İnsanımızın Tarihle İmtihanı
Geçmişten devraldığımız her şey bizlere atalarımızın yadigârıdır. Bir cami, bir kümbet, bir çeşme; hatta bir mezar taşı, bir mühür, belki bir düğme! Şu yahut bu kimseye değil; hepimize bırakılan birer emanettir bunlar. Emaneti korumaksa boynumuzun borcu… Saklayın temennisiyle bize bırakılan hiçbir mala asla ihanet edemeyiz; yüz karası olur bu. Bugün memleketin neredeyse her yerinde onlarca el bu ayıbı, bu denaeti işleyip duruyor. Camilerimizin duvarlarından mavi çinilerini soyuyor, başucumuza dikilen mezar taşlarını kucaklayıp kaçıyor, müzelerden tablo çalıyor bu zalim eller.
Tarihî mirasımızın talan edilmesi hakkında o kadar çok misal var ki… Sivas’ta birileri Selçuklulardan kalma yüzlerce sikke bulup yığmış bir eve; Nizip’te bir alabalık tesisinde balık yerine demir küpeler, yüzük taşları ve bir ağlama şişesi bulmuş polis; Diyarbakır’da bir köyde belki de köyü ihya edecek kadar altın ve gümüş sikkeler, mühürler ele geçirilmiş; Adıyaman’da bir işyeri sahibine ait dükkânda bir mezar taşı ve tarihî bir sütun bulunmuş; Antalya’da yaşlı ama uyanık bir serbest meslek erbabı (!) Osmanlı dönemine ait ve 150 bin lira değerinde bir mezar kitabesi ile yakalanmış…
Bunlar son iki ayda meydana gelen vakalar. Daha fazlası için internette azıcık kültür-sanat sayfası karıştırmak yeterli. Bütün bu ayıbın, cinayetin ve ihanetin ortasında nesillere “çıkarcı” ve “talancı” değil “doğrucu” ve “koruyucu” tarih bilinci aşılamak zorundayız. Aksi halde yarına bırakacak hiçbir şeyimiz kalmaz!..