusuna defnedildi.

Molla Hayreddîn Halil, kırk •ene Taşköprü’de Muzafferiyye Medresesinde müderrislik yaptı. Belâgat, usûl, tefsîr, hadîs ve fıkıh İlimlerinde büyük bir âlim idi. İslâ- miyete çok bağlı, helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmakta pek dikkat­liydi. Temiz kalpli olup, temiz giyi­nirdi. Faydasız işlerden, gıybet­ten, dedi-kodudan ve boş sözler­den uzak dururdu. Mescidde çok Kur’ân-ı kerîm okur ve îtikâf ya­pardı. Çok nâfite namaz kılar ve devamlı oruç tutardı.

Hocazâde’den nakledilir: Mevlânâ Hayreddîn Halil, Bur- •a’da Sultâniyye Medresesinde görevli iken, dersleri çok güzel ve tatlı anlatırdı. Ben bile ders saatini bekler, onun anlatışını dinlemek­ten zevk alırdım. Eğer yaşı ben­den-çok genç olmasaydı, ondan ders akrıak isterdim.”

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdi Efendi); s. 139,140

2)  Künh-ül-Ahbâr; s. 151

3) Tâcü’t-Tevârih; c.5, $.106

4) IsMm Alimleri Ansiklopedisi; c.12, s.74

 

 

 

 

 

 

f.’VÎ,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayât bin Kays ®I-Harrânî hazretlerinin Urfa Harran’da bulunan tOrbMİ.

 

 

 

lebeler, karanlık bir gecede parla­yan yıldızlar misâlî, seçilmiş ve kerâmet ehli zâtlardır.

Evliyântn büyüklerinden bir­çoğu, onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişler ve birçok âlim de, onun büyüklüğü­nü her vesîte ile dile getirmiştir. Âlim ve câhil, herkes ondan istifâ­de etmiş, ‘Harrân halkının başı sı­kıştığında ona başvurulmuştur. Meselâ Harrân Ovasında, bâzan günlerce suyun damiası bulun­maz olurdu. Halk, bunun çâresini bulmuştu. Hemen Hayât bin Kays hazretlerine koşar, onun duâsını alır, duâsının himmet ve bereke­tiyle yağmur yağar, halk susuz­luktan kurtulurdu. Bu hususta onun yardımlan saymakla bitirile- mez. Sultan Nûreddîn Zengî ori ziyâret edip, hıristiyanlara kan yaptığı cihâdda azim ve gayn kuvvetlendirince, onun muvafl olması için duâ ederdi. Sultan S«*” lâhâddîn-i Eyyûbî de ziyâret ederdi ondan duâ isterdi. Duâsını yaptığı harbi kazanırdı.

Hayât bin Kays el-Harrâıi hazretlerinin oğlu Ebû Hafs ön şöyle anlatır: Şeyh Zagîb er-Ra hâbî, babamın ziyâretine gelmişti/ Babam ise, sabah namazmdanlj sonra evinin kapısında oturmuş, kendi işi ile meşgûl oluyordu. Za-‘ gîb er-Rahâbî gelip kapının diğer, tarafına oturdu. Babam, onunla : hiç konuşmadı. Şeyh Zagîb, buna;| alındı ve içinden: “Tâ Rahâbe’den ] geldim de, bana hiç iltifât edip.

adı. Hiç böyle ölurmu?”

• düşündü. Babam ona he- şöyle seslendi: “Benim hak­la kalbinden geçirdiğin şu îti- ından dolayı, sana bir zarar •ceğinden korkuyorum. Bu- dış âzâlarında mı, yoksa iç arında mı meydana gelmesini İn?” O da: “Dış âzâlarımda un!” deyince, babam elini lı, o ânda gözlerinden bir tâ- ‘ İnin şekli ve yeri değişip rar t”ızlandı. Adam kalkıp hürmet •terdi ve oradan ayrıldı ve mleketi olan Rahâbe’ye dön- , Birkaç sene sonra, kendisine yerde tesâduf ettiğimde, gö­nün iyileşmiş olduğunu gör- ,Tı. Sebebini sorunca: “Bir zikir kasına iştirâk ettim. Orada ba- ~ızın talebelerinden Biri İle gö­tüm, Ellerini hasta gözüme ko­ca, hemen iyileşip eski hâline dü.” diye cevap verdi. O güij, ~ an benim gözüme parmağı ile !ret ettiği zaman kalb gözüm ilmiş, onun feyzi ile birçok ga- şeyler görmüştüm.”

Harrân’da bir câmi yapılıp, sı- mihrâba gelince, kıble husû- hda Hayât bin Kays hazretleri || cftmiyi yapan zât arasında ihti­lâf çıktı. Sonunda Hayât bin Kays UCtaya; “Önüne bak, kıbleyi göre- Otksln!” buyurdu. O zât dâ, önü- n# baktığında Kâbe’yi karşısında gördü ve düşüp bayıldı.

Bir gün, Hayat bin Kays haz- fitleri ile beraberindekiler, yolcu­luğa çıkmışlardı. Yorulunca, bir yarde dinlenmek istediler. Omm-i

Gâytân denilen bir ağacın altında istirahate çekŞdüer. Bir aralık hiz­metçisi, Hayât bin Kays’a; “Ben, hurma yemek (istiyorum!” deyin­ce; ona: “Şu ağacı salla, hurma düşer ve yersinl? buyurdu. Hiz­metçi; “Buağaç^Ümm-i Gâylân denilen bir ağaçtjr, hurma ağacı değildir.’ dedi. Hayât.bin Kays hazretleri, “Şşfı sana o ağacı sal­la diyorıilKJ’î deyinjc4-, hizmetçi ağaç» şaldrTjjSK torunda kaldı. Ağâcı saHayıfiî^,’ rniâk gibi yaş hurma dökülüverdi. Dökülen hur- malan yediler, doydular ve sonra kalkıp gittiler.

Sâlih bin Gânim bin Ya’lâ isimli bir zât: “Güzel bir günde, Yemen’den Hınd Denizine bir se­fere çıkmıştı, Gemi denizin ortası­na gelince, şiddetli esen fırtına ve dalgaları tutuldu. G,emi hasara uğrayıp delindi ve!batij,îjalih biri Gânim, bir tahta parçasına tutu­narak, kimsenin yaşamadığı bomboş bir adaya ulaştı. Çok gezdiği hâlde hiç kimseyi göre­medi. Orada bir mescid görüp, içeriye girdi. Mesctdde bulunan: dört kişi; kıbleye; yönelmiş, tâat ve zikir ile meşgût-idi. Selâmlaş­tıktan sonra hâlini ■ hatırım: sordu­lar. O da, soranların hâllerini mü- şâhedeye devâm etti. Yatsı na­mazı vaktinde, Hayât bin Kays hazretleri içeriye girdi. Onların ya­nına yaklaşıp selâm verdi. Namaz kılmak için öne doğru geçti. Onu imâm yapıp, yatsıyı cemâatle kıl­dılar: Sabaha kadar ibadet, tâat ve zikir ile meşgûl oldular. Sabah namazı da kılındı. Namazdan

 

 

!■

$

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İRsarrufları devam eden dört evli-

E

l gördüm. BunJar. Ma’rûf-i Ker- f, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, Ikayl-i Münbecî ve Hayât bin (Kays ei-Harrânî hazretleridir.”

Hikmetlerle dolu, kalblere te- %lr eden sözlerinden bâzılan şun- ÜHTdır:

P                                               .

| “Kalbinde, Allah korkusu bu­lundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile jMHenmek isteyen kimse, her İflnde sünnet-i seniyyeye yapış- Imalı, onu mutlaka yerine getirmeli tVe helâl lokma yemelidir. İnsanın llfleleklik sıfatından mahrum ol-

Î

ması; haram yemesi ve Allahü te­lifinin yarattıklanna eziyet etmesi Sebebiyledir.”

“Kalb yumuşaklığını, Allah

i    »damı olan evliyânın sohbetlerine

I   devâm etmekte aramalıdır. Kalb | nûrunu da, sohbete olan gayreti devâm ettirmede aramalıdır.”

“Sâdık talebenin alâmeti şu­dur: Bir ân bile, Babbini zikret­mekten, O’nu hatırlamaktan ayrıl­mamalı ve O’nun hakkını gözete­rek, farz ve sünnetlere devâm et­meli, dünyânın geçici zevklerinin •evgisini kalbe sokmayıp atmalı ve kalbinde dâimâ cenâb-ı Hakk’ın sevgisini bulundurmalı­dır”

“Haramlardan şakın ve dün­yâya düşkün olma. Zühde, ibâdet etmek niyetiyle sarılmalı, yoksa kendisinin zühd sâhibi olduğunu gösterip, dünyâlıklara kavuşmak İçin onu vesîle etmemelidir.”

“Muhabbet, yâni Allahü teâ- lâyı sevmek, mârifetin (yâni O’nu tanımanın) ve Hakk’a giden yolun en büyük nişânıdır. Bâkî, sonsuz var olan sevgiliye, muhabbet ile kavuşulur.”

1) Tabakât-ul-Kübrâ; c.1, s. 153

2)  Kalâid-ül-Cavâhir; s.115

3) Câmiu Kerâmât-il-Eyflyâ; c.1, s.410

4) Şezerât-üz-Zehab; c.4, s.269

5) Tabakât-ül-Evliyâ; s.430

6) Nefehât-ül-Üns; s.612

7) İslâm Alimleri Ansiklopedisi; c.6,.s.225

HAYREDDÎN HALİL BİN KA­SIM; Kastamonu-Küre’de med- fun âlim ve velîlerin büyüklerin­den. Atalan, Möğollann Islâm ül­kelerini istilâsıyla Anadolu’ya gel­miş ve Kastamonu’ya yerleşmiş­tir. Hayreddîn’in babasının adı Kâsım, dedesinin adı ise Hacı Sa- fâ idi. Doğum târihi bilinmemek­tedir. 1475 (H.879) senesinde ve­fat etti.

İlk öğrenimini memleketinde yaptıktan sonra Bursa’ya gitti. Bir müddet Molla İbn-i Beşîr’den ilim öğrendi. Bursa’dan Edirne’ye gel­di. Burada Molla Hüsrev’in karde­şinden ilim öğrendi. Fahreddîn Acemî’den de tefsîr ve hadîs ilim­lerini tahsîl etti. Edirne’den Bur­sa’ya gitti. Suİtâniyye Medresesi müderrisi olan Şemseddîn Fenâ- rî’nin oğlu Yûsuf Bâlî’den de bir müddet ilim öğrendi. Sonra Molla Muhammed Yegân’ın yanına gitti. Bu zâtın sohbetlerinde ve hizme­tinde bulundu. Burada fazileti,

Ha-‘

x a –

Kas^-

Küre’de

Hızır

avlu- sundabulu- nan kabri.

güzel ahjâki ve ilmi ile meşhûr ol­du. Q zaman Kastamonu beyi olan Candâröğlû İsmail Bey, Taş­köprü kasabasında Muzafferiyye Medresesini yaptırmıştı. Molla Ye­gân’dap yaptırdığı medreseye ta­lebesinden birini müderris gön­dermesini istedi, lyiuhammed Molía Yegân da, Muzafferiyye -Medresesine Molla Hayreddîn Halil’i müderris olarak gönderdi. İsrnâiLBey, Hayreddîn Halil’e günde 30 akçe maaş tahsis etti. Ayrıca Küre’de çıkarılan bakır mâdeninden de 50 akçelik tahsi- sât ayırdı. Hayreddîn Halil, bura­da bir müddet rahat ve huzur içinde talebe yetiştirdi., Molla Hayreddîn’in Taşköprü’deki m’ed- reseye müderris tâyin edilmesin­den sonra bu âile Taşköprüzâde

 

 

diye anılmaya başlandı. Fâtih : tan Mehmed Han, Candaroğuil beyliğini Osmanlı topraklarına I -tınca, Küre’deki. gelirini alamaa oldu, f âtıh İstanbul’da Sahn-j| jSejnân Medreselerini yaptırdı^ iisırada,ii?adışahp bocası bulunarif Hoca Hayreddîn, Molla Hayre nrfın’höğerek kendisinden ilim tah- -SUfMtiğini bildirmişti. Bunun-üze cin&Sultan Mehmed- Han da?!?

: bürmedreselerden birine ı tâyin etti.. Fakat,kabul etmeyip Fâtih, Hayreddîn Halil’i Taşköp rü’deki Muzafferiyye Medresel müderrisliğinden’ azletti. Bunda maksadı, Molla Halil’e İştanbuf’c Sahn-ı Semân Medresesinin tfıü derrisllğini kabûî ettirmekti. Hay reddîri “Halil hazretleri maddî kımdan sıkıntıya düşmesine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir