İRAN’DA İSLAM
İlhanlar (1260 – 1320) – Hülâgû. İslâm tarihinin burasında,
Dördüncü Bölüm’de anlatıldığı gibi, Hülâgû Han ve
Moğollar tarafından yıkılan Bağdat’a dönmek gerekiyor.
Yine de, öldürmek, yakmak, yıkmaktan başka bir şey düşünmeyen
Moğolların canavar olduklarını sanmak yanlış
olur. Islâm dünyasının büyük kısmını yıkmış, Arab uygarlığına
ölüm darbesi indirmişlerdi ama, o dünyanın yıkıntıları,
külleri arasında çok kalamamışlardı. Amu Derya’nın
güneyindeki topraklarda, İl Han ünvanı verildi
Hülâgû Han’a. Anadolu’yla Suriye’nin doğusundan Hindistan
sınırlarına kadar bütün yerlere İl Hanlığı denildi.
Hülâgû’dan sonra gelenler bu yerlerde aşağı yukarı yüz
yıl kadar hüküm sürdüler. Hülâgû Han fethettiği ülkelerde
düzeni yeniden sağlam ak ve yıktığı öğrenim, eğitim
merkezlerini ihya etmek içitı çalıştı. Nasreddin Tusî’nin
astronomi alanındaki araştırmalarını, başarılarını, takdirle
karşıladı, onun için Al – M aragah rasathane ve kütüphanesini
yaptırdı. Müslümanların İdarî sistemlerini, bazı değişikliklerle,
kabul etti. 1265’de öldüğü zaman ‘oğlu Abaka’ya
koca bir imparatorluk bırakmıştı.
. /
Abaka (1265- 1281). Abaka Han Hıristiyandi; Papa’yla
ve Avrupa Kırallarıyla siyasî münasebetler kurmuştu.İngiltere Kıralı I. Edward’la yazışmaları bugüne kadar
saklanmıştır; onlarda okuduğumuza göre, Avrupa’lılar
Abaka Han’ı, geri kalan Müslüman devletlere, bilhassa
Hülâgû’nun ilerleyişini önleyen Sultan Baybars’la Mısır
Memlukları üstüne saldırm ası için teşvik etmişlerdi. Abaka
Han bir orduysla Suriye’ye girdi; ama, Altıncı Bölüm’de
anlatıldığı gibi, yenildi. Ünlü gezgin, Venedikli Marco
Polo’nun İran yoluyla Çin’e geçmesi Abaka Han’ın hükümdarlığı
sırasında olmuştur. Abaka Han iyi bir devlet adamıydı,
onun zamanında İlhanlılar barış ve sükûn içinde
yaşamışlardır. Bir sonraki hükümdar, Abaka Han’ın oğlu
Tagudar, Müslüman olarak Ahmed adını aldı. Ahmed
Han’ın Mısır Sultanı’yla yakınlık kurmasını ve Müslümanlığı
kabul etmesini hoş karşılam ayan ordu komutanları
onu tahttan indirerek öldürdüler. Bu olaydaki kader cilvesinin
farkına varmamak im kânsızdır: Hülâgû Han Arab
uygarlığını yıkmış, torunu Ahmed Han ise İslâmlık uğruna
canını vermiştir.
Gazan Mahmud (1295-1304). Ahmed Han’ı takibeden
iki hükümdardan sonra İlhanlılar’m başına Gazan Han
geçti. Gençken Horasan’da valilik etmişti. O da İslâmlığı
kabul etti; komutanları, Ahmed Han’a nasıl isyan ettilerse
ona da ettiler, am a Gazan Han onları yenmesini bildi. İyi
bir devlet adamı olduğu kadar iyi bir askerdi de. O da bir
Moğol ordusuyla 1299’da. M d m lüklerin üstüne yürüdü; ama
Memlûkler kendi aralarında parçalandıkları için Gazan
Han’ın ordusu daha ağır bastı. İki ordu karşılaştığı zaman
Memlûkler, Moğol ordusunun merkezini yıpratmayı becer
dilerse de Gazan Han’ın usta okçuları yüzünden geri çe
kilmek zorunda kaldılar. Savaşı Gazan Han kazandı. Şam ’a
yürüyerek o şehri de kuşattı. Şehir halkı bir müddet sonra
teslim oldu. İyi bir Müslüman olan Gazan Han, şehre saygı gösterdi, bir taşm a bile el sürmedi. Askerlerinin
Şam ’a girmesine de izin vermedi, öyle ihtimam gösterdi ki,
ünlü Şam bahçeleri Moğollar tarafından yıkılmaktan kurtuldu.
Şehri vergiye bağladı, bir de askeri birlik bırakarak
çekildi. Artık adı yalnızca Gazan değildi, Gazan Mahmud
olmuştu. Kuzey sınırlarında çıkan bir kargaşalığı bastırmak
için kuzeye gitti. Bunu fırsat bilen Memlûkler onun
topraklarına girip Suriye’yi fethettiler. Gazan Han kuzeyden
dönünce oğlu Kutluk Şah’ı 50.000 kişilik bir kuvvetle
öncü olarak yolladı. 1303’te Marc-üs-sûfr denilen yerde büyük
bir savaş oldu; Memlûkler galip geldiler. Binlerce
Moğol öldü, yüzlercesi esir düştü. Gazan Mahmud Han
büyük bir kedere kapıldı, kendisini de bu keder ve utancın
öldürdüğü söylenir. ,
Hükümdar Olarak Gazan Han. Gazan Mahmud Han
değerli bir devlet adamıydı; Batıyla siyasî münasebetler
kurmuştur. Avrupa kıralları Gazan Han’ı da, babası Argun
Han ve Abaka Han gibi Hıristiyan ve İslâm düşmanı sanırlardı.
Belki de Moğollarla Memlûkler arasındaki savaşlar
onları bu düşünceye sevketmiştir. Memlûkler Haçlıları
söküp attıkları için AvrupalIlar onları pek sevmezlerdi. Bu
yüzden Gazan Han’a Memlûkler ve gittikçe kuvvetlenen
Osmanlı Türklerine karşı AvrupalIlarla birleşmesi için
teklifler yapıldı. Gazan Han bu tekliflerin hiç birini kabul
etmedi. Müslümanlarla savaşm ak istemiyordu, Memlûklerle
mücadelesi babadan kalmaydı, AvrupalIlarla ilgisi
yoktu bunun. Hükümdar olarak bağımsızdı. Moğolların
yıktığı bütün müesseseleri, okulları, kütüphaneleri,
camileri tamir ettirdi. Onun zamanına gelinceye kadar
Ilhanlılar asıl Hakan olarak Çin Hakanı’nı tanırlardı. Gazan
Han bu bağı koparıp attı. Kendisinin, Tann’nın izniyle
■“Sultan” olduğunu söyledi, apayrı kanunlar yaptırdı.Âdilâne vergiler koydurdu. Bir rasathaneyle bir bilim
merkezi kurdurdu. Raşidüddin’e zamanının tarihini yazdırdı.
Her yere, taş sütunlara, cami kapılarına, köylere,
şehirlere, hattâ kırlara, kanunların tablet halinde yerleştirilmesini
sağladı. Kendinden önce gelmiş olanların verdikleri
zararı, kötülükleri silmek için çok uğraştı.
Olcayto Hudabenda (1305- 1316). Bu sülâlenin ünlü
hükümdarlarından biri de Hıristiyanken Müslüman olan
Olcayto’dur. Olcayto Gazan Han’ın kardeşiydi. Kuzey – batıda
Cilân’ı, kuzey – doğuda da Herat’ı fethetti. O da, G azan
Han gibi, Mısır Memlûkleriyle savaştı, Avrupalı kırallarla
münasebetler kurdu ve Memlûklerle Osmanlı Türklerine
saldırması için teşvik edildi. Devlet dili olarak Türkçeyi
kabul etti; ülkede Farsçayla birlikte Türkçe de konuşulmaya
başlandı. Olcayto, kendi kurduğu Sultaniye şehrinde
güzel binalar yaptırdı. Kemiklerini Kerbelâ’dan getirtmek
istediği İmam Hüseyin için muhteşem bir türbe
inşa ettirdi. Bu yapı günümüze kalmıştır. Kubbesinin çapı
aşağı yukarı yirmibeş metredir; İran’ın en büyük kubbesi
de odur. Olcayto’dan sonra gelen Moğol hükümdarlarının
hiçbiri önemli değildir. Bu yüzden de İran’daki Moğol İmparatorluğu
parçalanmış, küçük devletler haline gelmiştir.
Celâyir Oğulları (1336-1411). Bu devletlerin en önemlilerinden
biri, üçüncü İlhanlı hükümdarı Ahmed Han’dan
sonra gelen Argun Han’ın damadı Emir Hüseyin Celâyir
tarafından kurulan Celâyir Oğulları Devleti’dir. Sülâlesinin
ilk hükümdarı Şeyh Haşan, 1336’da Bağdat’ı başkent
yaptı. Kuvvetli bir hükümdardı, devletini de genişletti.
1356’da ölünce yerine oğlu Üveys geçti; o da Azerbeycan,
Musul ve Diyarbakır’ı fethetti. Bağdat’a yeni bir çehre
verdirmek istedi. Ondan sonra gelen Emir Hüseyin, yenibir Türk beyliği olan Karakoyunlu’larla savaştı. Ilhan Imparatorluğu’nun
kalıntılarından meydana gelmiş bir başka
devletle, Muzaffer Oğulları Devleti’yle de çarpıştı.
SalgarI’ler (1148 -1282) – Şiraz’lı Sadi C1194-1281). Bir
başka sülâle de Selçuk beylerinden biri tarafından 1148’de
kurulan Salgarî Oğullan Devleti’ni meydana getirdi. Bu
sülâle önce Irak Selçuklularının, sonra da Harzemşahların
buyruğu altına girdi. S a ’d ibn-i Zengi (1256 -1291) nin hükümdarlığı
zamanında, başkent Şiraz’da ünlü bir şair,
sonradan adını Sadi olarak değiştiren Muslihüddin. yaşadı.
Kuzey Afrika’yı, Hindistan’ı gezen Sadi onbeş kere Hac’a
gitmiştir. Gördüğü insanları, hükümdarları dikkatle gözlemiş,
bugün dünya edebiyatının klâsikleri arasında sayılan
iki eser yazmıştır. “Gülistan” ve “Bostan” adlarındaki bu
eserlerde manzum ve mensur hikâyeler vardır.
Muzaffer Oğulları (1313- 1393) – Şiraz’lı Hafız (1300-
1389). Muzaffer Oğullan Devleti Şerafeddin Muzaffer tarafından
kuruldu; Şerafeddin Muzaffer, Yezd valisiydi.
Oğlu Mübarizüddin hem Yezd, hem de Fars valiliğini, Olcayto’nun
oğlu Ilhan hükümdan Ebu Said’den aldı. Kerman
Şahı Şah Cihan’m kızıyla evlendi. 1340 yılına kadar
Kerman’ı, Fars’ı, hattâ İsfahan’ı fethetti. Tebriz’e bile saldıracak
kuvvetteydi; ama bazı içişleri meseleleri yüzünden
geri döndü. Kendisinden sonra gelenler sanat ve bilimi korudular.
Şemseddin Muhammed adında bir müderris Şiraz’lı
Hafız imzasıyla 1368’de yayımladığı “Divan” ıyla ün
kazandı. Ele aldığı konu, kadın ve tabiat güzelliğiydi; aşkı,
ızdırabı, Tanrı’yı, Tanrı Sevgisi’ni tasvir etmişti. İki – yüzlülükten
kaçınıyor, samimiyetin, arkadaşlığın, şerefin sesini
tercih ediyordu. Ona bu yüzden “Lisan el-Gaib” adını
takanlar da olmuştur. Muzaffer Oğulları Devleti’nin sonhükümdarı Şah M ansur’dur. Şah Mansur, Timur’un ordusuyla
savaşmış, hattâ Timur’la bizzat karşı karşıya çarpışmıştı.
Devleti Timur tarafından yıkıldı, kendisini de
Timur’un oğlu Şahruh öldürdü.
Timur (1336-1405). Bütün Orta Doğu, küçük beyliklere
ayrılmıştı. Müslümanların dünya yüzünde pek büyük
bir kuvvetleri yoktu. Sonradan muhteşem bir imparatorluk
haline gelecek olan Osmanlı Devleti daha kuruluş devresindeydi.
Hindistan da, Afrika da parçalanmıştı. İslâm
dünyasında büyük ve kuvvetli bir öndere ihtiyaç vardı.
Böyle bir önder Semerkand’da meydana çıktı. Orta Asya’
da Büyük Moğol İmparatorluğunu kuran Cengiz Han’ın
oğullarından, Çağatay Han soyundan geliyordu. Gençken
beylik yaptı. Son derece kabiliyetli olduğu için göze girdi,
Vezir oldu. 1369’da başka asillerle birleşip hanı tahttan
indirdi, Semerkand hükümdarı oldu. Cengiz Han gibi bir
cihan imparatorluğu kurmak istiyordu, ama bu yüzden
Müslüman ülkelere verdiği zarar hoş görülemez. İnsan hayatına
değer vermeyen bir zalimdi Timur. Kızınca bir buyruğuyla
katliamlar yapılırdı. Yaptığından çok yıktı. Bütün
usta işçileri, mimarları, sanatçıları toplamış, büyük bir şehir
kurmak için Semerkand’a götürmek istemişti. Bu isteği
yüzünden, Delhi’den Şam ’a kadar birçok ülkede bilim
ve sanat diye bir şey kalmamış, İslâm dünyası o alanlarda
çok gerilemişti. Timur’un askerî bakımdan kuvveti inkâr
edilemez. Hiç savaş kaybetmemişti, çok da cesurdu. Büyük
bir devlet adamıydı, İslâmlığın şerefinden başka hiçbir
şey onun için o kadar önemli değildi.
Timur’un,.Fetihleri. Timur aşağı yukarı her yıl Semerkand’dan
ayrılır, fetihlere giderdi; bu fetihlerin sonunda
Horasan’ı, Kabul’ü, Batı Hindistan’ı, İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi ve Anadolu’yu kendine bağlamıştı. İmparatorluğu, Delhi’den
M armara Denizi’ne kadar uzanıyordu. Anadolu’yu
fethedişi Osmanlı Hükümdarı I. Bayezid yüzünden olmuştu.
Osmanlılar bir asırdır BizanslIlarla savaşıp kocaman
mparatorluk kurmuşlardı. Sultan Bayezid, Timur’un
iğinden korkmaya başlamıştı. Onun için İmparatorlu
Anadolu’da genişletmeye karar vererek Timur’a
kat, Sivas ve Kastamonu’ya girdi. Bazı beyler kaçıp Timur’a
sığındılar, yardım istediler. Bayezid, Erzincan’a saldırdığı
zaman Timur bunu bir meydan okuma sayarak
ordusuyla batıya yürüdü. 1400 yılında Sivas’ı fethedip, Bayezıd’in
oğlu Ertuğrul’la bütün askerlerini kılıçtan geçirdi.
Sonra çekildi; 1402’de döndüğü zaman karşısında Bayezid’i
kolayca yenip esir aldı. Bayezid, esaretteyken öldü. Timur
bu arada sınırlarını güneybatıda Suriye’ye, güney-doğuda
hetmeyi koydu. Büyük bir ordu hazırlayıp Orta Asya’ya
v iin iH ıi* a m a o m ı r l a n n o v a v m o rl a-n T ıa o to la n m rVMıi
bağlı
iü duymuş, bir gün onunla çarpışmak zorunda kalabağlı
olan küçük beylikleri zaptetti. Kirman, Kayseri, Tobuldu.
Ordusu pek kuvvetli değildi Bayezid’in; Timur onu
da Delhi’ye kadar genişletmişti. 1405’de akim a Çin’i fetsi bakıyordu. Dört yıl sonra küçük Şah öldü. Asiller tahta
Nadir’in geçmesini istediler. Nadir, resmî dinin Sünni mezhebi
olarak kabul edilmesi şartıyla tahta geçeceğini söyledi.
Asiller kabul ettiler bunu, am a tahta geçtikten sonra,
Nadir Şah’ın bu konudaki bütün gayretleri boşa gitti,
Sünnilik İran’da yayılmadı. Başka alanlarda yaptığı ıslâhat
hareketleri başarı kazandı. Iran yine muhteşem bir
devlet oldu, sınırları genişledi.Fatih Olarak Nadir Şah. Nadir Şah’m seferleri destan
gibidir. Böyle bir enerjiyi, böyle bir önderliği Islâm tarihi
uzun zamandır kaydetmemişti.. Ruslarla Türklerin, kısa
Afgan hükümdarlığı boyunca İran’dan neler kopardığını
unutmamıştı. Önce Rusya’ya saldırdı. Yaptığı sefer başarıyla
sona erdi-, M azandaran’ı, Astrabad’ı ve Gilan’ı geri
aldı. Ama Nadir Şah Ruslarla savaşırken, Türkler İran’a
girdiler. Nadir Şah onlarla boy ölçüşmek için döndü, Kerkük’te
yaptığı savaşı kaybetti. Bundan sonra Ruslarla anlaşmak
istedi. Ruslar, kendisiyle Türklere karşı birleşirse,
onlara K afkasya’daki bütün yerleri, Bakû ile Derbent’i vereceğini
söyledi. Çar kabul etti bunu, Nadir Şah 1735’de
Türklerle savaştı, galip geldi. Tiflis’i geri aldı. Batıda pek
tehlike olmadığım anlayınca, oraya da yürüdü. Kandahar’ı
fethetti. Ertesi yıl, 1739’da K ab u l’ü, ü, Peşaver’i, Lahor’u zap-
^tti. H indistan’daki M oğol İm p aratoru barış sağlandı. Kendisinden sonra gelenler onun sağladıklarını
devam ettiremediler, devlet zayıf düştü, karışıklıklar
çıktı. Sonunda İsmail Safevi adlı bir Iranlı onların sülâlesine
son verip büyük Safevi İmparatorluğu’nu kurdu.
Safevilerden önce Yaşayan Ünlü Adamlar – Celâleddin
Rûmi (1207-1273). Önce Moğollar, sonra da Tatarlar,
Müslüman ülkelere büyük zararlar vermişlerdi. İkibuçuk
asır boyunca pek az ilerleme olmuştu. Okullar yıkılmış,
bilgi hâzineleri kitaplar mahvedilmiş, kabiliyetli insanlar
ya öldürülmüş, ya da dört bucağa dağıtılmıştı. Büyük yazarlar,
Şiraz’lı Sadi ve Hafız gibi; İslâm dünyasının yalnız
kenarlarında – köşelerinde çıkıyordu. Bir başka büyük şair,
İslâm dünyasının belki de en büyük mistik şairi, Anadolu’da
yetişen Mevlâna Celâleddin Rûmi’ydi. Babası, Moğollar
Orta Asya’yı istilâ edince, Harzemlerden kaçmıştı.
Bilgili bir insandı, Konya’ya gelip Selçuk Sultanı Alâeddin’e
sığındı, hocalık yapm aya başladı. Celâleddin daha
çocuktu o zamanlar. Yirmiüç yaşındayken babası ölünce,
hocalık kendisine verildi. O da çok bilgiliydi, hoca olarak
da beğeniliyordu; Tebriz’li Şemseddin’in etkisi altına girerek,
dine sıkı sıkıya bağlandı. Yazdığı şiirleri “Mesnevi”
başlığı altında topladı. “Mesnevi”, belki de İslâm dünyasının
en büyük eserlerinden biridir. Doğulu, modem bir şair
olan Muhammed İkbal, onu ustası saymıştır.
Tarihçiler. Tarihçilik alanında iki büyük ve birkaç
küçük isme raslanır. Bu adlardan biri Hülâgû Han’ın kâtibi
olan Alâeddin Cüveyni’ye aittir. Cüveyni, olayları bizzat
görmüş, Moğollar ve zaferlerini anlatan eserine
“Tarih-i Cihanküşa” adını vermiştir. Öteki tarihçi de
Gazan Mahmud Han’ın veziri olan Reşidüddin’di. Bu çok
kültürlü devlet adamının eserinin adı “Çami-üt-Tevarih” tir; Iran tarihini anlatır, Moğolların gelişinden önceki devirlerden
başlayıp, zamanına kadar sürer. Tarafsız, dikkatli
bir üslûbu vardır. Bir başka kitapta da, Şehzade Celâleddin’in
yaptıkları sayılmıştır. “Celâleddin Harzem’in
Hikâyesi” adını taşıyan bu kitabın yazarı, Şehzade Celâleddin’in
kâtibi, N isa’lı Şehabeddin Muhammed’dir. Başka
önemli bir tarihçi de, Timur’un impartorluğunun son zamanlarıyla,
Akkoyunluları, Emir Hüseyin’in sarayını anlatan
Mirhund’dur. Anlattığı şeylerin rahat okunmasını sağlamak
için araya fıkralar serpiştirmiştir.
Safevîler (1502- 1736) – İsmail I. (1501- 1524). Onbeşinci
asır sona ermiş, Osmanlılar İstanbul’u fethedip, Avrupa’ya
yerleşmişlerdi; am a Asya’dan Abbasîleri, İlhanlIları,
Timurun oğullarını takiben, kimse başa geçmemişti.
Hindistan Moğollan, daha kuvveti ellerine almamışlardı.
Ama bir derviş soyu, İran’ın kuzey batısında, Hazer denizinin
hemen güneyinde gittikçe büyüyordu. Bu soy, İran’
ın büyük Safevi sülâlesinin temelini attı. Önce Şeyh Safiyeddin
(1252 -1334) önderliği altmda toplandılar. Safiyeddin,
bir din adamıydı, Şiîliği yaymak için çalıştı. Soyundan
Şeyh Cüneyd, Uzun Hasan’ın kızkardeşiyle evlendi.
Akkoyunlular o sırada İran’ı işgal etmiş oldukları için,
Şeyh Cüneyd bu evlenmeyle, kuvvetli akrabalar edinmiş
oldu. Oğlu Haydar da, Uzun Hasan’ın kızlarından birini
aldı. Haydar askerlerine kırmızı takkeler giydirdiği için
onlara «Kızılbaşlar» denildi. Haydar, halkın başına geçerek
kuvvetini bir Türkmen beyi olan Yakup Şah’a karşı
denemek istedi, am a mağlûp oldu. Oğullarından birinin
adı İsmail’di. İhtiraslı bir adamdı. İsmail, 1497’de
Yakub Şah öldüğü zaman ortaya çıkarak meydan okudu,
iyi bir komutan olduğu için Akkoyunlularla yaptığı savaşı
kazanarak, Türkmen beyliğinin başkenti Tebriz’i aldı Yaptığı başka savaşlar sonunda İran’a sahip oldu. Sonra
da Irak’ı, Musul’u, Diyarbakır’ı, yani Akkoyunluların bütün
topraklarını fethetti. Yine de tatmin olmamıştı. Kuzeydeki
Özbeklere saldırdı. Özbeklerin hükümdarı Şaybani
Han’ı yenerek öldürdü. Böylece eline Horasan’ı da geçirmiş
oluyordu. Büyük bir imparatorluk kurmuştu. Doğuştan
îranlı ve Şii olduğu, Farsça konuştuğu için, milli bir
kahraman diye kabul edildi. İlk büyük Şii imparatorluğunu
kuran odur. Bugün de İran’da Şiîlerin sayısı pek çoktur. Şah İsmail ile Osmanlılar. Şah İsmail, İranlılarca
kahraman olarak kabul edilirdi; hattâ bazıları ona bir evliya
gözüyle bakarlardı. Sözünü geçiremediği tek devlet,
OsmanlI Devleti oldu. O sıralarda OsmanlIların başında,
Şiîlerin düşmanı olan I. Selim bulunuyordu. Selim, ordusunu
toplayıp İranlIların üstüne yürüdü, Şah İsmail’le
1514’de Çaldıran’da karşılaştı. Türkler daha kuvvetliydiler,
Şah İsmail ne kadar hücum ettiyse de bir sonuç elde edemedi,
Sultan Selim galip gelip Tebriz’i aldı. Ama ordusu
daha ilerlemek istemediği için çekildi. Kürdistan’la Diyarbakır’ı
kendine bağladı. Bunun tarih bakımından önemi
büyüktür. Osmanlılarla İranlılar, Çaldıran Seferi’ni takip
eden üç asır boyunca zaman zaman savaştılar. Doğu Avrupa’yla
Batı Asya arasında, artık gelenek haline gelmiş
savaşları sürdürüyorlardı sanki. Şiîlerle Sünnîler arasındaki
çatışma böylece devam etti. İki taraf da sayısız mal
ve can kaybettiler.
Şah I. Abbas (1578-1629). Şah İsmail’in yerine Şah
Tahmasp geçti; o da batıda Osmanlılarla, doğuda da Özbeklerle
savaştı. Özbekleri yendi, am a Osmanlı İmparatoru
Kanunî Sultan Süleyman’la yaptığı savaşları kaybetti.
rülmüş Moğol İmparatoru Hümayun’un İranlIlara sığınması
da, Şah Tahmasp zamanında olmuştur; Hümayun’a
istediği yardım, Şiiliği kabul ettiği zaman verildi. Şah
Tahmasp İran’ı yeniden kurmaya başladı; Safevîler onunla
yepyeni bir yola girdiler, am a asıl sonuç oğlu Şah
I. Abbas zamanında alındı. Şah Abbas açık fikirli, ileriyi
gören bir adamdı. Eski İran’ın ihtişamını yeniden canlandırmak
istiyordu. İranlIların başlarında nihayet Iranlı bir
sülâle bulunuyordu, Islâmiyete de bazı İran özellikleri katılmıştı.
Bunun içindir ki, halk da Şah Abbas’a yardım
etmek için, canla başla çalıştı. Şah Abbas, gerekirse Kızılbaşlarla
çarpışabilmek için güveneceği bir ordu kurdu.
Türklere hep yenildiklerini düşünerek, iki İngiliz’in, Anthony
ve Robert Shirley’in yardımlarıyla, bu orduya yeni
bir çehre verdi. Artık eski düşmanları olan Özbekler ve
Türklerle karşı karşıya gelebilirdi.Özbeklerle Savaş. Türkler, Şah Abbas’ın saldırmasını
beklemeden kendileri saldırdılar. Ferhad Paşa’nın komutanlığında
bir orduyla, 1587’de İran’a girdiler. Bağdat yakınlarında
cereyan eden savaşı İranlılar kaybetti. Türkler
Tebriz’i yine aldılar. Bu arada Özbekler Horasan’da kargaşalıklar
çıkarmışlardı. Özbek hükümdarı Emir II. Abdullah
ihtiraslı bir adamdı. Sınırlarını genişletmiş, Horasan’da
Herat ile Meşhed’i fethetmişti. Sonraları İsfahan’ı
da alarak bütün Horasan’ı eline geçirmiş oldu. Ama 1597’-
de Şah Abbas, ordusunu toplayıp Özbeklerin üstüne öyle
bir hırsla yürüdü ki, hepsini darmadağın edip Horasan’
dan attı. Bu zaferden sonra Türklere döndü. 1603’de kuzey
-batıya çıkıp Tebriz’le birlikte Erivan’ı, Şirvan’ı ve K ars’ı
aldı. Musul, Diyarbakır ve Mezopotamya’yı da aldıktan
sonra, muzaffer olarak ülkesine döndü. İranlılar sevinçten
bayram ettiler. Birkaç yıl geçti. 1612’de İran’ın lehine bir barış imzalandı. 1616’da Türkler Erivan’ı kuşatınca, İranlIlar
yeniden harekete geçip onları püskürttüler. 1618’de
bir sefer daha yaptı Türkler, am a kendileri için başarısız
sayılabilecek bir sonuç elde ettiler. Bu tarihten birkaç yıl
sonra Bağdat’a kadar geldilerse de pek az yer alabildiler.
Savaşlar sona erdi, iki taraf arasında barış imzalandı. Şah
Abbas, İran’ın onurunu kurtarmıştı. Şah Abbas’m Başarılan. Şah Abbas yalnız askerî
bakımdan değil, idarî bakımdan da büyük bir hükümdardı.
Ülkesindeki haberleşme imkânlarını arttırdı-, kervansaraylar,
köprüler kurdurdu; yaptığı yollann bazılan bugün
bile kullanılır. İsfahan’ı kendine başkent seçip, eşsiz
bahçelerle donattı. İnşa ettirdiği saraylar, camiler, medreseler
çağının mimarlık alanındaki harikalarındandı. Başka
ülkelerden gelen gezginler, döndükleri zaman, gördüklerini,
anlata anlata bitiremediler. Şah Abbas’m sanata,
halıcılığa, çiniciliğe, dokumaya verdiği önem, İran’ı bu
alanlarda üstün bir seviyeye çıkardı. İran birliğini sağlamak
amacıyla Şiîlikten medet umdu. Meşhed’i kutsal bir
yer ilân edip orayı zaman zaman ziyaret etti. Hattâ bir
keresinde 800 mili yürüyerek gitti. Müslüman olmayanlara
çok anlayışlı davrandı; yurt dışında bile büyük bir hükümdar
olarak tanındı. Onun desteğiyle İran sanatı, bütün İslâm
dünyasını etkiledi. Bir tek şey başaram adı: büyük bir
şair yetiştiremedi. Safevîler devrinde İran Şiiri hiç önemli
olamamıştır.Şah Abbas’dan Sonra Gelenler. Şah Abbas’dan sonra
gelenler aynı karakterde değillerdi. “Harem idaresi” devlet
işlerinde öldürücü etkisini göstermeye başladı. Saray dalavereleri,
entrikalar Şahların kuvvetlerini azalttı, ülkede
huzursuzluğa sebep oldu. Türkler, İran’ın bu durumunu si bakıyordu. Dört yıl sonra küçük Şah öldü. Asiller tahta
Nadir’in geçmesini istediler. Nadir, resmî dinin Sünnî mezhebi
olarak kabul edilmesi şartıyla tahta geçeceğini söyledi.
Asiller kabul ettiler bunu, am a tahta geçtikten sonra,
Nadir Şah’ın bu konudaki bütün gayretleri boşa gitti,
Sünnîlik İran’da yayılmadı. Başka alanlarda yaptığı ıslâhat
hareketleri başarı kazandı. İran yine muhteşem bir
devlet oldu, sınırları genişledi.
Fatih Olarak Nadir Şah. Nadir Şah’ın seferleri destan
gibidir. Böyle bir enerjiyi, böyle bir önderliği İslâm tarihi
uzun zamandır kaydetmemişti.. Ruslarla Türklerin, kısa
Afgan hükümdarlığı boyunca İran’dan neler kopardığını
unutmamıştı. Önce Rusya’ya saldırdı. Yaptığı sefer başarıyla
sona erdi; M azandaran’ı, Astrabad’ı ve Gilan’ı geri
aldı. Ama Nadir Şah Ruslarla savaşırken, Türkler İran’a
girdiler. Nadir Şah onlarla boy ölçüşmek için döndü, Kerkük’te
yaptığı savaşı kaybetti. Bundan sonra Ruslarla anlaşmak
istedi. Ruslar, kendisiyle Türklere karşı birleşirse,
onlara Kafkasya’daki bütün yerleri, Bakû ile Derbent’i vereceğini
söyledi. Çar kabul etti bunu, Nadir Şah 1735’de
Türklerle savaştı, galip geldi. Tiflis’i geri aldı. Batıda pek
tehlike olmadığını anlayınca oraya da yürüdü. Kandahar’ı
fethetti. Ertesi yıl, 1739’da Kabul’u, Peşaver’i, Lahor’u zaptetti.
Hindistan’daki Moğol İmparatoru Muhammed Şah
bir ordu gönderdi, am a yenildi. Nadir, Delhi’ye girip her
yeri yağma etti, halkı kılıçtan geçirdi. Devlet hâzinesini
boşaltıp sayışız ganimetle birlikte götürdü. Parçalanmış
bir hükümet bıraktı arkasında. Ele geçirdiği zenginlik, başını
döndürmüştü. Ülkesine giderken Kandahar’da durup,
elmasları, mücevherleri, altınları, tahtları, çadırları seyretti.
İran’a döndüğü zaman bu ganimetleri saklam ak için,
özel bir saray yaptırdı. Bazı saatlerini, hattâ günlerini o sarayda, varlığına bakmakla geçiriyordu. Değişmiş, cimri
biri olmuştu artık. 1740’da Buhara’yı da alıp sınırları biraz
daha genişletti.
Nadir’in Karakteri. Nadir Şah büyük bir asker, bir
fatihti ama, hiç de iyi bir idareci değildi. En büyük hatâlarından
biri, kuvvetine güvenerek halkın mezhebini değiştirmeye
kalkışması oldu. Gayretleri semere vermedi,
hoşnutsuzluk uyandırdı. Hindistan’da ele geçirdiği zenginlik,
cimri yaptı onu, o hâzineyi memleketin gelişmesine
harcıyacağına, bir köşede sakladı. Hindistan’dan döndüğü
zaman, zafer belirtisi olarak bütün vergileri kaldırmış,
ama paranm bittiğini görünce yeniden koymuştur. Büyük
bir adam olmasına rağmen verdiği bazı sözleri tutmamıştır.
En iyi vasfı da askerî alanda gösterdiği dehâydı. 1745’-
de Türkler yeniden İran’ın üstüne yürüdükleri vakit, onlarla
K ars’ta karşılaştı, büyük bir zafer kazandı. Sonunda
Müslümanlar arasında barış imzaladı. Nadir Şah, 1747’de
kendi adamlarından biri tarafından öldürüldü.
Zendler (1750-1779). Nadir’in ölümünden sonra Afşar
sülâlesi uzun zaman devam etmedi. Nadir Şah’m torunlarından
biri olan Şahruh, Şiî bir rakibi tarafından tahttan
indirildi, gözleri çıkarıldı. O haliyle kaçabilip Horasan’a
gitti, oraya yerleşti. 1796’ya kadar orada bir maharet,
cesaret, ümit timsali olarak hüküm sürdü. İran’da iki
kuvvet, tahtı ele geçirmek için karşılıklı çekişiyordu. Bunlardan
biri, başlarında Kerim Han’ın bulunduğu Zendler,
öteki de Kacarlar’dı. Sonunda Kerim Han mücadeleyi kazanıp
Şah oldu. Güneyde daha kuvvetli olduğu için başkenti
Şiraz’a nakletti. İyi bir idareciydi, İran’a huzur getirdi.
İngilizlerin bazı şehirlerde fabrika açmalarına izin verdi. Ölümünden sonra bazı karışıklıklar çıktı,, am a kısa
bir zaman sonra, 1789’da Lütfi Ali Han tahta çıktı. Onun
da bir hükümdara yakışan vasıfları vardı. Ama Kaçarlar
gittikçe kuvvetleniyorlardı, onlarla mücadele etmek zorunda
kaldı. 1794’de K acarlar’ın önderi Ağa Muhammed, onu
yenip Zend sülâlesine son verdi, 1925’e kadar İran’ı idare
edecek olan Kaçar sülâlesini kurdu.
İran’da Devlet İdaresi. İran’ın idare tarzı ve kültür
müesseseleri hakkında da biraz bilgi vermek gerekiyor.
Bütün Müslüman ülkelerdeki idare tarzı aşağı yukarı aynıydı.
Sultan, Şah ya da Halife, en yüksek baştı. Onu
Naib, Vekil ya da Sadrazâm takib ederdi. Savaşlarda ya
hükümdar ya da oğlu başta giderdi. Ayrı bir Başkomutana
pek ihtiyaç duyulmazdı. Sultan ya da Şah, aynı zamanda
Baş Hâkim’di; aynca bir de Büyük Kadı vardı.
Müftü de Şah’ın akıl hocasıydı. Maliye, Haberleşme, A sayiş
gibi görevlere bakan vezirler de bulunurdu. Safevîler
zamanında, törenleri idare eden biri de bulunurdu. Haberleşme
iyi temin edilmediği için taşradaki valilere büyük
imtiyazlar verilmişti. Tayin yetkileri vardı. Askerî
kuvvetin başında bulunurlardı. Vergileri toplar, belirli bir
miktarını başkente yollarlardı. Vergilerden başka gelir
olarak, bağış, ganimet, gümrük bedeli, geçiş paraları, haraç
da vardı. Şaha ayrıca özel hediyeler verilirdi. Ülkenin
idaresi düzenliydi.
İran Malları. İran’da endüstri gelişmişti; bazı mallar
ihraç edilirdi. İran halıları, dokumaları, bardakları, çömlekleri
ve minyatürleri dünyanın her yerinde revaçtaydı.
Bilhassa İran kumaşları öylesine beğenilirdi ki, Avrupa
kıralları bile onları kullanırlardı. İngiltere Kıralı II. Charles,
İran kumaşından yapılma elbiseler giyerdi. Fransızlar da İran mallarını pek beğenirlerdi. I. Abbas’ın hükümdarlığı
sırasında dokunan kadifeler, ipekliler bugün bile dünyanın
çeşitli müzelerinde teşhir edilir. O günlerin halılarının
değerleri çok büyüktür. Şah Abbas vazolardan hoşlandığı
için Çin’den, bu işle uğraşan yüzlerce aile davet
etmiş, onları iyi şartlarla İran’a yerleştirmişti. Cam işleri
de Safeviler zamanmda ilerlemişti. Clavijo adlı bir Venedikli
asil, Timur’un Semerkand’daki sarayında gördüğü
harika şeyleri, anlata anlata bitirememiştir. İranlIların
mimarî tarzı Moğollara tesir etmiştir. İran şiirinin, Türk
şiiri üstündeki etkileri de büyük olmuştur.
t
ıran Sanatı. Iran şiirinin güzelliği hakkmda çok şey
söylenmiştir. Dinî sebepler yüzünden Safevîler zamanında,
büyük bir şair yetişememiştir. Birçok şiir yazılmıştır, ama
şairler konuya, duyguya pek önem vermez olmuş, dil ve
biçim güzellikleriyle uğraşmışlardır. Geometrik düzenler
kurmak, âdet hâline gelmiştir. Ama resim ve mimarlıkta,
İranlılar harikalar yaratmışlardır. Timur’un imparatorluğu
zamanında, Horasan’da millî bir sanat belirmeye başlamıştı.
Bu millî akıma, “Şehnâme” gibi klâsikleri resimleyen,
Şeyh Cüneyd öncülük etmiştir. Onu, 1480 ile 1507 yıllan
arasında, Herat’ta bir okul kuran Behzad izlemiştir.
Bezhad, resme tabiî bir hava ve daha önce kullanılmayan
bir renk anlayışı katmıştır. Bunlardan başka Sultan Muhammed
ve dokuma desenleri yapan, Rida Abbasî’nin adlan
da anılabilir. Mimarlık alanında ise, Olcayto’d&n, Şahruh’tan,
Şah Abbas’a kadar geçen zamanda, varlığından
her ülkenin gurur duyabileceği yapılar inşa edilmiştir.