IRKÇILIK
İnsanların irsiyete bağlı anatomik veya biyolojik karakterleri ile sosyokültürel nitelikleri arasında illiyet bağı kuran görüşler insan toplulukları arasında doğal eşitsizlik bulunduğu gibi bir sonuca yol açar. Nitekim insanlığın üstün ırk, aşağı ırk gibi ayrımlarla derecelendirilmesi ayrıma, hatta soykırımcı uygulamaları haklı çıkarmak için kullanılmış, tamamen ideolojik bir kavram olan ırkçılık birçok değişik biçimlere bürünmüştür: öjenik (soyantımı), ırk ayrımcılığı, Yahudi düşmanlığı.
înuitler (Eskimolar) gibi pek çok halk, sadece kendilerini «insan» sayar; eski Yunanlılar kendilerini «Barbarlar»dan, Mısırlılar kendi dillerini konuşmayanlardan ayırırlardı; Çinliler ise ilk AvrupalI denizcilerin ne kadar insan olduklarım sorgulanmışlardı.
Topluluk kimliğim güçlendiren etnomerkezcilik, aslında ırkçılığın temellerinden biridir. Irk kavramım insanlığa, tıpkı doğa bilimlerinde kullanıldığı gibi uygulayan XVIII. yy’m «bilimsel» sınıflandırmaları, özyapı özelliklerim anatomiye ekleyen alaşımı yarattı. Böylece doğabilimci Linne, Buffon ve Cuvier ile coğrafyacı Crozat, beyazlar dışındaki ırkların küçültücü portrelerim yaptılar. Ama tarihî ve siyasî amaçlı kuramlar ancak XIX. yy’da geliştirildi.
IRKÇI ÖĞRETİLER
Irkçı ve nasyonal-sosyalist öğretilerin çoğu, Arthur de Gobine-au’nun «insan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Deneme» (Essai sur l’ine-galite des races humaines, 1853-1855) adlı kitabına dayamr. Söz konusu öğretiler ilkelerinin birçoğunu bu kitaptan almıştır: melezliğin mahkûm edilmesi, beyaz, özellikle de Ari ırkın üstün olduğunun ileri sürülmesi, demokrasinin reddedilmesi.
Arthur de Gobineau
Gobineau’nun Deneme’si evrensel tarihin derin ve uzgörüşlü bir incelemesi gibi görünür. Kitabın açıklanan amacı, büyük uygarlıkların doğuşunu, gelişimini ve gerilemesini betimlemektir. Kitapta, önceki öğretilerin önerdiği bütün açıklayıcı ilkeler bir yana itilir: lüks, ahlakî yozlaşma, dinsizlik, coğrafya, fanatiklik, hükümet biçimleri, büyük adamların iradesi ve halkların tutkuları. Uzun insanlık tarihim açıklamak için, geriye, farklı ırklara dağılmış farklı zekâ biçimleri dışında bir şey kalmaz. Ona göre ırk, tarihin yaratıcı yasası, gerçekten etkide bulunan gizli ama yaşamsal güçtür. Öyleyse sonuçta tarihi açıklayan doğadır. Gobineau tarihi bu şekilde doğa bilimleri grubuna sokmakla övünür. Etnik yasa bir tür «ahlakî jeoloji» geliştirilmesine izin vermektedir. Go-bineau’nun mitolojik tarihi, kendini nihayet bilimsel olabilmiş bir tarih olarak görmektedir! Ama insan bilimlerini doğa bilimleri modeline uygun olarak kavrayan bu girişim, bugün bize, tam tersine, tarihî, ahlakî ve toplumsal olam biyolojik olana indirgeyen büyük bir yöntem hatası olarak görünmektedir.
Irkların ayırt edilmesi. Irklara dayalı tarih kuramı değişmez
ve ayrı ırklar olduğunu varsayar. Kutsal Kitap metnine karşı ini türünün pek çok kökeni olduğunu (çokoluşçuluk) ileri sürme cesaret edemeyen Gobineau, başlangıçtaki tekliği bozanın «ırkların ebedî ayrılığı»m yaratanın farklı ortamların etkisi ol: ğu varsayımına başvurur. Başlangıçtaki kardeşlikten geriye, m. lak bir biçim benzerliği, eklemli dile yatkınlık ve kısır olmay melezler doğurma olasılığı dışında hiçbir şey kalmamıştır, r şey, tarihin tek etkin gücü olan ırk farklılıklarına bağlıdır. Gobır. au böylece bir çokoluşçuluk benzeri, tümüyle kökensel olmay bir çokoluşçuluk icat eder.
Irkların eşitsizliği. İkinci yasa ırkların eşitsizliğidir: ırklar g: güzellik ve zekâ bakımından eşitsizdir. Gobineau’nun sade şehvet düzleminde üstünlük tanıdığı sarı ve siyah ırkların kar: sında, güçlü bir zekâya sahip tek ırk olan beyaz ırk yer alır. Bey: halklara aristokratik cesaret ve sebat erdemleri, onur, düzen özgürlük, yararlılık ve ideal duyguları atfedilir… «Bütün uygarl. lar beyaz ırktan kaynaklanır, bu ırkın yardımı olmadan kimse v rolamaz.» Afrika dünyasında bazı toplumsal yetenekler keşfec se bile, bu, kanların karışmasının, beyaz ırkla antik bir «ittifakr sonucundan başka bir şey olamaz. Nihayet, beyaz ırk içir.: «Ari kan»a tanınan üstünlüğe dikkat çekmek gerekir. Burada lirtilen beyaz, siyah ve sarı ırklar, «ilkeler»e tekabül etmekted. çünkü tarih bu mutlak ayrım durumunu yaşamamıştır. «Arı lar» tanrılar çağına aittir, ilk Hindistan’ın ve insanlığın o soylu parlak imgesi llyada’nin kahramanları bile, arı değildir.
İÇİNDEKİLER
IRKÇI ÖĞRETİLER MUSEVÎ VE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI İKTİDAR TARAFINDAN MEŞRULAŞTIRILAN IRKÇILIK
ABD’de zenciler.
<c‘e!iğm kaldı t İmasına karşı olan <iux Klan ‘sağda, 1992’dekibir zrasındaı. özellikle 1960larda, ” .otMer Kmg’m /yanda, 1963’te Azs’rıgton’dsı barışçı yollardan ~.zszs s ettiği ıtkayrımının devam – Tesı içen ş’ddet eylemleri : imaynmma kaşı
.r – rŞ&undsieriarasında l:z ~ 2 kadın militan
~~;s3 0ai/ısfüstte)ve ier atmaktadır.
Itzleşme. Melezleşme Deneme’de çelişkili bir kavramdır.
:ers işlevi vardır: «Karışmalar, belli bir sınır dahilinde r_r. lehine olsalar, insanlığı yüksekseler ve soylulaştırsa-. sene aynı insanlığı alçalttıkları, güçsüzleştirdikleri, kü-;rı, kafasızlaştırdıkları için insanlığın aleyhinedir.» Öy—slezleşme en iyi öğelerin nitel olarak bozulması pahası-rır iyileşmeye yol açmaktadır. Ama asla durmayan peş ırışmalar, düzensizlik, tutarsızlık ve anarşi etkenleridir. ; eşmenin son durağı insanlığın topyekûn türdeşleşmesi–.ırlarır. hepsi birbirine benzeyecektir.» Kaynaşma tanıdığında, uygarlaştırıcı beyaz ilke bütün etki gücünü .mış olacaktır. Gobineau geleceğin insanlığım, hiçbir yeni -vkusundan uyandıramayacağı, hiçliği içinde uyuşup kal-_ .ıklayan, benzer ve vasat insanlardan oluşmuş bir sürü resmler. Bu nedenle melezleşme geri dönüşü olmayan : „ş etkenidir.
melezleşme aynı zamanda, uygarlaştırıcı eylemin koşu-5=sece ve sadece, uygarlığın hem nedeni hem de sonucu î.ezleşmeye karşı çıkma boyunduruğundan kurtulan halk-sarlaşır. Çünkü uygarlık kendini kaçınılmaz olarak, onu rî ılarak daha ileri götüren bir genişleme gücüyle, ama aynı ıda aileleri ve kabileleri kapsayan birleştirici bir erdemle or-;yar. «Türümüzün çektiği yorgunlukların ve acıların, tattı-ilerın ve zaferlerin kesin hedefinin, bir gün yüce birliğe olduğunu, aksiyom olarak koyalım.» Bu çerçevede, uy-.■zr.cı eylemin yaşamsal, organik yasası, farkında olmaksı-er.di sonunu getirmeyi amaçlamaktır. Çünkü insanlığın ırk . tarihin hem yüce amacı hem de sonudur.
.-.!;k tarihine bu ırkçı bakışın elbette ahlakî ve siyasî sonuç-= cnvarsayımları vardır. Evrenselciliğin reddedilmesini ge-r_r msan yoktur. Sadece insanlar veya etnik durumlarının yana uyan somut gruplar vardır. Irkların köktenci bir biçimde ortak bir insanlık düşüncesini dışlar. Gobineau’nun -r:gi. aynı zamanda, eşidiğin reddedilmesine dayanır. Deresi. her uygarlığı yok eden bir kötülük, en iyilerin içine gö-.’jkleri bir çamur, bir bataklık olarak gösterilir. Siyasî bir ide-nak yerine, melezleşmiş ve vasat halkların yalın ifadesi ola-nr-mlanır ve eleştirilir.
■£~.ur de Gobineau bugün öğretisinden çok, öğretisinin yarat-rki nedeniyle tanınmaktadır. Gobineau uygarlığın kaderinin ş olduğunu ileri sürerken, mirasçıları canlandırıcı eyleme sunuşlardır. Gobineau arı ırkları tarihdışı bir tanrılar çağma ştirırken, ırkçı ideologlar ırkın arılığının bir siyasî eylem he-ılduğunu ilan etmiş. «Arı ırk»ın, insanların iradî ve sistemli içimde ayıklanması yoluyla üretilmesi gerektiğini savunan ;ton Stewart Chamberlain’in (1855-1927) konumu bu ola-.r: ırkçılık öjenikle evlenmektedir.
reorges Vacher de Lapouge
ıpouge «Toplumsal Aytklanma»da (Selections sociales, ; öğretisinin çıkış noktasına, Darvvinci biyoloji yasalarının zım, ayıklanma, varoluş mücadelesi), toplumlarm evrimi–nettiği iddiasını yerleştirir. Bunlar, organik bir varlığın ya-mı yöneten yasalar kadar yaşamsal olan, ulusların doğum :lüm yasalarının anlaşılmasını sağlamaktadır. Bu anlayış, ■olojinin açıklayıcı kavramlarını Darvvincilikten almak ve : temellerini biyolojide bulmak zorunda kaldığı anlamına Vacher de Lapouge, amacı tarih ile biyolojiyi kaynaştır-; olan bu girişimin sonucunu «antropososyoloji» olarak ad-:ırır. Burada, kanıtlamanın varması gereken sonucun, öğre-~ önvarsayımında yer aldığına dikkat çekelim: tarihi açık-m biyolojik yasalardır. Bu biyolojik sosyoloji, ırk kavramı-a merkezî bir biçimde devreye sokar. Lapouge ırkı tanımak için, kesin ölçümler ve nicelleştirilmiş veriler gerektir-;:yle tanınan fiziksel antropoloji geleneğini (Fransa’da, Pa-roca’mn çevresinde, Antropoloji Derneği tarafından gelişmiştir [1859]) benimser. Arı ırk düşüncesini, hiçbir toplu-n temsil etmediği metafizik bir düşünce olarak baştan red-er. Öyleyse ırk ortalama bir tipe tekabül edecek ve «belli kalıtımsal tipe ortaklaşa sahip bireyler bütünü»nü belirte-tir. Ama Lapouge, fiziksel özelliklerle ruhsal özellikler arala karşılıklı bağlantı olduğu varsayımında bulunarak fizik-antropolojinin katı geleneğinden ayrılır. Ona göre, kişiliğin tomik bir gerekirciliği olmalıdır. Böylece öğretisinin savını ; sürer: «Kişilik gücü kafatasının ve beynin uzunluğuna badı gibi görünmektedir […]. Entelektüel güç ise, tersine, ön •nin genişliğine bağlı gibidir.» Bu yapı, anatomik ölçümlere ;lı olarak ırkları ve karşılıklı değerlerini belirlemesini sağlar.
Kafatası indeksi (kafatasının genişliğinin uzunluğuna bölünüp 100’le çarpılmasıyla elde edilir) boy ve renkle birlikte başlıca sınıflandırma ölçütünü oluşturur.
Lapouge böylece Avrupa’da üç ana ırk belirler:
– Hint-Avrupa ırkından veya Ari ırktan Homo europaeus: iri yarı, sarışın, dolikosefal («uzun kafalı»). Ruhsal özellikleri bu ırkı üstün ırk olarak belirler: Homo europaeus bütün alanlarda ilerlemenin, gözü pekliğin temsilcisidir.
– Homo alpinus: brakisefal («kısa kafalı»), esmer, çalışkan, temkinli, gelenekçi ve sağduyu sahibidir…
– Homo contractus: Homo europaeus gibi uzun kafalı olan bu insan Akdeniz tipinde, ufak tefek ve esmerdir.
Bu ırksal tipoloji, bireyler, sınıflar, etniler veya uluslar arasında üçlü bir eşitsizlik yaratır. Böylece antropometrik ölçüm, gelip, önceden var olan ırkçı ve eşitsizlikçi bir ideolojinin üzerine eklenmiştir.
Irkın egemen olduğu tarih. Lapouge tarihi yapanın insanlar olduğunu kabul eder, ama bunun arkasından, insanların fiziksel ve ruhsal olarak, soylara ve ırklara göre «değeri» değişen kalıtımlarıyla belirlendiklerini ekler.
Böylece, bir halkın gücü veya zayıflığı, tarihî olaylara güçlü veya güçsüz tepkileri, etnik bileşimindeki değişikliklerle açıklanacaktır. Aynı şekilde, iç politikadaki dalgalanmaları anlamak için iktidardaki sınıfların etnik analizini yapmak gerekir. Örneğin İngiliz tarihinin her ayrı evresine özel bir ırkın egemenliği tekabül etmektedir.
Bir gerileme tarihi. Ama evrensel tarihe gerileme süreci, yani üstün öğelerin yavaş yavaş tasfiye olması damgasını vurur. Bunun iki nedeni vardır: bir yandan, en güçlülerin doğuştan gelen niteliklerini bozan, değer bakımından eşitsiz ırklar arasındaki melezleşme; öte yandan, toplum içinde doğal ayıklanmadan çok daha büyük bir rol oynayan toplumsal ayıklanma. Vacher de Lapouge burada Alfred Russel Wallace (1823-1913) ve Broca tarafından gerçekleştirilen analizleri yeniden ele akr: «İnsan beyni egemenliğini elde ettiği gün, doğal ayıklanmanın üzerindeki etkisi sona ermiştir.» Dahası, var olma mücadelesi artık doğal ortamda değil, toplumsal çerçeve içinde gerçekleşmekte, dolayısıyla da kendini toplumsal eylemlerle açığa vurmaktadır. Yazar bundan sonra en iyi öğeler aleyhine negatif bir ayıklanma başlatan etkenleri sayar. Bütün toplumsal mekanizmalar ^askerî, siyasî, yasal, dinsel, ahlakî, ekonomik, kentsel) «işe yaramazlar»ı koruma, ilerletme ve çoğaltma yönünde etkide bulunmakla suçlanır. Buna karşılık «en iyiler» savaşlarda yok olur, din tarafından «bekâret»e veya en basitinden kentsel çevreye bağlı daha düşük bir doğurganlığa mahkûm edilir. Bu nedenle toplumsal hiyerarşiler, soylar ve ırklar tarafından taşınan doğal hiyerarşilerle uyumsuzluk içindedir, Bir halkın tarihinin başlangıcında, toplumsal ayıklanmalar yönetici bir seçkinler grubu oluşturur. Ama bunlar sonunda kaçınılmaz olarak, doğum sayısındaki düşmeyle bu ayrıcalıklı katmanın yok olmasına yardımcı olurlar. Vacher de Lapouge en iyilerin bu şekilde tasfiye oluşunun imgesini hayvanlar âleminde de saptar: var olma mücadelesini kazananlar en kusursuzlar değil, ortamlarına en iyi uyum sağlamış olanlardır. Bu tarih, muüak bir karamsarlık taşıyan sonuçlara varır. Uygarlıklar yok olmaya mahkûmdur. Organik yaşamda bile «ölümün payı doğa tarafından kıskanç bir özenle gizlenir gibi görünse bile, gene de yaşamınkiy-
1993’te Solingen ‘deki bir saldırıda öldürülen beş Türkün cenaze türeni.
Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da ekonomik bunalım, yabancı düşmanlığının yeniden şiddetlenmesine ve öldürme eylemlerinin çoğalmasına yol açmıştır.
PSİKOSOSYAL BİR OLGU
Irkçılığa psikolojik yaklaşım, onu ortaya çıkaran fikir ve tavırların bireysel ve kolektif saiklerini açıklamaya çalışır.
Irkçılığın temel mekanizması başkasının dışlanması, reddedilmesidir; bu tavır arkaik yabancı korkusundan doğar. Psikanalizciler, bebeğin kimliğinin oluşum sürecini sekiz ay dolaylarına yerleştirirler; bebek artık anneyle ortak yaşamdan çıkmıştır ve hüsrandan doğan kendi yıkıcı itkilerini başkasına yansıtır. Sağlıklı bir gelişme, bu itkilerin, kişinin kendinde saldırma iznini bulduğu dışsal bir zalime atfedilmek yerine, hoşgörülmesine yol açar. Freud başkasının, bir benzer, bir kopya olduğu için «kaygı verici bir tuhaflık» olarak algılandığını vurgular.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD’de özellikle T.W. Adomo tarafından yürütülen araştırmalar «otoriter kişiler»in ırkçılığa özellikle yatkın olduğunu telkin etmektedir. Bu kendinden pek emin olmayan, kon-formist, otoritenin temsilcilerini idealleştiren bireyler, duygularım baskı altına alma, zayıflığı yerme ve saldırganlıklarını dış dünyaya yansıtma eğilimindedir. Kimliklerini güçlendirmeye duydukları ihtiyaç kırılganlıktan oranında artmaktadır. Bu araştırmalar söz konusu kişilerin baskıcı bir eğitimin sonucu olduklarını göstermektedir.
Başka çalışmalar ırkçı önyargıların benimsenmesinde kültürel etkenlerin önemini ortaya çıkarmıştır. Irkçı sözlerin ve davranışların egemen olduğu bir ortamda, otoriter o-larak tanımlanmayan kişiler bile, derin psikolojik ihtiyaçlar olmaksızın, bunları yeniden üretmektedir.
Dışlama sürecine çıkarlar da yol açabilir: başkası bir rakip olarak algılanır. Bu durumda ırkçılık, kişinin karşısında avantajlarını savunduğu bu rakibi bertaraf etmenin haklı çıkarılmasıdır.
Karanlık bir akım. Irkçılık bilimsel olma iddiası taşıyan ölçütler oluşturmaya çalışmıştır: alttaki « elkitabı» gibi propaganda edebiyatı ve ilkel antropometrik ölçüm aletleri (yanda) tamamen ideolojik bir yaklaşımı haklı çıkarmayı amaçlıyordu (aşağıdaki Fransızca kitabın kapağında kitabın adı olarak şunlar yazılıdır: BİR YAHUDİ’Yİ TANIMAK İÇİN gözle görülebilen bedensel 19 KUSUR).
T.A
DOCTEUR CELTICUS Sttî
LES 19 TARES
.‘orporelfes visîbles POUB HECOH#«ITBE UN 4UIF /
,ıı tv m ,W)H hin tet tu)
‘ıe
l’iiis : 1 franc BO
seS _ Üt.liHttUB ANTI’dSilTG, İS, HLiti VIYİE-N.NE
le karşılaştırma götürmez bir korkunçluk taşımaya devam eder».
Ayıklamacılık. Lapouge bunun üzerine geleceği tasarlamak üzere gerileme metafiziğini bir yana bırakır. Bilim ve teknoloji nihai felaketi önleyemese bile, en azından geciktirebilir: «Kendi yıkımlarının üstesinden gelmek için kalıtımın olağanüstü güçlerini kullanmak ve insanlığı tehlikeye sokan yıkıcı ve kuralsız ayıklanmanın karşısına sistemli bir ayıklama çıkarmak mümkün olamaz mı? Bu bilimci ve ırkçı ütopyada başvurulan ayıklamacılık, insan doğasını yeniden biçimlendirmeyi ve ıslah etmeyi amaçlayan bir projedir. Lapouge’un az veya çok otoriter sistemler içinde, az veya çok evrensel, az veya çok gerçekleştirilebilir, tasarımı ve kapsamı farklı, değişik öjenik program türleri tasarladığı doğrudur. Gene de, ayrıcalık tanıdığı model, kalıtımsal biyolojik kastlardan oluşan toplum gibi görünmektedir. Ve son derece somut bir biçimde, yeni bir insan yaratmak söz konusu olduğundan, Lapouge «aristokratik bir sosyalizm»i savunur: «Sosyalizm ayıklamacı olacaktır veya olmayacaktır: bu ancak bizden farklı yapıda insanlarla mümkün olacaktır ve bu insanları ayıklanma üretebilir.» Eşitlik karşıtı olduğu için antiliberal ve antidemokratik olan bu sosyalizm, bilimin yeni koruyucu kanatları altına yerleşir: «Devrimin laikleşmiş Hıristiyanlığını özetleyen ünlü özgürlük, eşitlik, kardeşlik özdeyişine gerekircilik, eşitsizlik, ayıklama ile karşılık veriyoruz!»
Hans F. K. Günther
İki savaş arası Almanya’sının bu völkisch (halkçı-ırkçı) ırkbilim-cisi, çok satan ırkçı kitapların yazarıdır. Eserleri Nazilerin ırk antropolojisinin başlıca başvuru kaynağı olmuştur. Günther, Frankfurt Enstitüsü’nün Yahudi sorunları üzerine «araştırmalarına bizzat katılmıştır. Nihayet öğretisi III. Reich’m resmî ideolojisine esin kaynağı olmuştur.
Günther ırkı «maddî ve psikolojik nitelikli, kalıtımsal ve kol-lektif özellikler bütünü» olarak tanımlar. Farklı ırklar, her biri yaşam karşısında bir tavır belirleyen değişmez ve ayrı biyokültürel dünyalar oluşturur. Günther, yüzyıl başında Almanya’da etkin olan yabancı ve Yahudi düşmanı kışkırtıcıların büyük önem verdikleri Kuzey ırkının üstünlüğü düşüncesini benimser. «Özgünlüğü», ırkçı küfürlerin ve taşkınlıkların yerini alan akademik üslubunda ve derin bilgi levazımatmda yatar. Günther Avrupa ırklarının hiyerarşik bir sınıflamasını yapar. Fiziksel ve ruhsal portrelerini çizdiği altı ana ırk ayırt eder:
– açık renk gözlü iri yarı sarışınlardan oluşan Kuzey ırkı. Bu ırk, Günther’in, geleneksel olarak aristokrasiye atfedilen bütün nitelikleri yakıştırdığı, liderler ırkıdır: yüreklilik, enerji, zekâ, güç, özgürlük ve görev duygusu. Bu elbette, büyük uygarlıkların kökeninde yer alan ve bir halka değerini veren üstün ırktır;
– Tirol ve Bavyera köylülerinin ayırt edici özelliği olan Dinar ırkı. Birçok niteliği olan bu ırk, gene de Kuzeylilerin gözü pekliğinden yoksundur;
– Kuzeyli olmayan ırkların (İspanyol, Hollanda) en iyisi olarak nitelenen Batı veya Akdeniz ırkı;
– Kuzeybatı Avrupa’nın, ihtiyatlı, düşünceli, kuşkulu ve k lı Düşük ırkı;
– Doğu tipine özgü Doğu ırkı. Günther’in bu ırka atfettiği < liklerin hepsi baştan sona aşağılayıcıdır. Bodur, tepkisiz, dar 1 lı, kahramanlık yeteneği olmayan bu ırk, bütün bu kusurlaı olarak demokratik eşitlikçilik tutkunudur.
– Son olarak, Doğu Prusya’da rastlanan Baltık-Doğu ırkı öncekinden farklı en ufak bir ilginçliği yoktur.
İdeolojik yönelimlerini zaten gizlemeyen bu sınıflandırın naifliği ve keyfîliği, ırkın kültürel ve psikolojik özellikleri be diği inancından kaynaklanır. «Kuzeyciliğin» başlıca tems olan Günther, Almanya’ya bütün gücünü vermeye yönelil «yeniden Kuzeylileştirme»yi savunur: «Kuzey ırkı»mn çoğa sını teşvik etmek gerekmektedir. Bu amaçla ırkçı, doğum orc artırmaktan yana ve otoriter bir öjeniği savunur. Bu ırksal arır mn hedefi ırklar savaşı olarak algılanan bir tarihin sonunu ge cek olan nihaî üstünlüktür.
Alfred Rosenberg’in (1893-1946) 1930’da yayımlanan < Yüzyılın Miti»(Der Mythus des 20. Jahrhunderts) ırk kavrar d ayanan bir insanlık tarihi girişimidir. Ama başından itibaren zi olan yazar, her şeyden önce, dinî ve kültürel özellikleri n niyle her zaman soygunlara ve kıyımlara maruz kalmış olan hudilere karşı beslenen bütün önyargıları açıkça dile gel amansız bir Yahudi düşmanıdır.
MUSEVÎ VE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI
Yahudilerin ilk Diaspora’sı (dağılma) MÖ VI. yy’da yaşara tır; Yahudilerin Hıristiyanlık öncesi İlkçağ’da uğradıkları kıyıı ra, tektanrıcı dinleri ve karıştıkları halkların arasında da korut lan âdetlerin özgünlüğü yol açmıştır. MÖ IV. yy’da bu «fili halktan»tan büyülenen Yunanlılar, iki yüzyıl sonra resmî küll katılmayı reddettikleri için Yahudileri kınayacaklardır. Putpe Romalıların Yahudi düşmanlığım besleyen, gene esas olarak nedenlerdir; Romalılar arasında tarihçi Tacitus Yahudilere 1 özellikle kin doludur.
Hıristiyanlık, başlangıcında, tıpkı hahamların dinden döı olarak kabul ettikleri Hıristiyanlığa direndikleri gibi, içinden tığı Musevîliğe karşı çıkar. İki din de kendini diğerinden farkl tırmaya çalışır ve genç Kilise bir Yahudi mezhebi olarak k; edilmeyi istemez.
I. Constantinus döneminde Hıristiyanlık devlet dini olu: Musevîlik, başta farklı dinlerden kişilerin evlenmelerinin ya: lanması olmak üzere, giderek daha ayrımcı uygulamalara uj Hıristiyanlar Yahudileri Tanrı katilliğiyle suçlamakla birlikte, değiştirmeleri (bu Yahudi İsa’nın öyküsünü meşrulaştırmakta ve diğerleri gibi Hıristiyan olmaları istenmektedir.
Avrupa’da birçok zengin cemaat kurmuş olan ve farklı dÜ2 lerde hoşgörü gören Yahudilerin durumu, 1000 yılından itiba Haçlı Seferleri’nin düzenlenmesi, doğal afetler ve bunalıml bozulur. «İsa düşmanları»na karşı halk hareketleri katliamlar; rişir; bunlar, çoğunlukla Kilise hiyerarşisi tarafından onaylam yan ve özellikle Aziz Bernard tarafından mahkûm edilen hare: lerdir. Ortaçağ’da dinî dışlama nedenlerine, ekonomik nede: eklenir çünkü bazı meslekler (özellikle tefecilik) Hıristiyan yasaktır. 1215’te IV. Latran Konsili Yahudilerin sarı bir işaret t malarını şart koşar ve ikamet konusundaki ilk ayrım uygulam rı gettoların genelleşmesine yol açar. Tanrı katilliği, ayinsel bü; günah ve vebayı bilerek yayma suçlamalarıyla katliamlar gerç leştirilir. Çoğu Avrupa ülkesinde yayımlanan ve sadece din: dönmeyle sınırdışı edilme arasında seçim yapma hakkı tanı; ültimatomlar, ülkeden sürülenlerin servetlerine el koymak vesile olur.
Leon Poliakov, XIV. yy’da Musevî düşmanlığının nerede Yahudi düşmanlığına (sözcüğün 1873’te üretilmesine rağmı yani sadece bir dine inananlara değil, kalıtsal olarak belirlenen halkın üyelerine yönelik bir kine dönüştüğüne dikkat çeker. B lece Yahudi hayalî bir kişi durumuna gelir.
XV. yy İspanyası’nda, Yahudiler din değiştirmiş olmalarına ı men, kuşku uyandırmaya devam ederler ve «yeni Hıristiyanl; «eski Hıristiyanlar»dan ayırt etmek için «kan arılığı» sertifika çıkarılır. «Conversos» (din değiştirenler) aşağılayıcı bir biçin «dönme» adıyla anılırlar. Daha Vizigot kralları döneminde b Hıristiyan olan Yahudilerin samimiyetinden güçlü bir kuşku yulmuş ve Yahudiler, kendilerini uzakta tutmakla birlikte di hoşgörülü davranan Müslümanları iyi karşılamışlardır. «Kan lığı» kavramı, izleyen yüzyıllar boyunca, kendini çağlara ve üJ lere göre az çok acımasız bir biçimde ortaya Yahudi düşman!
. .l.r.âe bir aşama daha oluşturur.
– i2 aydınlanma hareketinin yaydığı hoşgörü düşün-
■ ıs da «kurtuluş»u sağlar: 27 eylül 1791 tarihli yasa Ya-
; j;£eriyle aynı haklara sahip yurttaş statüsünü verir ve
– _ anhten sonra toplumla bütünleşme imkânına kavu-: ^„şmanları bu özümseme sürecinde gizli bir komplo-;„.r.nı göreceklerdir: artık hiçbir şeyle ayırt edilmeyen
r-ziyaya egemen olmaya çalışmaktadır. Bu suçlama, “satlerinin sınırların ötesinde birbirleriyle sürdürdük-beslenir ve XIX. yy sonunda Rus gizli polisi tarafm-;* Talanlarla iyice güçlenir: Sion Bilgeleri Protokolü. Zaten _ – ınarlığının en şiddetli olduğu ülke Çarlık Rusyası’dır.
■ sonunda Yahudi düşmanlığı tamamen ırkçı bir nite-
– – Yahudiler dindar olsunlar veya olmasınlar, Yahudi ılanırlar ve Yahudi düşmanı yasalar kalıtsallığa (Yahu-:i Yahudi kimliği ana soyundan aktarıldığı için, bunu . * ııleri söz konusu etmektedir) dayanır. Hem dinî hem r.*MKtan beslenen ve Drumont’un «YahudiFransa»sı „ _ıve, 1886) gibi yapıtlarla desteklenen Fransız Yahudi 1394’teki Dreyfus olayıyla boyutlarını ortaya koyar. ‘_Sm damgasını vurduğu Birinci Dünya Savaşı parante-:T-ia, 1930’larda yeniden hortlar ve Vichy hükümetinin r_ıa somutlanır.
-.r_enn. dilbilimsel iddialan biyolojik iddialarla birleştire-> yücelttikleri Almanya’da, 1918 bozgunuyla yara al-
– ;~_dliyetçilerin bir günah keçisine ihtiyaçları vardır. Ya-
* anlığı Nazilerin öğretisinin, sonra da kurdukları devle-
rır öğesi durumuna gelir.
* f İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra, modern Yahu-Midığı zaman zaman antisiyonizm biçimini alır: örneğin . İsrail’e göç etmek isteyen adaylar «vatan haini» olarak : lesmen gerçekleştirilmiş olan Yahudilerin soyunu ku-::resinin gerçekliği konusunda kuşku uyandıran «reviz-
rezler. Yahudi düşmanlığında yeni bir serüven başlatır.
TİDAR TARAFINDAN ■ŞRULAŞTIRILAN IRKÇILIK
_ avjara damgasını vuran, bazı «ırklar»ın sözde üstünlü-,7-zr. tezler, ama aynı zamanda kendini etnik azınlıklara
– bir hoşgörüsüzlükle gösteren şovenizm ve yabancı -..sı. bazı ülkelerde resmî politika olarak benimsenmiştir. ; s Kelenler kendilerini biricik özgür halk olarak kabul edi-ı_ doğaları gereği» köle kullanmaya ve Med Savaşları’n-
• ize” Barbar olarak anılan Perslerin efendisi olmaya hakla-
İtenalılar sadece Perslerden değil, Germenlerden, Galya-Keklerden de üstün olduklarını iddia ediyorlardı. l>inya’nm İspanyollar tarafından fethedilişi sırasında i rrdiîerin ganimet olarak bölüşümü»nün örgütlü hale gel-7,’l. yy’da sömürgeci ırkçılığı başlattı. Bu sırada Ameri–grlı halklarının insanlığı konusunda canlı bir tartışma or-
■ n, sonunda bir Papalık kararnamesiyle Kızılderililerin vaf-_;rılecekleri ilan edildi. Bununla birlikte, Kızılderililerin do-:Tîk aşağı olduklarını savunanlar onlara kötü muamele et-s onları köleleştirmeye devam ettiler.
Keşifler de, zenci köle ticaretinin gelişmesine yol açtı;
iıaşlar. Kabileler arasındaki ırksal kin, Burundi’de kendini ; -•Mar arasındaki kanlı bir savaşla açığa vurmaktadır, s”552’den beri yüz binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
IRKÇILIK
bu ticareti geliştirenlerin başında Brezilya’daki büyük tarım işletmeleri için köle arayan Portekizliler geliyordu. İspanyol, İngiliz, Hollanda, Portekiz vb. sömürgecilik sistemleri kendilerine «uygarlaştırıcı bir misyon» verdiler: Batılı halklar, kendilerine bu bölgelere Avrupa’nın teknik ve kültürel kazanımlarını götürme hakkının, hatta görevinin verildiğini iddia ediyorlardı. Etnomerkezi-yetçiliğin damgasını taşıyan sömürgeciler, XVIII. yy’dan itibaren, çelişkili bir biçimde, aydınlanma hareketinin kurtarıcı ruhuna da başvurmaya başladılar: bir yandan sömürgeleştirdikleri ülke insanlarına insanlık dışı koşullan zorla kabul ettirirken, onları evrensel insanlıkla bütünleştirdiklerini iddia ediyorlardı.
1865’te ABD’de köleliğin kaldırılması, çok geçmeden ırk ayrımı uygulamalarına tabi tutulacak olan zenciler için kısa bir özgürlük dönemi başlattı. Tennessee eyaleti 1875’te toplu taşıma araçlarında ırk ayrımını getiren bir yasa benimsedi. Bunu karma evliliklerin ve beyazlarla zenciler arasında cinsel ilişkilerin yasaklanması izledi. Güney eyaletlerinde, hukukî ve fiilî ayrım yavaş yavaş bütün kamu alanlarına yayıldı ve okullarda özellikle sert olan ırk ayrımın a yol açtı. Kongre, her tür ırk ayrımını yasaklayan temel yasayı ancak 1968’de onayladı.
1983’te yapılan eşitlik için ırkçılığa karşı yürüyüş.
Ekim ayında Marsilya’dan yola çıkan 30 genç, aralık ayında, kendilerini destekleyen 70 000 kişiyle Paris’e vardı.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde nüfusun çoğunluğunu oluşturan zenciler 1993’e kadar tam bir ırk ayrımına hedef oldular. Get-to-şehirlerde toplanan zenciler, ülke içinde ancak bir kontrol karnesiyle dolaşabiliyordu. Hem dinî, hem de kültürel gerekçelerle meşrulaştırılan ırk ayrımcılığı rejimi, melezlere ve Asyalılara daha yumuşak ayrımlar uyguluyordu.
Nasyonal sosyalizm siyasî ırkçılığın en kanlı biçimini oluşturur. İspanyol ve İtalyan faşisderi sistemli bir ırksal arınma eylemi yürütmezken, Alman nazizmi bir «ırklar» hiyerarşisi oluşturmuş ve «Ari olmayan» ırkların soyunu kurutmayı amaçlayan araçlar (toplama kampları, gaz odalan) geliştirmiştir: tahminlere göre, 1939-1945 arasında altı milyona yakın Alman Yahudisi katledilmiştir.
İlkçağ’da Barbarların köleleleştirilmesinden, çağdaş toplumlarda etnik azınlıklara karşı işlenen suçlara kadar uzanan ırkçılık, ister yasal olsun ister yasalarla yasaklanmış olsun, başkasına beslenen çoğunlukla itiraf edilmemiş nefretten ve insanlar arasında eşitlik ilkesinin reddinden beslenir: kendini açık veya sinsi, her tür dışlama davranışıyla açığa vurur. □
AYRICA BAKINIZ
—*■ BBS Amerika Birleşik Devletleri —[BlANSLf Güney Afrika Cumhuriyeti —*- EâjşD İbranî]er —IbSnslI kölelik —*- imssJ Nazizm —► 1b,akşl1 toplama kampları —► İBlAKSLi Musevîlik —*• imhJ yerleşme ve göç hareketleri