Bu kilisenin yeri, Tahtakale’deki Rüstem Paşa Camii’nin bulunduğu yer olarak tayin olunur. Sekizinci Michel’in belgelerinde aynı sınır gösteriliyor; buna göre sınır çizgileri, Kaptanlar Kapısı’ndan başlar, St. Akindynes Kilisesi’nin soluna geçer, Ste. Maria Karpibani Mabedi’nin mihrap tarafından Debbağ- lar^7‘ Sokağı’ndan aşağı Porta Peramatis (Balıkpazarı Kapısı) Kapısı’na kadar inerek oradan tekrar Dron- garius Kapısı’na dönerdi. Bundan dolayı Venedik belgelerinde Droungarius, Odunkapı Boynuzlu Ayos loannes Kapısı; Zindankapı ve Yahudiler Kapısı da ‘ Balıkpazarı Kapısı olarak gösteriliyor. Bu son kapı Sathas tarafından yayımlanan Buondolmonte’nin haritasında Porta Piscaria Kapısı olarak görülüyor. Venediklilerin bu belgelerinden, Ste. Maria Karpianu Kilisesi’nin gerçek yeri de anlaşılmış oluyor. İmparatorların, karadan Blacherna’ya gittikleri zaman kullandıkları yol, Uzunçarşı (Makron Embolon) idi. Bu yol zamanımızda olduğu gibi eski zamanlarda da Kostantin Meydanı’ndan (Çemberiitaş), üçüncü tepenin üzerinden geçerek denize inen yoldu. Theophanis diyor ki: “İmparator Mavrikies, şaşaalı alayıyla yalın ayak giderken ve Karpiani Mahalle- si’nden geçerken, halk tarafından taşlanarak takip edildi ve kendisini güçlükle Blacherna’ya atarak ayini icra edebildi.” Bundan anlaşılıyor ki Makron Embolon (Uzunçarşı) takip edildiğinde Debbağlar Sokağı gelir ve Ste. Maria Karpiani Kilisesi’nin önünden geçerek Droungaria Kapısı’nda (Odunkapı) son bulurdu.
Her hafta atına binerek Blacherna’ya gitmeyi alışkanlık hâline getiren İmparator Theophilos, yolda giderken şehir halkı tarafından kendisine verilen dilekçeleri kabul ederdi. Yine bir gün Blacherna’ya giderken yolda Tamtanios Manastırı rahibeleri, İmparatorun yanına yaklaştıklarından İmparator bu fırsattan faydalanarak yıkılmaya yüz tutmuş söz konusu müesseseyi tekrar yaptırarak misafirhane hâline koydu ki, o zamandan beri Theophilos’un Misafirhanesi diye tanındı. Bandori’nin Patria’sında bu müesseseden bahsederken, “Tepenin üstünde Zeugma’da bir bina” deniliyor. Üçüncü tepenin doğusundaki yükselti üzerinde, Bâb-ı Askerî’nin biraz aşağısındaki harabeler bu tarife uygun düşüyor.**81 Gilius, bazı ihtiyar kimselerin rivayetlerine bakarak bu harabeleri, Aya İrini Kilisesi’nin harabeleri olarak kabul etmişse de, doğru değildir; çünkü bu kilise başka yerde, Ayasofya yakınlarındaydı. Blacherna hamamlarında yıkanmak için ata binerek bir gün buradan geçen İmparator Justinianus’un karısının macerası, Patria’da ve İstanbul’un topografyasını yazanların hepsinde bütünüyle anlatılmıştır.
479 Debbağlar Mahallesi, Tahtakale’de Balkapanı’nın üst tarafıdır.
480 Yemiş İskelesi, Zeugma, Perama. 481 Gerçekten, Doktor Mordtmann’ın dediği gibi Düğmecilerin aşağı taraflarında ve Tahtakale’ye inen Devoğlu Yokuşu’na çıkan sokaklarda son derece sağlam temeller, setler görülüyor. Bu setlerden birinin kaldırım hizasında sürekli akan, musluksuz bir çeşme vardı; yaz kış pınar gibi akardı. Bu sağlam temeller rumî takvim ile 1330 yılı Şubatı’nda kısmen yıktırıldı. Buralar korkunç Aksaray, Mercan yangınında tamamen yandığı için eski kalıntılar tamamıyla ortaya çıktı. Hatta Fincancılar Yokuşu’nun yukarı başından yanan Şeftali Sokağı yoluyla Düğmecilere çıkarken, yangın yerlerinde halis Horasan harcıyla tuğladan, taştan sağlam temeller ve bodrumlar göründü. Bu bodrumlardan dördüne girdim, inceledim. Birinin içine beş altı basamak merdivenle iniliyor. Biri yaklaşık olarak dört metre uzunluğunda ve üç buçuk metre genişliğinde bir bodrumdur; bir diğerine bir basamak merdivenle inilir; uzunca bir dehliz olup
sol tarafındaki kapıdan girilince oldukça sağlam ve kalın kemerli yaklaşık altı metre uzunluğunda ve dört metre genişliğinde bir mahzenle karşılaşır. İncelemeler sonunda bu bodrumların BizanslIlardan kalma eserlerden oldukları anlaşılmıştır. Tamtanias Manastırı’nın Uzunçarşı yolu üzerinde bulunmuş olmasına ve bu enkazın da Bizans kalıntıları olduğuna bakılırsa sözü edilen mahzenlerin adı geçen manastıra ait olduğu kesindir. Zira Çemberlitaş Meydanı (Forum Kostantin)’ndan denize inen yol, Uzunçarşı yolu olduğuna ve imparatorun Blacherna’ya gitmek için kullandığı yolun bu yol olmasına ve adı geçen manastır rahibelerinin “imparatora yaklaştıklarından” kaydına bakılırsa manastırın, bu yolun yakınında bulunmuş olduğuna hükmedebiliriz. Özellikle yıkılan surların, temellerin İstanbul surları gibi sağlam ve inşaat malzemeleri ile görünen bazı özelliklerinin onlara benziyor olması dikkate alınırsa Doktor Mordtmann ın tahmini doğru çıkıyor.
Droungaria Kapısı (Kaptanlar Kapısı) ile Peramatis Kapısı arasında sahili takip eden yolun adı Droun- garia Yolu idi. Nicetas, beşinci tepede (Sultan Selim ve civarı) olup Evergetes (iyiliksever ve cömert demektir) Kilisesi4®2 civarında çıkan yangından bahsederken, bu yangının söndüğü yer olarak Droungaria Kapısı’nı gösteriyor. Droungaria İskelesi (Scala de Droungario), Ayos loannes4®3 civarındaydı. Rahip
Sathas tarafından yayınlanan Boundolmonte’nin haritasında Porta Piscaria (Balıkpazarı Kapısı), daha doğuda olan Yahudi Kapısı’ndan farklı olarak gösterilmiştir. Anılmaya değerdir ki, fetihten sonra iki cami avlusuna açılan kapıya Çıfut Kapısı, yani Porta Evraiki derlerdi.4®4 Bundan dolayı, öyle görünüyor ki, Paleologoslar zamanında isimler açısından bir değişme olmuş; zira bizi ilgilendiren miladî on üçücü asırda Porta Peramatis (Balıkpazarı Kapısı) ile Porta Evraiki (Yahudi Kapısı) aynı kapıydı. Hâlbuki, Yeni Cami’nin küçük kapısı Ayos Marcos adındaki azize ithaf olunan küçük bir bağlılık şerefinin hatırası olarak Ayos Marcos Kapısı ismiyle adlandırılmıştı. Tafel ile Thomas tarafından yayınlanan tarihî belgelerde şu cümleleri görüyoruz: “Arazinin bir tarafı doğuya doğru, Ayos Marcos denilen kapıya yönelir ki, buradan büyük cadde geçer, diğer taraftan batıya doğru Droungarion, başka bir deyişle Ebraiki denilen kapıya çıkılır, buradan da büyük caddeye ge
çilirdi. Venediklilerin oturdukları mahallenin doğusunda Amalfiler ile Pizalilerin mahallesi vardı. Amalfile- rin mahallesine gelince, bunların müesseselerine dair belgelerde anlatıldığı üzere Ayos Marcos veya Ica-
natisse Kapısı’ndan öteye geçmezdi.
Yeni Cami’nin Yeri Yeni Cami’nin yeri batıda Yahudiler Mahallesi Judaica ve Sinaxaria adlı eserde (hikâyename) işaret edildiği gibi St. Antuan Manastırı (Aula exartisis) ile çevrilmişti.4®5 Exartisis denilen gemi ziftleme atölyesinin olduğu yer, yola çıkarılmak üzere deniz taşıtlarının hazırlandığı yerdir. Haliç’in başlıca iskelelerinden biri olan Neorium (Bahçekapı – Gümrük Dairesi’nin olduğu yer) ve Sycanea İskeleleri yakınlarındaydı. İmparator Sekizinci Michel ile (İstanbul’u Lâtinlerden geri alan bu kayserdir) Venedikliler arasında imzalanan anlaşma metninde zikredilen yer eski Exartisis ola
rak kayıtlıdır.
4®2 Sultan Selim Camii’nin aşağı taraflarındaydı. 0 hâlde bu kiliseyi anılan camii ile Fener arasında aramak gerekir.
483St. Jean de Cornibus yanı, Yuhanna (İbranicesi Yuhannen) olup lütfullah anlamındadır.
484Evliya Çelebi’de Çıfıt Kapısı olarak zikredilmektedir. Hatta buradaki Yıldız Hamamı’na da o zamanlar Çıfut Hamamı dediklerini daha önce yazmıştık.
5Yeni Cami’nin bulunduğu yerde Bizans Devleti zamanından beri yerleşmiş ve bu yüce mabedin inşası zamanında Has- köy’e gönderilmiş Musevî Karai cemaati vardı, buradaki Mu
sevi mahallesi, caminin avlusuna rast geliyor ve Mısır Çarşı- sı’nın kapısına, yani Balıkpazarı’nın köşesine kadar uzanıyordu. Hasköy’de bu cemaate verilen yerler ve yaptırılan kırk kadar ev, vakıf olduğundan satılamazdı. Çünkü padişahın fermanıyla cemaat adına yapılmıştı. Mösyö Paspati, bu fermanı gördüğünü söylediği gibi, telif ve tercüme dairesinin eski üyelerinden İshak Efendi’den öğrendiklerime göre, böyle bir fermanın varlığı anlaşılıyor. Yüz elli yıl (1822) öncesine gelinceye kadar bu cemaate caminin vakıf idarecisi tarafından yer kirası veriliyormuş. Daha önce zikredilen kırk hane fertleri haraçtan muaf tutulmuştu.Porta Neori veya Bahçekapı, Pizaliler ile Cenevizlilerin yerlerini birbirinden ayırırdı. Bu mahallenin Cenevizlilere bırakılmasını anlatan resmî belgelerde bu kapı ile Cenevizlilerin doğu sınırını meydana getiren Oyanius Kapısı (Yalıköşkü Kapısı) arasındaki kısım hakkında topografya açısından birçok açıklama varsa da şu an elimizde bulunan belgelerle bu kısmın bütün ayrıntısına girişmek tehlikeli bir girişim olur. Yalıköşkü Kapısı’nın üzerinde bir zamanlar bulunmuş olan kuleye, gerektiğinde boğazı kapatmak için zincir gerildiğinden Zincir Kulesi denilmişti. İkinci Aya İrini Kilisesi işte bu civardadır.
Hamidiye Türbesi’nin Yeri Sultan Birinci Abdülhamid Han Hazretleri’nin türbesinin yerinde bulunmuş olan Apo Logotheton Manastırı, sahile paralel olarak gelen surlara yaslanmış ve sınır çizgilerinin başlangıcını meydana getirmişti. Bu türbe, gerçi Türk ruhundan ilham almamış bir tarzda, yani batı mimarîsi tarzında yapılmış bir bina ise de, şehrimizin tarihine ve bilinen millî abideleri arasına geçmiş olduğundan kıymetlidir. Hatta bir aralık yerinin değiştirilmesini teklife cüret eden bazı haddini bilmezleri teşvik ederek Tasvîr-i Efkâr’da “Ne içinde yatanın, ne de türbe binasının tarihî bir kıymeti vardır” cümlelerine rastlanmıştı. Bu gayretli ve namuslu padişahın, özellikle Özi olayından dolayı ne kadar üzüldüğünü ve elem çektiğini ve bu elem ile felce uğrayarak ahirete göçtüğünü unutmak millet olarak büyük bir kadir bilmezlik olur. Bu sebeple, Muhafaza-i Âsâr-ı Atîka Encümen-i Daimîsi’nin bu türbe ile bitişiğinde ve arka tarafındaki hazirede yatan büyük ve meşhur kişilerin son hatıralarının korunması için gerek Evkâf-ı Hümayun Nezareti, gerekse belediye nezdinde yapılan kadirbilir ve gayretli çalışmaları burada teşekkürle anmayı gerekli görmekteyim.
Hamidiye Türbesi’nde Medfun Büyük Padişahlar, Şehzadeler ve Hanım Sultanlar Türbenin iç kapısının dış yüzü üzerinde, “Yâ eyyetühe’n-nefsü’l-mutmainne”* ayet-i çelilesi yazılıdır. İçeri girilince yüzyüze geldiğimiz ilk sanduka Sultan Birinci Abdülhamid Han’ındır. Son derece kıymetli kadife üzerine, sırma ile işlenmiş örtüsü bazı benzerleri gibi ayetler, asırlarca nesilden nesil akta- rıla gelen dualar ve çiçek nakışları ile süslü ve güzel kokuludur. Ön yüzünde sırma ile işlenmiş kitabesi şudur:
“Cennet-mekân, firdevs-âşiyân Sultan Abdülhamîd Hân ibn es-Sultân el-Gâzî Ahmed Hân-ı Sâlis alâ rûhuhümâ et-takdîsat mâ-tetlâ seb’a’l-mesânî Hazretleri’nin:
Doğumu: 5 Recep 1137 Salı Tahta çıkışı: 8 Zilkade 1187 Cuma Saltanat süresi: 15 yıl, 8 ay, 5 gün Ölümü: 13 Recep 1203 Salı”
Solunda biraz ileride, pencere önündeki sanduka Sultan Dördüncü Mustafa’nındır. Kitabesi şudur:
“Cennet-mekân, firdevs-âşiyân es-Sultan Mustafa Hânü’r-râbi’ ibn es-Sultan el-Gâzî Abdülhamîd Han revvaha’llâhu rûhahümâ fi-gırâfi’l-cinân Hazretleri’nin:
el-Fecr/89, 27; “Ey itminâne ermiş ruh!” (H. N.)
BOĞAZİÇİA N B U L VE MEHMED ZIYA
Doğum tarihi: Şaban, 1193 Tahta çıkışı: 19 Rebiülevvel 1222 Saltanat süresi: 1 yıl, 2 ay Ölümü: 28 Ramazan 1223”
Sultan Abdülhamîd’in ölümüyle Sultan Dördüncü Mustafa’nın ölümü arasında yirmi yıl vardır.
Bu iki büyük sultan mezarından başka küçük yirmi mezar daha vardır: Ön sırada ve Sultan Abdülha- mid Han’ın sağından itibaren, koyu mavi bir kadife üzerine sırma işlemeli örtüsünün üzerinde:
Hüvelbâkî: Merhum ve mağfûre lehâ Ayn-ı Şâh Sultân tâbeserâhâ, H. 1194
Ve soldan başlamak üzere sandukanın ortasında:
Hüvelbâkî: Eûzü besmele, Âyetelkürsî. Hüvelbâkî: Besmele-i şerîfe, Âyetelkürsî.
Yine soldan başlamak üzere:
Hayf sana ey çarh-ı kec-rev Bir gülü bitmeden açılmadan ettin hazân
Alemi görmek müyesser olmadı Gâib oldu kuş gibi uçtu heman
Ağlaşıp bu cümle âlem dediler Gelmedi Ayn-ı Sultân figân*
Kabrini nûr rûhunu şâd eylesin Fahr-i Alem hürmetine Müstean
Yanındaki ikinci sandukanın üzerinde (serpuşludur):
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzâde Sultân Ahmed tâbeserâhâ, H. 1192
Örtüsünün üzerinde: Yine Âyetelkürsî, ve Şah Sultan’ın sandukasındaki beyitlerin aynısı nakşedilmiştir. Yanındaki üçüncü sanduka üzerinde:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Râbia Sultân tâbeserâhâ, H. 1194
Örtünün üzerinde aynı ayet-i kerime ve beyitler yazılıdır. İkinci sırada ve aynı Şah Sultan’ın arkasında birinci sanduka üzerinde:
Merhûm ve mağfûrun-lehâ Melek Şâh Sultân tâbeserâhâ, H. 1196
* Bu mısra eksiktir.
Örtüsünün üzerindeki ibareler, öncekilerin aynısıdır. Sağa doğru, yanındaki serpûşlu ikinci sandukanın üzerinde:
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzade Sultân Mehmed tâbeserâhâ, H. 1195
Örtüsünde yine aynı dualar ve cümleler yazılıdır. Yanındaki, Sultan Mahmud ve Abdülhamid devirlerinde kullanılan Tunus fesli ve kalın püsküllü sandukada:
Murg-ı lâne-i cinân merhûm Şehzâde Sultân Mehmed Rüşdî bin Sultan Abdülmecîd Hân Hazretleri, fî 18 Şaban 1268
Bu sandukanın üzerinde Âyetelkürsî yazılı olmadığı gibi, etrafında beyitler de yoktur. Üçüncü sırada ve Melek Şah’ın arkasında:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Râbia Sultân tâbeserâhâ, H. 1196
Ön sırada aynı Şah Sultan’ın sandukasında olduğu gibi Âyetelkürsî ve beyitler yazılıdır. Rabia Sul- tan’ın yanında fesli sanduka üzerinde:
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzâde Sultan Bâyezid tâbeserâhâ, H. 1227. Örtüsü üzerinde diğerleri gibi Âyetelkürsî nakşedilmiş olup şu beyitler yazılıdır:
Sulb-i Hân-ı Mahmûd’dan gelmişti sahn-ı âleme Bâyezîd isminde bir şehzâde-i iffet-nişân
Etmeyip ömrü vefâ göçtü sarây-ı cennete Ol gül-i nev-resteye me’vâ ola kasr-ı cinân
Vâlid-i zî-şânına sabr-ı cemîl ihsân edip Tûl-ı ömr-ile muammer kıla hayy-i Müsteân
Sultan Mustafa’nın ayak ucundaki üç sandukadan soldan birinci sanduka üzerinde:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Emine Sultân tâbeserâhâ, H. 1205
Örtüsünün bir tarafında: Hüvelbâkî. Bunun altında “Eûzübesmele, İhlas Suresi” Diğer tarafında: Hüvelbâkî. Bunun altında “Besmele, İhlâs Suresi”
Soldan itibaren etrafında:
Şâh-ı sâbık Hazret-i Han Mustata-yı Râbî’ Rıhletinden sonra kalmıştı sâbî-i duhteri
Etmeyip ömrü vefâ göçtü be-fermân-ı Hudâ Oldu masûme Emine Sultân’ın cennet yeri 1224
Adı geçen Hanım Sultan, babasının ölümünden sonra doğmuş; üç dört aylıkken vefat etmiştir. Emine Sultan’ın yanında ve sağında:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Saliha Sultân tâbeserâhâ, H. 1201. Örtüsünün üzerinde diğerinin aynısı dualar ve beyitler vardır.
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Âlemşâh Sultân tâbeserâhâ, H. 1200. Örtüsü üzerinde aynı dualar ve “Hayf sana…” aynı beyitler yazılıdır.
Yanında kavuklu sanduka üzerinde:
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzade Sultân Süleyman tâbeserâhâ (kavukludur) H. 1200. Aynı dua ve beyitler yazılıdır.
Yanında ve Sultan Abdülhamit Han’ın ayak ucundaki sandukada:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Fatma Sultân tâbeserâhâ, H. 1200. Yine aynı dualar ve beyitler yazılıdır.
Yanında, kavuklu sanduka üzerinde:
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzâde Sultân Mehmed tâbeserâhâ (feslidir), H. 1199. Aynı dualar ve beyitler yazılıdır.
Yanındaki sandukada:
Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzade Sultân Murâd tâbeserâhâ (kavukludur), H. 1199. Aynı ibareler vardır.
Yanındaki sandukada:
Merhûme ve mağfûrun-lehâ Mevhibe Sultân tâbet^z serâhâ. Örtüsü üzerinde sol tarafta “Lâ-ilâhe il- lâllâhü’l-melikü’l-hakku’l-mübîn,” sağda “Muhammedü’r-resûlullâh sâdıku’l-va’dü’l-emîn” yazıları vardır. Bu yazılar çok nefis sülüs hattıyla yazılmışlardır.
Örtünün etrafında soldan başlamak üzere:
Mevhibe Sultân yattıkça İlâhî haşre dek Şâh-ı devrânın ola efzûn ömr ü şevketi
Mühhasif kıldı dirîgâ pûşiş-i ebr-i ecel Çend meh olmuştu ol meh-i mehd-i kevnin zîneti
Mâtem-ile Zîverâ tesvîd kıl târîhini Kıldı mesken Mevhibe Sultan sarây-ı cenneti 1257
Duayı aynen yazdım.
Yanındaki sandukada: Merhûm ve mağfûrun-leh Şehzâde Sultân Murâd tâbeserâhâ (feslidir). Örtüsünün üzerinde, diğerleri gibi Âyetelkürsî yazılı olup yan taraflarında sağlı sollu:
Hazret-i Sultân Mahmûd Hân-ı âlî himmetin Âleme evvel gelen şehzâdesi Sultân Murâd
Emr-i Hakla azm-i ukbâ eyledi ma’sûm iken Soldu gülberg-i cemâli olmadan dahi güşâd
Vâlidi şâh-ı cihâna tûl-ı ömr ihsân edip Hüznünü şâdîye tebdîl eyleye Rabbü’l-ibâd
Vâsıfâ hayr duâ ile dedim târîhini Kıla bâlâ cây u mesken cenneti Sultân Murâd 1227
Bu türbede dört sıra şeklinde olmak üzere birinci sırada üç, İkincide yine üç, üçüncü sırada beş ve en geride, ana caddeye bakan pencerenin önünde yedi sanduka vardır ki toplam yirmi tanedir. Antika kıymetinde sayılmaya lâyık örtüleri üzerinde hepsinin isimleri ve çoğunun kimlikleri nefis bir sülüs ve talik hatla ve sırma ile işlenmiş, vaziyettedir. Bundan dolayı burada yatanların mezarları hakkında en ufak bir şüphe duymaya yer yoktur. Oysa diğer türbelerde sandukaların örtüleri, birkaç tanesi müstesna olmak üzere genellikle yeşil çuhadan olup, vaktiyle gömülü olanların kim oldukları ve kimlikleri bu türbede olduğu gibi örtü üzerine işlenmek suretiyle belirtilmemiş olduğundan, zaman içinde ve daha doğrusu ilgili vakıf memurlarının bu gibi işlerdeki apaçık duyarsızlık ve ihmalleri yüzünden sandukaların üzerlerine sonradan asılan levhaların yerleri değiştirilmiş ve çoğuna esasen levha asılmamış olduğundan bugün türbelerde gömülü kişilerden çoğunun kabirlerini kesin olarak tayin ve tespit etmek mümkün değildir. Hatta bu münasebetle söyleyeyim ki, Bursa’daki sultan ve şehzade türbelerinde birçok kabir görüldüğü hâlde pek çoğunun, kimliklerinin yazılı olduğu levhalar yoktur. Evkâf-ı Hümayun Nezareti’nden Hüdavendigâr Vilâyeti Evkâf İdaresi’ne önceki yıl gönderttiğim bir yazıda, bu hususta eski vakıf kayıtları ile mahkeme sicillerinin incelenmesi gerektiği bildirilmiş olduğundan, adı geçen dairenin eski memurlarından Hacı Abdî Efendi tarafından iki yıldan beri anılan sicillerde yapılan incelemeler sonucunda isimleri şimdiye kadar sır perdesi altında kalmış olan bazı şehzade ve hanım sultanların varlıkları ortaya çıkmış ve gerek türbelerde korunan bazı kitap ve belgelerin gösterdikleri gerekse incelenen kayıtların açık işaretleri ve bunlara ek olarak yapılan işler, ölüm tarihi, aile fertleri arasındaki ilgi ve derece, yakınlık ve benzerlik gibi açıklama ve âdetlerin işareti ile yeniden yazdırılan levhalar asılmıştır. Defnedilen kişinin hangi türbede bulunduğu anlaşıldıktan sonra, sağda veya solda bulunmuş olmasında hiçbir mahzur yoktur. Zaten şu âlemde hangi iş vardır ki yerinde sabit kalmıştır? Maksat, isimleri tarihe geçmiş kişileri unutturmayarak varlıklarının ve hatıralarının devamını sağlamaktır. Sultan Birinci Abdülhamid Han Türbesi’nin Arap mimarîsi tarzında yapıldığını söylemiştik. Türbenin içinde ve kapının en yukarısında ‘innehü min Süleyman ve innehü bismillahirrahmanirrahim’ ve altında ‘kelime-i şehadet’ yazılmış olup, bir tarafında “Hattat halkın en aciz ve hakiri saray hocası Mehmed Emin Efendi” ve diğer tarafta “gaffarallâhü velivâlideyye ve limen nazara ileyhi, amin, sene 1194 fî 29 Ramazan” yazılıdır. Pencerelerin üzerinden dolaşmak üzere, tahminen bir buçuk arşın genişliğinde daire şeklinde dolaşan mermer kuşak üzerinde de Mülk Suresi ve kapının iç tarafında ve üzerinde “Küllü men aleyhâ fân…”* ayet-i çelilesi yazılıdır.
er-Rahman/55, 26; “Yer üzerinde bulunan her canlı fanidir” (H. N.)
Sultan Mustafa’nın sol tarafında, Şehzade Sultan Murad ve Emine Sultanların mezarlarının yukarısında, herkesin ziyaret ettiği kadem-i şerif yerinin üst tarafında şu manzume yazılıdır:
Oldu resm-i kadem-i Hazret-i Fahr-i Âlem Tâc-ı vehhâc-ı ser-i cümle-i ehl-i îmân
O kademdir ki edip tayy-i semâvât-ı alâ Menzil-i sidreye bastı şeb-i esrâda lyân
Sür yüzün acz ü niyâz-ıla edip istişfâ’ Olayım dersen eğer mazhar-ı afv u gufrân
Kadem-i Şerifin bulunduğu yerin kanatları, beyaz mermeri bile kıskandıracak güzellik ve zerafette kakma sedeflerle süslüdür. Kapının karşısında, ana caddeye bakan pencerelerin üzerinde Sultan Abül- mecid’in oğlu Sultan Mahmud’un nefis bir altın hatla yazdığı besmele levhası asılıdır.
Türbenin sağ tarafında, yüksek bir yerde altı köşeli rokoko* levhada Peygamberimiz’in ismi yazılıdır. Hâlen birinci türbedar olan Mustafa Efendi’nin babası rahmetli Hacı Halil Efendi’den (ölümü: H. 1304) işitildiğine göre, bu levha Arabistan’dan, Sultan Birinci Abdülhamid’e takdim edilmiş…
Türbenin bitişiğinde ve Hamidiye Caddesi’ne bakan pencereler önünde:
Karavezir lâkabıyla bilinen eski sadrazamlardan Seyyid Mehmed Paşa, yanında Hazinedar Nevres Kadınefendi. İkinci sırada türbeye bitişik:
Eski silâhtar Seyyid Mehmed Paşa Hazretleri’nin kızı Şerife Ayşe Hanım, 13 Zilkade 1213,
Sultan Mustafa Efendimiz’in lalası rahmetli Yunus Ağa, 9 Zilkade 1217,
Padişahın silâhtarı Hafız Yahya Efendi, 15 Cemaziyelahir 1204,
Padişahın saray ustası Dilperi Usta, 22 Cemaziyelahir 1261, üçüncü sırada türbeye bitişik:
Cennet-mekân Sultan Abdülhamid Han Hazretleri’nin iffetli kadınlarından Beşinci Mutebere Kadın, 12 Rebiülevvel 1253,
Saray kethüdası merhum Nazif Efendi’nin kızı Zeynep Hanım, 25 Şevval 1220,
Padişahın silâhtarı es-Seyyid Abdullah Ağa, 1 Ramazan 1220.
Padişahın cariyesi saadetli kethüda Derviş Kadın: Cemaziyelahir 1274, Türbe ile Kazasker Hanı (Ka- sidecizade Kazasker Süleyman Efendi) arasındaki mezarlıkta birinci safta:
Hoca efendilerden ilim ve kalem sahibi Muhasebeci Sırrı Efendi, H. 1242,
* Avrupa sanatında baroktan sonra gelişen üslup. Yaklaşık 1720’lerde ortaya çıkmış, aynı yüzyılın sonuna ulaşamadan yerini yeni klâsik üslûba terk etmiştir (H. N.).
Padişahın çuhadar ağalarından Hafız Mehmed Emin Ağa, H. 1241,
Baş Çuhadar Seyyid Ömer Ağa: Muharrem 1232. Bu zatın mezar taşındaki tarih beyti Vâsıf’ındır:
Vâsıf oku târihini mu’cemle duâ kıl Seyyit Ömer Ağa kıla câ sahn-ı naîmi
Demir parmaklıklı türbe içerisinde:
Allah, bu güzel türbeye ve diğer bütün kabirlere okunan Kur’an ve hadislerden yeri cennet olan Sultan Abdülhamid Han’ın hazinedarlarından Gümüş Ayşe Kadın’ı da mahrum etmesin, amin: Muharrem, 1225.
Ve illâ zamanın padişahının hazinedarı Benli Beşir Ağa, H. 1223,
Şahzade Avcılı [?] menkabe Sultan Mahmud’un çocuk bakıcısı Ayşe, H. 1223,
Önceki padişahlardan Sultan Mustafa Han Hazretleri’nin ikinci kadınları Seyyare Kadın Hazretleri, H. 1233,
İffetli ve namuslu ve devletli Esma Sultan Hazretleri’nin yüce kethüdaları es-Seyyid Ömer Ağa, Zilkade 1223,
Sultan Abdülhamid Han’ın başkadın rütbesiyle seçkin kadını Hatice Kadın Hazretleri, H. 1222.
İkinci sırada; soldan:
Sultan Mustafa Han Hazretleri’nin başkadını Şevkinur Kadın Hazretleri, H. 1227,
Padişahın müsahiplerinden Derviş Nezir Ağa, H. 1225,
Sultan Mustafa’nın çuhadarı Seyyid Ömer Ağa’nın hanımı Ayşe Hanım, H. 1237.
Üçüncü sırada; soldan:
Mekânı cennet olan Sultan Abdülhamid Han Hazretleri’nin muhterem kızı devletli ve namuslu Esma Sultan Hazretleri’nin ahiretliği Yârıderûn Hanım, H. 1231,
Padişahın mabeyincisi Karakulakzade Ali Beyefendi, H. 1228,
Eski Saray’ın ağalarından Cezayirli Ali Ağa, Muharrem 1232,
Sultan Abdülaziz Han Hazretleri’nin cariyelerinden Fikri Visal Kalfa Safer 1280,
Padişah hâzinesi kethüdası Kıbrıslı es-Seyyid Mehmed Emin Efendi, 11 Recep1245. Kitabesi hulûsî hattıyladır.
BOĞAZİÇİ MEHMED ZIYA
Önceki çuhadar ağalarından es-Seyyid Mehmed Es’ad Ağa, H. 1231,
Merhume Kamertâb Kalfa, 27 Recep 1224,
Dilpezîr Kalfa, H. 1224,
Hibbetullah Sultan’ın hazinedarı Şaheste Kadın, Zilhicce, 1254,
Saray ağalarından Ebû Bekir Ağa, Zilhicce, 1240,
Padişah hâzinesi ağalarından Reşid Ağa, 17 Zilhicce 1227.
Dördüncü sırada:
Padişahın vekil ustası Sadcinan Kalfa, Cemaziyelevvel 1278,
Müsahip Cafer Ağa, H. 1231,
Cezayirli Ali Ağa’nm ustası Hatice Kadın, Muharrem 1232. Yanındaki taş düşmüş ve yazısı toprağa dönük olarak bulunmuş olduğundan okuyamadım.
Padişahın silâhtarı Mir Turan Ahmed Beyefendi, 5 Zilkade 1234,
Canfezâ Hatun, 25 Cemaziyelahir 1242,
Mahinur Hatun, 21 Cemaziyelahir 1242,
Padişahın hareminden Arzu-yı Han Kalfa, H. 1245,
Padişahın hareminden Vekil Zühde Usta, H. 1240,
İkinci Kadınefendi’nin tarafından Kamerbend Hatun, 9 Ramazan 1240,
Şevketli Efendimiz Hazretleri’nin cariyesi Cezbî-ârâ Kalfa, 14 Ramazan 1241,
Saray mutfağı kethüdası Hafız Receb Efendi, 28 Recep 1244.
Son ve Kazasker Hanı’na bitişik olan sırada:
Maliye Nazırı Hasib Paşa’nın oğlu es-Seyyid Mehmed Ali Bey, H. 1274,
Esma Sultan’ın cariyesi Fatma Hanım, H. 1249 (annesini emerken ölmüştür),
Hasib Paşa’nın oğlu es-Seyyid Ömer Atâ Bey, 5 Şevval 1254,
Sultan Abdülhamid Han’ın kadınlarından Üçüncü Binnaz Kadın, Şevval 1238,
İ S T A N B U L VE
Bİ Z ANS VE O S MA N L I M E D E N İ Y E T L E R İ N İ N ÖLÜMSÜZ M l RASI
Enderun-ı Hümayun Bâbüssaade ağalarından Hazinedarbaşı İbrahim Ağa, Zilhicce 1238,
Saray baş bahçıvanı es-Seyyid el-Hac Mehmed Ağa, 3 Zilhicce 1239,
Saray ağalarından Yeni Saray baş gulamı merhum Mehmed Ağa, Rebiülevvel 1240,
Sarayın eski silâhşörlerinden el-Hac Mehmed Emin Ağa, Şaban 1240,
Sultan Selim Han Hazretleri’nin silâhşörlerinden el-Hac İbrahim İbiş Ağa, 1 Cemaziyelevvel 1241
Çuhadar ağası padişahın silahtarı merhum Osman Ağa, 15 Cemaziyelahir 1241,
Padişah hâzinesi vekili Kemankeş İbrahim Ağa, H. 1241,488
Şevketli padişahımızın baş kâtibi cennet-mekân Peyker Kalfa, H. 1254,
Şevketli padişahımızın saray ustası devletli saadetli Âtıf Usta Hazretleri, 27 Zilkade 1256,
Şevketli padişahımızın kahvecisi Râmî Usta, 21 Ramazan 1250.
Bütün bir asrın saray erkanıyla, devletin ve milletin şöhretli kişilerini içinde barındıran bu hatırada daha birkaç mezar varsa da, kitabelerine bakarak önemli olmadığı* anlaşıldığından zikretmekten kaçındım.
Hamidiye İmareti
Bugün yerinde Dördüncü Vakıf Han inşa edilmiş olan (H. 1335) Hamidiye İmareti’ni yaptıran, cennet-mekân Sultan Birinci Abdülhamid Han’dır.
Büyük Osmanlı sultanlarının, hükmettikleri ülke ve beldelerde yer yer yaptırdıkları hayır eserleri ve faydalı müesseseler arasında imaretler, gerçekten yüceltmeye değer şefkat dağıtan kuruluşlardır. Gerek padişahlarımız ve gerek “İnsanlar, hükümdarların yolu üzeredir” hükmünce devlet büyükleri ve kendilerini milletin hizmetine vermiş olan hayırsever kimseler, bu mamur imaretlerin varlıklarını sürdürebilmeleri için zengin vakıflar da tayin etmişlerdi. Vaktiyle, öğrencilerin durumlarının refah içinde olması ve bu şekilde ilim ve irfan öğrenmeleri sırasında geçim derdi çekmeyip rahat olmaları için yapılan bu imaretler, Osmanlı Türklerinin ilme desteklerinin ve irfanın yayılması noktasındaki yüce gayretlerinin ve kendilerini ilme adayacak olanlar hakkındaki şefkat dolu yüce duygularının en açık ve en şükrana değer eserlerindendir. Avrupa’da henüz benzerleri yokken Osmanlı ülkesinin geniş topraklarında, hatta kazalara varıncaya kadar pek çok beldesinde bu türlü hayır eserleri, bir okyanus gibi olan Osmanlı medeniyeti içerisinde merhametler saçan özel bir bölümü meydana getirir. Gerçekten, öğrencilerin geçim hususunda bir sıkıntıya düşmemeleri gibi cömertçe bir gaye ve ilim öğretme yönündeki yüce amaca atfedilen bu hayır kurumlan, kuruluşlarındaki maksattan giderek uzaklaşıp birtakım kimselere yiyecek olup, belli gün ve zamanlarda pişirilip hazırlanan ekmekler, çorbalar, aşureler, pilavlar, zerdeler alınıp satılır olmuştu.
488 Adı geçen Kemankeş İbrahim Ağa’nın okçulukta olağanüstü bir kabiliyeti ve mahareti vardı. Metinde tam tersi yazılmıştır (H. N.).
SÖĞÜTLÜ ÇEŞME CAMİİ
09
Eki