“Ey Eba Eyyub biz geldik”

“Ey Eba Eyyub biz geldik”

Eyüp sultan türbesi

“Kostantiniye Şehri” başlığıyla İstanbul’un özelliklerini saymaya başlayan es-Sunusi, bu şehrin dünyanın en güzel yerinde kurulduğundan bahseder. Şehrin yüzölçümünün on iki mil olduğunu, sakinlerinin bir buçuk milyondan fazla olduğunu ve Müslümanların nüfusunun bir milyonu aştığını yazar. Ramazan ayının altısında gündüz vakti İstanbul’a ulaştıklarını, ancak gece vakti gelip minareler aydınlanıp çarşılar canlanınca bu şehrin manzarasının çok daha güzel ve ihtişamlı olduğunu bildirir. İşte bu esnada, Tunus beyinin 1838 tarihinde Bat>ı Ali’ye gönderdiği Şair İbrahim er-Riyahi’nin bu şehir hakkında yazdığı şiir aklına gelir:

Hilafet şehri güzelliğiyle nadirdir

Şanı yüksek etkisi uzaktır (uzaklara gider)

Kim ki onu övmeye kalkarsa

Sanki gökyüzüne çıkar gibi olur (zordur)

Yatsı namazını şevkle Beşiktaş’taki büyük camide kılmaya özen gösteren es-Sunusi, bu ihtişamlı şehirde belki de en güzel zamanını burada geçirdiğini aktarır. Zira burada gerek cami mahfelinin, gerekse imam tarafından tilavet olunan ayetti kerimelerin kendisini ne denli etkilediğini ve adeta mest ettiğini bildirir.

Aynı şekilde “İstanbul’un en büyük camilerinden” diye nitelendirdiği Eyüp Camii’nden bahsederken, bu büyük sahabenin Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olan mihmandarlığına vurgu yapar ve kendisinden 150 civarında hadisti şerif rivayet ettiğini bildirir. Ayrıca onun kabrini ziyaret ederken manevi bir haz duyduğunu ifade eder ve bu münasebetle iki beyitlik bir şiir yazar:

Ey Eba Eyyub biz geldik

Yüceliğini Hilafet evinde (merkezinde) ziyaret için

Gelişimizi iyi karşıla, kasdımızı anla

Ondan (ziyaretinden) başka bir isteğimiz yoktur

Ramazan’da Camilerde Okunan Dersler

Şimdiki, Beşiktaş ve Eyüp camilerinden bahsetmekle birlikte Ayasofya Camiini İstanbul camilerinin en büyüğü olarak niteler. Romalılar döneminde 320 tarihinde Büyük Kostantin tarafından kilise olarak inşa edilen binanın bazı yapı detaylarını da nakleden yazar, Fatih Sultan Mehmed in İstanbul u fethinden sonra kiliseyi camiye çevirip burada namaz kıldığını bildirir. Bu büyük yapının Sultan Üçüncü Murad devrinde depremden dolayı bazı dış duvarlarının zarar gördüğünü, istinat duvarları ile büyük kubbenin güçlendirildiğini, dört minare yapıldığını ve caminin etrafına da medreseler, hamamlar ve mezarlıklar yapıldığını yazar. Dönemin cami cemaatinin görüşünü yansıtması açısından burada başından geçen bir hadise dikkat çekicidir. İlk defa bu camiye ikindi namazından önce girdiğini, caminin ortasında iki rekat sünnet kılmaya başlamasından sonra cemaat arasında bir kargaşa duyduğunu ve namazını bitirdikten sonra, yaşlı birisinin kendisine yaklaştığını ve musahafadan sonra gayet kibarca kendisine memleketini sorduğunu belirtir. Tunuslu olduğunu söylemesi üzerine, yaşlının kendisine kıyamda el bağlamak hakkında ikinci bir soru sorduğunu ve buna cevap olarak Maliki olduğunu açıklamak durumunda kalır.

Bunun üzerine soran kişi rahat bir nefes alarak cemaate Maliki mezhebinin Sünni olduğunu söyler. İşte bundan sonra herhangi bir camide namaz kıldığında el bağladığını bildirir.

Ramazan ayında Ayasofya’da İkindi namazından sonra verilen Tefsir, Hadis, vaaz ve irşad dersleri için halkalar oluşturulduğunu, hanımlar için de kapalı bir mahfelde görülmeyecek şekilde mahfelin dışında bulunan erkek hocalardan dersler verildiğini yazan es-Sunusi, bu derslerin yalnızca Ramazan ayma has olduğunu bildirir.

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*