İstanbul Ünüversitesi Ve Muhteşem Tarihi

İstanbul Ünüversitesi Ve Muhteşem Tarihi

Üniversite bahçesini anlatmaya belki de en önce Beyazıt Yangın Kulesi’yle başlamak gerekirdi. Şehrin her tarafından görülen ve bir nirengi noktası olan bu kule ünlü şehir tarihçimiz İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre “Bir büyük kabalığı arz eden Ayasofya mabedi yanında Sultanahmed Camii ne ise hantal ve partal Galata Kulesi’nin karşısında körpe bir dal gibi yükselen Beyazıt Kulesi de odur.”

Beyazıt Kulesi’nden bakmak çok faniye nasip olmamıştır.

Bu yıl fakültemize başlayan öğrencilerimizi, bir cemile olsun diye kuleye çıkardık. Bu güzel âdetin gelecek yıllarda da tekrarlanacağını umuyorum. Ecnebilerden Miss Pardoe ve Edmond de Amicis’in kuleden seyrettikleri şehrimize dair anlattıkları da ilgi çekicidir.

Üniversite bahçesi bir yazıda anlatılacak gibi değil. Taç kapıdan ancak girebildik, üstündeki yazılardan, Sultan Abdülaziz’in gömülen tuğrasından şöyle bir söz ettik. Şimdi Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak hayatını sürdüren Bekiraga Bölüğü nden ve burada mahpus yatanlardan, I. Cihan Harbinde Enver Paşanın oturduğu yerden / karargâhtan, İktisat Fakültesi ne bakan duvara

Merak çerağdır, aydınlatır. Merak edip daha ziyade aydınlanmak isteyenler şu çalışmaları da okumalı: İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle İstanbul Abideleri; Beşir Ayvazoğlu, Üçüncü Tepede Hayat Beyazıt Meydanının Derin Tarihi, Kubbealtı İstanbul 2012; Feza Günergun/Sevtap Kadıoğlu, “İstanbul Üniversitesinin Yerleşim Tarihçesi Üzerine Notlar”, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, VIII/1 (2006), 135-163; Ergün Yolcu, “Üniversiteye Bu Kapıdan Girilir

Beyazıt Kulesi

Beyazıt Kulesi

gizlenmiş, suyu kesilmiş adsız sansız mahzun çeşmeden bahsedemedik.

Süleymaniye tarafında İktisat ve Hukuk Fakülteleri kütüphanelerinin arkasından çamlar ve ıhlamurlar arasından geçerek yüksek bahçe duvarının önündeki taştan yapılı avluya çıkmak ve bu muhteşem mabede bakmak, Boğaz’ı ve Sarayburnu’nu seyretmek, Eminönü’ne doğru temaşa etmek müstesna bir lütuftur.

‘Arz eder mi zer alemle kevkeb-i zehra binâ Dâr-ı mülkü etmesin bu kulleye muhtâc Hak Ziynetiçürı etmiş olsun şâh-ı mülk-ârâ binâ Kulle-i eflâk durdukça o $âh eylesin Zirve-i çarha esâs şevketin Mevlâ binâ Sanki tâk-ı çarha yazdım “îzzetâ” târihini Kıldı Hân Mahmûd-ı ‘Adlî kulle-i vâlâ binâ 1244 (1829) Harrerehu el-fakîr el-abd e’d-dâ’i’

Nisan 2014’te onarımdan çıkan taç kapının alnında, yumurtamsı bir mermer üstünde T.C. yazısı vardı.

Bugün bu mermer kaldırılmış ve altında orijinal Sultan Abdülaziz tuğrası arz-ı endam etmiştir. Tuğranın alt kısmında eskiden ortada tunçtan harflerle “İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ” yazısı yalnızken, şimdi onun soluna T.C. sağına ise üniversitenin yılanlı amblemi de yerleştirilmiştir. Süheyl Ünver’in, 13. asra ait bir Selçuklu darüşşifasınm üzerindeki motiflerden ilham alarak oluşturduğu bu amblem, bundan evvel taç kapının iç cephesinin en üstünde yine yumurtamsı madalyonda idi.

Bunların altında Romen rakamlarıyla 1453 yazılıdır. Altta ise Hattat Şefik Bey’in üçlü bir kompozisyonuyla ortada “Daire-i Umur-ı Askeriye”, sağda Fetih suresinin 1., solda 3. ayeti yer alır. Bu ayetlerin mealleri şöyledir: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik.” “Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.”

Tabii, binanın Harbiye Nezareti olarak yapıldığını unutmayalım.

Taç kapının üniversite bahçesine bakan yüzünde, üçlü kitabe halinde Kazasker Mustafa İzzet Efendinin yazdığı

Beyazıt Kulesi1

Matla’-i envâr-ı şevket şems-i evc-i saltanat

Asuman durdukça olsun mazhar-ı nasr-ı azız

Askere Nüzhet kulu tebşir eder tarihini Lutf-ı şah Abdülaziz açdı der-i nasr-ı aziz

kıtası vardır. Sonradan onun üstüne, Gençliğe Hitabenin ilk cümlesi yazılmıştır.

Harbiye Nezareti binasıyla taç kapı ve eklentilerinin Tanzimatçıların hâkimiyetini göstermek üzere Beyazıt Camiinden daha yüksek yapıldığı da belirtilmiştir.

Üniversite bahçesinin içinde neler var diye bir tespit yapalım. Evvela kapının sağında ve solunda iki tane köşk var. Girdiğinizde sağdaki Şehzadeler Köşkü, soldaki Biniş Köşkü’dür. Bugün birincisi Profesörler Evi adı altında restoran hizmeti veriyor; İkincisi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne ev sahipliği yapıyor. Üniversiteye tahsisten sonra bugüne kadar bu köşkler farklı maksatlarla kullanılmışlardır. Profesörler Evinin sağında 1935’de planı Mimar Arif Hikmet Holtay’ca çizilen IU Astronomi Enstitüsü inşa edilmiştir. Galiba 1949’da da ana binanın sağ ve solunda yer alan ve bugün hoca odaları, araştırma merkezleri ve anfiler olarak hizmet veren binalar eklenmiştir. Yapının ilk halinde burada askerlerin bazı barınakları yer alıyordu.

Evvela kapının sağında ve solunda iki tane köşk var. Girdiğinizde sağdaki Şehzadeler Köşkü, soldaki Biniş Köşkü’dür

9Eylül 1980 tarihinde adım attığım İstanbul Üniversitesi bahçesi hakkında yazacağımı hiç düşünmemiştim. Oysa İstanbul’da birkaç ay veya yıl oturduğum yerler hakkında hayli zamandır yazmayı düşünüyorum. Onlardan daha çok ömrümün geçtiği bu bahçe ve üniversite hakkında yazmayı da çoktan düşünmeli ve malzeme toplamalıydım. Bugün bunu deneyeceğim

Umarım bu yazı, okuyanlarda üniversite ve onun bulunduğu Beyazıt ve etrafı hakkında yazılar okumak ve kendi hislerini, gördüklerini, sadece o da değil yaşadığı yerler hakkında da intibalarını yazmak isteği doğurur.

Üniversitenin en başta taç kapısı dikkati çekiyor. Eski kâğıt Türk liralarının birisinin üstüne de resmedilen bu kapı, üniversitenin sembolü olmuştur ve onu tarif etmede de büyük kolaylık sağlamaktadır. Öğrencilerimize ‘bu fakülte (Hukuk Fakültesi) sırf bu kapıdan içeri girmek için tercihe şayandır’ diyebilmemizi mümkün kılan mehabette bir kapıdır bu!

Seraskerlik Kapısının ilkin Sultan İkinci Mahmud devrinde, 1827’de yapıldığı ve bunun SoğukçeşmeAlayköşkü tarafında bulunan Babıâli kapısını andırdığı ve meydana daha kişilikli bir hava kattığı ifade edilmiştir. Bu kapı şimdikine göre daha güneyde imiş. Bugünkü kapı ise Sultan Abdülaziz devrinde 1864 yılında inşa ettirilmiştir. Beşir Ayvazoğlu’na göre “Fransız mimar Bourgeois, Mağrip mimarisinden aldığı bezeme elemanlarını kullanarak Tanzimatçıların hoşuna gidecek oryantalist bir hava yakalamış olmakla beraber, günümüzde kalıntıları Simkeşhane’nin önünde bulunan Theodosius Zafer Takının şemasını uyguladığı taç kapı, cesametiyle Beyazıt Meydanının tarihî kimliğine açıkça meydan okumaktadır. Nezaretin bahçe seviyesi de kapıyı oluşturan yapıların döşeme seviyesine kadar yükseltilmiş, bahçe duvarının Bakırcılar Çarşısı tarafındaki kısmına halen kullanılan dükkanlar yapılarak düz duvarların olumsuz etkisi giderilmek istenmiştir.”

sultan5.Ahmet

 

 Sultan Beşinci Mehmed Reşad’ın cülus merasimi sırasında cülus alayı Harbiye Nezareti bahçesindeHarbiye Nezareti binası ve Beyazıt Yangın Kulesi’ni gösteren bir katrpostal

Üniversite bahçesinde az tanınan ve itiraf edeyim benim de bu yazıyı yazarken öğrendiğim Yemin Taşı adıyla maruf bir anıt vardır. Bahçeye açılan altı kapıdan biri olan vezneciler yönündeki araç kapısına yöneldiğinizde sol tarafta bahçe içinde dev bir kaya parçası صلآا’؛اآ؛ا؛ءآاأ 960ل birkaç ay sonra İstanbul Valisi Refik Tulga tarafından oraya yerleştirilmiştir.

Bahçede ayrıca üniversitemizde hizmet eden Alman profesörlerin anısına (29 Mayıs 1986), İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü anısına (1953), ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun anısına (31.05.2003) ve yine 2005’teki bahçe düzenlemesi anısına levhalar veya anıtlar dikilmiştir. Baltacıoğlu anısına konulan levha maalesef sonradan sökülmüştür.

Üniversite bahçesini anlatmaya belki de en önce Beyazıt Yangın Kulesi’yle başlamak gerekirdi.

ÜnüversiteŞehrin her tarafından görülen ve bir nirengi noktası olan bu kule meşbu ٢ şehir tarihçimiz İbrahim 1اس؛ا Konyalı’ya göre “Bir büyük kabalığı arz eden Ayasofya mabedi yanında $ultanahmed Camii ne ise hantal ve partal Galata Kulesi’nin karşısında körpe bir dal gibi yükselen Beyazıt Kulesi de odur.”

Edicimizi yarıştırmayı bir yana bırakalım da kulenin ne vakit inşa edildiğine bakalım. Kule ikinci Mahmud Han devrinde, 1828’de yanğin kulesi olarak yaptırılmıştır. Kulenin kaidesine meşhur hattat Yesarizade Mustafa izzet’in hattıyla 20 mısralık bir kitabe konulmuştur.

Konyalı bu kitabeyi şöyle okumuştur:

Hak bu kim Sultan Mahmüd’un sarây-ı şevkete Bir nazîri gelmemişdir olalı dünyâ binâ Bânî-i endîşesi tecdîd kıldı devletin Köhne bünyân-ı cihanı etmede hâlâ binâ Eyleyüp Eski Saray’ın Bâb-ı Serasker o şâh Nev be nev yapmakda anda bir nice binâ Emredip Serasker-i sabık Hüseyin Gâzi Buldu bu kafi şeca’at kulle-i ra‘nâ binâ Eyleyüp serasker-i lâhık nezaret hüsnüne Anı manen eyledi güya iki pâşâ binâ Revzen-i eflâkden baktıkça zir-i pâyine Kaldı إسر haddine hayretde bu bâlâ binâ Olmasa zer’in külahı âsumâna müntehi’a

Vaktiyle askerlerin talim sahası olan bahçemizde bir hayli ağaç var. Bu ağaçların, Enver Paşa’nm Almanlara hazırlattığı iki farklı bahçe planından birisini seçerek Mimar Vedat Tek’e uygulatan devrin İÜ rektörü değerli eğitimbilimci İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nca diktirildiği biliniyor. Kapıdan asıl üniversite binasına getiren yol, kadîm Osmanlı geleneğine uyularak sağlı sollu çınar ağaçları arasından ilerler. Bahardan güze kadar bu yolun iki tarafı türlü çiçeklerle donanmış olur ve mekâna başka bir revnak verir. 1950’li yıllarda annelerin çocuklarını alıp bu bahçeye gezmeye çıkardıkları da vakidir. Ağaçların her birinin dibinde -bazıları şimdi yitse de- ağacın Türkçe ve Latince adının yazılması pek az yerde gördüğümüz ince bir dikkatin örneği olarak takdir edilmeyi hak ediyor. Erguvanlar, ıhlamurlar, çamlar, akçaağaçlar, karayemişler, vs. üniversitenin bahçesini şenlendiriyorlar.

Osmanlılar şehri aldıktan beş yıl sonra bu bahçede ahşaptan ilk saraylarını dikmişlerdir. Bizans çağında da burada bir saray olduğu bilinir. Fatih tarafından Topkapı Sarayının yaptırılmasından sonra Eski Saray adını alarak ve artık eski sultanların eşlerine tahsis edilen bu sarayın etrafında saray mensuplarının avlanmaları için türlü av hayvanlarının yetiştirildiği nakledilmektedir. Günergun ve Kadıoğlu’nun

Ünüversite

I Beyazıt Camii’nin I minaresinden eskiden Seraskerlik olarak kullanılan ؛ bahçe ve yangın kulesi OsmanlI’nın son devirlerinde Seraskerlik Kapısı ve Beyazıt Yangın Kulesi’ni gösteren bir kartpostal

yazdığına göre, Yeniçeri Ocağının kaldırılmasına kadar Eski Saray çeşitli onarmalarla ayakta kalmayı sürdürmüş, bundan sonra askeri işlerin görüldüğü bir yer halini almıştır. Bab-ı Seraskeri veya Serasker Kapısı olarak tesmiye edilen bu ahşap yapı, 1864’te yıkılarak Fransız mimar Auguste Bourgeois (1821-1884) tarafından yerine bugün

mekâna başka bir revnak verir. 1950’li yıllarda annelerin çocuklarını alıp bu bahçeye gezmeye çıkardıkları da vakidir. Ağaçların her birinin dibinde -bazıları şimdi yitse de- ağacın Türkçe ve Latince adının yazılması pek az yerde gördüğümüz ince bir dikkatin örneği olarak takdir edilmeyi hak ediyor. Erguvanlar, ıhlamurlar, çamlar, akçaağaçlar, karayemişler, vs. üniversitenin bahçesini şenlendiriyorlar.

Osmanlılar şehri aldıktan beş yıl sonra bu bahçede ahşaptan ilk saraylarını dikmişlerdir. Bizans çağında da burada bir saray olduğu bilinir. Fatih tarafından Topkapı Sarayının  Rektörlük ve Hukuk Fakültesi Dekanlığının içinde bulunduğu kârgir “ana bina” yapılmıştır. Yeni yapı 1865-66’da tamamlanmıştır. 1894’teki büyük İstanbul zelzelesinde hasar gören binanın İtalyan mimar Raimondo D’Aroncoya (1857-1932) tamir ettirildiği bilinmektedir.

1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Seraskerlik, Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı, bugünkü Milli Savunma Bakanlığı) olarak tanzim edilmiş ve 1924’te Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra bütün bakanlıklar başkent Ankara’ya taşınınca bina boşaltılmış ve adı Darülfünun olan İstanbul Üniversitesine tahsis edilmiştir.

 

İstanbul Ünüversitesi

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*