İmam Gazalinin TEKRAR TEDRİS HAYÂTINA DÖNÜŞÜ :
Hicrî 499 (1105-<J/ yılında, Nizâmü’l-Mülk’ün oğlu ve Selçuklu sultanı Sancar’ın veziri olan Fahrü’l-Mülk İmâm Gazâlî’ye, tekrar tedris hayâtına dönmesi için İsrarlı ricâlarda bulundu. Zâten o da inzivâyı terk etmek, vaaz ve irşâd vazifesine başlamak kararını vermişti. Bir sene sonra hicrî 6 ncı asır başlayacaktı. Birçok sâdık riiyâ- lar görülmüş, meşhur lıadîs-i şerifte «her asrın başında zuhûr edeceği bildirilen miieeddid» in o olduğuna dâir mânevî işâretler belirmişti. İslâm dünyâsında kargaşalıklar başgöstermişti. Bâtınîler, feylesoflar, rafıziler dîni bozmağa çalışıyorlardı. Haçlı Seferleri başlamıştı. Abbâsî hilâfeti kuvvetten düşmüş, dünyevi iktidarı çoktan kaybetmişti. Müslüman hükümdarlar ve kumandanlar arasında post kavgaları almış yürümüştü. Sünnetler ihmâl ediliyor, bid’atler yayılıyordu’. İnsanların büyük bir kısmı dünyâya yönelmişlerdi. Ulemâ-yı rüsumun azımsanmıyacak bir sınıfı işin kışrmda kalmışlardı. Haset, gıybet, ahlâk bozukluğu gibi içtimâi hastalıklar ümmet bünyesini sarsmağa başlamıştı. Vaziyet iç açıcı değildi. İşte bu ahvâl ve şerâit içinde İmâm Gazâlî hem içten gelen Hitâmların, sâdık rüyaların, işaretlerin te’sîriyle, hem de başta büyük vezir Fahrü’l-Mülk olmak üzere devlet ricalinin, ekâbirin ve ehl-i ilmin ricaları ile inzivâyı terk etti. İmâm hazretleri el-Munkız’da bu hususta şöyle buyurmaktadır: xKendi kendime: “Hastalık salgın hâlini almış, tabibler de hastalanmış ve halk helak olmakta iken, halvet ve uzlet ne fayda ve rir?…” diyordum. Sonra yine içimden bir ses: “Bu belâyı gidermek, bu karanlıkta çarpışmak için zaman ve imkân bulabilir misin ki?.. Devir fetret devridir; çağ bâtılın yayılıp kuvvetlendiği çağdır. Eğer halkt, kendi yollarım bırakıp Hakk’a dâvet edersen zamâne insanlarının hepsi sana düşman olurlar. Onlara nasıl karşı gelirsin? Onlarla nasıl başa çıkarsın? Bu iş ancak kuvvetli ve dindar bir sultan sayesinde yapılabilir…” diyordu. Bir ara, hakkı delille izhârdan âciz olduğumu bahane ederek uzlete devâm etmeyi kararlaştırdım. Sonra, Allahü Teâlâ, dıştan bir tesir olmaksızın, zamânın sultânının arzûsu- m kamçıladı ve bu fetreti [kargaşalığı, anarşiyi] kaldırmak için, onun oasıtasiyle, Nisabın’a gitmemi kesin bir şekilde emr etti. Emir o derece kesin idi ki, muhalefette isrâr etseydim, onun kalbini kırmış olurdum. Kendimi özür sâhibi görmenin zayıf bir sebebe dayandığını )ark ettim. Nefsime, halkın vereceği sıkıntılara katlanmalıydım. Ce- nâb-ı Hak Kitâb-ı kerîminin el-Ankebût sûresinde (â: 1-2) — meetlen — :«Elif, lâm, mim… îmânlar sâdece ‘inandık’ diyecekler de öylece bırakılıp imtihana çekilmiyecekler mi sandılar. Biz onlardan öncekileri de imtiham etmişizdir.» buyurulmaktaydı…….. Nihâyet, uzleti terk etmek hususunda kalp ve müşâhede erbâbından bir zümre ile istişâre ettim. Onlar uzleti terk ve halvetten çıkmamda ittifak ettiler. Bu istişâreye, bâzı sâlih kulların, benimle bu hareketimin, Allahü Teâlâ’nın hu asır [6’ncı hicrî yüzyıl, yâni 500 senesi] başında takdir ettiği bir hayır ve rüşdün başlangıcı olduğunu gösteren birçok mütevâtir ve sâdık rüyâları da eklendi. Gerçekten Allahü Teâlâ — Resulü (S.A.) vasıtasiyle — her yüzyıl başında dinini ihyâ edeceğini vaad etmiştir. Bu şehâdetler sebebiyle içimde iimid kuvvetlendi ve lıüsn-i zan hâsıl oldu. Allahü Teâlâ bu mühim vazifeyi îfâ için Nisabur’a hareketimi müyesser kıldı.»
BU, ESKİ HÂLE DÖNÜŞ DEĞİLDİR :
Hüccetü’l-lslâm İmâm Gazâlî hazretleri yeniden tedris hayâtına başlayışının «eski hâle dönüş» olmadığını yine aynı kitâbında şu satırlarla tavzih etmektedir: «… 11 sene uzlette kalmıştım. Bu Allahü Teâlâ’nın takdiriyle olmuştu. Bağdad’tan çıkıp, müderrislikten ayrılacağım önceden asla hatırımdan geçmemişti. Öyle de, tekrar okutma hayâtına döneceğimi, tuzlet günlerimde hayâl ve hatırımdan ğeçirmemiştim. Allahü Teâlâ kalbleri ve hâlleri değiştirendir. Bir hadîs-i şerifte: «Mü’minin ahvâli, Eahman’m [Allahü Teâlâ’nın] iki parmağı arasındadır [yâni kudret ve irâde sıfatlarının hükmü altındadır]» buyurulmuştur. Tedris hayâtına dönmüş görülüyorsam da, aslında dönmediğimi biliyordum. Zira dönmek, eski hâle gelmek demektir. Ben eskiden, kendisiyle mevki elde edilen ilmi yayıyordum. İnsanları söz ve amelimle buna clâvet ediyordum. Kasıt ve niyetim bu idi. Fakat şimdi, mevkii ve rütbeyi terk ettiren ilme dâvet ediyorum. Şimdiki maksat ve arzum budur. Allahü Teâlâ bu hâlimi bilir. Ben nefsimi ve diğerlerini islâh ■etmek istiyorum. Murâdıma erişir miyim, yoksa mahrum mu kalırım bilmem. Fakat ben, yakıyn ve müşahedeye dayanan bir îmânla, bir hâlin değişmesinin, bir işi yapmak gücünün ancak Yüce Allah’ın ■dilem,esi ve yardımıyla olacağına inanıyorum. Ben hareket etmedim, fakat O beni harekete getirdi. Ben bir şey yapmadım, fakat O bana yaptırdı. Ondan, önce beni islâh etmesini, sonra benim vâsıtâmla başkalarını islâh etmesini, önce bana hidâyet vermesini [Doğru Yol’a kılavuzlamasını], sonra benim vâsıtamla diğerlerini doğru yola kavuşturmasını, bana hakkı hak olarak göstermesini ve ona uymayı nasîb etmesini, bâtılı bâtıl olarak gösterip, ondan sakınmayı nasîb etmesini dilerim.» Mevzûâtü’l-’Ulûm Tercümesinde (Cilt: 2, S: 807) İmâm Gazâv hazretlerinin eski hâli ile yeni hâli mevzuunda verilen şu îzâhatı da, muhterem okuyucularımıza nakl etmeyi münâsib görmekteyim:
* «Hazret-i İmâm (kuddise sırruh) bâzı kitâblarında demiştir ki: Ben önceki hâlimde sâlihlerin hâllerini ve ariflerin makamlarını inkâr ederdim. Nihâyet Hak Teâlânın yardımı imdâdıma yetişti ve rüyâda Allahü zülcelâl hazretlerini gördüm. Bana Yâ Ebâ Hâmid! dedi. Ben, acaba bana şeytan mı söylüyor, diye düşünürken, Hak Teâlâ buyurdu: “Hayır, ben seni altı tarafından kuşatmış [ilmim, iradem ve kudretim seni sarmış] olan Allah’ım… Ey Ebû Hâmid!.. O yazdığın kitâblan terk eyle. Öyle bir topluluğun sohbetlerine de- vâma başla ki, Ben onları arzımda kendime nazargâh eylemişimdir. Onlar, öyle bir cemaattir ki, dünyâyı ve âhireti benim muhabbetime karşılık satmışlardır.” Ben sordum: Yâ Rab! İzzetin hakkıçün Senden yalvarırım ki, onlara hüsn-i zan çeşnisini bana tattır. Hak Teâlâ da
lıî buyurdu ki: Maksadını hâsıl eyledim. Dileğini kabul ettim. Onlar ile senin aranda perde olan ve gayeye erişmeğe engel teşkil eden dünya sevgisiyle uğraşmandır. O hâlde, dünyâdan ihtiyarın ile [dilemenle,] çıkıp git. Mecbûrî olarak çıkmazdan evvel… Muhakkak ki, Ben senin üstüne envâr-ı kuds’ümden [mukaddes nurlarımdan] bir nûr imzâ eyledim. Artık doğrul ve lisânına gelen kelimât-ı kud- siyeyi söyle!… dedi.» İmâm Gazâlî der ki: «Ben bu lâtif rüyadan sevinç ve ferahlık duygularıyla uyandım. Şeyhim Yûsuf en-Nessac hazretlerine koştum ve gördüğümü kendisine anlattım. Şeyh tebessüm etti ve dedi ki: Ey Ebû Hâmid! Bu hâl bizim bidâyette olan elvâhımızdır ki, biz onu mahv etmişizdir. Lâkin eğer benimle sohbet ve tam ülfet edersen senin basiret gözüne esmed-i te’yid ile cilâ .veririm. Tâ ki ‘Arş, Kürsî ve havâlisinde olan Mukafrebîn meleklerini göresin. Sonra o mertebeye dahî râzı olmazsan, ta ki ebsâr-i idrâkinden âciz olduğunu sen idrâk ve müşâhede edib ondan sonra güzer-i tabiatinden sâfi ve Tûr-ı akl üzere raakıy olup hazret-i Mûsâ’ya olan hitâb gibi Hak Telâ’dan «Ene Allahü Rabbü’l-Alemin» hitâbını is- timâ edersin…» / Yukarıdaki satırlardan anlaşıldığı üzere İmâm hazretlerinin Yûsuf en-Nessac (kaddesallahu sırrehu) hazretlerine intisâbı veyâ ona karşı hürmet ve sevgisi vardı. Gördüğü rüyâdan sonra büsbütün ter- biyet dâiresine girdiği de düşünülebilir.
UZLET HAYÂTINDA DA HİZMET :
Mevzûâtü’l – ‘Ulûm sahibi, Imârrt Gazâlî hazretlerinin Şam’dan sonraki uzlet ve cihâd (büyük cihâd, yâni nefisle, dünyâ emelleriyle,, beşerî ihtiraslarla yapılan savaş) hayâtına âit şu bilgileri vermektedir: «Daha sonra İmâm Kuds-i şerife müteveccih olup ibâdette tam bir cehid ve gayret ile o mukaddes yerlerdeki muazzam meşhed ve mevzileri ziyâret edip, halktan ilgisini kesti, kendini o derece gizledi ki, yanında hizmetini gören bir tek kişiden başka kimse onu bilmez idi. Bir müddet bu hâl üzere uzlette kalıp, sonra hâli halka’ yayıldı, menkabeleri, imânların dilinde söylenir oldu. Onu herkes öğrendi ve kendisine inanda. Sonra Mısır tarafına yollandı, bir müddet İskenderiye’de ikaamet etti, sonra yine Şam’a dönüp İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn kitabını yazmağa başlayıp, ondan ayrı olarak daha birçok kitâblar te’lîf etti. «Usûl-i Erbain», «Cevâhiru’l-Kur’ân» ve diğerleri gibi. Kitâb yazarken de nefs mücâhedesi, halktan uzak durma, Hak Teâlânın ibâdet ve zikri ile meşgul olma hâlini devâm ettiriyordu. Halk topluluklarına katılmıyordu. Sadece cum’a ve cemaat müstesnâ… Yâni beş vakit farz namazlarını câmide cemaatle kılıyor, haftada bir cuma namazını da aynı şekilde cemaatle kılıyordu. Sonra Şam’dan vatanı olan Tûs’a döndü. Orada da, hânesine kapanıp ibâdet, zikir, tefekkür ve eser te’lîf i ile meşgul oldu. Ama bir zaman geldi ki, yazdığı kitâblar İslâm dünyâsına yayıldı, biiyük ün kazandı. Ülkenin idârecisi – olan Fahrü’l-Mülk eş-Şehîd [500 hicri yılında bir bâtmî tarafından şehîd edilmiştir.] Onun kemâlini ve ününü duydu. Bu vezir zamânında Horasanda ilm u irfâna büyük değer veriliyordu. Zâten o, İmâm Gazâ- lî’nin şân u şeref, ilm u irfân, kemâl u fadlını önceden de işitmişti. Ona isrârla ricâ etti; çağırdı. Nisâbur’a götürdü ve oradaki Nizâmi- ye Medresesinin başına geçirdi.» Geçirdiği 11 yıllık mânevi inkilâbtan sonra «Yeni Gazâlî» olarak Nisâbur’da tekrar tedrise başlaması târihi Zilka‘de 499, [ — Temmuz – Ağustos 1106] dır. «El-Munkız min ed-Dalâl» adlı — bir nev’i — otobiyografiyi [bir kimsenin kendi hayâtına dâir kaleme aldığı tercüme-i hâl kitâbı] bundan kısa bir müddet sonra yazmıştır.
İmam Gazalinin TEKRAR TEDRİS HAYÂTINA DÖNÜŞÜ
01
Oca