Şu’rivâyet İmâm Şâfi’î (Allah rahmet etsin)’nin âbid olduğuna
bir delildir: Merhûm, geceyi üçe taksim eder, bir kısmını ilim, dîğer
kısmını ibâdet ve dîğer kısmını da uyku ile geçirirdi. Rebî‘î diyor
k i : «Hepsi namâzda olmak şartiyle İmâm Şafi‘î Ramazan-ı şerifde
altmış hatim indirirdi. Buveytî onun talebelerinden idi. Hocası Şâ-
fi‘î’ye uyarak o da Ramazan-i şerifte her gün bir hatim indirirdi.»
Hüseyn-i Kirabisî diyor ki: «Bir çok geceler İmâm Şâfi’î ile bir arada
bulundum, gecenin üçte ikisini namâz ile geçirirdi ve elli âyeti geç
mezdi,’elli âyeti geçince yüz âyete çıkardı. Rahmet âyeti gelince, kendisine
ve bütün müslümânlara rahmet dilerdi. Azâb âyeti gelince
kendisi ve bütün müslümânlar için kurtuluş dilerdi, korku ve ümît
kendisinde toplanmıştı.» Gecenin üçte ikisini namâz ile geçirdiği hâlde
elli âyetten yukarı geçmemesi, Kur’ân-ı Azîm’in inceliklerini bilmesinin
ve bunları düşünmesinin bir delilidir. İmâm Şâfi’î (R.A.)
buyurur ki: «On altı senedir doyasıya yemek yemedim, çünkü doyasıya
yemek yemek, bedene ağırlık verir, kalbi katılaştırır, zekâyı kaybettirir,
uykuyu çeker ve sâhibini ibâdetten alıkor.» Tokluğun âfetlerini
anlatan hikmetine, sonra ibâdetteki cehd ü gayretine bak ki,
bunun için yemeği azaltmıştır. Nitekim «İbâdetin başı az yemektir.»
denümiştir. İmâm Şafi‘î diyor: «Ne yalan ne de doğru ömrümde bir
defa Allah’a yemîn etmedim.» Bu, onun Allah’a saygısının ve Allahu
Teâlâ’nm yüceliğine ve kudretine olan bilgisinin açık bir delilidir.
Bir def’a kendisine bir mes’ele soruldu; sükût etti. «Niçin sustun?»
suâline cevâp olarak: «Faziletin sükûtta mı, cevâpta mı, nerede olduğunu
anlayıncaya kadar sükûtu tercih ettim.» dedi. Fakîhlere en
ziyâde musallat olan ve zaptedilmekte en çok isyân eden «DİL» olduğu
hâlde, bak ki dilini nasıl murâkabe altına almıştır. Bundan an-laşılıyor ki, İmâm Şâfi‘î’nin konuşması da, sükûtu da ancak sevâp
kazanmak için idi. Ahmed b. Yahya b. Vezîr diyor ki: «Mısır’ın Kandiller
Çarşısında İmâm Şâfi‘î ile gezerken, biri âlimin biri hakkında
lüzumsuz sözler sarf ediyordu. Bunu gören Şâfi’î bize dönerek: «Bu gibi
herze sözlerden dilinizi koruduğunuz gibi, kulağınızı da koruyun;
çünkü dinleyici, söyleyieinin ortağıdır. Fenâ insânlar kendi içlerindeki
kötü şeyleri sizin gönüllerinize aktarmak isterler. Fenâ insânların
sözlerini dinleyenler günâhkâr olduğu gibi, dinlemeyip reddedenler
saâdete ererler.» dedi.»
İmâm Şâfi’i diyor ki: «Hakimin biri, diğerine yazdığı mektûbda:
“Bilgini isyân ile kirletme, sonra bilginler, ilmin aydınlığıyla yollarına
devâm ederken, sen isyâmnın karanlığı içinde kalırsın.” demek-,
tedir.»
İmâm Şâfi’i: «Kalbinde, Allah sevgisiyle, dünyâ sevgisini toplayabildiğini
iddiâ eden yalancıdır.» (Çünkü bir gönülde iki aşk olamaz.)
buyuruyor. Humeydî naklediyor: «imâm Şâfi’i bâzı vâlilerle
Yemen’e ve oradan da on bin dirhem harçlık ile Mekke’ye gitti. Şehir
dışında kendisine bir çadır kurdular. Ziyâretine gelenlere, parayı tamâmen
dağıtmadan oradan ayrılmadı. Bir def’a da hamamcıya büyük
bahşişler vermiştir. Düşen kamçısını kendisine verene de elli dinar
vermişti.» Bütün bunlar onun cömertliğini gösterir ki, buna benzer
daha nice cömertlikleri vardır. Zühd’ün başı da cömertliktir. Çünkü
bir şeyi seven ondan ayrılmaz, malını infâk eden, dünyalığı küçümseyen
kimsedir. İşte zühd’ün gerçek mânâsı da budur.
İmâm ŞâfiTnin kuvvetli zühdüne, Allah’dan son derece korktuğuna
ve bütün meşgalesinin âhiret olduğuna, şu rivâyet çok açık bir
delildir: «Bir gün Süfyân b. Uyeyne, rakîk bir hadîs rivâyet ederken,
dayanamıyan Şâfi’î bayıldı. Bunu görenler, Uyeyne’ye, Şâfi‘î öldü dediler.
Uyeyne : «Eğer öldü ise, zamanın en faziletli inşânı ölmüş
tür.» dedi» Bir de Abdullah b. Muhammed el-Belva’dan şu rivâyet nakl
olunuyor : «Nebâte’ııin oğlu Ömer ile âbid ve zâhidlerden bahsederken,
Ömer bana, “Muhammed b. İdris-i Şâfi‘î kadar (R.A.) şüpheli
şeylerden kaçman ve fasih konuşan bir inşân görmedim.” dedi..»
Yine bir gün ben, Şâfi’î ve Lebîl’in oğlu Hâris Safa tepesine çıkmış,
duruyorduk. Sâlih el-Murâ’nın talebesi olan Hâris, yanık sadâsı
ile Kur’ân-ı Kerîm’den :
«Bugün nutukları tutulacağı gündür. İzin de verilmez ki, özür dileyeler.» (77 – Mürselât: 35 – 36)Âyet-i celîlesini okuyunca İ m â m Ş â f i ‘ î ’ ye baktım; rengi
soldu, tüyleri diken diken oldu, dehşetli bir sarsıntı ile bayılarak yere
düştü. A yılınca:
«— Allahım, yalancılardan ve gâfillerin yüz çevirmesinden sana
sığınırım. Allahım, âriflerin gönlü sana eğilir, isteklilerin boynu sana
karşı zelil olur. Ey rabbirn, cömertliğini bana bağışla, settâr isminle
benim kusûrlarımı ört, lutfu kereminle kusûrlarımı afv et.» dedi ve
gitti. Biz de Mekke’den ayrıldık. Bağdâd’a geldiğim zamân İmâm
Şâfi’î de Irak’da, yâni o şehirde idi. Bir gün Dicle kenarında abdest
almak için oturmuştum, bir adam yanıma geldi ve dedi ki: «Ey genç,
abdestini güzel al ki, Allahu Teâlâ da sana dünyâ ve âhirette güzel
muâmele etsin.» Döndüm baktım, ardında kalabalık olan bir zât gidiyor;
acele abdest aldım ve onu tâkîb ettim. Bana dönerek: «Bir dileğin
mi var?» diye sordu. Ben: «Evet, bildiklerinden bana da öğretmeni
istiyorum.» dedim. O da: «Bilmiş ol ki, Allah’a sadâkatle kulluk
edenler necât bulur. Dîninden korkan yâni: Son nefesde îmânsızlık
korkusunu saklayan selâmet bulur. Bu gün dünyânın lezzetlerine gö
nül vermeyen, yann Allah’dan alacağı büyük mükâfatlarla huzûra
erecektir. Daha ister misin?» dedi.
«— Evet» diye istek gösterince :
«— Kendisinde üç haslet bulunan îmâmnı olgunlaştırmıştır.
1 — Emr-i ma‘m f : Allahu Teâlâ’mn emirlerini başkalarına ulaş
tıran ve kendisi de kabûl eden,
2 — Nelıy-i m ünker: Allahu Teâlâ’nın yasaklarından başkalarını
men‘eclen ve kendisi de çekinen,
3 — Allahu Teâlâ’nm çizdiği çerçeve dışına çıkmayıp bunları koruyan.»
diye devâm etti ve:
«— Daha söyliyeyim mi?» diye sorunca:
«— Evet,» dedim.
«— Dünyâdan yüz çevir, âhirete dön, her işinde Allah’a bağlan
ki necât bulasın.» dedi ve ayrıldı. Kendisini tanıyamamıştım; kim olduğunu
sordum, İmâm Şâfi‘î’dir dediler.»
(Kur’ân-ı Kerîm’in İlâhî beyânları karşısında) İmâm Şâfi‘î’nin
nasıl bayılıp düştüğüne ve bu va’z u nasihatine dikkat edersen, AIlahü
Teâlâ’dan ne derece korktuğunu ve nasıl bir zâhid olduğunu kolaylıkla
anlarsın. Bu derece zühd ve korku, ancak Allahu Teâlâ’nm
azametini bilmek ile mümkündür. Nitekim: «Kulları içinde Allah’dan
en çok korkanlar, âlimlerdir» buyurulmuştur. İmâm Şâfi‘î bu korkuyu,
selem, icâre ve benzerî fıkh mes’elelerinden değil, belki bütün bilgilerin kaynağı olan Kur’ân ve Hadis’deki âhiret ilminden almıştır.
Çünkü bütün ahkâm Kur’ân’dadır.
Kalbin sırlarına ve âhiret ilimlerine vâkıf olduğu da, kendisinden
rivâyet edilen şu hikmetli sözlerinden kolaylıkla anlaşılır:
Kendisine riyâ’dan soranlara hemen şu cevâbı verdi : «Riyâ,
âlimlerin basireti [Kalb gözü] önüne, hevâ-i nefsin diktiği bir fitnedir.
Âlimler nefislerinin arzûsuna uyarak ona meyi ederse, amelleri mahv
olur.»
Yine buyuruyor k i : «Amelinde UCB’a düşmekten korkarsan, amelin
ile kimin rızâsı, hangi nimetlere heves edip hangi azâbdan kaçtığı
nı, hangi âfiyete teşekkür edip ve hangi belâyı hâtırlamakta olduğunu
düşün. Bunlardan yalnız birini gözönünde bulundursan bile, amelini
beğenecek tarafın kalmaz. (Çünkü onlara nisbetle senin amelin
yok demektir.)» Bakınız, kalbin büyük hastalıklarından olan riyâ
ile ucb’u ve ucb’un tedâvi çârelerini nasıl açıkladı.
Yine Şâfi‘i Hazretleri: «Nefsini korumayan kimseye ameli fayda
vermez.» buyurmuştur. Yine (Allah rahmet etsin) : «Bilerek Allahu
Teâlâ’ya kulluk edenin sırrı uyanır, sır [gizlilik] rûhdan ilerdedir,
yâni ibâdetinin ma’nevi zevkini duyar.» buyurmuştur. «Her inşânın
dostu ve düşmânı vardır. Bunun için (yâni dostunun mes’ûd, düşmâ-
nının rezîl olması için) Allah’a kulluk et.» sözü de onundur.
Sâlih ve harâmdan kaçman bir zât olan Abdü’l-Azîz oğlu Abdü’lKahir,
İmâm Şâfi’î’ye vera’dan sorardı, Kendisi vera‘ ehli olduğundan
İmâm Şâfi’î (R.A.) ona iltifât eder, sözlerini cevâplandmrdı.
Bir gün İmâm Şâfi’î’ye (âriflerin üç makaamı olan) sabır, mihnet
ve temkîn’den hangisinin daha makbûl olduğu soruldu. Şâfi‘î: «Temkin,
Peygamberler derecesidir; önce mihnet, sonra sabır ve daha sonra
da temkin gelir. Baksana, Allahu Teâlâ, İbrâhinı aleyhi’s-selâmı evvelâ
imtihân etti, sonra temkin verdi. Müsâ aleyhi’s-selâmı da evvelâ imtihân
etti sonra temkin, tahammül verdi. Eyyûb aleyhi’s – selâmı imtihân
etti, sonra temkin verdi. Süleymân aleyhi’s-selâmı evvelâ imtihân
etti, sonra temkin ve büyük mülk verdi.
Binâenaleyh temkin, derecelerin en üstünüdür. Nitekim Allahu
Teâlâ :
0 ‘ » X fi fi 4 i ^ ■” | X
j V I , o-ü ¿ J J j S~ Ş ))
«Ve işte bu sûretle Yusuf’u o arzda temkin ettik.» (1 2 -Yûsuf: 21)
buyurmuştur. Eyyûb aleyhi’s-selâma da büyük imtihân geçirdiktensonra kudret verildi. Nitekim :Ve ona (Eyyûb aleyhi’s-selâm’a) bütün ehlini ve beraberlerindedaha
bh mislini bahşettik.» (21 – Enbiyâ : 84)
buyurmuştur. İmâm Şâfi’î (R.A.) ’nin bu açıklaması, JCur’-
ân’m gizliliklerinde mütebahhir olduğuna ve Allahu Teâlâ’ya yönelen
Peygamberler ve velîlerin derecelerini bildiğine açıkça delâlet eder ki,
bütün bunlar âhiret bilgileridir.
İmâm Şâfi’î’ye (R.A.) «İnşân ne zaman âlim olabilir?» diye sormuşlar.
Cevâbında: «Okuduğu her fenni iyice anladıktan sonra, diğerine
geçmek ve orada da eksiklerini tamamlamak sûretiyle.» demiş
tir.
Yunan hakimlerinden C â 1 i n u s ’ a : «Bir hastalığa niçin muhtelif
ilâçlar tavsiye ediyorsun?» diye sormuşlar. C â 1 i n u s : «Gerçekte
hastalığın ilâcı birdir, fakat dîğer ilâçların ona katılması o ilâ
cın zararlı te’sirleriııi azaltmak içindir. Tek ilâç, kendisindeki kuvvetle
bâzan aksi te’sîr ederek hastayı öldürebilir. Fakat dîğer ilâçlar onun
bu kuvvetini azaltır ve yalnız şifâ verici hassası kalır.» demiştir. Bunun
gibi tek cepheli bilgi, inşânı ifrât’a sevkedebilir; fakat diğer ilimler
de ona karışınca î’tidâle döner. İşte bunlar ve daha bir çok meziyetleri,
İmâm Şâfi’î’nin âhiret bilgisi ve Allahu Teâlâ’yı ma’rif etteki
üstün mevki‘ine delâlet etmektedir.
Fıkh ve fıkhdaki mücâdelesinde gâyesi, yalnız Allah rızâsı olduğuna
şu rivâyet açıkça şehâdet eder : «Hastalığı sırasında kendisini
ziyâret eden Rebi’î’ye: «Gâyem, bana nisbet edilmeden, bildiğimi insânlara
duyurmak idi» demiştir.» İlmin ve ilim ile ün almanın âfetlerini
bildiğine ve yalnız Allan rızâsını niyyet ederek kalbinde bu gibi
ün almağa aslâ iltifat etmediğine bak. İmâm Şâfi’î diyor ki: «Münazara
ettiğim hiç bir kimsenin hatâya düşmesini aslâ istemedim.» Yine
buyuruyor: «Her kim ile koııuştumsa onun muvaffak olmasını, kuvvetlenmesini,
yardım görmesini ve Allahu Teâlâ’nın onu koruyup muhafaza
etmesini istedim.» Yine buyuruyor ki: «İnsânlar ile münâkaşamda,
Hakkın benim veyâ onların lisânından çıkmasını hiç nazar-ı
i‘tibara almadım.» (Yâni: Hak bulunsun.da, ister hasının ağzından
çıksın, ister benim ağzımdan.) Yine buyuruyor ki: «Ortaya koyduğum
gerçekleri kabül eden kimseye karşı saygı ve sevgiden başka bir şey dü
şünmedim, buna karşı gerçeği kuvvetlendiren delillerimi kabûl etmeyip
mükâbere [bilerek inad] edenler de gözümden düştü ve onları kalbimden
sildim.» Bütün bunlar İmâm ŞâfiTnin fıkh ilmindeki münâ-
zaralarmda gâyesinin Allah rızâsı olduğunu açıkça göstermektedir.Görüyorsunuz, sonra gelenler şu beş hasletten yalnız fıkhda ona
uymakla kaldı. Asıl gaye olan ihlâsda ayrıldılar. Bunun için E b û
Sevr (Allah rahmet etsin.) : «Ne ben ve ne de gören gözler Şâfi‘î
gibisini görür.» demiştir.
Ahmed b. Hanbel (Allah ondan razı olsun); «Kırk senedir kıldı
ğım namazlarda, Ş a fii’ye dua ederim.» demiştir. Duâ edenin insafına
ve duâ olunanın yüksek derecesine bak; bir de bu asırdaki emsâl ve
akrân âlimlerin birbirlerine karşı olan husûmet ve düşmânlığına bakı
nız da âlim aralarındaki farkı bulunuz. Böylelikle, şimdiki fakîlılerin
onlara uydukları hakkındaki iddiâlarında ne derece hatâiı olduklarını
anlamış olasınız.
A h m e d b. H a n b e l ’ in İ m â m Ş â f i ‘ î ’ ye sık sık dua
ettiğini gören oğlu: «Şâfi’î kimdir ki, ona bu kadar duâ ediyorsun?»
diye sormuş. Ahmed: «Oğlum, Şâfi’î, dünyâya nisbetle güneş, insânlara
nisbetle âfiyet gibidir.» demiştir. Şimdi düşün, bakalım bu zâtların
yerini tutacak kimse var mıdır?
İmâm Ahmed diyor : «Divit’ine sarılan herkesin İmâm Şâ-
fi’î’ye bir minneti vardır.»
Y a h yâ b. S â ‘ î d cl-Kattan : «Kırk senedir kıldığım
her namâzda, Allahu Teâlâ’nm kendisine bahşettiği ilim ve doğru yola
tevfîk etmesi bakımından Şâfi’î’ye duâ ederim.» demiştir.
Şâfi’î Hazretlerinin sayılamıyacak kadar hasletleri vardır. Biz
bu kadarla kalalım. Bu yazdıklarımın çoğu, N a s r b. İ b r â h i m
el-Makdisî ’nin, İmâm Şâfi’î hakkından yazdığı Menâkıb kitâbından
alınmıştır. Allah ondan ve bütün müsiümânlardan râzı olsun.
İMAM ş A F İ 11
05
Şub