wiki

İSLAM DEVLETİNİN TEŞKİLATLANMASI

Hendek m uharebesi, Resul-i Ekrem ’in nüfuz ve itibarını
kuvvetlendirm işti. Medine ile M ekke arasında oturan ve hatt-ı
hareketlerini K ureyşlilere bakarak tanzim eden kabileler şimdi
gözlerini M üslüm anlar tarafına çevirmişler, onların dostluklarını
tem in çârelerini arıyorlardı. Bu kabilelerin bazıları İslâm
dinini kabul etm işlerdi. Diğerlerine gelince, onlar da eski
dinlerini m uhafaza ile beraber, K ureyşlilerle bir ihtilâf çıktığı
surette M üslüm anlara yardım etm eği yahut onlara karşı hayırhahane
bir tarafsızlığa riayet eylemeği m uahedelerle taahhüt
ediyorlardı.
Haricî tehlike bertaraf edilmekle, H azreti M uhammed,
vaktini küçük devletini teşkilâtlandırm ağa hasretti. Bu küçük
devlet, bir asırdan az bir zaman içinde yalnız bütün A rabistan
’ı değil, belki Asya’nın mühim bir kısmım, bütün şimalî
A frika’yı, hatta İspanya’yı kaplam ağa m uvaffak olacaktı.
O kadar sü r’atli bir yayılm a çöl çocuklarının askerî kuvvetine
atfolunamaz. Bu yayılm a İslâm m zulüm görmüş m illetler
üzerine icra etm iş olması lâzım gelen câzibenin eseridir. Bu
tekâm ülün sırrını takip ve sebeplerini izah etm ek için, tarihin
zabt ve kaydeylediği en büyük im paratorluklardan birinin
nüvesini teşkil edecek olan Belde – Devletin (Etat – Çite) tem
ellerini terkip ve teşkil eden prensipleri ortaya koym ak iktiza
eder.
H azret-i M uham m ed’in yegâne emeli, heyet-i umumiyesi
K u r’an-ı Kerim i teşkil eden İlâhî em irleri sadakatle yerine getirm
ekten ibaretti. Biz de hicretin ilk altı senesindeki «vahiy»
lere dayanarak, İslâm devletinin Anayasasını =■ Charte teşkil
eden prensipleri tesis edebiliriz.
İptidaları bu devlet, bir kardeşler birliğine kıyas olunabilir
:
«Mü’minler ancak kardeştirler.»
(H ucurât sûresi, 10)
«Hepiniz, toptan sımsıkı Allah’ın ipine (Kur’-
«ana, İslâm dinine) sarılın. Parçalanıp ayrıl-
«maym. Allahın, üzerinizdeki nimetini düşü-
«nün. Hani siz birbirinize düşman idiniz de O,
«kalblerinizi (İslâm’a ısındırıp) birleştirmişti.
«İşte O’nun bu nîmeti sâyesinde (dîn) kardeş-
«leri olmuştunuz.»
(Âli İm rân sûresi, 103)
K ureyşliler tarafından gördükleri eza ve cefaya ve artık
taham m ül olunam ıyacak bir dereceye varıp da M edine’ye hicret
etm ek m ecburiyetini hasıl eden takibata karşı sabır ve tahamm
ül etm elerini ilk m üm inlere tavsiye eden K uran-ı Kerim
işte bize bunu söylüyor. M üslüm anlar orada dinlerinin
em ir ve hüküm lerine tevfikan sulh içinde yaşam aktan başka
bir şey istem iyorlardı. Fakat onları m ahvetm eğe andiçmiş
olan Kureyşliler, M üslüm anları bu yeni yurdlarm da da takip
ettiler, o suretle ki m eşru m üdafaa halinde bulunan M üslü­
m anlar m ütecâvizlere karşı koyabilmek için silâhlanm ağa mecbur
kaldılar.
İşte din uğrunda m ücahede eden ve icabederse şehit olan
.M üslüm anları tebcil eden âyetler bu devirde nâzil olmuştur.
«Allah yolunda öldürülmüş olanlara «ölüler»
«demeyin. Bil’akis onlar diridirler. Lâkin siz
«iyice anlıyamazsmız.
(Bakara sûresi, 154)
«Ey îman edenler, Allah’tan korkun, O’na
«(yaklaşmaya) vesîle arayın ve O’nun yolun-
«da savaşın ki, muradınıza eresiniz.»
(Mâide sûresi, 35)
İslâm cem aatının silâhlı bir topluluk haline gelmesi, kendisine
yapılan eza ve cefalara karşı gelmek için iktiza eden
tedbirlere başvurm ayı hal ve şartların zarurî kılm asm dandır.
Teşkilâtlandırılm ış olan her cem iyetin bir otoriteye tâbi olması
zaruridir. İslâm cem aatinde de iktidarı elinde tu tan Hazreti
M uhammed, yâni A llah’ın Resûlü idi.
«Ey îman edenler, Allah’a itâat edin. Peygam-
«bere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat
«edin. Birşey hakkında çekiştiğiniz takdirde
«— Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa-
«nız— hemen onu Allah’a ve peygambere dön-
«dürün, (yâni o hususta Kur’an-ı kerîme ve
«sünnet-i seniyyeye müracaat edin.) Bu hem
«hayırlı, hem netîce i’tibariyle daha güzeldir.»
(Nisâ sûresi, 59)
Bu suretle her M üslüman A llah’a, yâni K ur’an-ı K erîm in
hüküm lerine ve vahiy yoluyla o hüküm leri alan Peygam bere
itaatle m ükellefti. «İçinizden emir sahibi olanlar» tenbihine
gelince, bu, m ü’minin, M üslüm anlar arasından seçilmiş olmak
şartıyla idareyi elinde tu tan kim selere de itaat ile m ükellef
olduğunu ifade etm ektedir.
İslâmm zuhurundan evvel, bütün hüküm ve kuvveti elinde
tu tan oligarşi (zümre hâkim iyeti) halka hiç bir hak tan ı­
m ıyordu. Halk adalete susamıştı. H er türlü ıslahat, m uvaffak
olmak için, bu k at’î ihtiyaca cevap verm ek m ecburiyetinde idi.
İşte İslâmiyet, sınıf ve im tiyazlarını kaldırm ak, ırk ve renk
farkı gözetmeksizin herkes için bir tü rlü adalet kabul etm ek
suretiyle, bunu yapm ıştır. Resul-i Ekrem: — «Bütün mümin­
ler dokuma tezgâhının tarağının dişleri gibi, birbirine müsavidir;
beyazın siyaha, Arabın Aceme hiç bir üstünlüğü yoktur»,
diyordu. A dalet işte bu suretle İslâm devletinin esası olmuş­
tu r :
«Ey îman edenler, adâleti titizlikle ayakta tu-
«tan (hâkim) ler ve Allah için şâhitlik eden
«(insan) 1ar olun. (O hükmünüz ve şâhitliği-
«niz) velev ki, kendinizin veyâ ana ve babala-
«rmızın ve yakın hısımlarınızın aleyhinde ol-
«sun. (İsterse onlar) zengin veyâ fakîr bulun-
«sun. Çünkü Allah ikisine de (sizden daha) ya-
«kındır (ve hallerini sizden iyi bilicidir). Ar-
«tık siz (haktan) dönerek keyf ü hevânıza uy-
«mayın. Eğer dilinizi eğip büker (hakkı oldu­
ğ u gibi söylemekten çekinir) veyâ (büsbü-
«tün ondan) yüz çevirirseniz şüphe yok ki, Al-
«lah ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır.»
(Nisâ sûresi, 135)
«Ey îman edenler, Allah için hakkı ayakta tu-
«tan (hâkimler, insan) 1ar, adâletle şâhitlik
«eden (kimse) ler olun. Bir kavme olan kîni-
«niz, sizi adâlet yapmamaya sevk etmesin.
«Adâlet yapın ki, o, takvâya en çok yakın
«olandır. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki, Allah
«ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır.»
(Mâide sûresi, 8)
M üminlere adalete tam am iyle riayet etm elerini em retm
ekle beraber, İslâm iyet, bazan pek sert ve şiddetli olan tatbikatı,
inayet ve hayırhahlık göstererek tâdil etmeği de tavsiye
eylem ektedir. İşte bu suretledir ki, m irasa m ütaallik
âyetlerde, K ur’an, m irasçılardan her birine isabet eden hisseyi
vazıh bir surette beyan eyledikten sonra ilâve ediyor :
«Miras taksim olunurken (mirasçı olmıyan)
«hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır bulu-
«nursa kendilerini (ondan birşey vererek) rı-
«zıklandırm, (gönüllerini alacak) güzel sözler
«de söyleyin.»
(Nisâ sûresi, 7)
Diğer ifade ile demek istiyor ki: M irasa hakkı olmıyan
uzak akrabalarla yetim lere ve yoksullara, kendi arzu ve rızanızla
ve inayeten, size kalan m irastan bir hisse tem in ediniz.
»Çünkü :
«(Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne
«döndürmeniz birr (iyilik), değildir. Fakat
«birr, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba
«ve peygamberlere îman eden, malı (nı Allah)
«sevgisiyle (yahut mala olan sevgisine rağ-
«men) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğ-
«luna (yolda kalmış yolculara), dilenenlere ve
«köle ve esirler (i kurtarmay) a veren, nama-
«zım dosdoğru kılan, zekâtını ödiyen (kimse-
«lerin), ahidleştikleri zaman sözlerini yerine
«getirenler (in), sıkıntıda ve hastalıkta ve mu-
«harebenin kızıştığı zamanlarda sabır ve metâ-
«net gösterenler (in birr’idir). Onlar (yok
«mu?) (îmanlarında ve birr ü taat iddiâsın-
«da) sadık olanlar onlardır ve onlar takvaya
«erenlerin de tâ kendileridir.»
(Bakara sûresi, 177)
Âlicenablık, hakaretlerin afvı, insan şahsiyetine hürm et
ve hoşgörürlük İslâm cem aatine mensup olanların, tıpkı din ve
ibadet kaideleri gibi riayet etm eleri iktiza eden bir takım dinî
vecibelerdi.
M üminin başlıca vasıflarından biri olması gereken âlicenablık
ve cöm ertlik hakkında K u r’an diyor k i :
«Ey îman edenler! (Hak yolunda) infakı ka-
«zandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için
«yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendileri-
«nizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek
p «adî, bayağı şeyleri vermeğe yeltenmeyin. Bi-
«lin ki, Allah herşeyden müstağnidir, asıl ham-
«de lâyık olan O’dur.»
Sadakanın verilm e şekli ekseriya sadakanın kendisinden
daha m ühim dir, derler. Aşağıdaki âyet, bu fikri teşbihli bir
su rette ifade etm ektedir :
«Ey îman edenler, sadakalarınızı — malını
«insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve
«ahiret gününe inanmıyan bir kimse gibi — ba-
«şa kakmak ve incitmek sûretiyle heder etme-
«yin. Çünkü onun hali, üzerinde bir toprak
«bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isâ-
«bet eden, bu sûretle o, kendisini kaskatı bir
«taş halinde bırakmış olan kaypak bir kaya-
«mn hali gibidir. Onlar (dünyâda) işledikleri
«hiçbir şeyden (sevâp kazanmıya) muktedir
«olamazlar. Allah, kâfirler gürûhuna hidâyet
«vermez.»
(Bakara sûresi, 264)
u El uzatm ağa cesaret etm iyen hayâlı ve m ahcup fakir hakkında
hassaten bir âyet nazil olm uştur :
«(Sadakalar) Allah yolunda kendilerini vakf
«etmiş fakirler içindir ki, onlar yer yüzünde
«dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hallerini)
«bilmeyen, iffet ve istiğnâlarından dolayı onla-
«rı zengin sanır. Sen (Habîbim) o gibileri sî-
«malarından tanırsın. Onlar insanlardan yüz-
«süzlük edip de (bir şey) istemezler. Siz (Hak
«yolunda) ne mal harcarsanız şüphesiz Allah
«onu hakkıyla bilicidir.»
(Bakara sûresi, 273)
İslâm iyet, akrabaya karşı kerem ve m ürüvvet göstermeği
dinî bir vecibe haline koyarken, tam akârlığı ve cimriliği
kötü saym aktan geri duram azdı :
«Allahın fazl (u kereminden) kendilerine ver-
«diğini (sarf u infakta) cimrilik edenler zin-
«hâr bunun, haklarında bir hayır olduğunu
«sanmasın (1ar). Bil’akis bu, kendileri için bir
«şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey kıyamet
«günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve
«yerin mîrâsı Allahındır. Allah ne yaparsanız
«(hepsinden) hakkıyla haberdârdır.»
(Âl-i İm rân sûresi, 180)
Keza K u r’an-ı Kerim tam akârlığa ve cim riliğe m eyyal
olan kim selere bu günaha karşı tedbirli bulunm ağı tavsiye
ediyor :
M üm inlerin yapmağa m ecbur oldukları cüm ertlik ve m ü­
rüvvet m addî sahaya m ünhasır kalm ıyordu. Zira :
«O halde ne kadar gücünüz yetiyorsa o kadar
«Allahdan korkun. (Öğütlerini) dinleyin. İta-
«at edin. (Mallarınızdan Allah yolunda) ken-
«dinizin hayn olarak, harcayın. Kim nefsinin
«(koyu) cimriliğinden korunursa işte onlar
«muradlarına erenlerin tâ kendileridir.»
(Teğabün sûresi, 16)
«İyi (güzel ve tatlı) bir söz ve bir ayıb örtme,
«ardından eziyyet gelen bir sadakadan hayır- •
«lıdır. Allah (kullarının sadakalarından)
«müstağnidir, halimdir (ukubetde acele edici
«değildir.)»
(Bakara sûresi, 263)
«Rabbinizin mağfiretine ve takva sahihleri
«için hazırlanmış olan cennete — ki eni gök-
«lerle yer (kadardır) — koşunuz.
«Onlar, (o takva sahihleri) bollukta ve darlık-
«ta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanla-
«nn kusurlarından, afv ile, geçenlerdir. Allah
«iyilik edenleri sever.»
(Al-i İm rân sûresi, 133, 134)
M edine’de nâzil olan ve m üm inlerin fiil ve hareketlerini
uydurm ak m ecburiyetinde oldukları esaslı düsturları teşkil
eden âyetlerde, insanın şahsına hürm et keyfiyeti m ühim bir
yer tutm aktadır:
«Ey îman edenler, bir kavm diğer bir kavm
«ile alay etmesin. Olur ki, (alay edilenler Al-
«lah indinde alay edenlerden) daha hayırlıdır.
«Kadınlar da kadınları (eğlenceye almasın).
«Olur ki, (eğlenceye alınanlar) öbürlerinden
«daha hayırlıdır. (Kendi) kendinizi ayıplama-
«yın. Birbirinizi kötü lâkablarla çağırmayın.
«İmandan sonra fasıklık ne kötü addır! Kim
«(Allahın yasak ettiği şeylerden) tevbe etmez-
«se işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.
«Ey îman edenler, zannm bir çoğundan kaçı-
«nuı. Çünkü ba’zı zan (vardır ki) günahtır.
«Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz
«de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden
«herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemek-
«den hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz!
«Allahdan korkun. Allah tevbeleri kabul eden-
«dir, çok esirgeyicidir.»
(H ucurat sûresi 11, 12)
Yabancı yazarların pek çoğu M üslüm anları m utaassıp olarak
gösterm ekten haz duyarlar. B unların okuyucuları da, as­
la m ünakaşa ve m uhakem e etmeksizin, o bâtıl fikirlere tâbi
olup giderler. Halbuki vahye dayanan çeşitli dinlerin m ensupları
arasında, başkalarını kendi dinlerine katm ak gayretiyle
m üsam aha fikrini birleştirenler, yalnız m üslüm anlardır:
«Dinde zorlama yoktur. Hakikat, îman ile küfr
«apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim şeytanı
«tanımayıp da Allaha îman ederse o, muhak-
«kak ki kopması (mümkün) olmayan en sağ-
«lam kulpa yapışmışdır. Allah hakkıyla işidi-
«ci, (her şey’i) kemâliyle bilicidir.»
(Bakara sûresi, 256)
Yine böyle geniş ve yüksek bir fikri ihtiva eden diğer bir
takım âyetler vardır ki, bunlar A llah’ın nim etlerini ve uhrevî
saadetleri İslâmm, yalnız kendi m ensuplarına hasretm ediğini
gösterm ektedir :
«Şübhe yok ki, (senden evvel peygamberlere)
«îman edenler (olsun, Musâ dînini kabul
«eden) Yahudîler (olsun), Nasranî (Hıristi-
«yan) ve Sabiîler (olsun) kim (peygamberin
«şerîatine göre) Allaha ve ahiret gününe ina-
«mr, bununla beraber (o şerîatin emri vech
«ile) salih (iyi) amel (ve hareket) te bulunur-
«sa elbette onların Rableri katında ecirleri
(mükâfatları) vardır. Hem onlara bir korku
«da yoktur, onlar mahzun da olacak değiller-
«dir.» (*)
(Bakara sûresi, 62)
(*) B u â y e t-i k erim ed e ö ğ ü len d ö rt züm re, m ü ’m in le rle n esih ve te b d ild
en evv el m u h a rre f olm ay an h a k ik î T e v ra t ile âm il o lan y ah u d iler, y in e nesih
v e teb d ild en evv el h a k ik î İn cîl ile am el ed en N asran îler, b ir de H azret-i İb ra ­
h im aleyh isselâm ‘a tâ b î olan «Sâbie» d ir. S âb ie’d en k im i y ıld ızlara tap ard ı.
B u n la r bu ö ğ ü d ü n d ışın d a d ırla r. Ç ü n k ü m ü şrik tirle r. B u ây et, y a ln ız k en d ilerin
in n ecât v e h id a y e te erm iş o ld u k ların ı id d iâ ed en y ah u d ile re k a rşı b ir te k ­
zip tir de…
«Hepsi bir değildirler. Ehl-i Kitabın içinde
«ayakta dikilen bir ümmet vardır ki, gecenin
«saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allahın
«âyetlerini okurlar.
«Allaha, âhiret gününe inanırlar. İyiliği emr
«ederler, kötülükden vaz geçirmiye çalışırlar.
«Hayır işlerinde de birbirleriyle yarış yapar-
«lar. İşte onlar sâlihlerdendirler.
«Onlar ne hayır işlerlerse elbette (mükâfatla-
«rından) mahrum kalmayacaklar. Allah, tak-
«vaya erenleri pek iyi bilendir.»
(Âl-i İm rân sûresi, 113-115)
Bedevi (göçebe) arablardan medenî bir cemiyet vücude
getiren İslâm iyet, adab ve erkâna büyük bir ehem m iyet verm
ekte ve M üslüm anlara birbirlerine karşı en büyük nezaket
ve terbiye ile m uam ele etm elerini em reylem ekte i d i :
«Bir selâm ile selâmlandığınız vakit siz ondan
«daha güzeli ile selâmı alın veya onu aynıyla
«(karşılayın). Şüphesiz ki, Allah her şey’in he-
«sabını hakkıyla arayandır.»
(Nisâ’ sûresi, 86)
Cahiliyet devrinde A rablar evlerinin dışında yemek yemek
ve sofralarına kör, topal ve hasta olanları kabul etm ek
hususunda bir takım bâtıl vesveseler gösterirlerdi. Onların vü-
cudü ev sahibi için m uzır addolunurdu. Bu vesveselerin birincisi
suizandan doğuyordu; İkincisine sebep de alil ve sakatlara
(anorm al olanlara) karşı duyulan saygısızlıktı.
Bu bâtıl itikatlar kardeşlik bağlarının kuvvetlenm esine
engel teşkil ettikleri cihetle, İslâm iyet onları ortadan kaldırdı:
«A’maya göre bir harec (darlık ve günah)
«yok. Topala göre bir harec yok. Hastaya göre
«bir harec yok. Size göre de kendi evleriniz-
«den, ya babalarınızın evlerinden, ya annele-
«rinizin evlerinden, ya biraderlerinizin evle-
«rinden, ya kız kardeşlerinizin evlerinden, ya
«amcalarınızın evlerinden, ya halalarınızın ev-
«lerinden, ya dayılarınızın evlerinden, ya tey-
«zelerinizin evlerinden, ya (başkasına ait olup
■da) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bu-
«lunduğunuz (evler) den, yahut da sadık
«dostlarınız (ın evlerinden) yemenizde de (bir
«harec yoktur). Gerek hep bir arada toplu ola-
«rak, gerek dağınık dağınık yemenizde dahi
«harec yok (Şu kadar ki,) evlere girdiğiniz
«vakit Allah tarafından mübârek ve pek güzel
«bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize
«selâm verin. İşte Allah âyetlerini size böyle-
«ce beyan eder. Tâ ki anlayasınız.»
(Nûr sûresi, 61)
M edine’de asayişi m uhafaza için hususî bir teşkilât yoktu,
onun için her M üslüman hem şehriler arasında iyi geçinmeyi
tem in hususunda var kuvvetini harcam ağa m ecburdu.
«Onların fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır
«yoktur. Meğer ki, bir sadaka vermeyi, ya bir
«iyilik yapmayı veya insanların arasını dü-
«zeltmeyi emredenler (inki) ola. Kim Allahın
«rızasını arayarak böyle yaparsa biz ona çok
«büyük bir mükâfat vereceğiz.»
(Nisâ’ sûresi, 114)
M üslüm anlar son derece m isafirperver olmağa ve bu m isafirperverliği
dindaşlarına karşı olduğu kadar Ehl-i K itaba
ve hattâ m üşriklere bile göstermeğe m ecbur idiler :
«Eğer (kendilerine taarruz edilmesi emr olu-
«nan) müşriklerden biri aman dilerse ona
«aman ver. Tâ ki, Allahın kelâmını dinlesin.
«Sonra onu emîn olduğu yere kadar (selâmet-
«le) ulaştır. Çünkü onlar (hakıykatı) bilme-
«yen bir kavmdir.»
(Tevbe sûresi, 6)
Bu âyet açıkça gösteriyor ki, m üşrikler, itikatlarından dolayı,
sıkıştırılm ış değillerdi. M üslüm anlar, dinlerinin düsturlarını
anlatm ak için, onlarla tem astan istifade etmeğe çalışı­
yorlardı. Hiç şüphe yoktur ki, K ureyşlilerin hasmane hal ve
hareketi olmasaydı İslâm iyet sulh ve m üsalem et havası içinde
yayılmış olacaktı.
İşte M edine’de nazil olup İslâm cem aatini sevk ve idare
eden ahlâkî düstur ve kaideler bunlardı.
Maddî nokta-i nazardan İslâm devleti hususî m ülkiyeti
tanım ak esasına dayanm akta idi. K u r’an-ı kerîm servet sahibi
olm ak istiyen m ü’m înlere şöyle tavsiye etm ektedir :
«Artık o namaz (cumâ namazı) kılınınca yer-
«yüzüne dağılın, Allah’ın fazlından (nasîp)
«arayın. Allahı çok zikredin. Tâ ki, umduğu-
«nuza kavuşasınız.»
(Cumâ sûresi, 10)
Bununla beraber, bütün ticaret m uam elelerinde son derece
istikam et (doğruluk) gösterm ek lâzım dır :
«Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendi-
«nizi tehlikeye atmayın. (Dâima da) iyilik
«edin. Allah, muhakkak iyilik edenleri sever.»
(Bakara sûresi, 195)
«… ahidleştikleri zaman sözlerini yerine geti-
«renler… Sadık olanlar onlardır ve onlar tak-
«vaya erenlerin de ta kendileridir.»
(Bakara sûresi, 177)
«Kitaplılardan öyle kimse vardır ki, kendisi-
«ne bir kantar (altın) emânet etsen onu eksik-
«siz öder. Öyle kimse de vardır ki, ona emâ-
«neten tek bir altın versen onu — sen üzerin-
«de ayak direyip durmadıkça— sana ödemez.
«Bunun sebebi şudur: Onlar «Ümmîler hak-
«kında bize karşı (mes’uliyyete) bir yol yok-
«tur» demişler (öyle fikir beslemişler) dir. On-
«lar Allaha karşı, kendileri de bilip durdukla-
«rı halde, yalan söylerler.»
(Âl-i İm rân sûresi, 75)
«Ehl-i Kitaptan öyle bir güruh da vardır ki
«(bir şey okuyorlarmış gibi) dillerini kitaba
«doğru eğip bükerler, siz onu kitaptan sanası-
«nız diye. Halbuki o, kitaptan değildir. «Bu
«Allah katındandır» derler, o ise, Allah ka-
«tından değildir. Allaha karşı kendileri bilip
«dururken, yalan söylerler.»
(Âl-i İm rân sûresi, 78)
Paraya m üteallik veya ticarî bir m uam eleden doğabilecek
ihtilâfları giderm ek ve iyi geçinmeği hâkim kılm ak için,
K u r’an-ı Kerîm yazılı m ukaveleler yapılmasını em rediyor :
«Ey îman edenler, ta’yîn edilmiş bir vakta ka-
«dar birbirinize borçlandığınız zaman onu ya-
«zın. Aranızda bir yazıcı da doğrulukla (onu)
«yazsın. Kâtip, Allahın kendisine öğrettiği gi-
«bi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Üzerinde
«hak olan (borçlu) da yazdırsın (borcunu ik-
«rar etsin). Rabbi olan Allahtan korksun, on-
«dan (borcundan) hiç bir şey’i eksik bırakma-
«sın. Eğer üstünde hak bulunan (borçlu) bir
«beyinsiz veya bir zaîf olur, yahut da bizzat
«yazdırmaya (ve ikrara) gücü yetmezse velîsi
«dosdoğru yazdırsın (ikrar etsin). Erkekleri-
«nizden iki de şâhit yapın. Eğer iki erkek bu-
«lunmazsa o halde razı (ve doğruluğuna emin)
«olacağınız şahitlerden bir erkekle iki kadın (*)
«(yeter. Bu suretle) kadınlardan biri unutursa
«öbürünün hatırlatması (kolay olur). Şahitler
«(şehâdeti edaya) çağırıldıkları vakit kaçm-
«masın. Az olsun, çok olsun, onu va’desiyle
«beraber yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah ya-
«nında adalete daha uygun, şâhitlik için daha
«sağlam, şüpheye düşmemenize de daha ya-
«kındır. Meğer ki, aranızda elden ele devr ede-
«ceğiniz ve peşin yaptığınız bir ticâret olsun.
«O zaman bunu yazmamanızda size bir vebâl
«yoktur. Alış veriş ettiğiniz vakit de şahit tu-
«tun. Yazana da, şahitlik edene de asla zarar
«verilmesin. (Bunu) yaparsanız o, kendinize
«(dokunacak) bir fısk (ve isyan) olur. Allah-
«tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah her
«şey’i hakkıyle bilendir.»
(Bakara sûresi, 282)
Bir makbuz, bir senet tanzimi m üm kün olmıyan ahvalde,
K ur’an, borcun verileceğinden emin olmak için bir rehin almağa
m üsaade ediyor :
«Eğer bir sefer üzerinde iseniz, bir yazıcı da bu
lamadmızsa o vakit (borçludan) alınmış re-
(*) B ir erk e ğ in şah ad etin in ik i k a d ın ın şa h a d e tin e m u a d il tu tu lm a sı, y a lnız
ecnebi m ü elliflerce değil, belki o n ların te siri altm da k alm ış b ir ta k ım a y ­
d ın m ü slü m an larca bile, İslâm iy etin k a d ın la rı e rk e k le rd e n aşağ ı m e rte b e d e te ­
lâ k k i ettiğine delil sa y ılm a k ta d ır. F izyoloji b a k ım ın d a n s a b ittir ki, k ad ın , v a ­
k it v a k it fazla teh ey y ü ce m ail b ir hal a lm a k ta ve şa h ad et için m u tlak a lâzım
olan itid al v e m u v azen ed e n a y rılm a k ta d ır. E deb v e te rb iy e ,, şa h itlik iç in çağ ı­
rılm ış olan k a d ın ın ne halde b u lu n d u ğ u n u araştırm ağ a m â n i o ld u ğ u cih etle
İslâm iyet, ik i k a d ın ın şah ad etin i b ir erk eğ in şa h a d e tin e m u a d il tu tm a k la , adl£
h a ta h alle rin i önlem ek istem iştir.
«hinler (de yeter). Birbirinize emin olmuşsa-
«nız kendisine inanılan adam (borçlu) Rabbi
«olan Allahtan korksun da emânetini tasta-
«mam ödesin. Şahitliği gizlemeyin. Kim onu
«gizlerse hakıykat şudur ki, onun kalbi bir gü-
«nahkârdır. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bitlendir.»
(Bakara sûresi, 283)
İslâm devletinin teşekkülünden itibaren, K ur’an yalnız ticarî
alış veriş kanunlarını değil, belki m irasçılardan her birin
e ait hisseyi k at’î olarak gösterm ek suretiyle, m iras meselesine
ait kanunları da icra m evkiine koym akta idi. Erkek m iras­
çılar, şeriate göre, iki hisse alıyorlardı.
Bu şart ki, ilk nazarda erkekleri tercih eder gibi görünü­
yor, hakikatte, kadının İslâm nazarındaki m evkiine ait kısım ­
da izah ettiğim iz veçhile, âilenin iaşesine karışm aksızın m ülkünü
dilediği gibi kullanm akta m uhtar olan kadının bu salâ­
hiyetine karşı, erkeğe verilmiş bir tâvizden başka bir şey de­
ğildir.
H er teşkilâtlı devlet gibi, İslâm devleti de, âmme hizm etlerini
görebilm ek ve topraklarının m üdafaasına yarıyan teş­
k ilâtın m üstelzim olduğu m asrafları karşılam ak için, bazı varid
a t tem inine m ecburdu. Bunlar iki tü rlü idi:
1 — M uharebe ganim etlerinden tem in olunan varidat, ki,
beşte biri devlet reisi olmak itibariyle Peygam ber’e ait idi;
2 — Âdi varidat ki zekât ile tem in olunm akta idi.
İslâm fakihlerinin çoğu, zekât namı altında yalnız âşardan
hasıl olan varidatı değil, sadaka – vergi suretinde toplanan varidatı
da zikretm ektedirler.
Biz burada, maksadımızı vazıh surette ifade için, azınlığın
reyini tercih ile onları biribirinden ayrı iki vergi addediyoruz.
Âşar, yem ek için ekilen m ahsullerden, yâni hububat ile
üzüm ve hurm a gibi m eyvalardan verilirdi. Bu vergi, hasat
zam anında tediye olunurdu. Henüz tarlada olan m ahsul üze­
rine % 10 olarak tesbit edilirdi. Şayet arazi, sun’i bir surette
sulanm ak isterse ki, bu da fazla çalışmağı ve m asraf etmeği
m üstelzimdi, vergi yarıya indirildi. Bundan başka, âşarı verm
ek m ükellefiyeti, ancak m ahsul âilenin geçimi için lâzım
olan asgarî m iktarı aştığı zaman tatbik olunurdu. «Nisab» denilen
bu asgarî m iktar 5 deve yükü olarak kabul edilmişti.
Yüzde ikibuçuk nispetinde takdir edilmiş olan asıl zekâta
gelince, bu da:
1 — Büyük ve küçükbaş hayvanattan (at m üstesna) (*),
2 — A ltın ve gümüş gibi kıym etli madenlerden,
3 — İddihar edilmiş olan ticaret eşyasından alınırdı.
H ayvanlar için nisab, 5 deve yahut 20 memeli hayvan yah
u t 40 küçük baş hayvandı. Fazla olarak, zekât verm ek ancak
hayvanın m untazam bir surette çalıştırılm ıyarak senenin ekseri
zamanında çayırda otlamış bulunm ası halinde m ecburî
idi. K ervanlarda kullanılan develerle ziraatte çalıştırılan
öküzler zekâttan m uaf idi.
K ıym etli m adenlere ve um um iyetle ticaret eşyasına gelince,
bunlar da sahiplerinin elinde — define gibi — tam bir
yıl kalm ış olmak şartiyle zekâta tabidirler.
İşte yukarıdanberi beyan ettiğim iz esasların heyet-i mecm
uası İslâm D evletinin esas kaidelerini (Charte) teşkil ediyordu.
İlk m üslüm anlar, şuurunun altında yatm akta olan
em ellerinin, yeni kabul ettiği dinde tahakkuk ettiğini gören
bir m ühtedinin bütün gayretiyle, asla itiraz etm iyerek bu kaidelere
riayet ediyorlardı.
Cahiliyet devri A rabları bir Yüce Varlık kabul ediyorlardı,
am a onu uzak göklerde oturturlar, kendisinden az korkarlar,
onu sevmeği hiç hatırlarına getirm ezler ve ona hürm et
v e tâzim göstermek lüzum unu asla duym azlardı. Onlar, kendilerinden
m addî ve k at’î faydalar bekledikleri putlara ve kaba
fetişlere taparlardı.
(•) M üslü m an ların K u re y şlile re k a rşı y a p tık la rı gazalarda sü v a riler k o rk
u n ç silâh o larak g ö rü n m ü şle rd i. İşte H a zreti M uham m ed, a sk e rin i k u v v e tli b ir
sü v a ri u n su ru y la teçhiz etm ek m a k sa d ın a m e b n id ir ki, b u v e rg i m u a fiy e tin
i k o y m u ştu r.
Kendi içindeki m ukaddes ateşi etrafındakilere tebliğ etm
ek suretiyle, Hazreti M uhammed, hu rafat külleri altında kalmış
olan Allah m uhabbetini onların kalbine sokm ak yolunu
bulm uştur. Müphem bir m ücerred fikir iken, Allah artık onların
nazarında yaşayan, kâinata hükm eden, insanların ve bü­
tü n eşyanın kaderini elinde tu tan bir realite olm uştur. O’nun
İlâhî iradesine ittiba etmek, işte İslâm m ruhu ve esası bu idi. (*).
Bu din sadece yalnız bir takım akidelerin, doğmaların, ahlâkî
düsturların ve ibadete ait am ellerin heyeti m ecm uasından
ibaret değildir; belki m üm inlerin etraftaki bütün âlem ile her
tü rlü m ünasebetlerini tanzim eden ve beşeriyeti A llahın te rtibi
veçhile talim ve terbiye etmeğe çalışan İçtimaî bir nizamdır.
Hazret-i M uham m ed’in, bir olan, duaları yerine getiren,
kabul eden, gafur olan, nihayet derecede rahim olan, her şeyi
işiten ve her şeyi ihata eden, başkasına m uhtaç olmıyan H alikı
M utlak adına çizdiği yolu takip hususunda M üslüm anların
gösterdikleri gayret, M edine’de sırrî (mystique) bir m uhit
yaratm ış ve bu da K u r’anı kerim in en güzel parçalarından
olan «Âyettül-Kürsi» ile «Nur» sûresinin bazı âyetlerinde çok
m ükem m el bir surette tavsif olunm uştur.
«Allah (o Allahdır ki) kendinden başka hiç
«bir Tanrı yoktur. (O, zâtî, ezelî ve ebedî
«hayat ile) diridir (bakîdir). Zâtiyle ve kemâ-
«liyle kâimdir. (Yarattıklarının her an ted-
«bir ü hıfzında yegâne hakimdir, her şey onun-
«la kâimdir). Onu ne bir uyuklama tutabilir,
«ne de bir uyku. Göklerde ne var, yerde ne
«varsa hepsi onun! Onun izni olmadıkça nez-
(*) A llah ın ira d e sin e ittib a, rev açta olan fik rin h ilâfın a o larak sö yleyelim
k i, (fatalism e) d em ek d eğ ild ir K u r’an, A llah ’ın h e r şeyi ö n ceden b ild iğ in i m us
ırre n b e y a n ile berab er, h em « İrad e-i C üz’iye» y i in k â r etm em ektel v e h em
de insan irad esin in sa h asın ı da. ta y in ey le m e k te d ir. B u n d an b aşk a C ebriye m ezh
eb i ile İrad e -i C üz’iy e a ra d a k i h a lk a la rı b eşer fik rin in hiç b ir v a k it k a v ra y a ­
m ad ığ ı b ir z in cirin ik i u c u d u r. B ir b edevi, dev esin i bağ lam ak m ı, y o k sa A llah a
e m a n e t etm ek y e te r m i, d iy e P ey g a m b e re so rd u ğ u zam an R esul-i E k re m : «Evv
elâ d ev en i bağla, so n ra A lla h ’a te v e k k ü l et!» cev ab ın ı v erm işti
«dinde şefaat edebilecek kimmiş? O (yarattık-
«larının) önlerindekini, arkalarındakini, (yap-
«tıklarını, yapacaklarını, bildiklerini, açıkla-
«dıklarını, gizlediklerini, dünyalarını, ahiretle-
«rini, hülâsa her şey’ini, her şey’ini) bilir.
«(Mahlûkatı) onun ilminden yalnız kendisinin
«dilediğinden başka hiç bir şey’i (kabil değil)
«kavrayamazlar. Onun kürsüsü, gökleri ve ye-
«ri kucaklamıştır. Bunların nigehbanlığı O’na
«ağır da gelmez. O, çok yüce, çok büyüktür.»
(Bakara sûresi, 255)
«Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nu-
«runun sıfatı, sanki içinde bir çerağ bulunan
«bir hücredir. O çerağ bir sırça (kandil) için-
«dedir. O sırça (kandil) de sanki bir inci (gi-
«bi parıldayan) bir yıldızdır ki, güneşin doğ-
«duğu yere de, battığı yere de nisbeti olmayan
«mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup
«yakılır. Onun yağı, kendisine bir ateş dokun-
«masa da, hemen ışık verir. (Bu ışık da) nur
«üstüne nurdur. Allah kimi dilerse onu nuru-
«na kavuşturur. Allah insanlara meseller irad
«eder. O her şey’i hakkıyla bilendir.
«(O kandil) o evlerde (yakılır ki) onların yü-
«ce tanılmasına ve içlerinde adının amlması-
«na Allah izin vermiştir. Onlar buralarda sa-
«bah ve akşam Onu (Allahı) teşbih (ve ten-
«zih) eder (Ier).
«Öyle adamlar vardır ki, onları ne bir ticaret,
«ne bir alış veriş Allahı zikr etmekten, dos-
«doğru namaz kılmaktan, zekât vermekten alı-
«koymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşet-
«le) döneceği günden korkarlar.
«Çünkü Allah, kendilerini işledikleri amellerin
«en güzeliyle mükâfatlandıracak, onlara faz-
«lından da daha ziyâdesini verecektir. Allah
«kimi dilerse onu sayısız rızıklandırır. (Seva-
«ba kavuşturur).
«O, küfr edenler (e gelince:) Onların amelleri
«(etrafında dağlar ve tepeler görünmeyen)
«dümdüz ve engin çöllerdeki bir serab gibidir
«ki, susayan onun bir su olduğunu sanır. Ni-
«hâyet o, buna vardığı zaman orada hiç bir
«şey bulamamıştır. Kendi (ameli) yanında
«(yalnız) Allahı bulmuştur. O da onun hesâ-
«bını tastamam vermiştir. Allah, hesâbı çok
«sür’atli olandır.
«Yahut (kâfirlerin ameli) öyle derin bir de-
«nizdeki karanlıklar gibidir ki onu (o deni-
«zi) bir dalga kaplayıp bürümektedir. Bunun
«üstünde de bir bulut. (Hülâsa) birbiri üstüne
«(yığılmış tabaka tabaka) karanlıklar. (Ha-
«ni) o(raya düşen bir kimse) elini çıkardığı
«vakit hemen hemen bunu bile göremez. Al-
«lah kime nur vermemişse artık onun için bir
«ışık yoktur.
«Gör (müş gibi bil) medin mi, göklerdekiler,
«yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa
«uçan kuşlar hakîkatta hep Allahı teşbih (ve
«tenzih) ediyor (1ar). (Hem) herbiri duasını
«da, teşbihini de muhakkak bilmiştir. Allah,
«ne yaparlarsa hakkıyla bilendir.
«Göklerin ve yerin mülk (ü tasarruf) u Alla-
«hmdır. Dönüş ancak Allahadır.»
(Nûr sûresi, 35 – 42)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir