Genel

İLKEL TOPLUM

İLKEL TOPLUM

İlkel diye nitelenen toplumsal yapılar, insanlığın tanıdığı hem en eski, hem de en basit örgütlenme biçimidir. Bu nedenle de, etnolojinin ve antropolojinin en gözde konusu olmuştur. Sözlüklerdeki karşılığında «vahşî», «eski», «yerli», «sanayi öncesi», «kapitalizm öncesi», «yazısız» gibi açıklamaların yer aldığı «ilkel» kelimesine bağlı önyargılar ve değer yargılan şiddetle eleştirilmiş olmakla birlikte, bilimsel anlam, hem kültürel bilinçaltına bağlı nedenler yüzünden, hem alışkanlıklar

yüzünden yerleşip kalmıştır.
ilkel toplumlarm durumunu açıklayan iki yorum geçerlidir: birinci yorum evrimci olduğunu iddia eder ve bunların tarih ve etnoloji tarafından tanımlanan ilk toplumsal biçimler olduğunu söyler; İkincisi daha sosyolojiktir, onları her türlü toplumsal yaşamın ilk biçimleri sayar Avrupalınm tam tersi olarak tasarlanan ilkel insan kavramı, Batı uygarlığının temel efsanelerinden biridir.

KAVRAMIN İCADI VE SÜREKLİLİĞİ

ilkel toplum kavramı, XVIII. yy sonunun entelektüel bir icadıdır: ama çok yaygın bir terimin bu alışılmamış kullanımı, Avrupa’da çok eskilere dayanan bir zihniyetten kaynaklanmaktadır. Aslında, ilkel toplumlarm tarihi ve coğrafyası, büyük keşiflerle ve Rönesans’la birlikte modern çağın başlarında ortaya çıkmıştır. Böylece, ilkellik kavramı giderek ve zamanla ilerleme, akılcılık ve uygarlık kavramına zıt bir kavram haline gelmiştir. «Vahşî»lerle ilk karşılaşmadan (XVI.-XVIII. yy), ilkel insanların evcilleştirilmesine (XIX. yy), sonra yerlilerin yeni bir bakış açısından değerlendirilmelerine (XX. yy’ın ikinci yarısı) kadar geçen uzun süreçte, gene de her zaman ağır basan, doğayla uyum içinde veya tersine insanlık dışı sayılan ve en iyi ve en kötü yanlarıyla model oluşturabilecek bir ilk toplum düşüncesi hep var olmuştur.
Vahşî veya ilkel kabul edilen ve Hıristiyan olmayar Iuklarla ilk karşılaşanlar ve onları anlatanlar gezginler, askerler, din adamları, hükümet görevlileri oldu. Üç ■ yunca, özellikle bütün bir Amerika Kıtası’nda ve Kara rı’nda yaşayan Kızılderililer için en sık kullanılan te şî»dir. Her türlü uygarlığın dışında, ormanlarda ve doj yanlar vahşîdir. Buna karşılık, kölelik yanlısı ve Amerik akan köle ticaretinin işbirlikçisi Afrika kabilelerinin da. şiddeti, bu toplulukları barbarlar sınıfına sokar. Ancak, doğası bile çelişkilidir: XVI. yy sonlarından itibaren, « deyimi ortaya atılır.

Gezginlerin bakışı kitap resimlemecileri, ilahiyatçılaı lozofların yorumlarıyla hızla yeniden yorumlandığınc min aydın kamuoyunun düşüncelerini kestirmek güçtü mi «Yamyam, Çıplak ve Yırtıcı Topluluklar Olan Vahşîle Tarihi» (Die Wahrhaftige Historie der Wilden, Grimmigen Menschenfresser-Leute) adlı eserin yaza Hans Staden’ın (1525-1579) öyküsünün gördüğü büyü! bin resimlenmesindeki başarıdan kaynaklanmaktadıı Dominiken papazı Bartolomeo de Las Casas’ın düşüne Montaigne’in insan eti yiyenlerle ilgili ünlü yazısını (l okurken, bu eserin (1577’de yayımlanmıştı) o dönemde büyük bir etki uyandırdığını görmek de mümkündür. X nunda Theodore de Bry’m resimlediği «Uzun Yolculukla Voyages, uzun bir süre vahşî ve yırtıcı Kızılderili imgeî miştir.

Bu merak ve sınıflandırma akımı, izleyen yüzyıllarda gidecektir. XVII. yy boyunca, kıyaslama alanının Tahi daha geniş boyutlarda Okyanusya adalarında yaşayar da yayılmasıyla, «iyi vahşî» mitosu kendini kabul ettıı mantizm, Batı’nın fethi sırasında Kuzey Amerika yerlil< radığı soykırımın dile getirilmesinde çok vurgulanan bir re dönüşür. Bununla birlikte, Aydınlanma Çağı’nın uyga manizmi, Kara Afrika ve Asya topraklarının sömürgele sırasında az veya çok köklü bir değişime uğrar. Bu fetih ler, «aşağı ırklar» ve «ilkel topluluklar»a karşı kültürel üs’ ırkçılık ideolojisiyle desteklenir.

Önce vahşî, sonra da ilkel insan düşüncesi bir kandın iş görür: bu insanların varlığı, Avrupa yayılmacılığım hı eder, hem de haklı gösterir. Öte yandan, bir bakıma uyg; kıçı ve olumsuz etkileri konusunda sosyolojik bir kanıt lik, insanlığın siyasî tarihinin somut biçimde yeniden de rilmesinde birer tanık ve ideolojik araç durumundadı Hontan’dan («Yazar ve Sağduyulu Bir Vahşi Arasındı Konuşmalar», Dialogues Curieux de l’auteur et un sauvag sens, 1703), Voltaire (Saf Oğlan, l’Ingenu, 1767) ve Ch; and’a (Rene, 1802), gezginler, filozoflar ve romancılar oı kel yaşama yapılan göndermeler aracılığıyla insanlığın e-\ nusundaki gerçeği dile getirme olanağı veren karşılıklı taı konuşmalar yapar.

ilkel yaşama karşı XIX. yy’da daha da artan ilgi ve mı çekilerden daha sağlam bir tanıma ulaşamamakla birlikte sanların kimliğini yeniden yaratma çalışmalarının deneys lerce (paleontoloji, prehistoriya, fizikî antropoloji ve yü: larmda etnoloji) üsdenmesiyle, farklı bir boyut kazanır.

ETNOLOJİK ARAŞTIRMALAR

XVIII. yy sonlarında felsefî düşünce, «vahşiler»in c gözlemi konusunda ilkeleri ortaya koymaya başlayınc ve ilkelin tanınması alanında bir tür sosyoloji de yarat:
VAHŞÎ DÜŞÜNCE

Claude Levı-Strauss’un yapısalcı kuramı, düşüncenin ve daha c olarak kültürün bilinçaltı işleyişine büyük yer verir. Totemleı gerçekler, efsanelere yaslanan düşünceler, düşüncenin bir «yap nüştürdüğü» «doğal» sınıflandırmalara başvurur. Bu sistemci k: hem bir iç tutarlılık, hem de sının konmamış bir yayılma kapas bi ortaya çıkar. Aynı zamanda simgesel ve somut nitelikteki va şünce, tarihi sistemle bütünleştirerek evrenselliğe uzanır. Bu n Kızılderililere ait bütün mitolojiler karşılıklı olarak «düşünüleb Levi-Strauss’a göre, «ilkel olarak adlandırılan insanların doğadal lan nasıl derin bir gözlemle yorumladıklarını anlamak için, yok yeteneklerin yeniden ortaya çıkarılmasına ve fazladan bir duyE kullanılmasına gerek yoktur.» Buna göre, vahşî düşünce vahşîle ya ilkellerin düşüncesi olarak değil, gerçekliğin özelliklerini y: vahşî durumdaki bir düşünce olarak karşımıza çıkar.
Güney Amerika yerlilerinden bir Yanomami, Orinoco kıyısında. Yan göçebe ve babadan oğula geçen kabile başkanlannın otoritesi altında toplanan bu kızı/derililer, Brezilya ile Venezuela sınırlannda yaşarlar ve inançlannda Şamanizm büyük bir yer tutar.
İÇİNDEKİLER

KAVRAMIN İCADI VE

sürekliliği

etnolojik

ARAŞTIRMALAR TEMEL TOPLUM BİÇİMLERİ İLKEL KÜLTÜR VE

ilkelcilik

io’nun 1800’de yayımlanan «Vahşi Halkların Gözlem-: Başvurulacak Çeşitli Yöntemler Hakkında Düşünceler» ■ations sur les diverses methodes â suivre dans l’ob-des peuples sauvages) başlıklı metni buna iyi bir oruna göre, doğadaki insan, hem bireysel, hem de top-arak vahşîdir, basit bir ahlak psikolojisine, her türden 1 ilişkinin ve sivil toplumun dayanaklarına sahiptir, sanlığı evrenselleştirirken insanlığın evrimine katıl-u evrimin ilk, ilkel biçimi olmak zorundadır. Filozof-opolojık kavramlarını ve dayandıkları kaynakçaları ti-celeyen M. Duchet’ye göre, izlenecek yollar çeşitlidir: tarihin bir nesnesi olarak kalacak (Ansiklopedi’nin naddesi olumsuzluklarla doludur) veya tarihin konu-biri olacaktır.

la birlikte, XIX. yy’da filozofların, tarihçilerin, hukuk-:ya sosyologların pek çoğu, bu bilimkuramsal önyakla-autarak veya bir yana bırakarak, araştırmalarını toplu-garlığın kökenlerine doğru yönelteceklerdir. Etnolojik İarın tümü de evrim kuramının etkisinde kalır. Hegel’e 1 toplulukların tarihöncesine dayanmaları, onları masu-ilinçsizlik, ahlakî ve toplumsal sorumsuzluk çizgisine nektedir. Marx’ın yorumuysa çok daha tarihî ağırlıkta-metninde, (Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri başlıklı darx çalışına ve mülkiyetin ilk biçimlerini sorgular. Ama, ısıl amaç, modern kapitalizmin ne gibi koşullarda ortaya

i anlaşılması olarak kalır.

a, bu dönemin bütün antropoloji düşünürleri, tarihi ter-urmuşlar ve ilkel toplumda modern toplumun antitezini rdır. Antropolog A. Kuper’a göre ilkel toplum, açıkça an-yle ilgilenen hukukçuların müdahalesiyle ortaya çıkmış-j, profesyonel antropologlar bu geleneği, XX. yy’dan iti-nimsemişlerdir.

iilolojik, hem arkeolojik, hem de hukukî temellere daya-Lİnceler, akrabalığın evriminde ve akrabalık ilişkilerinin eye dayalı, hatta siyasî bir sisteme dönüşmesi alanında ’i başlar. 1861’den itibaren, H. J. S. Maine’in «Eski (Ancient Law) adlı eseriyle, ailenin sınıflandırılmasında :inde sülale ve kabileye yönelinmesi pek çok araştırma ve nın odağında yer alır. J. F. Mc Lennan ise, 1865’ten itiba-erkilliğin ve anasoyuna dayanan aile yapısını incelediği Ailik» (Primitive Marriage)yeniden okunmasını önerir, m tekniklere, hem aileye, hem siyasî sisteme, hem de t biçimlerine ilişkin bir kuramın ortaya konması için ve L. H. Morgan’ın «Eski Toplum» (Ancient Society) adlı e-eklemek gerekir. Bu düşünüre göre insanlığın gelişmesi . izleyen üç evrede kendini gösterir: okla yayın kullanıldı-îÜk; çanak-çömlek ve demirden yapılmış aletlerin kulla-barbarlık ve yazının ortaya çıktığı dönem olan uygarlık. Landırma, XIX. yy sonlarında uygulanan etnosantrik yak-ok iyi yansıtmaktadır.

anla, din gibi başka alanlara da girilir. Animizmle dışardan e arasındaki bağlantılar toteme bağlılık sorusunu gündedir. Alman kültür tarihinden esinlenen E. B. Taylor,

; «İlkelKültür»le (Primitive Culture) bir sentez önerir ve bu ’-ç kuram geliştirir; ilkel insanların dinî inançlarını, gerçek ar. düşlerinde ve ölüler bizleri düşlerimizde ziyaret ettikle, ölümde aramak gerekir. Bu ilkelerden hareketle, ilkel : canlı ve cansız varlıkların bir ruhu olduğuna inanmaya _er. 1890’da, J. G. Frazer’in animizm ve kurban konusun-. etkileyici derlemelerden biri olan Altın Dalı (Golden Bo-l: eseri yayımlanır. 1912’deyse Emile Durkheim Din Ha-Şekilleri: Avusturya’da Totem Sistemi, (Les Formes elere de la vie religieuse: le systeme totemique en Australıe) rrsde özellikle de animizme karşı çıkarak, ilkel düşünce .T_ia rasyonalist bir yorum geliştirir.

. ninemde, AvustralyalI yerli topluluklarıyla ilgili etnografyalara dayanan Lucien Levy Bruhl da, animizme ve ras-:~e karşı çıkarak, kendi mantık öncesi düşünce kuramını ? »var. Ona göre, ilkel toplumlar törenler, simgeler, efsane-. ..sidikleri mistik ve doğaüstü bir dünya görüşüne sahip-_zden, özellikle, çelişkiye uyum ve mantıklı bir düşünce -.t;.-* ilgisizlikle, bizimkinden tamamen farklı zihinsel iş-;£~iptirler.

::evrimci, daha çok da spekülasyona dayanan bu araştır-:i7- hareketle daha ampirik ve uzmanlığa dayalı adımlar

– r Toprak işleme yöntemleri konusunda bu toplulukların lîneyimlerine rağmen, ilkel toplum düşüncesi kolay ko-
lay silinmeyecektir. Tam tersine, bu düşüncenin özgünlüğü, onu antropolojinin en gözde konusu kılmaktadır.

Gerçekte,vahşiler bu dönemden başlayarak bir çelişkinin yaratıcısı haline gelmişlerdir: eskiden beri var oluşları bir varsayımı aşmazken, gelişme koşulları gitgide «kültür taşıma», toplumsal değişiklik, soykırım gibi dış güçlere daha çok bağlı kalmıştır. Oysa etnoloji ve antropoloji alanındaki resmî görüşe göre, bu topluluklara verilen bir yandan farklı, bir yandan da temel toplum statüsü hâlâ canlılığını korumaktadır. İlkel insanların modernliğe geçişi, hatta yok oluşları, antropolijide değişikliklere yol açmıştır ama gene de bu bilim, geçmiş deneysel ve kuramsal varsayımlar

biçiminde eski anıları korumayı sürdürmektedir. Gerçeklere ula- J

şabilmek için bu eski görüş ve yaklaşımları yeniden gözden geçir- <

mek gerekmektedir. j

‘i i

TEMEL TOPLUM BİÇİMLERİ

1880-1890 yıllarından itibaren, gitgide artan sayıda antropo- jj

log, yerinde araştırmalara girişirler: topluluklarla yüz yüze gelme, gözlenen olayların doğruluğu ve derlenen geleneklerin aktarılması konusundaki titizlik, bu arada, Alman kültürel coğrafyasının ve arkeolojinin etkileri, daha önceki iddiaların evrenselliğini bir ölçüde de olsa hafifletir. Asıl açıklanması gereken farklılıklar ve belli özelliklerdir: çevre, önceden de var olan bazı kültürel öğeler, işlevlerin ve yapıların işlemesine özgü mantık daha ayrımcı ölçütler haline gelir. Aslında, şu veya bu kültürel veya sosyal özellikler hâlâ çok sık ileri sürülmeye devam ediliyorsa da, çağdaş, yaşayan (yakın geçmişte bile çok yanlış tanınan) ilkel toplulukları her türlü genetik spekülasyondan bağımsız olarak açıklamak söz konusudur.

Amerikalı Franz Boas ve öğrencilerinin ampirik eleştirileri, i

otomatik olarak birbirlerine dönüşen bir dizi tipik toplumu esas alan evrimci kavramı çürütür. Kültür tarihini göz ardı etmeyen gerçekçi yaklaşım zorunlu hale gelir: dışardan evlenen kabilelerde totem birliğine rasdanmamaktadır; avcı-toplayıcı bir toplum olan Algonkin Kızılderilileri kendilerine özgü toprak hakları olan çekirdek ailelerden oluşur; Zunilerse ana soyuna dayanmazlar vb.

W.H.R. Rivers’ta olduğu gibi, bir süre daha çok yayılmacı niteliğinde kalsa da, Ingılizlerde de benzer bir yaklaşım görülür. Ri-vers’ın öğrencisi olan A.R. Radcliffe Brovvn, 1915-1930 arasında, ilkel sosyal ilişkiler konusunda oldukça katı, ama AvustralyalI yerliler örneğiyle büyük bir rağbet gören bir model ortaya atar.
İlkel sosyal örgütlenmeyi kısmen de olsa sorgulayan Bronislavv Malinowski’dir: ona göre, akrabalık sistemlerinin, adlandırmaların ve bunların sınıflandırılmalarının tanımlama değeri sınırlı ideolojik çalışmalar olarak kabul edildiği daha pragmatik bir bakış açısını benimsemek gerekir. Aile bütün sosyal işlevlerin temeli olarak kalsa da aileye işlerlik kazandıran ilkeler, sağlam bir mantığa dayanmaktan çok, gözle görünür gerçeklere dayanmaktadır.

İngiliz E. E. Evans-Pritchard ve Meyer Fortes ile, ilkel toplum, öğelerinin özdeşliği bir yandan piramit biçimi bir iç içe geçişi, bir yandan da eşitlikçi bir bölünmeyi akla getiren parçalı bir soy sistemi biçimini alır. İlki için Nuerlerle (Sudan), İkincisi içinse Tallen-silerle (Gana) ilgili araştırma derlemeleri, türünün örnekleri hali-
Avustralya yerlileri,

Carpentarie Körfezi yakınında Arnhem bölgesinde.

Gelenekçi toplumlardan örnekler;

Batı düşüncesinin gelenekçi toplumlara gösterdiği ilgi, bu topiumiann köklerinin iyilik ve özgün gerçekliğin damgasını taşıdığı inancına dayanır. Zaman içinde geri gidemeyen antropoloji, kendini mekâna vurmuştur. Soldan sağa: Sudanlı soylular, New Mexico’da Zuni Kızılderilisi, Baffin Adası’nda Inuitler, Nijer’de göçebe Pöller.
«İlkel» antropolojisi

topiumiann evriminde insanın gelişme modelini görme eğilimindeydi: buna göre ilkel insanlar insanlığın çocukluk evresine denk düşüyordu.
ne gelir ve 1940’lı ve 1960’lı yıllarda geliştirilen kuramların yerini alır. Sosyal düzene anlamım kazandıran soy bağıdır.

Son olarak, 1950’li yıllarda, Fransız Claude Levi Strauss tarafından ortaya atılan bir diğer büyük anlayışsa, aileyi merkez alır. Akrabalar arası cinsel ilişkinin ve eş değiş-tokuşunun yasak olması kavramlarını temel alan bu kuram, evlilik ilişkisini ve eş seçimini bir kanıt olarak ileri sürer: buna göre, akrabalık birliği veya çekirdeği kanbağının ve sıhriyetin bir harmanıdır; çünkü akrabalık bir çekirdek aileyle bir kız vericiden, yani, kızın erkek kardeşinden oluşur.

Böylece, bir yüzyıl boyunca (yarısı, yerinde antropoloji araştırmalarıyla geçti) ilkel toplum, «akraba» adlarım, karşılıklı değiş-tokuşu ve «akraba» haklarım belirleyen karmaşık kurallarla bir «aile sorunu» olarak kaldı. Ama, zaman zaman bu biçimde yapılanan toplum, daha kamusal, hatta daha siyasî bir gerçekliğe dönüşmektedir. 1927’den başlayarak, devletin kökeni ve evrensel yapısal karakterlerle ilgilenen R.H. Lowie, siyasî işlevlerin (yasama, yürütme ve yargı) devletin kurulmasından önce de bir çekirdek halinde var olabileceğini ileri sürer.

Daha sonraki tarihlerde de yankı uyandıran çalışmalar yayımlanır: 1940’ta, E.E. Evans-Pritchard «Afrika Siyasal Sistemleri» (African Political Systems) başlıklı çalışmasında siyasî antropolojinin temellerini atar; 1954’te etnolog E.R. Leach, «Birmanya Dağlık Ülkesinin Siyasal Sistemleri» (Political Systems of Highland Burma) adlı eserinde ve «Şefsiz Kabileler»de (The Tribes Without Chief, 1958) aynı konuyu ele alır; sosyal ilişkilerde akrabalık her şey değildir, dana doğrusu, grupların oluşmasına yön veren mekanizmalar, siyasî ilişkilerle sıkı uyum içindedir. Siyaset, yeni ilkelerin, yerine göre basit bir aktarımından çok, bir egemenlik, denetleme ve tutarlılık mantığına dayanarak oluşur. İlkel siyaset çok özeldir: siyasetin aracı parçalı soy sistemidir. Burada bir ideoloji (büyük veya büyükler), suç işleme ve ceza çekme veya hüküm verme konularıyla ilgili bir hukuk sistemi ve bir de politika duygusu olduğu görülür: bu da sosyal dengelerin ve düzenin korunması istemidir, tikel toplum, kargaşadan ve bunalımdan kaçar, M.G. Gluckman’e göre, karışıklık yararlıdır, ama gerçek değişim dışardan gelir. Tarih, ilkel toplumun kapısından içeri girememiştir: «etnografik şimdiki zaman» yöntemi (geçmiş zaman bugünün alışkanlığıdır) siyaseti de yumuşatmıştır.

İlkel toplumun sonsuza kadar değişmeden aynen kalacakmış gibi göründüğü en son alan, toplu gösterilerdir. Mantık öncesi zihniyet, tören ve inanışlar, dünyaya ve insana bakış, nispeten yeni sayılan «vahşîlik» kavramı, kendine özgü, kapalı bir evren düşüncesine canlılık kazandıran temalar arasındadır. Toteme bağlılık konusundaki bitmez tükenmez tartışmalar, bu dünyaya yöneltilen sürekli bir çağrıdır. Ama bir dinin, kendine özgü bir zihniyetin sorunsalı uzun süre ağırlığını hissettirir. Gene de Marcel Griaule ve Germaine Dieterlein tarafından incelenen Dogon (Mali) tören uygulamaları gibi gözleme dayalı tasvirlerle, gizemli yerli bilgeliğinin koşulsuz örgüleri «Su Tanrısı» (Dieu d’Eau, 1948) birbiriyle yarışmaktadır. Bununla birlikte, bazı alanlardaki değişiklikler de oldukça çarpicıdır: yeni tanrıların, yeni yalvaçlık akımlarının, mesih beklentilerinin ve dış etkilerle, yerli altyapının
iç içe geçtiği inanç eylemlerinin icadı, değişim tarihir derine etkileyip, değiştirse bile, bu kültürleri ortada: dığmın bir kanıtıdır.

ilkel insanın sözüm ona zamanın dışındalığı inan kaypak, yoruma en açık alanda kaybolması bir çelişk ten de, oluşum ve değişim kavramları sürekli bir rede saptamasına konu olmuştu. Levi Strauss’un «soğuk «sıcak toplum» deyimleri, ünlü antropologun daha s düzeltmelere rağmen bu zihniyeti yansıtması bakımı
PSİKANALİZİN ETKİSİ

İlkel toplum kavramı, psikanalizin kurucularını, özellikle Tabu (1912-1913) adlı çalışmasında bazı etnografik ara; esinlenen Sigmund Freud’u büyütürken, etnologları da, he zülememiş gerçekleri (düşler, davranış bozuklukları) ince ve hatta, yeni kuramlar geliştirmelerinde bilinçaltını konu ni bilimin öğelerinden yararlanmaya itti.

W.H.R. Rivers, «Düşler ve ilkel Kültür»de (1918) ruhsal t ve düşleri çözümlerken Freud’un Düşlerin Yor umu’ndan yol linovvski ve Margaret Mead, 1920’li yılların sonunda, ilkel tı ki Oedipus kompleksi sorununa yaklaşımlarında yerli mal (Trobriand Adası, Samoa Adası) yararlanırlar. Ailede cinsel sel sosyalleşmenin rolü, ilkel toplumlarla bizim toplumum yeni kıyaslamalara yol açar. Kültürlerin değişebilirliği (mes lu sistemlerin mantığı) Oedipus’un evrensel niteliğini azalt:

Ama, psikanalizin etkisi, uygulamaya ve tedaviye yönel: çok, hâlâ kuramsal niteliktedir, ikinci Dünya Savaşı’ndan ı Roheim ve Georges Devereux, bu iki yaklaşımı uzlaştırın, çeklerdir. Aslında Totem ve Tabu çeşitli yorumlamalara açıl bilede ailenin yazgısını anlatan bu metin ya yapısal, eğretile lamda veya, tersine daha etnografik anlamda yorumlanabi
İLKEL KADIN VE ANAERKİLLİK

Etnolojinin başlangıcından beri, ilk toplum biçimlerinin kac eti azından anadan kaynaklandığı düşüncesi çok yaygındı. Bachofen’in ünlü «Analık Hukuku» (Das Mutterredıt,184 rinde anaya verilen büyük önem, dölbereketine dayanan k anatannçanın varlığı üstünde durulur. Ama bu düşünceler g mitolojik bir fondan etkilenmiştir ve açıklamalar, ântropoî tan çok varsayımlara dayanmaktadır. Ne blursa olsun, uygaı şu, erkeklerin öç alması ve ataeritillijpn ortaya çıkışıyla çakı lilik ve akrabalık sistemlerini konu alan çeşitli araştırmak kadınlık durumu olarak adlandıracağımız sorunlara az çok -tir. Friedrich Engels bu sonuçlan birleştirir ve 1884’te «analı ..jflİslmaBi, kadın cinsi için büyük bir tarihî bozgun olmuştu

• ©ünümüzdeki araştırmalar sonunda, hak ve mal aktan soyunu izlemekle bitlikte, kadınlara daha fazla iktidar kaza şâiMriâl toplumlarm varlığı kabul edildi. Buna karşılık, bir il mi olarak anaerkil yapının varlığı, geçmiş yüzyıl boyunca, linince hiçbir zaman ispatlanamadı. Ama bu durum, özelli! kalı feminist antrppologlarm, ideolojik komutlarını destek bu tür kuramlar uygulama isteklerini engellemedi. Eve 1975’te yayımlanan «Kadirim Evrimi» adlı eseriyle buna ço örnektir.

İLKEL TOPLUM
İlkel topluma ait bir tarihin, tarih anlayışının olma-ikle yüzleşmeyi konu alan çözümlemeleri bir süre r. Malinowski’nin öne sürdüğü model karikatür gi-Dİog üç sosyokültürel çevrimin çözümlenmesini ya-el çevrim, modern çevrim ve yeniden oluşturulan :vrim. Kuşkusuz, ilkel toplumlar değişmektedir ama ırtadan kalkacak olan ilk toplumla hiçbir ilişkisi yok

>yal değişimlerle ilgili kuramların aynı zamanda bi-ıtropoloji kuramı niteliği kazanması için 1950’li yıl-< gerekecektir. İlkel toplumun «etnografik hal»inin a başlanmasıyla, dış dinamiklerin etkisi mutlak ol-:ak, görecelik kazanır, çünkü bu etkiler, daha önce-dinamikleri genişletir veya engeller. 1.960’h yıllarda ncesi toplumlarm sınıflandırılması yolunda çaba har-;istler de, kuramlarının yapısalcı ifade biçimi yüzün-ım biçimlerinin tarihle bağlantısını kurmakta zaman ık çektiler. Değişime biraz mekanik bir yorum geti-ırzlarının birbirbirine eklenmesi kavramını (P.P. Rey)

, en büyük başarıları oldu.

e kuramlar bütünüyle ele alındığında, en etnografik rik çözümlemelerde bile, ilkel toplum kavramının oruduğu kanıtlanmaktadır. Kuramlardaki değişme-ir toplumun özünü oluşturan alanlarla ilgili varsa-rekli çeşitlenmesi, hiçbir zaman etnoloji ve antrolo-1a özel bir nesnenin varlığını sorgulamasını gerçek ğlayamadı. Bu yüzden, eleştirel düşünce, ailenin,

: dinin temel sosyal nesnesi olarak, ilkel toplumun deninin, bu nesnenin doğuşuna tanık olan disiplin alışkanlıklarının korunması olup olmadığını sorgu-sına geliyor. Pek çok antropolog için, kendi bilim dal-. bir yüzyıla varan bir geleneğe dayanmaktadır. Bu sayıdaki tarihî dönüşümlere ve birkaç tartışmalı ye-maya rağmen hep aynı kalmıştır. Tanımlama olarak, ımlara, ilkellere (veya vahşîlere) bağlı kalmıştır, çün-ılumlar sosyal bilimlere ve tarihe, başka hiçbir top-nin soramayacağı sorular yöneltebilecektir. Bununla :el denilen toplumlar, bugün kimlikleri konusunda . bir etnoloji yürütebilecek durumdadırlar, çünkü, farklılaşmaları gitgide artan bir şiddetle, içerden his-ırler.

L KÜLTÜR VE İLKELCİLİK

c, ilkel olduğu için gerçek, özgün, basit olduğu kabul :oplumun köklerinin ve değerlerinin yüceltilmesi ol-Ikelcilikle ilkel birbirinin ayrılmaz parçasıdır, çünkü an başlayarak, ilkel, Hıristiyan uygarlığının içinde j çalkantılara ve şiddete karşı bir kanıt olarak değer-jtir. «İyi vahşî» kavramı, düşünceleri, kendi toplu-ki siyasî ve dinî zorbalığa karşı harekete geçirmeye lan, bu ilkelci ideolojinin dinamiğini çok güzel yanır.

le, ancak karşılığında alçaltma varsa olabilir. XX. yy iki estetik modernlik, doğalcılık ve gerçekçiliğin kural-ırken, farklı bir şey yapmayacaktır. Zenci sanatı, ger-iltürel saflığıyla, dünyaya farklı bir bakış biçimi oluş-için bir esin kaynağı ve bir vesile olacaktır. Ayrıca, ı ortalarından bu yana, çevreci ideolojiler doğanın ko-ı ve daha insancıl, daha doğal, daha «gerçek» bir ya-ıine dönüşü desteklemek için sık sık «ilkel» örneklere ıktadır. Kırsal kesimlere, bağlık bahçelik yerlere olan ii-ı doğal çevresiyle uyum arayışı, kirli ve yabancılaştırı-: sanayi uygarlığına bir tepkidir. Tropikal bölgelerde, ılderililere ayrılan koruma bölgelerinde yaşayan ilkel şî insan, sivil, dinî ve siyasî bilgeliği, içten gelen sanat ve açık havada yaşamasıyla bilinmeyen zamanlara üşsel bir varlık haline gelir.

İçi ideoloji, kuşkusuz, etnolojik tanımlamaların, şimdi-ı sorunlarının ışığında kısmî ve taraflı, tam bir yeniden imasıdır. Ama, etnologlar ve antropologlar da, kendi artışmalarında benzer türde kanıtlamalarla bu ilkelcili-:mişlerdir. Levi-Strauss, Hüzünlü Dönenceler’deki (Tris-[ques) bütün söyleminde küçük topluluğu gerçek insa-:r olarak; Robert Jaulin veya Pierre Clastres gibi çoğu uzmanı (bu arada, Amerika ve Afrika uzmanı başka oglar Marksist yorumlar gibi aşırı siyasî yorumlara kar-eğerleri savundular. Clastres’a göre (ilkel) toplum, devidir.
İlkel toplumlarm yapılarının bozulması, yok edilmeleri (soykırım) çeşitli tepkilere yol açtı; bunların kültürlerinin ve nüfusunun korunmasını savunan sesler yükseldi. Bütün «ilkellerin» eşit olmadığının, bazılarının en azından sosyal açıdan yeni dış kaynaklardan yararlandığının göz ardı edilmesiyle, bu talepler bu kurbanların yüceltilmesiyle sonuçlandı. Bu ilkeller, bağlı oldukları ulusal devletin yerli azınlığı haline geldiler. Özellikle çeşitli kuruluşlar kanalıyla kültürel, etnik ve hatta siyasî bir kimlik duygusu gelişmektedir: savunma eylemleri, talep programları su yüzüne çıkmaktadır. Ama kabile topraklarının korunması, 350 000 km2 ile Kanada’nın on birinci eyaleti sayılabilecek genişlikte bir toprağı (Nunavut) yönetme hakkım elde eden İnuit-lerde olduğu gibi bir tür milliyetçiliğe de yol açabilmektedir. Bu koruma, ABD’de olduğu gibi, Kızılderili bölgelerine gazino ve kumarhaneler kurulmasını teşvik eden bir vergi siyasetine yol açabilir. Bu insanların kavgası, uluslararası ölçekte (BM) tanınmakta ve çeşidi kuruluşlarca desteklenmektedir.

İlkel insan, Batı uygarlığının kendi görüntüsü için zorunlu bir figürdür. O öncelikle, en güçlü yansımasını J.H. Rosny’nin 1911’de yayımlanan ve 1981’de Jean-Jacques Annaud tarafından sinemaya aktarılan Ateş Savaşı adlı romanında bulan uzak, tarihöncesi atamızdır. Daha sonra, yüzyılımızın başında ABD veya Avrupa’da sirklerde, hayvanat bahçelerinde veya sömürge fuarlarında dolaştırılan Pigmeler ve Kanaklarla temsil edilmiştir. En sonunda da, çok uzun bir süre kendi içine kapanan ve kuramsal tutuculuğunun kurbanı olan zengin bir antropolojinin cömert esin kaynağı olmuştur. Bugün Cenevre’de bizzat ilkel insan söz almakta ve Brezilyalı altın arayıcılarının katlettiği Yanomamiler olayında olduğu gibi, sanayi toplumunun trajik kurbanı olduğunda, dünyaya baskı yapabilmektedir. İlkel, ilkel olmaktan artık çıkmış ama ilkelcilik, siyasî seferberlik aracı olarak onu canlı tutma ihtiyacındadır. Bu yüzden, antropologlar, onu yeni araştırma nesnelerinden biri haline getirmişlerdir. □
I banlar, Dayaklardandır. Saravak ve Borneo içlerindeki akarsular boyunca kazıklar üzerinde kurduktan evlerde komün hayatı yaşarlar
AYRICA BAKINIZ

– ESfl akrabalık

– .B.«ı| antropoloji

– msU büyücülük

– EÂNsg feminizm

– ISaBO klan ve kabile

– iEJftsiî kurban

– KES mit

– 1B.AN5Lİ toplum

– 1B.AHS1İ totem

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir