wiki

İLK MÜSLÜMANLAR

Bir gün Ali, Hazreti M uhamm ed’le Hatice’nin, tenha bir
tarafa çekilmiş, ibadetle meşgul olduklarını görünce, önlerinde
tapınacak hiç bir madde bulunm am asından hayretler içinde
kalm ış ve Resûl-i Ekrem ’e sorm uştu: «Şimdi hangi dinin usulü
üzere ibadet ediyordunuz?» Resûl-i Ekrem cevap verdi: «Allahın
seçtiği ve beni peygamber olarak gönderdiği hak din üzere
ibadet ediyorduk: yâ Ali, seni de bu dine davet ediyorum.
Seni de bir olan ve şeriki bulunmıyan Allah’a tapmağa ve putları
inkâr etmeğe çağırıyorum.» Bu sözlerden sonra Hazreti
M uhammed, kendisine vahiy olunan m uhtelif bazı âyetleri
okum ağa başladı:
«De ki: O Allahtır, bir tektir. Allah, doğurmamış,
doğmamış olan; hiçbir şekilde dengi bulunmayan,
herşeyden müstağni ve herşey O’na
muhtaç olandır.»
(İhlâs sûresi)
«O, öyle Allahtır ki, kendisinden başka hiçbir
tanrı yoktur. O, gizliyi de bilir, âşikârı da… O,
Rahman ve Rahimdir.»
(Haşr sûresi, 22)
— 49 — F : 4
«Allah (o Allahtır ki), kendinden başka hiç
bir Tanrı yoktur. (O, zâtî, ezelî ve ebedî hayât
ile) diridir (hâkidir). Zâtiyle ve kemâliyle
kaaimdir. (Yarattıklarının her an tedbîr ü
hıfzında yegâne hâkimdir, her şey onunla kaaimdir).»
(Bakara sûresi, 255)
«… Hayat verir ve öldürür… Ölüden diri çıkarır,
diriden ölü çıkarır…»
(Âli İm ran sûresi, 27)
«Meşrık da Allahındır, Mağrib de. Onun için
nereye döner, yönelirseniz Allah’ın yüzü (kıblesi)
işte oradadır.»
(Bakara sûresi, 115)
«Allahın (yeri ve gökleri yaratması, Onun)
hakikaten her şeye kaadir olduğunu, ilmiyle
hakikaten her şeyi kaplamış bulunduğunu bilmeniz
içindir.»
(Talâk sûresi, 12)
«… Bütün işler ancak Allaha dönüp varır…»
(Şûrâ sûresi, 53)
«… İşte bunları yapan Allahtır, sizin Rabbinizdir.
Mülk O’nundur. Onu bırakıp taptıklarınız
ise bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik
olamazlar.»
(Fâtır sûresi, 13)
Ali cevap olarak; «Bugüne kadar hiç böyle sözler işitmedim,
bir kere babam Ebû Talib’e danışayım» dedi. Resûl-i Ekrem,
risâletinin um um a ilâm günü gelmezden evvel şâyi ol­
— 50 —
masından çekinerek, Ali’ye: «Bir şey söyleme; eğer İslâm’ı
kabul edersen gizli tutacaksın» diye ihtar etti.
Ali, işittiklerinden heyecanlı, gecesini huzursuzluk içinde
geçirdi. Gün doğar doğmaz Resûl-i Ekrem in yanm a koştu ve
bütün kalbiyle İslâmî kabul etti.
Bir gün Resûl-i Ekrem ile Ali, (N ahlet’ül-M uhal) denilen
yerde ibadet ederlerken Ebû Talib onları görmüş ve Resûl-i
Ekrem ’e sorm uştu: «Ey kardeşimin oğlu, dualarında, ibâdet
şekillerine riayet ettiğin bu din nedir?» — «Allah’ın, m eleklerinin
ve peygamberlerinin dinidir; atamız Hazreti İbrahim’in
dinidir. Allah bunu insanlara tebliğ için beni gönderdi. Sen
akrabamın en yakınısın, seni selâmet yoluna girmeğe davet
ederim.» — «Ben atalarımın dinini ve ananelerini bırakamam.»
dedi Ebû Talib, «Bununla beraber, seni o kadar samimi biliyorum
ki, söylediklerinin hakikat olduğuna inanıyorum. Vazifeni
yapmakta devam et, korkma. Ben yaşadıkça sana hiç bir fenalık
gelmiyecektir.» Sonra oğluna dönerek: «Muhammed’in dediğine
inanabilirsin,» dedi, «tam bir itaatla onu takip et, çünkü
o, seni ancak hayır ve selâmet yoluna götürecektir.»
A li’den sonra, M üslümanlığı kabul eden, Peygam berin
azadlısı Zeyd’dir.
Ondan sonra M ekke’nin en m eşhur adam larından b iri geliyor:
Ebû K uhafe’nin, sonraları Ebû Bekir adını alan ve o ad
ile şöhret bulan, Abdül-Kâ’be nam ındaki oğlu… Bir gü n Hakim
ibni Hızam’m yanında iken, evin bir câriyesi ona d ed i ki:
«Teyzen Hatice, kocasının Hâlik Teâlâ tarafından gönderilmiş,
Musa gibi, bir peygamber olduğunu iddia ediyor.» Bu sözler
üzerine, H azreti M uhammed’in samimiyetine m utlak su rette
inanan ve V araka’m n verdiği haberlerin bir kısmını duym uş
olan Ebû Bekir, heyecan içinde birdenbire ayağa k alk tı, ve
meseleyi sorm ak üzere, Resûl-i Ekrem ’in yanm a koştu. V ahyin
tafsilâtını Nebiyyi Zîşanın ağzından işitir işitmez şevk v e heyecana
gelerek: «Babam, anam ve hakikatin dostları adına yemin
ederim ki, bana söylediklerine inandım ve şahadet ederim
ki. Allah’tan başka mabud voktur. sen de onun resıiliisün!»
Bu ihtida H azreti M uhammed’i çok sevindirdi. Ebû Bekir,
Mekke’de m ühim bir m evki sahibi idi. Zengin, m alûm atlı, sözerinde
sadık, m uam elelerinde yum uşak ve m ültefitti. Hemşehrlieri,
katil işlerinde ve diyet m iktarını tayin hususunda kendisini
hakem intihap etm işler; böyle gayet nazik bir işi ona
tevdi etmişlerdi.
D erin bir im ân sahibi olan Ebû Bekir, bundan sonra, hep
dostlarım — onları İslâm dinine davet e d e n — Peygam berin
yanına götürmeğe gayret etti.
K ureyş’in en m aruf adam larından takriben onbeş kişi
— ki aralarında Osman ibni Affan, A bdurrahm an ibni Avf,
Talha ibni Ubeydullah, Sa’d ibni Ebi Vakkas, Zubeyr ibni Avvam,
Erkam … gibi kim seler v a rd ı— bu suretle, İslâm dinine
girm ek üzere, Peygam ber’in yanm a gelmişlerdi. İhtida edenlerin
değerli şahsiyetleri itibarile çok m ühim olan bu ihtidaların
yanında, avam dan İslâm dinini kabul eden diğer bir takım
kim seler de vardı.
İlk zamanlarda, İslâmî yayma keyfiyeti alenî olarak yapılmadığı
için, M üslüm anların m iktarı azdı. Bundan başka vahiy
birdenbire kesilmişti. Hazreti M uhammed, artık Cenabı
Hak’kın inayetine m azhar olamadığından, şüpheye düşmeğe
ve meyus olmağa başlıyordu. Her zam andan ziyade inzivaya
çekilerek, zam anını uzlet halinde geçiriyor ve irşad vazifesini
yapm ak hususunda yardım etmesi için A llah’a yalvarıyordu.
Nihayet, işin açığa vurulm asını em reden «Vahiy» nâzil oldu:
«Şimdi (ey Muhammed) sen ne ile ertırediliyorsan,
onu açıkça bildir. Puta tapanlara (müş­
riklere) aldırış etme. Allahla beraber başka bir
tanrının bulunduğunu iddia eden o alaycılara
karşı muhakkak Biz sana kâfiyiz.»
(Hicr Sûresi, 94 – 95)
«Sen (ilkin) en yakın akrabalarını inzar et
(uyar). Sana tâbi olan müminleri (rahmet ve
himaye) kanatlarının altına al. Sana başkaldı-
rırlarsa: “Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım”
de.» (Şuarâ Sûresi, 214 – 216)
am
Peygam ber, A llah’ın em rine uyarak, dinini açıktan açığa
neşre başladı. Evvelâ Haşimîleri, yâni en yakın akrabalarını
bir ziyafete çağırarak, onlara putperestliği bırakm alarını teklif
etti. Amcası Ebû Leheb, sözünü tam am lam asına m eydan
bırakm adan gitti ve dâvetlileri de kalkıp gitmeğe teşvik etti.
Onlar da gittiler.
Hazreti M uhammed, bu ilk m uvaffakiyetsizlikten hiç fü­
tu r getirm iyerek, onları bir kere daha çağırdı ve şu sözleri
söyledi: «İçinizde bir kimsenin benim size getirdiğimden daha
iyisini getirmiş olduğunu bilmiyorum. Size dünya ve âhiret
saadetini getirdim. Rabbim sizi İslâm dinine sülük ettirmemi,
onu kendi dininiz olarak kabule dâvet etmemi emreyledi. İçinizde
kim bana yardım ederse o benim kardeşim olacak.» Bu
sözler üzerine davetliler ondan tek rar yüz çevirdiler ve kalkıp
gitm ek istediler. Fakat, çocuk sayılacak çağda bir delikanlı
olan Ali bağırdı: «Ey Allah’ın Peygamberi, ben sana yardım
ederim ve seni düşmanlarma karşı müdafaa eylerim!» Haşimîler,
A li’ye ve babası Ebû Talib’e bakarak, bıyık altından güldüler;
H azreti M uhammed ile de alay ettiler.
Başka bir gün, Peygam ber M ekke’nin ileri gelenlerile ahalisini
Safa’ya çağırdı. Tepeye çıkarak, yüksek sesle konuşmağa
başladı. Sesini duyanlar etrafına koşuştular. H azreti Muhamhammed
onlara sordu: «Şu dağın ardında atlılar saklıdır dersem
bana inanır mısınız?»
— «Evet» dediler, «ağzından hiç bir vakit yalan bir söz
çıkmadığı için, sana inanırız.»
— «O halde, size ihtar ediyorum ki, Allah’a inanmazsanız
azaba uğrayacaksınız. Ey Abd’ül-Muttalib’in, Abdi Menaf’ın,
Zuhre’nin, Tay’m, Mahzum’un Esed’in oğulları! Allah bana
tuttuğunuz yolun yanlış bir yol olduğunu size ihtar etmemi
emreyledi. Siz, Allah’tan başka mabud yok demedikçe, sizin
için gerek bu dünyada ve gerek âhirette kurtuluş yoktur.»
Peygam ber bu sözleri henüz söylemişti, ki Ebû Leheb ba­
ğırm ağa başladı: «Bütün gün her yaptığın iş muvaffakiyetsiz-
— 53 —
liğe uğrasın, her tuttuğun boşa gitsin! Bu saçma lâkırdıları
söylemek için mi bizi buraya çağırdın?»
Peygam berin sözlerine hem şehrilerinin çoğu lâkayd kalm
ıyorlardı. Tâ kalblerinin içinde ona karşı bir meyil duyuyorlardı.
Fakat asırlardanberi carî olan eski bir geleneği kırm ak
için lâzım gelen cesaretten de m ahrum dular. K ureyş kabilesinin
ileri gelenleri ise şehrin oligarşik idaresinin kendilerine tem in
ettiği m enfaatleri bırakm ak istem iyorlardı. Ebu Leheb’in, Ebû
Sufyan’ın, Ebû Cehl’in İslâm iyete karşı takındıkları hal ve tavrın
sebebini işte burada aram ak lâzımgelir. M ekke’nin ileri gelenlerinin
çoğu İslâm aleyhinde idiler. H azreti M uhamm ed’in bir
meczup olduğunu ve sihir yaptığını iddia ediyorlardı. Saflığına
ve zerafetine, o zamana kadar asla erişem edikleri ve hiç bir
vakit belâgatinin üstüne çıkam adıkları bir dil ile okuduğu
âyetlerin güzelliği karşısında, en m utedil düşm anları, ona şâir
ve hayaletler gören (visionnaire) diyorlardı. Diğer bazı düş­
m anları da, hakikaten Peygam ber ise, Musa ve İsa gibi, m ucizeler
göstermesini, çölde dereler akıtm asını, ölüleri diriltm esini,
dağlara yer değiştirtm esini… teklif ediyorlardı. H azreti Muhammed,
onlara kendileri gibi fanî bir insan olduğunu, yegâne
vazifesinin doğru yolu gösterm ekten ibaret bulunduğunu söylüyor
ve şu âyeti okuyordu:
«(Ey Muhammed) de ki: “Allah’ın dilemesi dı­
şında ben kendime bir fayda ve zarar verecek
durumda değilim. Ben gaybı bilseydim elbette
daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir
fenalık ta dokunmazdı. Ben sâdece, inanan bir
milleti uyaran ve müjdeleyen (nezir ve beşîr)
bir Peygamberim.»
(Arâf Sûresi, 188)
M üslüm anlar arasında zayıf ve kuvvetsiz olanlara kötü
m uam ele etm ekten zevk alan, Peygam ber’e söven, onunla alay
eden Ebû Cehil, bir gün ona el kaldırm ak ve onu tehdit etm ek
derecesine kadar cür’et gösterdi. Hazreti M uham m ed’in amcası
ve süt kardeşi Ham za’nm hizm etçilerinden bir kadın bu
vak’ayı görüp, efendisine haber verdi. K uvvet ve cesaretile
m eşhur olan Hamza, m uttali olduğu hâdiseden son derece kızarak,
K âbe’ye gitti. Ebû Cehil ile arkadaşlarından bazıları, Müslüm
anlara karşı yeni hile ve desiseler tertip etm ek üzere orada
toplanm ışlardı. Hamza, Ebû Cehil’i yaptığı alçakça hareketten
dolayı azarladıktan sonra, bizzat İslâmî kabul ettiğini söyledi.
M üslüm anların m aruz bulundukları eziyetler, ibadetlerini
açıkça yapm aktan onları menediyordu. Erkam, zengin ve asil
Mahzum oğullarının bu genç evlâdı, pek genç iken, İslâm î kabul
etmişti. M ahzum oğulları Hazreti M uhamm ed’in açıktan
açığa düşmanı oldukları halde, Erkam evini İslâm cem aatının
toplanm ası için, Peygam berin em rine verm işti. H azreti Muhamm
ed İslâm dinini yaym ak ve ibadet etm ek için bu evde
em in bir melce’ bulm uştu.
İşte, sonraları Arab İm paratorluğunun hakikî m üessisi
olacak olan Ömer ibnil-H attab, İslâm iyetin ilk intişar devresinin
bu en m ühim siması, bu sırada ihtida etmişti. M ümeyyiz
vasfı, faaliyet ve iradeden ibaret olan Ömer, bilâhare bütün
bilgisi ve bütün kuvvetiyle destekliyeceği dâvanın düşm anı
olarak m eydana çıkmıştı. İslâmın, müesses nizamı altüst edeceğini
ve asırlardanberi devam eden geleneği yıkacağını anlayınca,
tehlikeli addettiği bu propagandayı, daha m enbam da
iken, söndürmeğe k arar verm iş…
M uhamm ed’i öldüreceğini ilân etmişti.
M üslüm anların Erkam ’m evinde toplandıklarını h a b e r aldı
ve Peygam berin hangi saatte orada bulunduğunu araştırdı.
Silâhlanarak yola çıktı. Yolda, m aksadını fiile çıkarm ağa tevessül
ettiğinden şüpheye düşen bir m üslüm ana tesadüf etti.
O, Öm er’i fikrinden caydırm ak için şu sözleri söyledi: «Sen
Muhammed’i öldürmeden önce kendi evini yola koy. Sen bilyor
musun ki, kızkardeşin Fatıma ile kocası Said müslüman
olmuşlardır?» Ömer, bu sözler üzerine, hiddetli hiddetli geri
dönerek, kızkardeşinin evine doğru yürüdü. Bu sırada, H u b ab
— 55 —
nam ında bir m üslüm an Said ile F atım a’ya K u r’andan bazı
âyetler okuyup izah eylem ekte idi. Ömer girince okudukları
sahifeleri gizlediler, Hubab da bir köşeye saklandı. Ömer, içeri
girer girmez, kızkardeşile eniştesini, atalarının dinini terkettiklerinden
dolayı, m uahazeye başladı. Ve hiddetini yenemediğinden
Said’in üzerine atıldı, ona vurm ağa başladı. Kocasını
korum ak üzere araya giren Fatım a da bir kaç sille yedi, y aralandı
ve kanlar akmağa başladı. O zaman Fatım a gazablanarak
bağırdı: «Evet, müslüman olduk ve müslüman kalacağız. Ne
yapacaksan yap!» Bu cesurane cevap ve kızkardeşinin yüzünden
akan kanlar Öm er’i m üteessir etti. Şaşırmış olan Ömer dü­
şünmeğe koyuldu: Sonra gizledikleri sahifeleri kendisine verm
elerini istedi. A llah’ın kelâm ına hakaret eder korkusuyla
Fatım a Öm er’in em rine itaat etm edi; Ömer, hiç bir şey yapmı-
yacağm a dair söz verdikten sonra verdi. O sahifeler «Taha»
sûresinin ilk âyetlerini ihtiva ediyordu. Ömer okumağa baş­
ladı:
«Bismillâhirrahmanirrahim. Tâ, Hâ. (Ey Muhammed!)
Biz sana Kur’anı, zahmet çekesin diye
değil, ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt
ve yerle o yüce gökleri yaratanın katından bir
Kitap olarak indirdik. O Rahman (olan Allah’ın
emir ve hükmü) arşı istilâ etmiştir. Göklerde
ve yerde, her ikisi arasında ve toprağın altında
bulunanlar O’nundur. Sen sesini yükseltsen
(de, yükseltmesen de birdir,). Çünkü O, gizliyi
de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Allahtan baş­
ka hiçbir tanrı yoktur. En güzel isimler O’nundur.»
(Tâ Hâ Sûresi, 1-8)
Bunun üzerine Ömer düşünceye daldı ve îslâm a karşı gösterdiği
husum etin ne kadar temelsiz olduğunu anladı. Y aptıklarından
büsbütün pişm an ve m ahzun oldu. O zamana kadar
hir köseve büzülmüş olan Hubab. ortava çıktı ve Öm er’e vak-
I
laşarak, İslâm ın başlıca rükünlerini ve esaslarını izah etm eğe
başladı. O kuduklarıyla H ubab’m sözleri Öm er’in kalbinde imân
şûlesini alevlendirdi.
Kızkardeşinin evinden ayrılınca, Ömer, doğru E rkam ’m
yanm a gitti. Hazreti M uhammed, kırk kadar m üslüm anla birlikte,
orada idiler. Öm er kapıyı çaldı. Pencereden bakınca m üslüm
anlar gördüler ki Ömer kılıcını kuşanmış; ve zannettiler
ki evvelce yapmağı tasarladığı katil fiilini icra için gelmiş.
Onun için kapıyı açm ak istemediler. Hazreti M uhamm ed onlara
kapıyı açm alarını em retti. Ömer Peygam bere doğru yü­
rüdü ve, başka bir şey söylemeden: «Allah’a ve Peygamberine
imân ediyorum!» dedi.
Hiç beklenm iyen ve âdeta bir mucize olan bu ihtida bü­
tün m üslüm anlar tarafından «Allahü Ekber! Allahü Ekber!»
sayhalarıyla k arşıla n d ı!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir