İstanbul’da İlim ve Kültür Hayatı
İstanbul’daki büyük yapıları üçe ayırır:Camiler, saraylar ve kışlalar. Bu camilerden Fatih Camii’nin harap bir halde olduğunu, bayram namazını kıldığı Süleymaniye’nin Ayasofya’dan daha büyük olduğunu, Bayezid Camii’nde de namaz kıldığını bildirir.Bu caminin etrafında Ramazan ayında çeşitli tuhafiye ve tatlı pazarlarının kurulduğunu aktarır. Yeni Cami’nin imamının Ali Efendi olduğunu, Nuruosmaniye Camii’nin hatibi Süleyman Efendi’nin Arapçayı bildiğini ve mihrabda Cuma günleri hadis dersleri verdiğini anlatır. Sultan Selim ve Şehzade Camilerinde de namaz kıldığını yazar. Sultan (İkinci Abdulhamid) hazretlerinin imamı Yusuf Efendi ile Raşid Efendi ise, padişah İstanbul’un her neresinde namaz kılarsa onlardan birisinin imamlık yaptığını bildirir. Ancak İstanbul camilerinin en önemli özellikleri arasında yazarın dikkatini çeken bir husus da, camilere ayakkabıyla girilmemesi ve her cami kapısında bir ayakkabı nöbetçisinin bulunmasıdır.
“İstanbul’da Maarif’ başlığı altında İstanbul’un kültür hayatına da değinen es-Sunusi, dini eğitim ve öğretim dairesinin şeyhülislâmlığa bağlı olduğunu yazdıktan sonra, Maarif Nazırı Mustafa Efendi’nin nezaretinde İstanbul’da doksan beş okul bulunduğunu ve bunlar arasında en önemli okulun Mektebi Sultani olduğunu bildirir. Bu Sultani’de Türkçe,
Farsça, Arapça ve Fransızca dillerinin yanısıra çeşitli derslerin okutulduğunu yazar. İstanbul’daki yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısının 6910 olduğunu, diğer alt seviyedeki okulların mevcudu ile birlikte bu sayının 11086 olduğunu aktarır. Bu okulların yanında İstanbul’da kırktan fazla kütüphanenin bulunduğundan ve Farsça, Türkçe ve Arapça müzehheb en nefis yazmaların bu kütüphanelerde yer aldığından bahseder. Matbaaların ise kitap, günlük ve haftalık gazete bastığını anlatır.
İstanbulluların Mushaflara Saygısı
İstanbul’da yazarın ilgisini çeken en önemli hususlardan birisi de Mushafı Şeriflere bu şehirde gösterilen titiz ilgi ve saygıdır. Mushafların çok güzel bir şekilde yazılıp tezhipli olduğunu anlatır. Tüm camilerde mihrabın her iki tarafının Kur’âm Kerîmlerle dolu olduğunu, zenginlerin en güzel yazıyla yazılan Mushafları satın alıp, bu camilere vakfettiğini bildirir. Camiye gelen herkesin bu Kur’âm Kerîmlerden okuyabileceklerini de aktaran yazar, imam ve müezzinlerin çok güzel ses ve tecvidle tilavette bulunduklarını, aynı zamanda harfleri mahreçlerinden gerektiği şekilde çıkardıklarını anlatır. İşte bu gördüğü güzelliklerin en güzel müzelerde sergilenen eserlerden daha cazip bir manzara olduğunu da anlatan yazar, Topkapı’daki Mukaddes Emanetler Dairesi’ni de ele alır. Buradaki eserlerin Ramazan ayı boyunca herkese açık olduğunu, padişah hazretlerinin Kadir Gecesi’nde burayı ziyaret ettiğini ve bu eserlerin İslâm’ın en eski ve değerli eserleri olduğunu bildirir.
Sultan İkinci Abdülhamid döneminde İstanbul, daha önceki dönemlere nazaran çok daha etkin konumdadır. Zira takip edilen İslâmî birlik politikasından dolayı, merkezi yönetim daha güçlenmiş, taşrayla ilişkiler daha sıkılaşmış, yazarlar, ilim adamları, şairler ve Arapların ileri gelenlerinden bazıları, İstanbul’u ziyaret etmişlerdir. Gerçi Arap Yarımadasından İstanbul’a ziyarete gelenlerin yazılı hatıra bıraktıklarına dair henüz herhangi bir veriye rastlamadık, ancak bazılarının gerek arşiv belgelerinde, gerekse yazdıkları kitap ve şiirlerde bu şehirle ilgili gözlemlerini yansıttıklarını görüyoruz. Mesalâ, 1325/1907 yılında paşalık unvanı verilen ve Suudi Arabistan devletinin kurucusu Kral Abdulaziz’in temsilcisi olarak İstanbul a gelen Salih el’Azl Paşa, bu ziyareti hakkında bir hatırat
olduğunu, zenginlerin en güzel yazıyla yazılan Mushafları satın alıp, bu camilere vakfettiğini bildirir. Camiye gelen herkesin bu Kur’âm Kerîmlerden okuyabileceklerini de aktaran yazar, imam ve müezzinlerin çok güzel ses ve tecvidle tilavette bulunduklarını, aynı zamanda harfleri mahreçlerinden gerektiği şekilde çıkardıklarını anlatır. İşte bu gördüğü güzelliklerin en güzel müzelerde sergilenen eserlerden daha cazip bir manzara olduğunu da anlatan yazar, Topkapı’daki Mukaddes Emanetler Dairesi’ni de ele alır. Buradaki eserlerin Ramazan ayı boyunca herkese açık olduğunu, padişah hazretlerinin Kadir Gecesi’nde burayı ziyaret ettiğini ve bu eserlerin İslâm’ın en eski ve değerli eserleri olduğunu bildirir.
İstanbul Halkı Nasıldı?
İstanbul’daki müzelerden de bahseden es-Sunusi, buradaki Yeniçeri Müzesi’nin çok geniş bir mekanda kurulduğunu anlatır. İstanbul’un yüksek surlarla çevrili olduğunu, Yunanlılardan kalma yirmiye yakın kulesi bulunduğunu bildiren yazar, eskiden şehrin kırk üç kapısı varken o tarihte (1882) yalnızca yedi kapı kaldığını bildirir. Şehrin içinde ise büyük çarşı ve pazarlar vardır. Bunlardan Kapalı Çarşı meşhurdur. Uzun Çarşı’da Avrupa kumaşları satılmaktadır. Şirşa (çarşı) dediği çarşıda on binden fazla dükkan vardır ve satıcıların çoğunu Araplar oluşturur.
İstanbul sakinleri, manavlarda satılan sebze/meyve fiyatları yüksek olduğundan, ihtiyaçlarını her hafta farklı bir semtte kurulan seyyar sebze pazarından tedarik etmektedirler. Şehirde bulunan çoğu kasaplar ve fırıncılar Rumlardandır. İstanbullular, evlerinde hamur yoğurup ekmek pişirmiyorlardır ve herkes günlük ekmeğini bu fırınlardan almaktadır.Es’Sunusi, ihtiyaç sahiplerinin bedava barındığı elli bin civarında evin bulunduğunu, Pera diye adlandırılan Beyoğlu semtinde yabancıların kaldığını, bu semtteki yapıların artık Avrupa evleri tarzında taştan yapıldığını, burada oteller bulunduğunu ve bir de Tünel diye adlandırılan yeraltı geçidi bulunduğunu yazar. İstanbul’daki en güzel parkın, Haliç’in etrafında bulunan Kağıthane’de yer aldığını, burada yarım millik yemyeşil sahaların olduğunu ve yanında ise Üçüncü Ahmed tarafından 1724 yılında yapılan ve etrafı bahçelerle donatılmış bir saray bulunduğunu bildirir.
Galata semtinden de bahseden yazar, İstanbul’da ara sıra meydana gelen yangınlardan dolayı şehrin bir çok güzelliğini kaybettiğini, çoğu ahşap yapıların yangından korunması için bu semtte bir yangın kulesi inşa edildiğini bildirir.
Yıldız sarayını ise, Sultan İkinci Abdulhamid’in padişah olmadan önce yaptırdığını, padişah olduktan sonra ise burayı değiştirmediğini, ancak daha yeni yapıları ilave ettiğini, ayrıca buradaki birçok araziyi vezirlerine dağıttığını, onların daYıldız’a yakın yeni konaklar inşa ettiklerini yazar.
İstanbul, İkinci Abdülhamid Han döneminde Arap âleminden gelen ilim ve fikir adamlarını ağırlamış, onlar da İstanbul’un çeşitli vasıf ve özelliklerini Arapça olarak ele almış ve yayınlamışlardır. İşte bu yazılardan Arap elitlerinin hem Osmanlı devletine olan bakış açıları, hem de mensup oldukları memleketlere kültür ve medeniyet açısından benzemeyen İstanbul hakkmdaki görüşleri ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda bu yazarların, İstanbul’un vasıf ve özelliklerini sayarken, Osmanlı yazarlarından ayrı olarak yansıttıkları manzara, bakılmaya değer.