wiki

İSLÂM’DA İŞÇİ – İŞVEREN İLİŞKİLERİ 401

islâmda hukuk, ahlak ve din bir bütün teşkil etmekte, işlerlik ve karşılıklı tesir bakımından birbirinden ayırılamaz telakki edilmektedir. Müslümanlar, ister işveren olsun, ister işçi olsun, bir Allah’ın kulu, birbirine kardeş, birbirine emanet, görülen ve görülmeyen her davranışlarından, dünyada ve âhirette sorumlu olduklarını bilmekte, davranışlarını bu şuur içinde yürütmektedirler. Ayrıca devlet ve toplum da, ilişkilerin bu düzen ve atmosfer içinde yürümesini sağlamak ve kontrol etmekle yükümlü bulunmaktadır. Buradan hareketle anlaşmazlıkları önleyen tedbirleri hukuki, manevî ve idâri olmak üzere üç kategoride ele almak mümkün görülmektedir. 1. Hukuki tedbirler: Akdin kuruluşunda öngörülen ve ileride çıkması muhtemel anlaşmazlıkları önlemeye yönelik bulunan tedbirlerden yukarıda söz edilmişti. Burada onlara bir tedbiri daha eklemek mümkündür: «çaresizin yaptığı akitle ilgili hukuki tedbir». İslâm hukuku taraflardan birinin bilgisizliği, ihtiyacı, akıl zayıflığı, hiffeti, irade za’fı gibi zayıflıklarından istifade edilerek yapılan gabinli işlemleri kabil-i fesih saymaktadır (H. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, C. II, s. 137). İslâmda devlet, vatandaşlarını, çaresiz kaldığı için emeğini ucuza satacak hale getirmemekle yükümlüdür. Devlet bu görevini yerine getirmemiş, yahut getirememiş bulunur ve işçi açlık, açıklık yüzünden ücrette haksızlığa uğramış bulunursa yaptığı akit bağlayıcı olmamakta, böylece hukuki bir müeyyide getirilmiş bulunmaktadır. 2. Manevi tedbirler: İslâm toplum, hukuk ve ekonomi düzeni, iman etmiş, hayatı ile imanı arasında bağ kurmuş fertlerin oluşturduğu bir toplumun düzenidir. Müslümanların hem sevdikleri, hem korktukları, her şeyleri ile O’na ait olduklarına inandıkları Allah ve O’nun elçisi, işçi-işveren ilişkilerini de içine almak üzere şu gerçekleri ortaya koymakta ve buna göre davranılmasmı istemektedirler: «İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince Allah onların mükâfatlarını (amellerinin karşılığını) eksiksiz olarak verecektir; Allah zâlimleri (haksızlık edenleri) sevmez» (Âlü-İmrân: 3/57). «Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanlara vereceğiniz şeyleri ek402 İSLÂM’IN IŞIĞINDA GÜNÜN MESELELERİ sik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin…» (A’râf: 7/85). «Üç nevi kimse, kıyamet gününde karşılarında davacı olarak beni bulacaklardır: 1. Benim namıma verip haksızlık eden, 2. Hür bir insanı satıp parasını yiyen, 3. Bir işçi tutup çalıştırdıktan sonra ücretini vermeyen.» (Kutsi hadîs, Buhârî) «Kimin elinin altında bir kardeşi (din kardeşi işçi vb.) bulunuyorsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, kaldıramayacakları işleri yüklemesin, yüklerse kendilerine yardım etsin.» (Buhârî). «işçi, işverenin malının çobanıdır (emanetçisidir) ve bundan sorumludur.» (Buhârî). Bu etkili telkinleri alabildiğine çoğaltmak mümkündür. Bunların etkisi altında yaşayan işveren ve işçi haksızlık yapmayacağına, işi ve işçiyi emânet bileceğine, emanete hıyanet edenlerin Allah’ın hasmı olduğuna inanacağına göre anlaşmazlık sebeplerinin büyük bir kısmı kendiliğinden ortadan kalkacak ve sendikalar, hakemler, hâkimler haksızlık ve anlaşmazlıklarla meşgul olmaktan büyük ölçüde kurtulacaklardır. 3. İdâri tedbirler: Islâma göre insanlann hayatında Allah irâdesinin gerçekleşmesini ve bu iradeye dayanan düzenin korunmasını kollamak ve sağlamak toplumun ve devletin görevleri arasındadır. Bunun için, zaman ve zemine, medeni ve kültürel gelişmelere paralel olarak alınması gereken tedbirler alınacak, vücuda getirilmesi gereken kuruluşlar gerçekleştirilecektir. Bugün gerekli bulunan bazı kuruluşların geçmişte bulunmaması, bazı tedbirlere daha önce başvurulmamış olması bunların islâma aykırı olduğunu, yahut islâmda bulunmadığını göstermez. îbnu’lKayyim’in şu tesbiti, bu konuda düstur vasfım taşımaktadır: «Hz. Peygamber’in zamanında Medine’de fiatlara müdahale edilmemesi, narh konulmaması şu sebeplere dayanmaktadır: Onlar arasmda ücretle un öğüten ve ekmek pişiren, para ile ekmek ve un satan kimseler yoktu. Onlar tahılı satm ahr, kendi evlerinde öğütür ve pişirirlerdi. Tahılı dışandan pazara getirenleri kimse yolda karşılamaz (ucuza alıp pahalıya satmak için kapatmaz), ihtiyacı olanlar pazarda, doğrudan getiriciden satm alırlardı. Bu sebeple hadîste ‘pazara mal getiren bol nzık alır, stoklayan lânetlenir’ buyurulmuştur. Kezâ Medine’de dokumacı da yoktu, kumaşlar Suriye ve Yemen’den gelirdi, halk bunları getirenlerden satm alır ve giyinirlerdi.» Daha sonra şartlar değişince gerekli tedbirler de alınmış, fiatlara müdaha

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir