wiki

İSTANBUL CENEVİZLİ

İstanbul’un Cenevizlilerin oturduğu mahallelerine dair dikkat çekici ve önemli araştırmalarda bulunan M. Desimonis, Galata’nın batısında Spigce isminde bir köy olduğunu ilk olarak zikrediyor. Bu mahalle, Novgorodlu Rahip Antuan’ın eserinde de zikredilmiştir. Sathas tarafından yayınlanan Yunanistan’ın eski haritasında da adı geçen kişi Haliç üzerinde olup Spigue denilen bu yerden bahsetmiştir. Bunun Rumca isminin ‘Pighi: kuyu’ olması gerekir. Bunu kara tarafındaki surların dışında bulunan ‘Zuu- duchos Pighi: Balıklı’dan ayırmak lâzımdır. Bizanslı Denis zamanında buranın ismi Krinides idi (küçük küçük çeşmeler demektir). Bu tarif, Kasımpaşa Vadisi’nin durumu ve şartları ile tamamıyla uymaktadır. Bizanslılar zamanında vadinin üst tarafındaki tepe (Okmeydanı), suçluların idam edildikleri bir yerdi. Hatta Nika ihtilâli zamanında İstanbul valisi suçlulardan üç kişiyi burada idam ettirmişti. Hatta mahkûmlardan ikisi darağacından düşmüş ve o civarda bulunan St. Conon rahipleri tarafından kurtarılmışlardı. 626 yılında, Heraklius’un zamanında İstanbul’un Avarlar tarafından kuşatılması sırasında ‘Piyghi’ ismi tarihte ilk kez zikrediliyor. Pascal’ın ifadesine göre kağan, hakan beraberinde Haliç’in kuzey tarafında, Callinicos Köprüsü472 civarında yüzdürülmek üzere, beraberinde tamamen tahtadan yapılmış birkaç kayık da getirmişti. Burası sığ olduğundan BizanslIların gemileri, bu kayıkların yanlarına yaklaşamazlar- dı. Fakat bu tedbir ve teşebbüsten faydalı bir sonuç ortaya çıkmadı. Zira Blacherna’nın karşısına Haliç’de mudli’in katarı gibi dizilmiş olan Bizans gemileri Avarların bu sandallarının şehre yaklaşmalarına engel oldular. Altıncı Leon zamanında Pighi köyü ikinci kez zikrediliyor. Leon, sevgilisi Zoe ile beraber şehrin dışında bir yazlığa gitmişti. Patria’nın oldukça kapalı tariflerinden bir sonuç çıkarılabirse, bu yazlık, St. Phocas’a çok yakın olan Ortaköy olacaktır. Geceleyin Zoe’nin akrabaları imparatoru öldürmek istemişlerse de Zoe, İmparatoru uyandırmış, o da Balıkİı’ya gelerek oradan sabaha karşı sarayına girmiştir. Kritovulos, Osmanlı kadırgalarını Kasımpaşa Deresi’ne indirilmelerinden bahsederken buraya ‘Soğuk Sular’ diyor ki o hâlde bu yerin üç değişik ismi olmuş oluyor: Küçük Çeşmeler, Pınarlar ve Soğuk Sular. Pighi Köyü’nün Haliç üzerindeki durumu bu anlatılanlarla yeterince ortaya çıkıyor. Şimdi mesele, ‘Spigoe’ (Pınarlara doğru) isminin, İstanbul’un deniz tarafındaki kapılarından birinin ismi olduğunu ispat etmeye kalıyor. Bu varsayıma, bir dereceye kadar geçerlilik sağlayan iki ifade vardır: birincisi, Novgorodlu tarihçiye göre Hristiyanlar şehre Haliç tarafından saldırmışlar; gemileri Evergetes Kilisesi’ne doğru ilerlemiş; doğuya doğru Spigarum denilen yere ve batı yönünde ise Blacherna’ya kadar surları yıkmışlardır. İkincisi, Venediklilerle yapılan anlaşmada Sekizinci Michel Paleologos, Venediklilere Haliç üzerinde seçecekleri mahalleleri vaat etmişti. Hatta buna dair ibarenin tercümesi:
“İstanbul’da eski Exartesis (Yemiş İskelesi) ile Peghi Kapısı arasında neresini seçerlerse…” şeklindedir.
Unkapanı Kapısı, Buondelmonte tarafından hazırlanan ve Bandori tarafından neşredilen plânda bahsedilen Porta Messa’ya, Dolfin’in Piazza’sına ve Pusculus’un Porta Platea Kapısı’na karşılık geliyor. Bu isim, Platea Mahallesi’nden gelmektedir ki, Bizans’ın son zamanlarında eski ismi olan Taarmatio’nun yerine konmuştu. Bu şekilde adlandırılmasının sebebi, arazinin yapısından anlaşıldığı gibi, şehrin ortasına doğru tatlı bir meyil ile yükselerek adeta bir ova meydana getirmesindendir. Orta Kapı demek olan Porta Mesi tabiri, bu kapının Xylo Porta ile Sarayburnu noktası arasında, her iki tarafa da eşit mesafede yer alıyor olmasından dolayıdır.
Ayvansaray ile Defterdar arasındaydı ve buradan bu köprü rüsü ad|y|a bilinen bu köprünün temelleri, denizin dibinde vasıtasıyla Hasköy ve Sütlüce yönlerine geçilirdi. Deve Köp- durmaktadır.
Haliç’in diğer tarafındaki surların ikinci kısmı – Unkapanı’ndan Sarayburnu’na kadar – batılı devletler, ekran-alintisiyani İstanbul’da eskiden beri yerleşmiş bulunan Lâtin milletleri ile Bizans arasındaki siyasî, ekonomik ve sosyal ilişkilerden dolayı son derece önemlidir. Bu ilişkilerden aşağıda bahsedeceğiz. Tafel ile Thomas ve Miclosich ile Müller ve daha sonra da Dessimoni tarafından yayınlanan belgeler, Mösyö Pas- pati’nin topografya araştırmalarının başarıyla sonuçlanmasına yardımcı olmuştur. Bununla birlikte, metinlerde görülen farklılıklar ve ifadelerin kapalılığı da bu işi oldukça zor bir hâlde bulunduruyordu. Bu evrak ve vesikaları tekrar araştırarak Mösyö Paspati’nin vardığı sonuçtan belki biraz farklı neticelere ulaşırız; fakat bu bölümde elde ettiğimiz sonuçlar bizi tamamıyla memnun edemeyecektir. Bununla beraber, belgelerin son derece kapalı olan ifadelerini ve zaman içerisinde bu yerlerde meydana gelen değişmeleri bu bölümde hafifletici sebepler olarak göstereceğiz. Unkapanı Kapısı ile eski St. Antuan Manastırı yerinde yapılmış olan Yeni Cami arasında bugün dört kapı vardır ki, şunlardır: Ayazma Kapısı (Ayasma Kapoussi), Odunkapı (Porta Droungaria, Porta Viglae), Zindankapı (Porta Sti Joh. de Cornibus), Balıkpazarı Kapısı (Porta Peramatis, Porta Piscaria), Yeni Cami Kapısı (Porta Ebraiki, Peramatis). İstanbul’un fethinden önce, bütün bu yerlere ‘Zeugma’, yani ‘geçit’ derlerdi ki, Haliç’in Galata’ya geçilecek en kısa ve en kolay yeri demektir. Odunkapı’nın böyle isimlendirilmesi, ta İmparator Justinianus zamanından beri burada, deniz kenarında odun ambarları bulunmasındandır. Hatta meşhur Nika ihtilâlcileri, olay münasebetiyle, başvekile müracaat ederek “Zeugma’da (Zindan Kapısı ve civarı) odun tüccarını kimin öldürdüğü”ne dair bir açıklama yapmasını istemişlerdi. Zeugma adı daha sonraları, Perama olarak değiştirildi. Şimdiki Yemiş İskelesi. Ayazma Kapısı, P. Gilles’in İstanbul’u ziyaretinden sonra açılmış gibi görünüyor. Şehrin çeşitli yerlerinin tarifi sırasında bu kapının, Haliç üzerindeki Kostantin surunun son kapısı olması ihtimalini görmüştük. Capitol’e (Forum Tauri, Bayezit Meydanı) bu kapıdan girilip çıkıldığı için, Porta Basilica da derlerdi. Bu kapının civarında ‘Karye’ lâkabını taşıyan St. Acace’nin eski hususî mabedini aramalıdır. Haliç’in bu kısmının üst tarafı, üçüncü tepenin zirvesini meydana getirir ki, bu tepeye dik bir yokuşla çıkılır (Tahtakale’den Süleymaniye’ye çıkılan yokuş). Bu tepede Serasker Kapısı, Süleymaniye Camii, Şeyhülislâmlık makamının yüce kapısı vardır.473 Pertusier’in yaptığı resme bakılırsa Lâtin belgelerinde zikredilen Vigla burası olmalı. Yani polis müdürünün (Droungarius Viglae) dairesi bu noktadaymış. Bu ismi, Justinianus’un kız kardeşi olan Viglenti- a’ya atfeden Patria’ya rağmen Viglantiae ou Viglentiae’yi de bu mevkide göstermeye engel hiçbir şey yoktur. Buranın aşağı taraflarında birtakım Bizans kalıntılarıyla bir de sarnıç görüyoruz. ‘Sulu Saray’ adıyla bilinen bu sarnıç474 günümüzde sabun üretilen bir yerdir. Bir zamanlar Tahtakale ve civarının ticarî faaliyetine dair birkaç yıl önce İkdâm’da gördüğüm açıklamayı da buraya alıyorum:
473 İmparator Valantinien tarafından kızları için inşa edilen sarayın yerini bu kapı atmıştır.
474 Sarnıçlar bahsinde ayrıca zikredildiği gibi, bu sarnıç Kantarcılarda Edhem Paşa Konağı’nın arka tarafındadır; burada çok eski setler, bu setleri tutan dayanaklar vardır. Bu setlerin üzerinde vaktiyle, Kamaniçe fatihi Kara Mustafa Paşa’nın süslü ve tantanalı bir sarayı varmış; Haliç manzarası çok güzeldir. Bu saray, Kepenkçi Sinan Sokağı’ndan yukarı çıkar ve müftülük kapısına giden yolu ve yerleri içine alırdı. Sarayın temelleri Bi- zans’dan kalma surlara dayandırılmıştır. Altında bir çeşme vardır. Kitabesi şudur: “Sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât fâtih-i Kamaniçe Sadrazâm-ı esbak Kara Mustafa Pâşâ Hazretleri’nin kendi sarayları tahtında ibadullah şürb ü isti’mâlleri için icrâ buyurdukları mâ-i lezîz çeşmesidir. Ruhları için fâtiha” Muharrem, 1088. Ta’mîr-i müceddeden: 1229. Bu çeşmenin kitabesi, bize eskiden burada olan bir sarayın varlığından haber veriyor. Bu yüzden tarihî olarak çok önemlidir. Tahtakale’deki tarihî binalardan biri de eski Nafia Nazırı muhterem Edhem Paşa ailesine ait olup, bir zamanlar Mercan İdâ
dîsi olarak kullanılan büyük konaktır. Bu konak, H. 1212 tarihinde Hibbetullah Hanım Sultan’ın kızı Fatma Hanım’ın kocası Çorlulu Ali Paşa’nın sarayı olarak bilinirdi. H. 1222 tarihinde Şeyhülislâm Pirîzâde Osman Molla Bey’in büyük kızı Ayşe Hanım’a, H. 1228’de Şeyhülislâm Mekkîzâde Mehmed Efendi’nin zevcesi Havva Kadın’a, H. 1262’de padişahın ser karîni Hamdi Paşa’ya, H. 1264’de Aydın Valisi Sadullah Paşa’ya, H. 1272 tarihinde de meclis üyelerinden merhum Edhem Paşa’ya geçmiştir ki bugün bu aile tarafından kullanılmaktadır. Bu konak, bir aralık şeyhülislâm kapısı da olmuştur. Hatta merhum Şeyhülislâm Üryanîzâde Es’ad Efendi, burasının şeyhülislâmlık kapısı olduğunu ve zamanın şeyhülislâmına bir aslan hediye edilmiş olduğundan bu aslanın konağın avlusunda zincirle bağlı durduğunu ve hayvanın görünüşünün halim tabiatlı kişileri korkuttuğunu bizzat gördüğünü, bazı arkadaşlarına anlattığını Saray-ı Hümayun Müdürü Halil Bey Efendi’den duydum. Edhem Paşa Konağı’na bitişik Kepenkçi Sinan Camii’nden şeyhülislâm kapısına çıkarken, Mabeyinci İzzet Bey’in büyük bir konağı vardı ki, yıkılarak arsası bir mahalle meydana getirmiştir.
“Bu civarda bir zamanlar çok zengin Müslüman tüccarlar vardı. Hele Balkapanı, İstanbul’daki Müslüman tüccarının en zenginlerine aitti. Buradaki tüccarlar arasında sadece iki Hristiyan varmış, geri kalanı tamamen Müslümanmış. Zeytinyağı İskelesi’ne gelince, oradaki tüccarlar da tamamen Müslümanmış. Her birinin dört beş gemisi varmış. Akdeniz’den yağ alırlardı. Ayaklarına elifî biçimli çakşır giyerlerdi. Başlarında ağayanî zarif sarıklar vardı. İki gemisi olana hâli vakti pek yerinde değil denilirdi. Bunların hepsi bugüne göre hep milyonerdiler. Gemilerin kaptanları ve tayfaları tamamen Müslümandılar. Hepsi de gayet düzgün giyinen şehlevend kişilerdi. Asmaaltı ise bir Müslüman ticarethanesiydi. Türk ve Arap Müslüman tüccarlarının orada mağazaları, depoları vardı. O civardaki hanlar hep Müslüman mallarıyla doluydu. Sultan Ab- dülaziz Han’ın Avrupa seyahatinden dönüşünde Asmaaltı’nın hâli oradaki tüccarların servetlerini gösterirdi. Bu adamlar o zamanlar nakit paralarını bile mağazalarının önünde herkese gösterirlerdi. Bu, görülmeye değer bir manzaraydı. Tütün tüccarı da ayrıca zikredilmeye şayandı. Rüstem Paşa Cami- i avlusunu, Kutucular’ı, Zindankapı taraflarını hep tütün tüccarları kaplamışlardı. Kavala’nın, Draman’ın, Samsun’un, Bafra’nın nice tüccarları mal satmaya yetişemezlerdi. Hatta bir adam orada, yani Rüstem Paşa civarında bir dükkân tutmak istemiş, tam iki yıl beklemiş. Keresteciler ise yine gemi sahiplerine varıncaya kadar Müslümandılar. Tüccarlar da çoğunlukla Müslümandı.
Buradan Odunkapı’ya doğru daima seller akar ki, Venedik – Bizans eserlerindeki “Vigla’dan aşağı süratle akan sular” ibarelerini hatırlatıyor. Bu sarnıcın, Codinus’un eserinde, Patria’da zikredilen Tokrio (Keçi Sarnıcı) olması muhtemeldir. Eski Porta Drungaria veya Vigloe Kapısı’nı şimdiki Odunkapı olarak belirtiyoruz. On ikinci asırda, Venediklilerin mahallesi buradan başlardı. Anna Commene’ye göre, İmparator Birinci Alexius, Venediklilere “eski Yahudi Ebra :ki İskelesi’nden Vigla’ya” kadar olan yerleri kesin olarak terk ve hediye etmişti. Bu yerlerin Venediklilere terk edilmesini içeren anlaşma uyarınca sınır batından başlar, Judeca’dan, başladığı noktaya dönmek üzere üç sokak geçerek doğuya doğru yönelir ve bir kapının önünden geçer ki bu kapının adı Zindankapı’dır.475 Bu kapı, Prodromus Kilisesi’nin karşısındaydı. Burada küçük bir Bizans kilisesinin kalıntıları yakın zamana kadar görülürdü. Oradaki ayazma hâlâ mevcut olup ziyaret edilmektedir.476 Grado Patrikliği’ne (1206) verilen arazinin mülk edinilmesine dair fermanda bu hususa dair daha doğru ve ayrıntılı bilgiler vardır. Deniz tarafında, sur dışında Ste. Maria Karpiani Kulesi’ne kadar olan mesafe dört yüz iki ayak olarak kaydedilmiştir ki, günümüzde Balıkpazarı Kapısı’ndan Odunkapı’ya doğru devam eden mesafeden biraz daha kısadır. Şehrin içinde ise, adı geçen patrikliğe verilen arazinin sınırları bir taraftan şehrin surları, diğer taraftan bir zamanlar Sevastocratoris adı verilen surlardı. Bu sur bugün ortada yoktur, fakat Tahtaka- le Mahallesi’nin şimdiki ismi bugün herhangi bir kalıntısı kalmamış olan bu suru hatırlatıyor. Bahsedilen arazi, doğu tarafında Yahudi Kapısı’ndan, Sevastocratoris Suru’na düz bir şekilde uzayıp giden cadde ile ve batı tarafında buradan doğruca adı geçen Sevastocratoris Suru’na dayanmış olan Ste. Maria Karpiani^? Kilisesi’nin mihrap tarafında son bulan sokakla çevriliydi.
Rüstem Paşa Cami-i Şerifi Civarı Eserlerde, bu civar hakkında verilen bilgiler doğrultusunda St. Akindynes Kilisesi’nden de bahsedilir ki, bu kilise Venediklilerin başlıca kiliselerinden biriydi. Bu kilisede korunan ölçekler, ticarî işlerde herkesçe güvenilen ölçüler olarak kullanılıyordu, yani alışverişte insanlar arasında kullanılan ölçeklerin kıyaslanacağı yegâne ölçekler buradaki ölçü aletleriydi.^
475 Zindankapı’nın bir kenarı ve kemerinin çok az bir kısmı hâlâ duruyor. Bir tarafı yıkılarak dükkânlar yapılmıştır. Çömlekçilerden, Baba Cafer Türbesi’nden Yemiş İskelesi’ne bu kapıdan çıkılarak gidilir. Zindankapı bahsinin dipnotunda zikredilen başkadın efendinin çeşmesiyle, arkasındaki Bekrî Mustafa’nın türbesi bu kapının karşısındadır.
476 Bu ayazma, Zindankapı’nın iç yüzünde ve otuz altı numaralı çömlekçi dükkânının bodrumundadır; ayazmanın üzeri sağlam tonozdur; suyun çıktığı yer, bir insan boyu derinliğinde, etrafı kuyu gibi tuğla ile çevrilmiştir. Bu ayazma Chiristos, yani Hazret-i Mesih adına bilinmektedir. Dükkân sahibinden bizzat öğrendiğim ve orada gördüklerim bu şekildedir.
477 Süleymaniye Camii’nin Karadeniz yönüne bakan tarafları (kuzey-doğu), yani buradaki medreselerle, Düğmeciler Hamamı, Devoğlu Yokuşu’ndaki Siyavuş Paşa Medresesi, Hoca Hamza Mahallesi ve civarı vaktiyle ‘Karpiani’ dedikleri mahalleyi meydana getirirdi. Bu civar altıncı bölgeye dahildi.
478Tahtakale’de Rüstem Paşa Camii civarında Balkapanı vardır. ‘Kabbân’ Arapça bir kelime olup ‘terazi’ demektir. 0 hâlde Balkapanı, ‘bal tartan’ anlamına gelmiş oluyor; daha doğru
su balyoskapanıdır, ki zamanla değiştirilerek balkapanı olmuştur. Burası Venedikliler zamanından kalma büyük bir binadır.
Binanın ortası geniş bir meydan olup, cami avluları gibi, dairevî kemerler ve sütunlarla süslüdür. Bunun altı da geniş, kemerli, direkli bir bodrumdur. Araştırmalarıma göre, Venediklilere ait kilisenin yağları, şarapları bu bodrumda saklanıp korunuyormuş. Rüstem Paşa Camii’nin yerinde Ste. Akindynes Kilisesi bulunmuş olduğuna bakılırsa, balkapanı- nın da kilisenin müştemilâtından olduğu anlaşılıyor. Burada ahşap, büyük ve eski bir terazi hâlâ duruyor. Doktor Mord- tmann’ın bahsettiği terazi (ölçekler) bu olsa gerek. Buradaki bazı tüccarlardan işittim; Kırk yıl öncesine kadar Ahmed Efendi adında bir nizam ağası ve sonraları Rasim Efendi adında bir kantarcı varmış. Kantar işlerine Ahmed Efendi bakarmış. Hatta buradaki kantar o kadar hassasmış ki on iki buçuk dirheme kadar tartarmış. Esnaf ve tüccarlar kantar ve dirhemlerini burada ayarlarlarmış. Bu araştırmalarım, Ste. Akindynes Kilisesi’nde korunuyor olup yegâne mukayese aracı oldukları bildirilen ölçekler konusunu doğruluyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir