İNSAN, DOĞA VE ÇEVRE

İNSAN, DOĞA VE ÇEVRE

Doç. Dr. Yahya K. ZABUNOĞLU Ank. Hukuk Fak. Kamu Hukuku Kür.

Ank. Univ. Çevre Soruları Araştırma Enstitüsü Müdürü

GEÇMİŞTEN GELECEĞE İNSAN, ÇEVRE VE ANADOLU

Çevrebilimsel yaklaşımın gelişmesi, son yıllarda birtakım yeni kavramların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Şimdi insan-çevre optimum’undan, çevre bunalımından, bir çevre felsefesinden söz açıldığına tanıklık ediyoruz.

Bunun yanında, ülkelerin en geniş anlamda kalkınmalarını, çok daha dengeli bir toplumsal ortama kavuşmalarını sağlamak amacıyla ortaya konmuş toplumsal, iktisadi, siyasal çözüm yollarının tek başlarına yeterli olmadıkları, olamayacakları anlaşılmış; değişik toplumsal yapılı ülkelerin bilim adamları, insanla doğal çevresi arasında sürekli değişen ilişkinin çok yakından incelenmesinin kaçınılmazlığını vurgulamaya başlamışlardır. Çevrebilim yaklaşımı, insanın kendisine ve doğaya en geniş bir zaman-yer açısından bakmasını sağlayacak yeni bir felsefenin temel taşı olsa gerektir.

“Dünya tek bir ülkedir” düşüncesi gerçekleşecekse, bunun başlıca dayanaklarından biri çevrebilim yaklaşımı ve onun aracılığıyla elde edilecek bilimsel verilerin ortaya konması olacaktır. Biz bu yazı dizisinde insan-çevre ilişkilerini değişik açılardan ele almakla böyle bir gelişmeye küçük çapta da olsa katkıda bulunmaya çalıştık.

ANKARA ÇEVREBİLİM TOPLULUĞU

!ij>l ‘»kif,                                               Adına

919b lı Yaman örs, Berna Alpagut

—a———————I II II —I

.fabnı.’h

topraktır”. Gerçekten, doğayı ve toprağı unuttu­ğumuzda, yaşam güçleşir, belki de bir gün gelir, olanaksızlaşabilir… Bu noktada karşımıza şu iki temel çelişkinin çıkması ilginçtir.

İnsanoğlu, kendisini bildi bileli, doğaya egemen olma çabası içindedir. İnsan yaşamı, belki de bu egemenlik savaşının onun tarafından kazanılmasına bağlı idi. İnsanoğlunun, doğa güçlerinin, en azından bir büyük bölümüne egemen olabildiği söylenebilir. Kuşkusuz, insanın tüm doğa güçlerini yendiği söylenemeyeceği gibi, onun doğanın sırlarını bütünüyle çözdüğü de ileri sürülemez, önemli olan ise, bu savaş, çatışma içinde doğanın kendisinin ne olduğudur, öyle görünüyor ki, doğa-insan çatışmasında, insanın

 

başarısî ‘yanıltıcıdır; salt görüntüsel bir başarıdır bu Ortada, insanoğlu için öyle pek övünülebi- lecek bir başarı yoktur; İyice yaşlanmış, çok yıpranmış ve asıl önemlisi iyice kirletilmiş bir dünyaya egemen olmak hüner değildir.

öte yandan, bu yaşlı dünyanın, bir kaç kuşak sonra, insanoğullarına ayakta durmalarına yete­cek kadar bile yer vermeyeceği ileri sürülmekte­dir. Dahası var: Bir kısım bilim adamlarına göre, insanlığın kullandığı enerji kaynaklarından oluşan ısının, çok yakın bir gelecekte, dünyanın bir yılda güneşten aldığı ısı enerjisine eşit olması kaçınıl­maz bir sonuçtur, bu sonuç, başka ve hiç istenmeyen, tehlikeli sonuçların da başlangıcı olabilecektir.

Kısacası, doğa-insan çatışmasına artık bir son verme zamanı gelmiştir. Doğa, artık korunacak bir varlıktır ve insanlık bunu görmek ve anlamak zorundadır. Doğayı fethetmekten, yıpratmaktan ve asıl önemlisi onu daha fazla kirletmekten artık vazgeçilmelidir.

Toprak, su, hava ile yeryüzünün bu temel kaynaklarında doğanın ve insan elinin yarattığı bütün değerler, çevremizi oluşturuyor, diyebiliriz. Bugün, en geniş ve genel anlamı ile çevre, içindeki tüm değerleri ve varlıkları ile birlikte, yine insanın geliştirdiği korkunç silahların kulla­nılması sonucunda yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde, insanlığın yüzyüze geldiği en büyük tehlike işte budur

İkinci temel çelişki ise şöyle özetlenebilir: İnsan, bütünü ile yoketme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığı yeryüzünü, bir yandan da kirliliğinden arındırmak, korumak çabalarına girişmiştir Soruna bu ikinci çelişkinin getirdiği konumda bakıldığında, çevrenin korqrynası, temizlenmesi, arındırılması, herşeyd^p.;, öınçe, dünya egemenliği adına onu yoketmeye kalkışa­bilecek anlayışların silinmesine veya en azîndân dizginlenmesine bağlı görünmektedir?©ehel olarak uluslararasında gerginliği azaltma^ ça­balarının, özelde ise nükleer silahların denetimi girişimlerinin çevre ve doğaya varan uzantıları bu noktada karşımıza çıkmaktadır, öyle ise diyebili­riz ki, dünya egemenliğinden vazgeçmek, bu amaçla yola çıkıldığında onun yok olacağı bilincine varabilmek, en büyük ve yaşamsal çevre sorununun çözülmesi demek olacaktır.

Daha somuta inersek, insanla çevresi arasın­daki ilişkilerden oluşan ve çevre sorunları adını verdiğimiz bir sorunlar kümesi ile yüzyüze bulunduğumuzu yadsıyamayız. Su, toprak ve hava kirliliği, bu kaynakların korunması, kirlilik ve bozulmaların dayanılabilen sınırlarının saptan­ması, sağlıklı çevre, nüfus patlaması ile çevre sorunlarının aldığı yeni boyutlar, çözüm yollarının aranması, izlenecek stratejiler, bu sorunların ekonomik, siyasal ve hukukî çözümlemeleri ve akla gelebilecek daha bir yığın sorun… Bu sorunlar giderek çoğalıyor; yenileri ortaya çıkıyor;

eski sorunların önemleri artıyor Hatta bu sorunlar giderek evrensel boyutlara ulaşıyor. Uluslararası ilginin ötesinde, birlikte, ortak çözümler bulma gereksinimi, giderek ortak kanılar halini alıyor. Ne var ki, çevre sorunlarının karmaşıklığı, çok yönlü ve boyutlu olması, çözümlerini de güçleştiriyor. Acaba çevre sorunlarının çözümünde yardımcı olabilecek elverişli bir hareket noktası saptanabilir mi?

Çevre sorunlarının temelde, doğasal ve aynı yoğunlukta olmak üzere toplumsal olma yanları belirgindir. Doğa-toplum çatışmasının karşımıza çıktığı en duyarlı alanların başında yer alır çevre sorunları… Bu açıdan bakıldığında, çevre sorun­larına, doğa bilimleri ile toplum bilimlerinin ortak ve aynı amaca yönelik çabaları ile çözümler getirilmesini beklemek yerinde olacaktır. Gerçek­ten, akıllara durgunluk veren gelişmişlik düzeyle­rine doğru tırmanan teknolojinin yardımı ile azmanlaşan endüstri, en önemli boyutlarda doğa bozulması, doğal dengenin istenmeyecek bir biçimde etkilenmesi, kirlenme ve benzeri biçim­lerde çevre sorunlarına neden olurken, bu sorunların çözümleri de yine teknoloji ile endüstriden bekleniyor. Kısacası, teknoloji ile endüstrinin, çevre sorunlarını arttırmaktan mı, azaltmak ve çözmekten mi yana olduğu pek bilinmiyor, öte yandan, çevre sorunları toplumsal yaşamı derinden etkiliyor, değiştiriyor. Kaldı ki, bir kısım çevre sorunlarını, doğrudan doğruya toplumsal yaşamın getirdiği sorunlar saymamız gerekebilir: Nüfus hareketleri, yanlış kentleşme ve yanlış arazi kullanımı v b. gibi. .. Bütün bunlar bizi ister istemez şu sonuca götürüyor: Bugün, doğa bilimleri ve teknolojinin önerdiği çözüm­lerle, toplum bilimlerinin verileri ve onların getirdiği çözüm önerilerinin başarılı bir sentezi sağlanmadıkça, çevre sorunlarının üstesinden gelinmesine olanak bulunamayacağının bilincine varılmıştır. Açıkçası, çevre sorunlarının toplumsal boyutunun, ekonomi başta olmak üzere, sosyo­loji, psikoloji, sosyal psikoloji, etnoğrafi, antro­poloji, ve hukuk açısından aydınlığa kavuşturul­ması zorunlu bulunmaktadır. Bu sonuçla ilgili olarak, bir adım daha ileri giderek, şunu söylemek olanağı var: Toplum bilimlerinin çevre sorunlarına çözüm getirme çabaları da, birbirinden bağımsız girişimler olarak düşünülmemelidir: örneğin, hukuksal açıdan çevre sorunlarına bakıldığında, sorunu hukuksal düzenlemenin geleneksel kalıp­ları , ilke ve kuralları içinde çözümler getirmenin ötesinde, yeni kalıplar, ilke ve kurallar bulmak biçiminde ele almak gerekebilir. Daha somutta yeni sorumluluk ilkeleri, hukuksal çözüm yolları, koruyucu hukuksal önlemler ve benzerleri yara- tı labi Imel idir.

Bütün bu girişimlerde bulunulurken, çözüm önerilerinin ve bunlar içinde ver alan hukuksal düzenlemelerin bir yandan ekonomik maliyet analizlerine öte yandan, giderek evrenselliğinin iyice bilincine varılan doğa etiğine ve ortak değerine vardığı da unutulmayacaktır. Çevre sorunlarına, baskın yanı hukuksal nitelikli olacak yeni bir yaklaşımla ve en geniş açıdan baka- bilmeliyiz.

G

üney Fransa’da Ispanya sınırına yakın Cerdagne yaylasında Odeillo adında küçük bir kentin yakınından geçenler, hiç beklemedikleri çok ilginç bir manzara ile karşılaşırlar. Gözlerinin önünde amfitiyatro biçimde dev bir yapı yükselmekte ve bunun karşısındaki yamaçta üst- üste sıralanmış sekiz büyük terasta çok sayıda acaip aynalar parıldamaktadır.

Daha yakından bakınca, dev yapının 54 metre yüksekliğinde içe bükülmüş bir parabolik ayna ile bunun hemen dibinde bir kuleden oluştuğu anlaşılır. Karşıdaki teraslarda ise her biri 45 metre kare yüzeyinde 63 düz ayna yerleştiril­miştir. Bunlar güneş ışınlarını keserek parabolik aynaya göndermekte ve ışın demeti kulenin üstünde kurulu bir fırının ortasında birleşmekte­dir. Burada meydana gelen yüksek ısı, kalın bir çelik levhayı birkaç saniye içinde delmeye veya fırına yerleştirilmiş ateşe dayanıklı bir madeni çok kısa bir sürede eritmeye yeterlidir.

Bu hayret verici ayna sistemi dünyanın en büyük ve en güçlü güneş enerji santralini oluşturmaktadır. Elde edilen 1000 kilovvatlık güç ve 3500°C düzeyinde sıcaklık ile Odeillo santrali, Birleşik Amerika’da Massachussets eyaletindeki Natik ve Japonya’daki Sendai güneş santrallerini geride bırakarak deneme düzeyini aşan ve endüs­triyel amaçlarla kullanılan ilk güneş santrali olmuştur. Burada günde yaklaşık 5 ton miktarında ateşe dayanıklı metal oksitleri veya özel bileşimler işlenmektedir.

Odeillo güneş fırınının en ilginç tarafı yapı­cısı, bugün yetmiş yaşında Dr Felix Trombe’in öyküsüdür. Bu bilim adamının yorulma bilmez çabaları olmasaydı Odeillo santrali de gerçekle­şemeyecekti.

Trombe çalışmalarına 1945 yılında çok yüksek ısı derecelerinde izole edilebilen kimyasal elemanlar üzerindeki çalışmaları ile başladı.

Yüksek ısı derecelerinin modern endüstride gitgide artan bir rol oynadığını biliyordu. Oysa klasik eritme ocakları işlenen malzemeleri kirleti­yordu. Bir alevin oluşması için gerekli hava istenmeyen bir takım oksijen ve azot bileşimleri­nin üremesine yol açıyordu. Eritme fırınının ark elektrotları kömür tanecikleri saçıyordu. Trombe denemeleri için gerekli “temiz” ısıyı nasıl elde edecekti? Bir ara, daha önce üzerinde durmadığı bir ısı kaynağını hatırladı. Gerçekten, yalnız güneş ısıttığı hiçbir şeyi kirletmiyordu Güneş enerjisin­den yararlanan bir fırın “temiz kaloriler” üretecekti.

Güneş fırınının prensibi çok basittir. Güneş ışınları birbirine paralel olduğundan rastladıkları düz ayna bunları yine paralel olarak yansıtır. İçe bükülmüş bir parabolik aynanın yüzeyine vuran paralel ışın demeti ise aynanın odak noktası’nda birleşerek yoğun ve çok parlak bir ışın oluşturur. (Nitekim elindeki büyüteci güneşe tutarak bir kağıt parçasını tutuşturan çocuk da bir nevi güneş fınWH<!Poynar). Bu olayın prensibini Archimedes de tiliyordu. Kendisinin Milattan 212 yıl önce bir ayna sistemi ile güneş ışınlarını Syrakus’deki Roma filosuna çevirerek düşman gemilerinin yaktığı sçylenir. Trombe’un başarısı güneş enerjisini ilk defa modern endüstrinin hizmetinde kullanmış olmasıdır

Trombe ilk güneş fırınını 1945 yılı sonunda Fransa’da Meudon Kentindeki laboratuvarında kurdu ve denemeleri için İkinci Dünya Savaşı bitince Fransa ordusunun toplandığı Alman projektör reflektörlerini kullandı. Böylece iki metre çapında parabolik aynalarla ateşe dayanıklı çeşitli oksitleri eritmeyi başardı.

Ancak havanın çok defa kapalı olması nedeniyle Meudon’daki denemelere sık sık ara verilmesi gerektiğinden Trombe ve ekibi 1949 yılında Fransa’nın güneyinde Ispanya sınırına yakın Cerdagne yaylasına geçtiler. Burada güneş Meudon’un iki misli olarak yılda ortalama 2750

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*