wiki

Her Müslüman İçin Öğretme ve Öğrenmenin Gerekliliği

9- İlim elde etmek, her müslüman erkek ve kadm için bir görevdir. Şöyle ki: Her müslümanın yapmakla yükümlü bulunduğu din görevlerini yerine getirmek, hak ile batılı, helâl ile haramı ayırmak için yeterince bilgi sahibi olması üzerine farzdır. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur.

“Her müslüman erkek ve kadına ilim öğrenmek bir farzdır.”

Başkalarına muhtaç oldukları şeyleri öğretmek için ilim öğrenmek de sün­ nettir, bir ibadettir. Bundan fazlasını bir kemal ve bir şeref olmak üzere öğrenmek de mübahtır. Başkalarına karşı öğünmek, mücadele edip büyüklenmek için ilim elde etmek ise mekruhtur.

10- İlim öğrenmek aslında hem ferdler için, hem de cemiyet için gereklidir. Bu bir zarurettir. Böyle zaruret mikdarı ilim öğrenmek, bir İslâm toplumunun bütün ferdlerine yönelen bir farzdır. Ancak ilimlerin bir kısmı, her kişi için gerekli ol­ duğundan bu kısmın öğrenilmesi bir farz-ı ayndır. Herkesin öğrenip bilmesi ve onu yapması gerekir.

İlimlerin bir kısmı da, her ferd için değil, cemiyet hayatı için gerekli ol­ duğundan bunun öğrenilmesi de bir faryz-ı kifayedir. Tıb, hesab, harb ve teknik ilimleri gibi… Bu ilimleri herkes elde edemez. Bunlarla toplumun bazı kişileri meşgul olabilirler. Bunları bir kısım şahıslar öğrenirse, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat bu ilimlerde, İslâm toplumunu meydana getiren şahısların hiç biri meşgul olmazsa, o toplumun bütün ferdleri Allah yanında sorumlu olurlar.

11- İslâm dininde ilmin kıymeti pek büyüktür. İlim bir nurdur, bir hayattır, bir cemiyetin yaşamasına ve yükselmesine sebebdir. Cahillik ise, bir karanlıktır, bir ölüm, bir felâkettir.

Resûlü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Lokman Hekim’in oğluna şöyle bir öğüt vermiş olduğunu buyurmuştur:

“Yavrum! Alimlerin meclisine devam et, hekimlerin sözlerini dinle. Çünkü Yüce Allah yeryüzünü çisinti ile dirilttiği gibi, ölü bir kalbi de şüphesiz hikmet nuru ile diriltir.”

12- İslâmda her meslek sahibi için, o meslekle ilgili dinî meseleleri bilmek bir farzdır, önemli bir görevdir. Ticaretle uğraşacak kimselerin ticaretle ilgili helâl ve haram gibi işleri önce öğrenmeleri gerekir. Böylece yapacakları işlemlerde dine aykırı bir şey bulunmamış olur.

13- İslâm kadınları, abdest, namaz ve oruç gibi dinle ilgili bir kısım me­ seleleri ya kocaları ve mahremleri aracılığı ile öğrenir veya kocalarının izni ile ara sıra bir ilim meclisine giderek öğrenmeye çalışırlar. Fakat kocalarının rızası ol­ madıkça bir ilim meclisine çıkıp gidemezler. Ancak bir kadına dinle ilgili bir meseleyi öğretmek gereği yüz gösterirse, bakılır: Eğer kocası bu meseleyi çözer veya ehlinden öğrenip kendisine bildirirse maksad elde edilmiş olur. Fakat kocası bunu çözemez ve sorup öğrenmekten çekinirse, kadın o meseleyi gidip ehlinden öğrenmek yetkisine sahibdir. Yeter ki o kadm, İslâm adabına uygun hareket etmiş olsun.

14- İlim alanında hakka yardım için, bir hakkın açıklanmasını ortaya çı­ karmak için, ilim üzerinde bilgilerin artmasını sağlamak için yapılan karşılıklı görüşmeler ve münazaralar caizdir. Bunlar ibadetten sayılır. Fakat bir müslümanı aşağı düşürmek ve mahcub etmek için, bir mala veya bir rütbeye kavuşmak için yapılacak etkili ve fazla konuşmalar ve tenkidler haramdır, İslâm ahlâkına ay­ kırıdır.

15- İlim alanında “Mira Mücadele” denilen söz söyleme şekli asla caiz de­ ğildir. “Mira” başkasının sözlerinde veya anlamında görülen bir noksandan dolayı hemen ona itiraz edivermektir. Bu itiraz, kendini büyük görmekten ve göstermekten

ileri gelir. Onun için söylenilen bir sözü hemen düzeltmeye kalkışmamalıdır. Ancak din yönünden bir yarar varsa, o zaman yumuşaklıkla ve kibarca hareket etmelidir.

Bir hadisi şerifde şöyle buyurulmuştur:

4# / +s +O^’X¿0*0>O•*Ox j-Aj Ij_oJI^ lo_»VI<Lâ-ULa»J.ı*11J4Aİut>V

“Kul, haklı olduğu halde bile mirâyı (yersiz mücadeleyi) terk etmedikçe, ‘ imanın hakikatim tamamlamış olmaz.”

Hak olan şeyde ısrarla direnmek ve büyüklük taslamak asla caiz değildir. Böyle bir durum, gösterişten, kinden, çekememezlikten ve hırsdan ileri gelir. Bu, insan için pek büyük bir noksanlıktır.

öl ı

“Kabul edilmeğe en lâyık olan hakdır.” İslâmda Va’zın ve Öğüt Vermenin Önemi

16- İslâm dininde va’z etmek ve öğüt vermek pek önemli bir görevdir, bir farz-ı kifayedir. Kürsülerde ve minberlerde insanlara öğüt kasdı ile söylenen sözler (hutbeler) sünnettir. Peygamberimizin yoludur. Din hükümlerine uygun olarak ihtiyaca göre tatlı ifadelerle yapılan konuşmalardan, verilen öğütlerden herkes faydalanır. Bunlar birer uyarmadır. Bu uyarmalar mü’minler için çok yararlıdır.

17- Nasihat (öğüt), aslında hayır istemektir. Bir hadis-i şerifde şöyle buy­ urulmuştur:

.j*..r«.ı «ı,»1 1 j 4_ı^uujjj <uh<ıj <u ^•>jı111 ¿jjjjıji |^ */✓SS*SSX////yy’ y•»^.

“Şübhe yok ki din, Allah için, Allah’ın kitabı ve Peygamberi için, müslümanların imamları için ve hepsi için hayır istemekten, (öğüt vermekten) ibarettir.”

Doğrusu Allah’ın dinine hizmet için çalışmak, başkalarının hidayete er­ melerine, mutluluğa kavuşmalarına ve selâmetlerine hizmet için uğraşmak ne büyük bir hayır sevreliktir, ne yüksek bir harekettir!..

Bunun içindir ki, bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
jl_yj.<w»ı11<ılr■- 1l~L<JJjj illj-ı 4-UI Jjt¿)V

X** ✓ ** * ‘o*>

“Yüce Allah’ın bir kimseyi, senin aracılığınla hidayete erdirmesi, senin için, güneşin üzerine doğduğu ve battığı şeylerin hepsinden daha hay­ ırlıdır.”

18- Nasihat, gerçekten bir hayır işidir, çocuk sevimli bir hizmettir. Yalnız baş olmak sevgisi ile veya mala ve insanların takdirine kavuşmuk maksadıyla

yapılan öğütler ve konuşmalar, sahihleri için birer günahtır. İyi niyet bulunmadığı için de, Yüce Allah katında makbul değildir.

19- Allah rızası için bir hayır olarak yapılan öğüdü kabul etmemek, ilmi üstün olan kimsenin hakka bağlı emir ve tavsiyelerine boyun eğmekten kaçınmak ise Temerrüd (İnatçılık) denen kötü bir huydur. Bu da, kıskanmaktan, kendini be­ ğenmekten ve nefsin arzusuna uymaktan ileri gelir.

20- İslâmda iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak da bir öğüt ve hayır dilemekten ibaret çok önemli bir görevdir. Müslümanlar bu görevi gereği üzere yerine getirmiş olmakla diğer milletlerden seçkin bir millet olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de de övülmüşlerdir.

21- Maruf yaratılışa uygun ve dince güzel görülen şeydir. Münker de, aksine yaradılışa aykırı ve dince çirkin bulunan şeydir. Onun için her müslüman kendi din kardeşi hakkında ve bütün insanlık hakkında hayır ister, iyiliği emreder ve öğüt verir. Kötülüklerden sakındırmayı da bir din görevi bilir. Ancak bu görevin der­ eceleri vardır. Şöyle ki: Bu yol gösterme görevinin yapılmasında, karşı taraftan bir kötülüğün ortaya çıkacağı düşünülmüyorsa, bu görev işe el koymakla, değilse sözle yapılır. Bu da tehlikeli ise, yalnız kalb ile yapılır. İyiliğin yapılması, kötülüğün de terk edilmesi için kalb ile dua yapılır.

22- Bir müslüman yapacağı iyiliği tavsiye ve kötülükten alıkoyma görevinin zararsız olarak kabul edileceğini üstün görüşü ile anlamış olursa, bu görevi yapmak ona vacib olur, bunu terk edemez. Fakat bu yüzden döğülme ve sövülme gibi bir tepki göreceğini anlarsa, bu görevi bırakması daha iyidir. Sözünün benimsen­ meyeceğim bilmekle beraber böyle bir etki de olmayacağmı anlarsa, serbesttir; isterse öğüt verir, isterse vermez. Fakat öğüt vermesi daha iyidir. Bu yolda bazı zorluklara katlanmak bir mücahededir.

23- Bir kimsenin emrettiği veya yasakladığı şey, hakka ve ihtiyaca uygun ise, kabul edilmelidir. Öğüt veren, söylediklerini yapmamış olsa bile, doğru olan şey kabul edilir. Şu da gerçektir ki, bir emir ve yasağm ruhlara tesir edebilmesi için, bu görevi yapmaya çalışan kimse şu beş vasfı kendisinde bulundurmalıdır:

1) bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bilgisi olmayan kimse bu görevi güzelce yapamaz.

2) Söylediği şeyle kendisi de amel etmelidir. Değilse:

oJ*»* ^ f-l
“Niçin yapmadığınız şeyi söylersiniz?” azarına muhatab olur.
3) Bütün sözlerinde Yüce Allah’ın rızasmı ve müslümanların yükselmelerini

gözetmelidir. Bunu hedef edinmelidir.

4) Dinleyiciler hakkında şefkat göstermeli, irşad görevini tatlılık ve yumu­ şaklıkla yapmalıdır.

5) Sabırlı ve iyi huylu olmalı. Sertlikten ve şiddetten kaçınmalıdır.

Şunu da ekleyelim ki, halk tabakasından olan kimselerin, ilim ve irfan sahibi şahıslara iyiliği emretmeleri ve kötülüğü yasaklamaları uygun değildir. Böyle bir davranış edebe aykırıdır. Kendi haklarında bilmeyerek bir zarara sebeb olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir