JAPONYA

JAPONYA

Dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan ve gelişmiş büyük ülkeler arasında kişi başına millî gelir bakımından en önde gelen Japonya, birçok coğrafî engeli bünyesinde barındırmasına (373 000 km2, yani Türkiye’nin yansı büyüklüğünde küçük bir devlettir), doğal konumu bakımından anakaradan ayrı, dar ve parçalanmış bir arazi üstünde deprem tehlikesiyle sürekli karşı karşıya bulunmasına rağmen, bu gücünü, dünya pazarlarındaki değişimlere kendini sürekli uydurabilen uzun vadeli smaî ve ticarî bir strateji üstünde temellendirmeyi başarmış, bu başarıyı halkının güçlü toplumsal dayanışması sayesinde elde etmiştir.
Nikon veya Nippon Uluslararası kod: JPN Yüzölçümü: 373 000 km2 Nüfus: 126 100 000 (1997)

Nüfus yoğunluğu: 338 kişi/km2 Başkent: Tokyo (7 967 614 nüf.) [1995]

Resmî dil: Japonca

Dinler: %39,5 Şintocu, %38,3 Budist, %3,9 Hıristiyan, %1E Millî bayramlar: 11 Şubat (ulusal kuruluş günü), 23 Aralı! (imparatorun doğum günü).

Para birimi: yen (JPY) [1 yen= 100 sens] Hükümet ve yönetim Anayasa: 1946-1947’de yürürlüğe giren anayasaya göre oğula geçen meşrutî monarşi.

Kurumlar: Diet iki yasama meclisinden oluşur: altı yıllık fc seçilen Danışmanlar Meclisi (252 üye) ve 4 yıllık bir süre i Temsilciler Meclisi (512 üye). Başbakan, Diet tarafından se rator tarafından atanır.

Yönetim birimleri: 5 bölge, 47 valilik (ken).

Ekonomi GSMH; 4 451 milyar dolar [1996]

Kişi başma GSMH: 35 554 dolar [1996]

İthalat: 328,6 milyar dolar [1996]

İhracat: 386,9 milyar dolar [1996]

Eğitim ve sağlık Okuryazarlık oram: yetişkin nüfusun % 95’i [1995] Ortalama ömür: kadın 83; erkek 77 [1996]

Çocuk ölüm oram: %° 6 [1996] ■■ ■ ■ ■ .

■■ ■ ,:
Fuji-Yama (3 778 m),

Honşu Adası’ndadır. Bu sönmüş volkan, Japon adalannın Pasifik Okyanusu’nun «ateş kuşağı» üzerinde bulunduğunu gösterir.
Japon içdenizi, ada ve adacıklarla doludur ve Honşu, Şikoku, Kyuşu gibi üç büyük adanın arasına da girer.
İÇİNDEKİLER

S FİZİKÎ COĞRAFYA E BEŞERÎ VE İKTİSADÎ COĞRAFYA E TARİH

3 KÜLTÜR VE MEDENİYET
– FİZİKÎ COĞRAFYA

Yay biçiminde uzanan Japon adaları, Ingiltere’ye göre anakaradan daha ayrıdır: İngiltere Avrupa kıtasından 30 km ötede olduğu halde, Japonya’yı Kore’den ayıran Tsuşima Boğazı’nın genişliği 200 km’dir. Japon adaları daha parçalanmış durumdadır ve uzun bir alana yayılmıştır: ülkeyi oluşturan 4 000 ada, kuzeyden güneye doğru yaklaşık 3 000 kiri’ boyunca uzanır. Bu parçalanma nispîdir; çünkü ülke topraklarının yüzde 96’sım 4 büyük ada oluşturur: Hokkaido (79 000 km2), Honşu (227 000 km’), Şikoku (18 000 km2) ve Kyuşu (36 000 km2). Yirmi kilometreden az genişliği olan, Honşu ve Hokkaido adalarını birbirinden ayıran Tsu-garu Boğazı’nın dışında, bu adaları birbirinden ayıran boğazlar fazla geniş değildir. Ryukyu ve Ogasavara (veya Borün) takımadalarım oluşturan küçük adalara gelince, bunlar çoğu yerde birbirine oldukça yakın bir yay oluşturacak biçimde dizilmiştir.

Buna karşılık bu parçalanma, ülke topraklarının bütünleşmesini belirli ölçüde engeller: kötü hava koşullarında, adalar adasındaki deniz veya hava ulaşımı zaman zaman kesintiye uğrar. Bu nedenle Japonya, topraklarım oluşturan büyük adaları birbirine karayoluyla bağlamak için olağanüstü çaba harcamaktadır.

nlemesine uzanan üç dağ zinciri: Hida, ağlannınkine eşittir (Fujiyama bunun dı-ıda kalan dağların yüksekliği 2 000 m’yi maadanın coğrafî konumu dolayısıyla isi boyunca uzanır) Japon dağlan genel ik yamaçları içeren çok genç dağlardır, laha eski zamanlarda tamamlamış bazı jr: Kitakami tepeleri (Tohoku), Çugoku nin genç olması ve iklim koşullan yüzün-yon vardır: yavaş veya bir doğal afet haizli toprak kaymalarına, yer çökmelerine
(özellikle tayfunlar sırasında) sık rasdanır.

Tarıma ayrılmış arazileri bir yandan, iklim ve engebeli arazi dolayısıyla kısa, fazla eğimli yatağa sahip, akıntı hızı çok yüksek olan, bu yüzden de anî ve tahrip edici taşmalar gösteren (mesela tayfunlar sırasında) akarsulardan korumak gerekmektedir. Bu nedenle akarsuların kıyılarına sistemli olarak yüksek setler çekilmekte, ormanlar da erozyonu önlemek, böylelikle de ovalarda alüvyon birikerek nehir yataklannın yükselmesini engellemek için özenle korunmaktadır. Öte yandan, kentleşmenin sürekli kemirdiği alanları ekonomik kullanmak gerekmektedir, çünkü tarıma ayrılabilecek alanlar fazla değildir. Bu nedenle denizden toprak kazanma
Japon Alpleri. Dağlar, Japon topraklanma yüzde 60’ını kaplar.
S52e <“• ~ »•
Hokkaido Atlası, dünyanın en büyük balıkçılık merkezlerinden biridir. Japonya bu yüzden, Japon adalannın doğal uzantısı olan KurilAdalan (Rusya) üzerinde hak iddia etmektedir.
JAPONYA
Metre

■4 000 2 000 1 000 -200
LZJ Önemli yerleşmeler

–— Demiryolu

+ Yükselti veya derinlik Başkentlerin altı çizili
Ölçek: 1/10 615 000

0 50 100 150 200 250 km

Nicubaşi İmparatorluk Sarayı.

İmparatorun Tokyo’daki konutu, şehrin geri kalan bölümünden özenle aynlıp korunur.
Deprem (yukanda, 1993 depreminde yıkılan bir alan görülmektedir). Sık sık meydana gelen ve ölümlere yol açan depremler, tsunami de (deniz baskını) oluşturmaktadır.
Tokyo. Modern Japon ekonomisinin iki yüzü: finans gücü (Dünya Ticaret Merkezi) ve denizden kazanılan sanayi alanlan.
yoluna gidilmiştir. Bunu gerçekleştirmek için iki yöntem uygulanmaktadır: «polder»ler (bir koyun ağzına bir baştan ötekine bent inşa edilip içerde kalan arazinin su boşaltılarak toprakla doldurulması) veya dolma araziler (bir set inşa edildikten sonra, içerde kalan arazi kumla, toprağın taraklanarak yayılmasıyla veya büyük kentlerden getirilen çöplerle doldurulmaktadır) oluşturulmaktadır.

İklim

Çin’de ve Kore’de olduğu gibi Japonya’da da muson iklimi değil, dört mevsim yaşanan Asya iklimi egemendir. Japon takımadaları ûuebec enleminden Küba enlemine kadar uzandığından, burada rastlanan iklim kuşağı ılıman soğuk bölgeden tropikal bölgeye kadar değişiklik gösterir. Bu enlem farkına, ülkenin konumundan doğan farklılık da eklenir. Japonya, dünya üzerindeki en büyük kıta kidesi ile en geniş deniz alanının arasında yer alır. Bu konumun sonucu olarak hem alan bakımından (ortamların karşıtlığı), hem zaman bakımında (mevsimlerin farklılığı) ülkede iki ayrı iklim görülür.

Ülkenin kuzeyi ile güneyi arasında büyük sıcaklık farkı vardır. Kuzeydeki büyük Hokkaido Adası’nın doğusunda en sıcak ayın sıcaklığı (17 °C), en güneyde yer alan Ryukyu takımadalarının en soğuk ayının sıcaklığıyla yaklaşık olarak aynıdır (16 °C). Yılın sıcaklık ortalaması (5 °C), buzlanmanın olmadığı, karın yağmadığı Okinava Adası’nda (Ryukyu adalarının en büyüğü) hiç kaydedilmeyen düşüklüktedir. Tokyo’da ocak ayı ortalaması, İstanbul ortalamasına yakın (3 °C) olduğu halde, Hokkaido’nun orta kesiminde -10 “C’dir (Moskova’da olduğu gibi). Burada toprak zemini yaklaşık 1 m derinliğe kadar donar, kar altı ay kalır, buzullar Okhotsk Denizinin kıyılarını kaplar. Buna karşılık yaz mevsiminde, yağış rejimi, takımadanın bütününde hava sıcaklıklarını eşideme eğilimindedir: Okinava’daki sıcaklık (28 °C) hiçbir zaman Tokyo’daki sıcaklığın (26 °C) çok üstüne çıkmaz, hatta ılık Tsuşima su akıntısı sayesinde Hokkaido’nun kuzeyinde hava ılık olur. Ama adanın, Oyaşio soğuk su akıntısının etkisinde kalan doğu kesiminde hava sıcaklığı, bölge Marsilya enleminde olduğu halde Stockholm’le aynıdır.

Kış rüzgârları ile yaz rüzgârları arasındaki fark çarpıcıdır. Kış mevsiminde, Sibirya’da oluşan yüksek basınç Japonya’yı kuzeybatıdan esen şiddedi rüzgârların etkisinde bırakırken, yaz mevsiminde Ogasavara’nın tropikal ve nemli havası bakımından takımadanın büyük bir bölümünü etkisi altına alır. Bu sıcak hava kitleleri ile Okhotsk Denizi’nin soğuk yüksek basınç alanının bir araya gelmesi sonucu bahar yağmurları («erik yağmurları») yaşanır. Bu yağmurlar sırasında adalara güneydoğu rüzgârları egemen olur. Bu yağmurlar, takımadanın güneyinde haziran ayında görülür, daha sonra yukarı doğru kayarak ağustos sonunda Hokkaido Adası’nın güneyine ulaşır; eylül ayında yeniden güneye iner. Böylelikle dört mevsim birbirinden net biçimde ayrılmış olur. Sıcak ve görece olarak kurak geçen yaz mevsimi ilk baharda gelen şiddetli yağmurlarla başlar ve sona erer. Yağmurlar özellikle güneybatı kesimine bol düşer. Kış mevsimindeyse Japonya’nın yüzü (Japon Denizi’ne bakan tarafı) ile Japonya’nın tersi (Pasifik Okya-
nusu’na bakan tarafı) arasındaki karşıtlık açık seçik ortaya ı Birincisi Sibirya’nın, denizin üstünden geçerken nem yükl soğuk rüzgârlarının etkisinde kalarak bol bol kar alır; bunuı sine, Pasifik Okyanusu’na bakan ve buradan esen rüzgârlar: kişinde kalan İkincisi açık ve yağışsız bir mevsim yaşar, llkb da ve sonbaharda kıta Çini’nden ılık ve kuru rüzgârlar geli: yılın en güzel mevsimidir. Kiraz çiçekleri açar, akağaçlar ya] boğulur. Ne var ki, ilkbaharın sonu ve sonbaharın başlangıcı zamanda tayfunlara en çok rasdanan dönemlerdir. Bu tayf özellikle güneydoğu kıyılarını vurur. Yıkımlara yol açmasın; men, pirinç tarlalarının gerek duyduğu yağmurları getirir.

Japonya böylelikle, topraklarının bütününde, halkının t besini olan pirinç ekiminin gerektirdiği sıcaklığa ve neme k muş olur. İç denizin bazı kesimlerinin (Setuçi) ve Hokkaido sı’nın dışında her yere yılda 1 m’nin üstünde yağış düşer yo’ya düşen 1 600 mm yağış, İstanbul’a düşen yağışın iki 1 dan biraz fazladır).

Bitki örtüsü

Japonya’nın ormanları, nemli iklim sayesinde son derece bı bakımından da zengindir. İyi korunan bu ormanlar, ülkenir ikisini kaplar; Türkiye’de bu oran dörtte birdir. Güney adala içinde çok zehirli «habu» yılanının yaşadığı mangrovlarınd «parlak yapraklı ormanlarından» başlayıp Honşu dağlarım güzel kriptomerya (Japon çamı), servi, kayın ve akçaağaç om rmdan geçerek kuzeyde Hokkaido Adası’nın çam ve huş om rina varıncaya kadar orman kaynaklarının bolluğu ve çeşidili ponları oduna ve keresteye yakın kılmıştır. Bu bolluk ve çeş ağacın ve ağaç türevlerinin (lak, kâğıt) bu ülkede, Batı’da old dan çok daha geniş alanlarda kullanılmasına yol açmıştır, ö Japon medeniyeti ahşap medeniyeti olarak nitelendirilebilir.

Doğal kaynaklar

Ekonomik gelişme bakımından bugün ulaştığı nokta gö: ne alınırsa, Japonya’nın doğal kaynaklarının zengin olduğı lenemez. Yine de bu kaynakların sağladığı bazı avantajlar £ dı edilmemelidir. Ülke kıyılarının uzunluğu (33 000 km) \ ğal çeşitliliği, su kültürleri ile ağır sanayi ve kimya sanayisi binalarının kurulabilmesi için avantaj oluşturmuştur; bun 1955-1965 yıllarında görülen gelişmenin sürükleyici gücü o tur. Doğal engebeler ve iklim, hidroelektrik enerjisi elde ec sine elverişlidir; ülkenin güneyinde güneş enerjisinden y; nılmaktadır; ülkenin volkanik bölgede yer alması da Japor özellikle sera ısıtmasında termal enerji kullanmaya yönel tedir (henüz fazla gelişmemiştir).

Bunun dışında Japon adaları, yüzölçümü ölçüsünde kay ğer maden zenginliklerine sahiptir. Tokugava döneminde ( 1867) dış dünyadan kendini tecrit edebilme nedenlerinde de bu zenginliktir. Topraklarında hiç bulunmayan maden c rine az rastlanır (nikel, boksit veya fosfatlar). Kömür rezı (20 milyar ton) yabana atılmayacak ölçüdedir. 1960’lı yıl önce taşkömürü yatakları ülke ihtiyacının yüzde 90’ını 1 yordu (bugün ihtiyacın % 10’undan azını karşılamaktadı pon ekonomisinin Kore Savaşı’ndan sonra gösterdiği ge maden yataklarının yetersiz kalmasına yol açtı.

Nicubaşi İmparatorluk Sarayı.

İmparatorun Tokyo’daki konutu, şehrin geri kalan bölümünden özenle aynlıp korunur.
Deprem (yukanda, 1993 depreminde yıkılan bir alan görülmektedir). Sık sık meydana gelen ve ölümlere yol açan depremler, tsunami de (deniz baskını) oluşturmaktadır.
Tokyo. Modern Japon ekonomisinin iki yüzü: finans gücü (Dünya Ticaret Merkezi) ve denizden kazanılan sanayi alanlan.
yoluna gidilmiştir. Bunu gerçekleştirmek için iki yöntem uygulanmaktadır: «polder»ler (bir koyun ağzına bir baştan ötekine bent inşa edilip içerde kalan arazinin su boşaltılarak toprakla doldurulması) veya dolma araziler (bir set inşa edildikten sonra, içerde kalan arazi kumla, toprağın taraklanarak yayılmasıyla veya büyük kentlerden getirilen çöplerle doldurulmaktadır) oluşturulmaktadır.

İklim

Çin’de ve Kore’de olduğu gibi Japonya’da da muson iklimi değil, dört mevsim yaşanan Asya iklimi egemendir. Japon takımadaları Ouebec enleminden Küba enlemine kadar uzandığından, burada rastlanan iklim kuşağı ılıman soğuk bölgeden tropikal bölgeye kadar değişiklik gösterir. Bu enlem farkına, ülkenin konumundan doğan farklılık da eklenir. Japonya, dünya üzerindeki en büyük kıta kitlesi ile en geniş deniz alanının arasında yer alır. Bu konumun sonucu olarak hem alan bakımından (ortamların karşıtlığı), hem zaman bakımında (mevsimlerin farklılığı) ülkede iki ayrı iklim görülür.

Ülkenin kuzeyi ile güneyi arasında büyük sıcaklık farkı vardır. Kuzeydeki büyük Hokkaido Adası’nın doğusunda en sıcak ayın sıcaklığı (17 °C), en güneyde yer alan Ryukyu takımadalarının en soğuk ayının sıcaklığıyla yaklaşık olarak aynıdır (16 °C). Yılın sıcaklık ortalaması (5 °C), buzlanmanın olmadığı, karın yağmadığı Okinava Adası’nda (Ryukyu adalarının en büyüğü) hiç kaydedilmeyen düşüklüktedir. Tokyo’da ocak ayı ortalaması, İstanbul ortalamasına yakın (3 °C) olduğu halde, Hokkaido’nun orta kesiminde -10 °C’dir (Moskova’da olduğu gibi). Burada toprak zemini yaklaşık 1 m derinliğe kadar donar, kar altı ay kalır, buzullar Okhotsk Denizinin kıyılarını kaplar. Buna karşılık yaz mevsiminde, yağış rejimi, takımadanın bütününde hava sıcaklıklarım eşitleme eğilimindedir: Okinava’daki sıcaklık (28 °C) hiçbir zaman Tokyo’daki sıcaklığın (26 °C) çok üstüne çıkmaz, hatta ılık Tsuşima su akıntısı sayesinde Hokkaido’nun kuzeyinde hava ılık olur. Ama adanın, Oyaşio soğuk su akıntısının etkisinde kalan doğu kesiminde hava sıcaklığı, bölge Marsilya enleminde olduğu halde Stockholm’le aynıdır.

Kış rüzgârları ile yaz rüzgârları arasındaki fark çarpıcıdır. Kış mevsiminde, Sibirya’da oluşan yüksek basınç Japonya’yı kuzeybatıdan esen şiddetli rüzgârların etkisinde bırakırken, yaz mevsiminde Ogasavara’nın tropikal ve nemli havası bakımından takımadanın büyük bir bölümünü etkisi altına alır. Bu sıcak hava kitleleri ile Okhotsk Denizi’nin soğuk yüksek basınç alanının bir araya gelmesi sonucu bahar yağmurları («erik yağmurları») yaşanır. Bu yağmurlar sırasında adalara güneydoğu rüzgârları egemen olur. Bu yağmurlar, takımadanın güneyinde haziran ayında görülür, daha sonra yukarı doğru kayarak ağustos sonunda Hokkaido Adası’mn güneyine ulaşır; eylül ayında yeniden güneye iner. Böylelikle dört mevsim birbirinden net biçimde ayrılmış olur. Sıcak ve görece olarak kurak geçen yaz mevsimi ilk baharda gelen şiddetli yağmurlarla başlar ve sona erer. Yağmurlar özellikle güneybatı kesimine bol düşer. Kış mevsimindeyse Japonya’nın yüzü (Japon Denizı’ne bakan tarafı) ile Japonya’nın tersi (Pasifik Okya-
nusu’na bakan tarafı) arasındaki karşıtlık açık seçik Birincisi Sibirya’nın, denizin üstünden geçerken ne soğuk rüzgârlarının etkisinde kalarak bol bol kar alıı sine, Pasifik Okyanusu’na bakan ve buradan esen rü kişinde kalan İkincisi açık ve yağışsız bir mevsim yaş da ve sonbaharda kıta Çini’nden ılık ve kuru rüzgâr yılın en güzel mevsimidir. Kiraz çiçekleri açar, akağa boğulur. Ne var ki, ilkbaharın sonu ve sonbaharın ba; zamanda tayfunlara en çok rastlanan dönemlerdir. 1 özellikle güneydoğu kıyılarını vurur. Yıkımlara yol a( men, pirinç tarlalarının gerek duyduğu yağmurları ge

Japonya böylelikle, topraklarının bütününde, hal besini olan pirinç ekiminin gerektirdiği sıcaklığa ve r muş olur. İç denizin bazı kesimlerinin (Setuçi) ve Hol sı’nın dışında her yere yılda 1 m’nin üstünde yağış yo’ya düşen 1 600 mm yağış, İstanbul’a düşen yağış dan biraz fazladır).

Bitki örtüsü

Japonya’nın ormanları, nemli iklim sayesinde son de bakımından da zengindir. İyi korunan bu ormanlar, i ikisini kaplar: Türkiye’de bu oran dörtte birdir. Güne) içinde çok zehirli «habu» yılanının yaşadığı mangro\ «parlak yapraklı ormanlarından» başlayıp Honşu da| güzel krıptomerya (Japon çamı), servi, kayın ve akçaağ rından geçerek kuzeyde Hokkaido Adası’nın çam ve h rina varıncaya kadar orman kaynaklarının bolluğu ve ç ponlan oduna ve keresteye yakın kılmıştır. Bu bolluk ağacın ve ağaç türevlerinin (lak, kâğıt) bu ülkede, Batı’ı dan çok daha geniş alanlarda kullanılmasına yol açmı Japon medeniyeti ahşap medeniyeti olarak nitelendiril

Doğal kaynaklar

Ekonomik gelişme bakımından bugün ulaştığı nok ne alınırsa, Japonya’nın doğal kaynaklarının zengin c lenemez. Yine de bu kaynakların sağladığı bazı avant dı edilmemelidir. Ülke kıyılarının uzunluğu (33 000 ğal çeşitliliği, su kültürleri ile ağır sanayi ve kimya sar binalarının kurulabilmesi için avantaj oluşturmuştur 1955-1965 yıllarında görülen gelişmenin sürükleyici g tur. Doğal engebeler ve iklim, hidroelektrik enerjisi e] sine elverişlidir; ülkenin güneyinde güneş enerjisind nılmaktadır; ülkenin volkanik bölgede yer alması da ] özellikle sera ısıtmasında termal enerji kullanmaya ) tedir (henüz fazla gelişmemiştir).

Bunun dışında Japon adaları, yüzölçümü ölçüsünde ger maden zenginliklerine sahiptir. Tokugava dönemi 1867) dış dünyadan kendini tecrit edebilme nedenle de bu zenginliktir. Topraklarında hiç bulunmayan maı rine az rastlanır (nikel, boksit veya fosfatlar). Kömüı (20 milyar ton) yabana atılmayacak ölçüdedir. 1960’1 önce taşkömürü yatakları ülke ihtiyacının yüzde 90’ yordu (bugün ihtiyacın % 10’undan azını karşılama! pon ekonomisinin Kore Savaşı’ndan sonra gösterdi| maden yataklarının yetersiz kalmasına yol açtı.

Japonya’nın 1990’lı yılların başında kurşun (Tokohı ka’daki maden yatakları), çinko (Japon Alpleri’ndeki maden yatakları), gümüş ve tungsten ihtiyacının yü; altın ihtiyacının da dörtte birini kendi kaynaklarından sına karşılık, ülkenin maden yatakları demir, demirdışı ve petrol bakımından çok yetersizdir. Dünyada yaşan rol krizi (1973) ülkeyi enerji ihtiyacı bakımından dah sarruf sağlayan sanayi alanlarına, başta nükleer eni üzere petrolün yerini alacak enerji kaynaklarına yöne’ 1990 yılında hidrokarbürlerden üretilen elektrik enerj üretilen tüm elektrik enerjisinin yarısını oluşturuyord enerjiyse yaklaşık dörtte bir oranında kalıyordu.

1 BEŞERİ VE İKTİSADÎ COĞRAFYA

“^rrakların kullanımında, nüfusun çok yoğun olduğu ovalar-üglann büyük bir bölümünü kaplayan ormanlık alanların . •_.< farklılık oluşturduğu gözlenir. Ormanlar ülke toprakları-.- _zde 61’ini, yamaçlarsa yüzde 12’sini kaplar. Böylece, göze iz olan (110 000 km2) oturulabilir kabul edilen dağ yamaç-ı S’den daha düşük eğime sahip olan yamaçlar) yoğun ola-

• _> ‘”anılır. Buralardaki nüfus yoğunluğu 1985 yılında kilomet-

• ırede 1 500 kişiydi; oysa bu rakam Almanya’da 360, Fran-

– = 150, ABD’deyse 50 kişiydi.

£r;nya’mn karşı karşıya kaldığı çevre sorunları, kısmen, in-.* iialiyederinin bu kaçınılmaz yoğunlaşmasından kaynaklan-i; Tadır. Bu yoğunlaşma tek başına bir kirlenme kaynağı (gü-r. 2üklar, egzoz gazları) oluşturur; ne var ki belirli bir kirlen-; ıram ele alındığında, bu miktar, nüfus yoğunluğu daha az ; – ülkelerde meydana gelen doğa kirliliğinin üstünde değildir. : J3 kirlenmesine yol açan etkenler, 1960’lı yıllarda ağır sanayi-■^nya sanayisine çok büyük işletmelere (yatırımların toplu-: T-îsi; ağırlık verilmesi ve kendeşmenin düzensizliği olarak or-i çıkmaktadır. Bununla birlikte, bir dizi skandaldan (en kor-
YÖNETİM BÖLÜMLERİ
Başlıca adalar, rolgeler, valilikler
Merkezler Yüzölçümü (km2) Nüfus (1990)
Sapporo 83 520 5 643 715
230 935 99 254 208
! 25 221 5 583 208
Fukui 4 192 823 595
Kanazava 4 198 1 164 627
Niigata 12 579 2 474 602
Toyama 4 252 1 120 182
12 912 10 361 331
Nagoya 5 139 6 690 440
Şizuoka 7 773 3 670 891
28 644 5 076 215
Gifu 10 596 2 066 579
Nagano 13 585 2156 656
Kofu 4 463 852 980
31 789 7 745 126
Hiroşima 8 467 2 849 822
Okayama 7 092 1 925 913
Matsue 6 629 781 005
Tottori 3 494 615 741
Yamaguçi 6107 1 572 645
32 383 38 543 078
Çiba 5 151 5 555 467
Maebaşi 6 356 1 966 287
Mito 6 094 2 845 411
Yokohama 2 403 7 980 421
Urava 3 799 6 405 319
Utsunomiya 6 414 1 935 186
Tokyo 2 166 11 854 987
33 074 22 207 022
Kobe 8 381 5 405 090
Kyoto 4 613 2 602 520
Tsu 5 778 1 792 542
Nara 3 692 1 375 478
Osaka 1 869 8 734 670
Otsu 4 016 1 222 401
Vakayama 4 725 1 074 321
66 912 9 738 430
Akita 11 613 1 227 491
Aomori. 9 619 1 482 935
Fukuşima 13 784 2 104119
Morioka 15 277 1 416 960
Sendai 7 292 2 248 521
Yamagata 9 327 1 258 404
42 164 13 296 054
Fukuoka 4 963 4 811 179
Kagoşima 9 167 1 797 766
Kumamoto 7 408 1 840 383
Miyazaki 7 735 1 168 922
Nagasaki 4 113 1 563 015
Oita 6 338 1 236 924
Saga 2 440 877 865
18 808 4 195 106
Matsuyama 5 672 1 515 027
Takamatsu 1 883 1 023 434
Koçi 7 107 825 063
Tokuşima 4 146 831 582
2255 1 222 458

kuncu Minamata’da 1950’li yıllarda meydana gelen cıva kirlenmesi, felçlere ve kusurlu doğumlara yol açmıştı) ve 1967 yılında ilk kez çıkarılan yasadan sonra, Japonya bu alanda büyük bir yasal düzenleme çabasına girişti ve doğa kirliliği yavaş yavaş kabul edilebilir bir sınıra indirildi (özellikle egzoz gazları konusunda).

Nüfus ve bölgeler

Japonya’nın nüfusu 1992 yılında yaklaşık 124 milyondu; ne var ki nüfus artışı belirli bir oram korumaktadır (1990’lı yıllarda binde beş, yani yılda 500 000 ile 625 000 arasında bir artış). Bu geniş üretici ve tüketici potansiyeli 19601ı yılların sonuna kadar iç pazara dayanan Japon ekonomisi tarafından değerlendirilmiştir.

Bu insan potansiyeli bölgeler arasında çok eşitsiz biçimde dağılmıştır. Nüfusun üçte ikisi, ülke topraklarının yüzde 2’si üstünde yaşar. Nüfus yoğunluğu «yoğun yerleşim bölgelerinde» 4 000 kişi/km2’nin üstüne çıkar. Batı Avrupa’da geçerlikte olan ölçüder Japonya’ya uygulanacak olsaydı, her on kişiden birinin kenderde yaşadığını söylemek gerekirdi. Japonya gerçekten, dünyanın en fazla kendeşmiş, en fazla toplu yerleşim alanlarına sahip ülkelerinden biridir. Yerleşme alanının yarıçapı 70 km’yi aşan Tokyo’da 32 milyon kişi yaşar. Mexico City’den çok daha kalabalık olan bu kent, bu özelliğiyle Dünya’nın en büyük kentidir. Tokyo ayrıca, Tokaido «megalopolis»inin yalnızca başını çeken bir kenttir. 500 kilometre uzunluğunda bir şeride (Tokyo-Kobe) yayılmış olan bu «çok büyük kent», Tokyo’dan başka, iki muazzam yerleşme bölgesini daha kapsar.: Osaka (16 milyon) ve Nagoya (8,2 milyon). On bir belediye bölgesinin nüfusu bir milyonun üstündedir. Bunlar, Tokyo, Yokohama, Osaka, Nagoya, Sapporo, Kobe, Kyoto, Fukuoka, Kavasaki, Hiroşima, Kita-Kyuşu’dur. Bunların dışında kalan on kentin nüfusu da 500 000 ile 1 000 000 arasındadır. Bu kenderin çoğu, Tokyo’dan Fukuoka’ya kadar 1 000 km boyunca uzanan «Pasifik şeridinde» yer alır. Buna karşılık, Japon Denizi kıyıları göreceli olarak az kendeşmiştir. Japonya’nın nüfus yoğunluğu en az (Hokkaido’da km başına 72 kişiye karşılık, Hon-şu’da 426, Şikoku’da 225, Kyuşu’da 316, Okinava’da 536 kişi) adaları olan Tohoku (Sendai’nin dışında) ve Hokkaido dahil, bu kıyılarda nüfusu 500 000’i aşan kente rastlanmaz.

Nüfusun bölgelere dağılımındaki eşitsizlikler gerek 1955-1970 yıllan arasında (GSMH’nin yüksek artış gösterdiği yıllar), gerek 1980Ti yıllarda artmıştır. Yeni bir yerleşim bölgesi sayılan Hokkaido (burada yerleşim esas olarak 1868’den sonra başlamıştır) tahmin edilen atılımı gösterememiştir. Bunun nedeni, söz konusu adanın ikliminin çok sert olması dolayısıyla insanlara çekici gelmemesidir. Bu adada bankiz veya patates tarlalan gibi ilginç manzaralara da rasdanır. Sapporo, dinamik bir merkezdir, ne var ki bölge ekonomisinin sanayisi sağlam bir temele oturmamıştır. Tohoku da göreceli olarak az gelişmiş bir bölgedir. Bu bölge özellikle pirinç tarlalarıyla ve el sanadarıyla tanınır; ne var ki bölge sanayisi güneye doğru, Tokyo yakınında yer aldığı için Japonya’nın en hareketli bölgesi olan Kanto’ya yakınlığı dolayısıyla canlanma gösterir. Burada fabrikalar ve laboratuvarlar günden güne yayılmaktadır. Tokai ve Kinki de, Nagoya ve Osaka yakınında olmalarından yararlanmakla birlikte, bu iki yerleşim bölgesinde daha düşük bir dinamizm gözlenmektedir. Sanyo (Hiroşima’yla birlikte) ve Kyuşu’nun kuzeyi için de aynı şey söylenebilir. Bunların dışında kalan bölgeler, benzeri bir gelşime içinde değildir ve ülke genelinde dağlık iç bölgelerde ve küçük adalarda nüfus giderek azalmaktadır.

Japonya gerçekte aşırı nüfusa sahip bir ülke, yani toprakları ve
Kyoto. Nüfus bakımından Japonya’nın yedinci büyük şehri. Savaştan zarar görmemiş olan bu eski başkentte en güzel Japon bahçeleri yer alır.
Yokohama Köprüsü. Japonya’nın bir adalar ülkesi olması ve «yararlı arazilerden en üst düzeyde yararlanma kaygısı, ulaştırma sektörünün, yaşamsal önemde bir sektör ve en ileri teknolojilerin vitrini haline gelmesine yol açmıştır.
HOKKAİDO ADASI -?ON’ŞU ADASI Zubu (Hokuriku Lt bölgesi)

 

BEŞERİ VE İKTİSADÎ COĞRAFYA

üTuIiammında, nüfusun çok yoğun olduğu ovalar-;r.” ruyuk bir bölümünü kaplayan ormanlık alanların oluşturduğu gözlenir. Ormanlar ülke topraklanıl;: îl’mi, yamaçlarsa yüzde 12’sini kaplar. Böylece, gö-: J110 000 km2) oturulabilir kabul edilen dağ yamaç-î ~sn daha düşük eğime sahip olan yamaçlar) yoğun ola–—’•.r. Buralardaki nüfus yoğunluğu 1985 yılında kilomet-: ıs 1 500 kişiydi; oysa bu rakam Almanya’da 360, Fran-f ABD’deyse 50 kişiydi.

-ya’nm karşı karşıya kaldığı çevre sorunları, kısmen, inayetlerinin bu kaçınılmaz yoğunlaşmasından kaynaklandır. Bu yoğunlaşma tek başına bir kirlenme kaynağı (gü-ErJkiar, egzoz gazları) oluşturur; ne var ki belirli bir kirlenil e!e alındığında, bu miktar, nüfus yoğunluğu daha az .Kelerde meydana gelen doğa kirliliğinin üstünde değildir, rırlenmesine yol açan etkenler, 1960’lı yıllarda ağır sanayi-~ya sanayisine çok büyük işletmelere (yatırımların toplu-=; ağırlık verilmesi ve kentleşmenin düzensizliği olarak or-ıkmaktadır. Bununla birlikte, bir dizi skandaldan (en kor-
YÖNETİM BÖLÜMLERİ
ıca adalar, ;eler, valilikler Merkezler Yüzölçümü (W) Nüfus (1990)
CKAİDO ADASI Sapporo 83 520 5 643 715
VŞU ADASI 230 935 99 254 208
•u (Hokuriku
bölgesi) 25 221 5 583 208
_-ken Fukui 4 192 823 595
:a-ken Kanazava 4 198 1 164 627
:;3-ken Niigata 12 579 2 474 602
ırr-a-ken Toyama 4 252 1 120 182
.im (Tokat
hölgesi) 12 912 10 361 331
.-<en Nagoya 5 139 6 690 440
_ :l<a-ken Şizuoka 7 773 3 670 891
~u (Tosun
■ bölgesi) 28 644 5 076 215
_-^en Gifu 10 596 2 066 579
::-:”o-ken Nagano 13 585 2 156 656
-jnaşi-ken Kofu 4 463 852 980
goku 31 789 7 745 126
: ^ rr.a-ken Hiroşima 8 467 2 849 822
îyama-ken Okayama 7 092 1 925 913
nane-ken Matsue 6 629 781 005
rrsri-ken Tottori 3 494 615 741
~aguçi-ken Yamaguçi 6107 1 572 645
örto 32 383 38 543 078
ra-ken Çiba 5 151 5 555 467
.r~.ma-ken Maebaşi 6 356 1 966 287
sraki-ken Mito 6 094 2 845 411
.-.sgava-ken Yokohama 2 403 7 980 421
-tama-ken Urava 3 799 6 405 319
;-.g;-ken Utsunomiya 6 414 1 935 186
;_<yo-to Tokyo 2 166 11 854 987
iıtki 33 074 22 207 022
-go-ken. Kobe 8 381 5 405 090
nto-fu Kyoto 4 613 2 602 520
_e-ken Tsu 5 778 1 792 542
ıra-ken Nara 3 692 1 375 478
=aka-fu Osaka 1 869 8 734 670
ga-ken Otsu 4 016 1 222 401
akayama-ken Vakayama 4 725 1 074 321
okoku 66 912 9 738 430
ita-ken Akita 11 613 1 227 491
.-mori-ken Aomori 9 619 1 482 935
dtuşima-ken Fukuşima 13 784 2 104 119
.-ate-ken Morioka 15 277 1 416 960
‘.:yagı-k.en Sendai 7 292 2 248 521
amagata-ken Yamagata 9 327 1 258 404
CYUŞU ADASI 42 164 13 296 054
akuoka-ken Fukuoka 4 963 4 811 179
Cagoşima-ken Kagoşima 9 167 1 797 766
uımamoto-ken Kumamoto 7 408 1 840 383
viiyazaki-ken Miyazaki 7 735 1 168 922
Cagabaki-ken Nagasaki 4113 1 563 015
Dita-ken Oita 6 338 1 236 924
îaga-ken Saga 2 440 877 865
StKOKU ADASI 18 808 4 195 106
-hıme-ken Matsuyama 5 672 1 515 027
«Cagava-ken Takamatsu 1 883 1 023 434
Koçi-ken Koçi 7 107 825 063
7okuşima-ken Tokuşima 4 146 831 582
RYUKYU ADALARI 2 255 1 222 458
Dkınava Naha 2 255 1 222 458

kuncu Minamata’da 1950’li yıllarda meydana gelen cıva kirlenmesi, felçlere ve kusurlu doğumlara yol açmıştı) ve 1967 yılında ilk kez çıkarılan yasadan sonra, Japonya bu alanda büyük bir yasal düzenleme çabasına girişti ve doğa kirliliği yavaş yavaş kabul edilebilir bir sınıra indirildi (özellikle egzoz gazları konusunda).

Nüfus ve bölgeler

Japonya’nın nüfusu 1992 yılında yaklaşık 124 milyondu; ne var ki nüfus artışı belirli bir oram korumaktadır (1990’lı yıllarda binde beş, yani yılda 500 000 ile 625 000 arasında bir artış). Bu geniş üretici ve tüketici potansiyeli 1960’lı yılların sonuna kadar iç pazara dayanan Japon ekonomisi tarafından değerlendirilmiştir.

Bu insan potansiyeli bölgeler arasında çok eşitsiz biçimde dağılmıştır. Nüfusun üçte ikisi, ülke topraklarının yüzde 2’si üstünde yaşar. Nüfus yoğunluğu «yoğun yerleşim bölgelerinde» 4 000 kişi/km2’nin üstüne çıkar. Batı Avrupa’da geçerlikte olan ölçüder Japonya’ya uygulanacak olsaydı, her on kişiden birinin kentlerde yaşadığım söylemek gerekirdi. Japonya gerçekten, dünyanın en fazla kentleşmiş, en fazla toplu yerleşim alanlarına sahip ülkelerinden biridir. Yerleşme alanının yarıçapı 70 km’yi aşan Tokyo’da 32 milyon kişi yaşar. Mexico City’den çok daha kalabalık olan bu kent, bu özelliğiyle Dünya’mn en büyük kentidir. Tokyo ayrıca, Tokaido «megaiopolis»inin yalnızca başım çeken bir kenttir. 500 kilometre uzunluğunda bir şeride (Tokyo-Kobe) yayılmış olan bu «çok büyük kent», Tokyo’dan başka, iki muazzam yerleşme bölgesini daha kapsar.: Osaka (16 milyon) ve Nagoya (8,2 milyon). On bir belediye bölgesinin nüfusu bir milyonun üstündedir. Bunlar, Tokyo, Yokohama, Osaka, Nagoya, Sapporo, Kobe, Kyoto, Fukuoka, Kavasaki, Hiroşima, Kita-Kyuşu’dur. Bunların dışında kalan on kentin nüfusu da 500 000 ile 1 000 000 arasındadır. Bu kentlerin çoğu, Tokyo’dan Fukuoka’ya kadar 1 000 km boyunca uzanan «Pasifik şeridinde» yer alır. Buna karşılık, Japon Denizi kıyıları göreceli olarak az kentleşmiştir. Japonya’nın nüfus yoğunluğu en az (Hokkaido’da km başına 72 kişiye karşılık, Hon-şu’da 426, Şikoku’da 225, Kyuşu’da 316, Okinava’da 536 kişi) adaları olan Tohoku (Sendai’nin dışında) ve Hokkaido dahil, bu kıyılarda nüfusu 500 000’i aşan kente rastlanmaz.

Nüfusun bölgelere dağılımındaki eşitsizlikler gerek 1955-1970 yılları arasında (GSMH’nin yüksek artış gösterdiği yıllar), gerek 1980’li yıllarda artmıştır. Yeni bir yerleşim bölgesi sayılan Hokkaido (burada yerleşim esas olarak 1868’den sonra başlamıştır) tahmin edilen atılımı gösterememiştir. Bunun nedeni, söz konusu adamn ikliminin çok sert olması dolayısıyla insanlara çekici gelmemesidir. Bu adada bankiz veya patates tarlaları gibi ilginç manzaralara da rasdamr. Sapporo, dinamik bir merkezdir, ne var ki bölge ekonomisinin sanayisi sağlam bir temele oturmamıştır. Tohoku da göreceli olarak az gelişmiş bir bölgedir. Bu bölge özellikle pirinç tarlalarıyla ve el sanatlarıyla tanınır; ne var ki bölge sanayisi güneye doğru, Tokyo yakınında yer aldığı için Japonya’mn en hareketli bölgesi olan Kanto’ya yakınlığı dolayısıyla canlanma gösterir. Burada fabrikalar ve laboratuvarlar günden güne yayılmaktadır. Tokai ve Kinki de, Nagoya ve Osaka yakınında olmalarından yararlanmakla birlikte, bu iki yerleşim bölgesinde daha düşük bir dinamizm gözlenmektedir. Sanyo (Hiroşima’yla birlikte) ve Kyuşu’nun kuzeyi için de aynı şey söylenebilir. Bunlann dışında kalan bölgeler, benzeri bir gelşime içinde değildir ve ülke genelinde dağlık iç bölgelerde ve küçük adalarda nüfus giderek azalmaktadır.

Japonya gerçekte aşırı nüfusa sahip bir ülke, yani toprakları ve
Kyoto. Nüfus bakımından Japonya’nın yedinci büyük şehri. Savaştan zarar görmemiş olan bu eski başkentte en güzel Japon bahçeleri yer alır.
Yokohama Köprüsü. Japonya’nın bir adalar ülkesi olması ve «yararlı arazilerden en üst düzeyde yararlanma kaygısı, ulaştırma sektörünün, yaşamsal önemde bir sektör ve en ileri teknolojilerin vitrini haline gelmesine yol açmıştır.

Japonya’nın kırsal alanlan ve denizcilik bölgeleri:

bir kıyı ovasında makineyle pirinç hasadı ve dünyanın en verimli balık avını gerçekleştiren tekneler için bir balıkçı bannağı.
TARIM
(1993)
Ürünler ve üretim (milyon ton)
arpa 0,28
buğday 0,63
çay 0,08
pirinç 9,72
soya 0,20
turunçgiller 1,82
Hayvancılık (milyon baş)
domuz 10,78
sığır 5,02
Balıkçılık 7 975 000 t

İnci üretiminden iki görüntü.

inci üretimi, bu becerikli «deniz ürünleri üreticileri» ülkesinde, kadınların yüklendiği bir iş alanıdır.
kaynakları yetersiz bir ülke değildir. Sorun, nüfusun yüzyıllardan beri bu kaynaklara en yakın bölgelerde toplulaşmış olmasıdır. Ja-ponlar, Tokugava şogunluğu döneminde, nüfus artışını ekonomik koşullarına göre ayarlamayı öğrenmişlerdi; ne var ki bu ayarlama, geç evlenme veya arka arkaya çocuk sahibi olmama yoluyla değil, istenmeyen çocukların öldürülmesine dayanan bir uygulamayla gerçekleştiriliyordu. 1868’den İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemdeyse bunun tersine Meiji imparatorluk ideolojisi nüfus artışına, fethedilen topraklara insanların yerleşmesine ve bu arada dış göçe, özellikle Brezilya’ya, hoşgörüyle baktı. Bununla birlikte Honşu, Kyuşu ve Şikoku adalarının dışına göç edenlerin sayısı 5 milyonun altındaydı; oysa aynı yıllar içinde ülke nüfusu 34 milyondan 73 milyona çıkmıştı; bu durum o dönemde Avrupa’dan yapılan göçlerle hiçbir şekilde karşılaştırılamaz.

Nüfus sorununu çözen aslında, başlatılan ve hızlı sanayileşmeyle sürekli kılınan ekonomik kalkınma atılımıydı. Meiji hanedanı döneminden 1945’e kadar ekonomik gelişme, 1929-1930 ekonomik bunalımı gibi bazı beklenmedik durumların dışında, nüfus artışının hep yüzde 2-3 kadar üstünde oldu. Bazı klişeleşmiş düşüncelerin tersine Japonya hiçbir zaman az gelişmişlik sürecini yaşamadı. Bu ülkenin ekonomik gelişmesi ile nüfus artışı arasındaki oran, sanayi devriminin başından 1945’e kadar her zaman Avrupa ülkelerininkinden daha elverişli oldu.

Ne var ki, ikinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan harabeye dönmüş Japonya, bir anda ülke dışına göç etmiş ve yer değiştirmiş 11 milyon vatandaşının ülkeye geri dönmesiyle gerçek bir nüfus patlaması tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 1945 yılında 72 milyon olan nüfus, 1950 yılında 83 milyona ulaştı. Hükümetin 1948 yılında çıkardığı yasayla (çocuk düşürmenin yasallaşması ve doğum kontrolünün teşvik edilmesi) ilk ağızda doğum oranlarında belirli bir azalma sağlandı (1947’de binde 34,3; 1984’te binde 20). Dolayısıyla nüfus krizi kısa süreli olduğu gibi, Japonya çok uygun bir yaş piramidine kavuştu: 1950’li yılların başında aktif nüfus dilimleri (15 ile 64 yaş arası) toplam nüfusun yüzde 60’ım geçiyordu. Bu gelişme 1990’lı yılların başlarına kadar sürdü.

Ne var ki, doğum oranının düşmesi başka nitelikte bir sorunun ortaya çıkışına gebeydi: nüfusun yaşlanması. Doğum oranında aşırı düşüş gözlendi. Bu oran 1973 yılında binde 19,4 oranınday-ken, 1992’de binde 10’a düştü ki bu dünyada gözlenen en düşük doğum oranlarından biridir. Uzun süre öteki sanayileşmiş ülke-lerdekinin çok altında kalan (1940’ta % 4,4; 1975’te % 7,9) 65 yaşın üstündekilerin oranı, daha da yükseldi (1990’da % 11,9; 2000 yılı için öngörülen rakam % 16). Bu durumda, yetersiz olduğu açıkça görülen emeklilik sisteminde zorluklar başgöstermeye başlayacak, sistemin nicelik (aktif çalışanlann gelirlerinden yapılacak kesintilerin arttırılması) ve nitelik (yaşlılık çağma girmiş insanların yaşam koşullarının düzeltilmesi) bakımdan yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Kıdem tazminatı sistemi, daha 1970’li yılların sonunda yeniden gözden geçirilmiştir. Bu uygulama o dönemde, ılımlı bir gelişme içinde olan işletmeler için bir yük haline gelmişti. Nüfusta meydana gelen bu gözardı edilemeyecek yaşlanma, Japon ekonomisinin borca girme riskini beraberinde
getirmektedir. Ekonominin sorumluluğunu üsdenmiş ke olayı önceden gördüğü için, Güneydoğu Asya’ya doğru a hızlandırmakta, robotlaşmayı geliştirmektedir. Geriye kurcalayan bir soru kalmaktadır: nüfus potansiyeli şimdiy toplumun temellerinden birini oluşturmuş, fakat artık yaş ya başlamış bir Japonya, dinamizmini nasıl koruyabilecel

Tarım ve balıkçılık

Tarım, ekonomi içinde sınırlı ölçüde yer almaktadır: 19Ç da GSMH’ya yüzde 2,7 oranında katkısı bulunan bu alar şan nüfusun oranı yüzde 6,9’dur. Tarım yapılan alanların s ması (5,3 milyon hektar), entansif tarım yapılmasını gerek tedir. Gerçekten de Japonya dünya üzerinde, tarım gelenej nızca pirince dayandırmış tek zengin ülkedir. Bu tarım, işle pısı bakımından çok küçük alanlarda gerçekleştirilmekted lama 1 hektar; Tohoku’da biraz daha fazla (ki burada da sat yapılamamaktadır), güneyde daha da az. Hokkaidc oluşturur: Sibirya dünyasına yakın olan bu adada 10 he daha geniş arazilere sahip işletmeler bulunur. Bu tarım iş] rinde kuru tarım yapılır ve süt hayvanı beslenir. İşletmeler arazilere sahip olmaması, yüksek üretkenlik elde edilmes şılık çiftçilerin gelirlerini sınırlar. Bu insanların yüzde doks, yapmak zorundadır; böylece edinilen yan gelir toplam çalı üçte ikisinden fazlası için asıl gelir kaynağını oluşturur. B lir kaynaklarına rağmen, tarım alanı giderek daha az sayıc çekici gelmektedir. Bu yüzden de tarım işletmelerinin say mayı sürdürmektedir (1960’ta 6 milyon; 1990’da 4 milyoı işletmelerinde çalışanların çoğunluğu yaşlı insanlar olduğı azalma giderek hızlanmaktadır.

Pirinç büyük bir farkla Japon kırsal alanlarının başta gelı ürünüdür (tarım alanlarının % 38’inde pirinç ekilir). Pirin Hokkaido’nun kuzeyi ve doğusu, Tohoku, Kanto, Hokı Çogoku dışında ülkenin her yerinde yapılır. 1960’lı yılları rında aşırı üretime varan pirinç kültürü, çok sıkı kotalarlc lenmiştir. Kuru tarım (soya, buğday, karabuğday) yeterli t; m olmaması yüzünden ihtiyaca cevap vermekten uzaktır, nusu alanlar geniş ölçüde sebzecilik, meyvacılık ve ha) için kullanılmaktadır. Tarım global olarak ülke ihtiyacını 70’ini karşılar. Bu oran, uluslararası rekabet yüzünden gid rilemektedir. Japonya’nın müttefikleri, özellikle de ABD, zarını dışa açması için ülkeye büyük baskı yapmaktadır. < rım işletmelerinin yapısal olarak sınırlı kalması yüzünde tarım ürünlerinin fiyatları, özellikle pirinç fiyatı dünya pi nın genellikle çok üstündedir. Bu durum şimdiye kadar, t litikasınca uygulanan bir sistem tarafından korunmuş, bu çiler hesabına gerçek bir rant olagelmiştir. Dolayısıyla bu açılması ABD için önemli bir hedef oluşturmaktadır.

<jayvn arunvuau!

G i ‘ < Denizi Hgata
^Denız . K^Yokoh

p-\Doğu İMıgasaki Şlmoda
Kamşa(to_*
, f!: î Sahalın

*1 1905 t£üm Adaları W75

“JâfSbn Jwakodate
!>.* Iol*°JAPONYA , , i

4 ^«»Yokohama PASİFİK OKYANUSU

‘> , _ ^–^Doğu jflmgasakl Şlmoda /
tx Çin İfiyukyu

Adaları $Bonln Adaları

«f^Okinava 1*873

f rormoza 1872 IvoCima

<Mainan ^05 e

Güney 1 Manana Adaları

Çfn (Luzon —- –
H

BİR^NYA
Pearl Harbof

%A
* T*’

» <!

I

\ ,V*NHINOI

V –

\ \ MA-razYjft-ı

^ingaptoA- Cetebes M EL an E 2

V Borneo: (S0ZZ1) 0^0^W Sumatrâ \ ? Gine ıTî^1′ ^

V HnıiANnA nrtAu mIwt AnAi Şolomc
Ekvator
^ EHice

h^*Guadalcanal Adaları ,Yeni (Tuvalu)

Hebridler Mercan (Vanuatu) ^

Denizi Fiji Adatan
JAPON YAYILMACILIĞI (1975-1943)

Meici dönemi
Şimonoseki | Antlaşmasıyla (1895) Çin’den alman topraklar

Portsmouth | Antlaşması’yla (1905) Rusya’dan alman topraklar

[ I 1910’da alınan topraklar
1856’dan beri Avrupa ticaretine açık limanlar

l-‘^l 1868-1875’de Japonya 0 2 000 km
Toyotomi Hideyoşi, köylü kökenli olmasına rağmen başbakan oldu ve 1582’den, ölüm tarihi olan 1598’e kadar tam bir diktatörlük kurdu.
Edo dönemi (1603-1868) ve Tokugava Şogunluğu

Tokugavalar, savaşa yönelmiş bir toplumu barış içinde yönetmeyi başardı. Daimyo’lar iki gruba ayrıldı: 1600’de îeyasu taraftarı olan merkezdekiler, yönetim kadrolarım oluşturdu, topluma sonradan katılan merkez dışındakiler de çevrede buluştu. Merkez daimoylarının yurtlukları, merkez dışındaki da-imyoların yurtluklarını çevreliyordu (go stratejisi) Togukavala-rın yurtluğu, Japonya’nın topraklarının iki kutbunu Yamato ile Kanto’yu birleştiriyordu. Senyörleri iki yılda bir yıl Edo’da oturmaya, ailelerini de orada bırakmaya zorlayan dönüşümlü oturma sistemi, her türlü başkaldırma eğilimini ortadan kaldırıyordu. Feodaliteye getirilen bu reforma, yönetimin yenilenmesi de eklendi. Merkezi yönetimi iki daimyo meclisi tamamlıyordu. Bunlardan ilki Yaşlılar Meclisi, İkincisi de Genç Yaşlılar Meclisiydi. Yerel planda, senyörlerin otoritesi sivil yöneticilerin otoritesiyle dengeleniyordu. Yeni Konfüçyüsçü öğreti, toplumun dört basamak olarak yeniden tanımlanmasını temel
Bu, ekonomi ve ticaret mantığının, siyasal mantığın yerini almaya başladığını gösterir. İşte bu bağlam içinde 1543’te Portekizliler, ardından da Ispanyollar gelip bir yandan ticaret, öte yandan misyonerlik yaptılar. Nagasaki «daimyo»sunun 1562’de Hıristiyanlığı kabul etmesiyle bu din Japonya’da yayılmaya başladı; XVI. yy’ın sonunda ülkede 150 000 Hıristiyan vardı. Batıkların ülkeye ilk soktuğu ateşli silah olan fitilli tüfekler kısa sürede bütün Japonya’ya yayıldı. Bunun sağladığı askerî üstünlük, daimyolardan biri olan Oda Nobunaga’nm, şogunluğu 1573’te devirerek Orta Japonya’da birlik sağlamasına yardımcı oldu. Onun ardından gelen Toyotomi Hideyoşi, 1582’de naip ünvamnı alarak ülkenin güneyini (Kyuşu) ve kuzeyini (Kanto ve ötesi) ele geçirmeyi başardı. Bundan sonra, Kore yoluyla Çin’e iki sefer yaptı. Çinli-Koreliler Japon ordularını geri püskürttü, Hideyoşi 1598’de öldü. 1600’de Tokugava İeyasu bir (bir Mina-moto) iktidarı ele geçirdi, şogunluğu yeniden kurdu ve başkentini Edo yaptı.
I %

%

%

Manana Maaıan Wake Adası \ ŞŞ914 Eniwetok Bikini T

FİLİPİNLER Guani M M Marjhall ,

Yanm * / * # Aditan / <

S R & L 1914 ğ

CarS<Â>af, “ (

Gine ‘J’ttOf- H . …—I-*
S’ Borneo, (S0avesl)

&wpatr4 î / Ğ/ne cntnmon Adalaa,s*’a”!mt

\ HOLLANDA DÛÛU HİNT ADAL£Wlrf ^ ^

HİNT Papui^ ^ Guadalcanal

OKYANUSU
Yeni Japon yayılmacılığı

Mikronezya’nın Almanya’dan (1914)

| Mançukuo’nun Çin’den (1932) alınışı

□ 1939’a kadar fethedilen topraklar [ I 1940’dan itibaren

-fethedilen topraklar

sise Japon yayılmacılığının _sınırı_
Bering

Denizi

Km\

K/ste; Aleut I i i t %

%

%
0

t^dvvay Adası
MASKA

JABD)

-jS’S’
AVUSTRALYA
Samoa
alıyordu: soylular (buşi), köylüler, zanaatçılar ve tüccaı var ki bu dört grubun topluma karşı görevleri (girı) birbi marnlıyordu. Bu kastlardan birine girmeyen kişiler (rı geyşa’lat) toplum dışı sayılıyordu. Bu siyasal katılık, Japc bir ideolojik yıkıcı hareketten koruma iradesine tekab yordu. Böylelikle, bir yandan XVII. yy’m başında Hırist ra karşı kıyımlara yeniden başlanırken İspanyollar, ardır Portekizliler ülke dışına atılarak, bu grupların gör 1640’ta idam edildi. Yalnızca HollandalIlara hoşgörü gö: ama onlar da Deşima’ya sürüldü. Öte yandan, İ636’daı Japonların ülke dışına çıkması yasaklandı. Eğlence sem gelişmesi, seçkinlerin tensel ihtiyaçlarım karşılarken, g< sel şiir biçimlerinin, Batı düşüncesine açılmaya bağlı kullanılması da (rangaku, «HollandalIların bilgisi») ente ihtiyaçlara cevap verdi. Buysa sistemin istikrarını güven na alıyordu.

Banş, ulusal bir ekonominin doğmasını elverişli kıldı: ı laşımında hızlanma görüldü, tüccarlar, kentte oturan sen> yaşamlarım sürdürmek için ihtiyaç duydukları parayı sağl bir kredi sistemi geliştirdiler. Ticaret firmaları (örneğin ortaya çıktı. Köylüler daha fazla özerkliğe kavuştu, kırsal ler zenginleşti, eğitim-öğretim gelişti (erkeklerin % 45’i yazma biliyordu). XVIII. yy’ın sonunda yaşanan ekonom reformları getirdi: Togukavaların giriştiği reform başarılı da dış çemberdeki en güçlü yurduklar olan Satsuma v yurtluklarının reformları başarıyla gerçekleştirildi. Bunuı cu olarak XIX. yy’ın ortalarında yurtluklar arasındaki gü lan tersine döndü.

Batıkların baskısı karşısında, milliyetçi bir akım «İmparatora saygı gösterelim, barbarları kovalım.» işte bt larda 1853’te Amerikalı amiral Matthieu Perry, zjrhlısıyla çıkarak limanjarm ticarete açılmasını istedi ve Amerikan gemilerinin Şimoda ve Hakodate limanlarına serbestçe gi ma iznini 1854’te elde etti. Bakufu, benzeri anlaşmaları re’yle, Rusya’yla va Hollanda’yla da imzalamak zorund; 1858’de Beş IJJlus Andaşması imzalandı; bu ulusların a: Fransa’da vardı. Batı karşısında feodal denge bozuldu: T valar iki cepheye ayrılarak merkezdeki bazı yurtluklar ma’ya ve Şoşu’ya karşı çıktı. Sonunda aralarında anlaşt 1868’de imparator adına bakufuyu ortadan kaldırdılar. Bu hükümet darbesi demekti.

eici restorasyonu (1868-1912)

:ici restorasyonunun amacı, sosyoekonomik sistemi bütü-değiştirerek Japonya’nın «beyaz tehlike» karşısında hayat-masını sağlamaktı. Reformcular, eylemleri imparator Mut-3 tarafından meşru kılınan genç aristokradardı. 1869’da dalar yurtluklarını imparatora devredip karşılığında tazminat < devlet tahvili aldılar. Samurayların (yeni imparatorluk dü-in kadroları içine alındılar) ayrıcalığına son verildi. Ordu, :>mik bir kast olmaktan çıkarılıp, askerlik meslek haline ge-. Hükümet 1871’de yen adıyla yeni para birimi çıkarttı, da-nra mâliyede reform yaparak bunu temel alan bir banka ve re sistemi kurdu. Devletin, en etkili yabancı teknolojileri ı sokarak ekonomik çevreleri zorlaması sonucu, sanayiyle te altyapıların gelişmesi de sağlanmış oldu. Bütçe açıkları 1881’den başlayarak kidesel özelleştirmelerin yapılmasına, bağlı olarak da kapitalist sınıfın ortaya çıkmasına yol açtı, n alanındaysa, devletin birbiriyle rekabete giren eğitim ku-ırı açması sayesinde yeni bir seçkinler sınıfı yaratıldı. Bun-dışmda, 1889’da bir anayasa yapıldı; ne var ki bu anayasa-ırütme imparatorun denetimine verilmişti ve hükümet im-ora karşı sorumluydu. Japonya 1894’te Ingiltere’yle eşidik ması imzaladı. Daha sonra Çin’le (1895), Rusya’yla (1905) ğı savaşlardan galip çıktı, Kore’yi Japon topraklarına kattı ı). Meicitenno ünvanı verilen imparator Mutsuhito 1912’de jünde, ardında başarıya ulaşmış bir reform bırakmıştı.
pon militarizminin yükselişi (1912-1945)

inci Dünya Savaşı, Japonya’nın yayılma siyasetini sürdür-le izin verdi. Japonya Almanların Çin’deki ve Pasifikteki lanna el koydu, Mançurya’da demiryolu yapımı ve ma-rin işletilmesi konularında imtiyazlar elde etti. Bundan ayrı iki siyasal mantık birbiriyle çatışır hale gelmişti: siya-ırtilerin mantığı ile ordunun mantığı, imparator Hirohito da tahta çıkışından başlayarak bu iki güç arasında gitti gel-onomik kriz 1931’de Japonya’yı pençesi altına aldı, işsizlik n halkın yüzde 20’sine ulaştı.

:sui firmasının genel müdürünün ve başbakanın 1932’de nilliyetçiler tarafından öldürülmesinden sonra, militarizm kesin olarak açıldı. Mançukuo devleti 1932’de kuruldu, ı eski imparatoru Puyi ise 1934’te Japonlar tarafından bu in başına getirildi. Japonya Milletler Cemiyeti’nden mart :e ayrıldı, daha sonra, deniz kuvvetlerine sınırlama getiren ington anlaşmalarım tanımadığını bildirdi. 1937’de Çin’le ı girişti.

nsa’nın 1940’ta yenilgiye uğramasından sonra, Japon eri Çinhindi’ne girdi, ne var ki Wasfıington, ekonomik :go koyarak bu yayılmayı frenlemeye çalıştı. Bununla e eylül 1940’ta Almanya ve İtalya’yla üçlü ittifaka giren ra, 1941 aralığında gerçekleştirdiği Pearl Harbor baskı-t sonra Güneydoğu Asya’daki sömürgeleri ele geçirdi. Amerikan donanması tarafından birçok deniz savaşın-dlgiye uğratıldıktan sonra, 1944’te Pasifik bölgesinin nini eliden kaçırdı. 1945 ağustosunda Amerikalıların na ve Nagasaki’ye atom bombası atması üzerine teslim
1945’ten günümüze

Japonya, ikinci Dünya Savaşı’ndan kolu kanadı kırılmış olarak çıktı: tarihinde ilk kez askerî yenilgiye uğramış olarak Batıkların eline düştü, eski yöneticileri mahkeme önüne çıkarıldı. Bunun dışında, deniz aşra ülkelerde bulunan 6 milyon vatandaşıyla 5 milyon askerini geri çekmek zorunda kaldı; oysa GSMH’si 1930’lu yılların ortalanndakinin ancak üçte ikisi kadardı, sanayi kapasitesi de savaştan önceki durumunun yüzde 60’ına düşmüştü.

işgal kuvvederinin komutanı General MacArthur, Japon militarizmine yol açmış olan yapıları kırmak istiyordu: İmparator, Tanrının oğlu olduğunu inkâr etmeli, soylular ayrıcalıklarından vazgeçmeli, Şinto dini devlet dini olmaktan çıkmalı, zaibatsu’lar (konglomeralar) kapılarını dışa açmalıydı. Yapılan tarım reformuyla kırsal kesime ait küçük mülkler ekonomiye katıldı. Eğitim sistemi, Amerikan modeline uyduruldu. 1946’da yapılan anayasa, iki meclisli bir parlamenter demokrasiyi yürürlüğe koydu.

Soğuk savaşın başlamasıyla Amerika’nın istekleri tavsadı ve yalnızca on sekiz zaiba&u dışa açıldı. Siyasal parti ortamı yeniden, iki akım halinde, «ile rici» ve «ılımlı» kanadar olarak kuruldu. 1948’de ılımlı kanattan Ybşida başbakan seçildi ve bu ılımlı kanat değişik adlar altında bugüne kadar iktidarda kalmayı başardı. Dodge planı, ücrederin (çalışanların aleyhine) stabilize edilmesini sağladı. Kore Savaşı, ekonomik çarkın yeniden rayına oturmasını sağladı ve imzalanan Amerikan-Japon Güvenlik Anlaşması’ndan sonra Japonya 1952 yılında özgürlüğüne yeniden kavuştu.

Buna paralel olarak zaibatsular yeniden kuruldu ve siyasal yaşam istikrar buldu. Partiler ile sanayi şirketleri arasındaki finans ilişkileri, sosyopolitik sistemin özelliğini oluşturdu. 1955’te, güçlü ekonomi bakanlığının (MİTİ) ekonomiye müdahalesi sayesinde Japonya, 1930’lu yıllarda ulaştığı üretim düzeyini yeniden yakaladı.

Japonya 1964’te tMF’ye katıldı ve Olimpiyat oyunları o yıl Tokyo’da yapıldı. 1971’de Okinava’yı geri aldı. 1970’te Japon GSMH’sı dünya üzerinde üçüncü sıraya yükseldi; 1955’ten bu yana da kişi başına GSMH dört katına çıktı. Japonya’nın büyümesinin temelinde siyasal istikrar, tasarruf ve sanayi alanında yapılan seçimlerde gerçekleştirilen uzmanlaşma yatar. Ekonomi 1975’ten başlayarak ticaret fazlası vermeye başladı, bunun sonucu olarak Japonya, dış ülkelerde yatırım yapmaya fırsat buldu. İmparator Hirohito 1989 yılında öldüğünde, Japonya dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü haline gelmişti; ne var ki kırk yıldır iktidarda olan liberal demokrat partide bazı yorgunluk belirtileri görülmektedir. Yolsuzluklara karşı mücadelede ve seçim sisteminde yapılması gereken değişiklikler konusunda gösterdiği başarısızlık, 18 haziran 1993’te bu partiyi azınlık iktidan haline düşürdü; temmuz 1993’te yapılan seçimlerdeyse parti meclisteki mudak çoğunluğunu ve iktidarı kaybetti. Morihiro Hosokava, muhafazakâr ve sosyalist yedi partinin kurduğu hükümetin başına geçti.
KURUMLAR

Japon devlet örgütü, Amerikalılara 1946’da kabul ettirdiği, dünyevî imparatorluk geleneğini örten Batı’ya özgü bir anayasa çerçevesi içinde işler. imparator, «Japon halkının iradesiyle» ulusun yalnızca simgesi olmakla birlikte onunla ilgili resmî törenler dinsel görüşü korumakta, resmî takvim de imparatorlar dönemindeki gibi işlemektedir.

Temsil sistemi iki meclisli sistemdir. Temsilciler Meclisi’nin ve Danışmanlar Meclisi’nin üyeleri tek dereceli seçimle iş başına gelir. Yürütme gücü, siyaset, iş ve yönetim çevreleri arasında kurulan denge sonucu ortaya çıkar. Bu denge sonucu başbakanlar, 1955’ten 1993’e kadar, kırk yılı aşkın bir süredir mecliste mutlak çoğunluğu sağlamış olan Liberal-De-mokrat Parti’den seçilmiştir.

Yerel yönetimler (47 il ve 3 246 belediye) aynı ilkeler doğrultusunda görev yapar: valiler, belediye baş-kanları, bölge ve belediye danışmanları tek dereceli seçimle iş başına gelir.

Büyük şehirlerde özel bir statü uygulanır: Tokyo, merkez semderin oluşturduğu 23 bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgelere birçok belediye bağlıdır.
«Meici restorasyonu»nun başlatıcısı İmparator Matsuhito, 1872’de Tokyo-Yokohama demiryolunu açıyor.
AYRICA BAKINIZ

– Küa Asya

– IB.ANSU Buda ve Budizm ■- Pisi Çin

– IB.ANSU Dünya Savaşı (ikinci)

– [Sağ Kore

– KSSffl Rusya

– IB.ANSU Sibirya

– ImHI Tokyo
Şimonoseki görüşmeleri. 1895 yılının mart-nisan aylannda yapılan ’rüşmeler, Japonya İle Çin arasındaki savaşa son verdi. Çin, Formoza’yı ve Liadong’u Japonlara vermek zorunda kaldı.

Geleneğin sürekliliği: Prens Naruhito’nun 1993’teki evlenme töreni. Geyşalar, çay evlerine ve akşam yemeklerine canlılık getirir (aşağıda).
■ KULTUR VE MEDENİYET

Japon toplumunun özelliği son derece istikrarlı olmasıdır: suçluluk oranlan, uyuşturucu bağımlılığı ve boşanmalar bu toplumda, Avrupa’da gözlenen oranların üçte biri kadardır. Ne var ki, bu genel istikrara karşılık toplumda kendini üç farklı düzeyde belli eden bir marjinalliğe rasdanır. Bunlar sırasıyla, sosyokültürel (Koreliler ve burakumin’ler nüfusun % 3’ünü oluşturur), ideolojik (din tarikadarının çok sayıda oluşu) ve psikolojik (intihar oranının yüksek oluşu) marjinalliklerdir. Burakuminler bakır işçilerinin veya oduncuların soyundan gelen insanlardır. Dolayısıyla da Buddhacı öğretiye göre «saf» değillerdir, bu yüzden de kast dışı insanlar olarak kabul edilirler.

Olağanüstü tutarlılık

Japon modelinin tutarlılığı, ulus tanımına dayanır. Bu tanıma göre ulus, toplumu oluşturan kurucu öğeler arasında en yüksek dayanışmanın gerçekleştiği ocaktır; ulusun simgesi imparatordur. Toplumu, bir birimler dizisi oluşturur; bunlar büyük kuramlardan başlayıp aileye kadar gider ve geleneksel köy yaşamı şemasına göre örgütlenmiştir. Bu birimlerin her biri işlevini hiyerarşik bir düzen içinde yerine getirir. Bu hiyerarşik düzen yalnızca birimin içinde değil (ki bu durumda temelini usta-çırak ilişkisi oluşturur), birimin dışında da gerçekleşir; bu durumdaysa feodal türde bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi temelinde gerçekleşir ve bu ilişki aynı sınıfı oluşturan birimler arasıdaki yarışmayı dışlamaz: Bu ilişki türü amae kavramıyla tanımlanır. Bu güçlü (dikey) hiyerarşi, aynı statüyü paylaşan insanlar arasında bir (yatay) işbirliğini getirir. Gerçekten de an-
cak aynı yaş grubundan (hatta aynı cinsiyetten) in smda dostluk kurulabilir. Bir Japonun, aynı eğitimi meslek deneyimini paylaşmadığı bir kimseyle dostl sı çok zordur. Toplum böylelikle iki halkalı bir ter oturur. Bu halkaların biri dikey, öteki yataydır ve uyum içinde hareket etmesinin güvencesini oluştun mun temelindeyse kadın ile erkeğin birbirinin tan olarak tanımlanması yatar. Kadın, iç dünyaya aittir ye (korunma altına alınmış dünya); erkekse dış dün (tehditlerle dolu dünya).

Boyun eğmeyi öğretmeye dayanan toplumsallaştırma

Japonlara özgü toplumsallaştırma, buna göre, özeri si altında başkaldırmayı teşvik etmek yerine, boyı meşrulaştıracaktır. Böylece, eğitimin temel amacı, fc rumluluğu geliştirmek değil, toplum içindeki davranış lardan çıkacak sonuçlar arasındaki ilişkiyi öğretmekti] ğası (Batı’da, İlk Günah’ın yükü altında ezilmiş insar tersine) özünde iyi olarak kabul edilir; toplum olumlu gılanır. Bunun sonucu olarak da bu dünyada toplum; mizm egemendir. Bu nedenle eğitim (annenin verdi topluma ve hiyerarşiye (önce ana babanın, daha st menlerin örnek davranışları aracılığıyla) saygı temeli muştur. Eğitimin aile içinde fazla baskıcı olmamasır okul dünyası, özellikle katı, grup içinde kazanılan to] lulukla kendini dışa vuran bir öz disiplini dayatır. Bu karşısındakinin vicdanını rahatsız ettiğinden, kendiı mek, başkalarının davranışlarını etkilemenin tek yolu taya çıkar. Soyut «ahlak» kavramı olmadığı için de bı insanları hep utanç duygusunu veya «rezil olma» duyj şar. Suçluluk duygusuysa bireyin, davranışlarıyla top; verdiği anda başlar.

Dış çevreye aktarılan şiddet

Buna karşılık, gruptan kopma veya ait olduğu toplu ters düşen ilişkiler içine girme, trajik duruma düşmeniı nini oluşturur. Her toplumun özünde var olan şiddet b’ lumun dışına itilmiş olanlara, özellikle de toplumun g leri olan burakumin’lere ve Korelilere yöneltilir. Bu gri davranışa, kendi temel dayanışmalarını oluşturan kar cevap verir; ne var ki bu dayanışma bu kez dışlanmışl si içinde oluşan, özellikle toplumsal ve siyasal bir day Yakusa’ların (Japon mafyası) üçte ikisini burakuminler Korelilerse komünist partinin köktenci kanadında, h Kızıl Ordusu’nun (şiddete başvuran terörist hareket) almışlardır. Bu dışlanmış insanlar, toplumun kıyısında den de olsa görünürde o topluma entegre olmuşlardır, ponya topraklarında doğmuş gruplar içinden çıkmışl; karşılık yabancılar bütünüyle dışlanır ve toplumda olarak günah kççisi rolünü üstlenirler. Japon toplumur beslediği gizli ırkçılık yüzünden bunları entegre eden yana, bu insanlar, toplum alanının dışına taşınmış olas: tin hedefleridir.
Çay töreni. XVI. yy’ın sonunaa uygulanmaya başlanan ve «çanoyu» adı verilen bu tören, katıianiann kozmosla uyum içine girmesini, grup içinde ilişkilerin iyileştirilmesini sağlar.
Şinto dini. Doğa güçlerinin dişileştirilmesine ve ataiann tannlaştınlmasına dayanan bu din, Japonya’daki en yaygın dindir.
KULTUR VE MEDENİYET

SANAT VE MİMARÎ GÖSTERİ SANATLARI VE MÜZİK SİNEMA BİLİM VE TEKNİK TOPLUM

SANAT VE MİMARÎ

>nya çeşitli dönemlerde (özellikle VII. ve VIII. yy’larda, e XV. yy’larda, daha geç dönemlerde de 1868’den günü-kadar) yabancı medeniyetlerin etkisinde kaldı. Japonların nemlerde ortaya koydukları sanat eserleri, etkisinde kal-. kültürün sanat eserlerini aynen taklit etmeye dayanır; oy-dönemlerde, dışardan alınan modellerin özümsenmesiyle, üyle Japonya’ya özgü sanat biçimleri yaratmışlardır. Bu rde, estetik kaygı ile duygusal itki arasında bir denge ara-önem verilir. Böylelikle, saray sanatçısı Şotoku Taişi’nin : doğr.-622), «uyuma bağlı kalmak gerekir» deyişi uygula-geçirilmiş olur.

: kültürler

; devrine ait en eski kültür izleri MÖ 70 000 yılma kadar :kle birlikte, Comon adı verilen kültür, MÖ 7 500 ila 300 ı arasında yer alır. Bu kültür, kuşkusuz Kuzeydoğu Asya kö-avcı-toplayıcı toplulukların kültürüdür ve özelliğini, ülke-er yanına dağılmış sayısız küçük topluluğun ortaya koydu-p desenli» seramiklerden alır. Bu çanak çömlekler, Japon-n kuzeydoğusunda ve Hokkaido’da bulunan koni ve silin-ıçiminde, ilkel türde olanlardan başlayarak, Orta Japonya’da inan ve IV. ve III. binyıllara tarihlenen heykelciklere, zengin melere sahip çanak çömlek örneklerine kadar gider. Kilden jna küçük heykelciklerin, özellikle Orta Japonya’da cenaze ilerinde, bereket törenlerinde, hatta tarımın ilkel biçimleriy-;ıli törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Geç Comon döne-; ait (MÖ II. binyıldan 500 yılına kadar) çanak çömlekler, caradan gelen yeni bir akımın adaları, özellikle de ülkenin ;ydoğusunu etkilediğini ortaya koyar, ayoi kültürü (MÖ 300’e doğr.-MS 300), köklü bir yön değişenin gerçekleştiğini kanıtlar. ICyuşu aracılığıyla, muhtemelen ;’den gelen pirinç kültürünün ve bronz işçiliğinin başladığı dönemde ortaya çıkan Yayoi kültüründe, Japon karakteri ini belli etmeye başlar. Rüstik özellikli Comon çanak çöm-srrnin tersine, Yayoi seramikleri daha ince kil kullanılarak

• -kçi çarkında yapılmış, daha yalın, kimi zaman ince süsleme sahip ve genellikle kullanma amaçlı nesnelerdir. Japon-■_r. güneybatısında ve orta kesiminde büyük topluluklar ha-.2 yaşayan Yayoilerin, dinî şeflerin yönetiminde giderek daha , -cpium katmanlarına ayrılmış bir toplum oluşturdukları an-_v=r. Bronzdan yaptıkları silahların, aynaların ve çanların di-;~_=çla üretildiğine kuşku yok. Bu nesnelerde görülen aşmya İjtleüş biçimler de bunu kanıtlıyor.

yy’dan VI. yy’a kadar uzanan büyük mezarlıklar dönemin-i-dann Orta Japonya’daki büyük kabilelerin elinde toplan-jctie halinde yapılmış kurganlar bunu simgelemektedir) imparator kabilesinin otoritesi altında toplanmasıyla so-. î~d:. Daha eski mezarlarda mesela ayna gibi eşyaların bu-—.ısı. Yayoi kültürünün dinî törenlerle ilgili sürekliliğinin işa-

■ t =ysa daha geç dönemlere ait mezarlardan çıkan at ko-
şumları ve silahlar, kuzeydoğu Asya’dan gelen Moğol kökenli savaşçı halkların istilasını (veya sızmasını) düşündürmektedir. Geç dönem büyük mezarlar kültürünün en ince örnekleri, orta kesime yakın bölgelerde, daha sonra da bu büyük mezarların çevrelerinde bulunan haniva figürleridir. Bu figürlerde şamanlar, taç giymiş kişiler, askerler, saray erkânı bu mezarların etkileyici bekçileri olarak karşımıza çıkar. Bunlara ev, gemi ve hayvan, özellikle çok sayıda at figürü eşlik eder. O dönemin günlük yaşamım gözler önüne seren bütün bu figürler, öte dünya hakkında kökten değişmiş yeni bir görüşün varlığını ortaya koyar.

Budist sanatın ilk adımlan

Budizmin ve Çin kültürü Japonya’ya VI. yy’ın ortalarında gönderilen resmî görevliler aracılığıyla, Kore’de kurulmuş Paikçe krallığının gönderdiği armağanlarla girdi. Bazı yerli grupların direncini yenen prens Sotoku Taişi, kendi hükümdarlığı döneminde (593-622) bu yabancı kültürün ve Budizmin özümsenmesinin ateşli savunucusu, böylelikle de Asya kıtasıyla iki yüzyıl boyu sürecek yakın temasın başlatıcısı oldu. Bunun sonucu olarak bugün ortadan kalkmış olan Hoko-ci ve Vakakusa-dera manastırları yapıldı. Kore’den gelen zanaatçılar, özellikle de «Tori grubu» tarafından yapılan bu manastırlar, bronz Buda figürleıyle süslenmişti.

Tori Busşi tarafından 623’te prens Şokotu’nun anısına yapılan Şaka Üçlemesi (Nara’daki Horyu-ci tapmağında korunmaktadır), Çin’de Longmen’de bulunan VI. yy’a ait heykellerin Kore versiyonunun güzel bir örneğini oluşturur. Horyu-ci’de aynı zamanda VII. yy’m ilk yarısına ait heykeller de saklanmıştır. Bunların arasında özellikle, boyanmış tahtadan yapılmış Kudara Kannon ve Yumedono Kannon heykelleri bulunur. Bunlar, Acıma ve Esirgeme, aynı zamanda da Göksel Dön Kral adı verilen, dört ana yönün bekçisi olan tanrılardı.

VII. yy’ın ikinci yarısında ve VIII. yy’ın başlarında Çin’le ilişkiler yoğunlaştığından, heykel alanında incelmiş ve zarif Çin üslupları görülmeye başlandı. Bunlara Taçibana Dua Yeri (710’a doğru.-Horyu-ci) gibi eserlerde rasdanz. Bu heykel, Batı Cenne-ti’nin Buda’sı Amida’yı temsil eder. İki yanında, lotus çiçeği biçiminde kaideler üstünde, bir havuzdan dışarı uzanan iki Bodisat-va vardır. Onların arkasında yer alan bronz bir levha üstünde, Batı Cenneti’nde yeniden hayata dönen ruhların sakin yaşamı temsil edilir.
Nara dönemi

710 yılında Nara’da, Çin’deki Tang hanedanının (618-907) başkenti Changan örnek almarak kurulan yeni başkent, tapmak-manastırlarm inşasında doruk noktayı oluşturur. Bu yeni yerleş-
Yıldırımları kullanan bu tanrı (VIII. yy’a ait, boyanmış kilden yapılmıştır), Todaici’deki yapılardan biri olarak 743’te Nara’da yapılmış olan Büyük Buda pavyonunun girişini koruyor. Nara döneminin sonlannda yapılan heykeller, gerçekçilikleriyle belirgindir.
SANAT VE MİMARÎ

îlk kültürler

Budist sanatın ilk adımları Nara dönemi Heian dönemi Kamakura dönemi Muromaçi veya Aşikaga dönemi

Momoyama dönemi Erken Edo dönemi Geç Edo dönemi 1868?den günümüze
Itsukuşima Torii’si. Bu kutsal kapı, adaya gelen müminleri 1170’ten beri kabul etmektedir.

Horyu-ei’deki bu pagoda, Nara’daki tapmaklardan bindir (VII. yy).
Kinkaku-ci veya Altın Pavyon.

1394’te Kyoto’da, İmparator Yoşimitsu tarafından yaptırılmış olan bu tapınak, görkemli bahçelerin ortasında yer alır. Bahçecilik sanatı Zen Budizminde temel sanat sayılır.
me almanda Yakuşi-ci gibi eski tapmaklar yeniden inşa edilir. 670 yılındaki yangından sonra yeniden inşa edilen Horyu-ci’nin Altın Pavyon’u dev boyutta duvar resimleriyle süslenir. Yeni inşa edilen tapmaklar arasında örneğin Todai-ci’yi dev bir Dai But-su (Büyük Buda) heykeli süsler. 16 metrenin üstünde yüksekliğe sahip bu bronz heykel 572 yılında bitirilmiştir.

Heian dönemi

Adım Heian-kyo’da (Kyoto) yeni kurulan başkentten alan Heian dönemi, Japonya’ya Mikkyo’nun veya batınî Budizmin girmesinin derin etkilerini taşır. Tendai ve Şingon tarikatları, başkentin dışında, çoğu kez Koya tepesi gibi çok uzak yerlerde tapmaklar yaptırdı. Batınî tanrılar panteonu, sanat faaliyederinin yenilenmesine yol açtı. Mandalalar, altın, gümüş kullanılarak veya zengin renk çeşitliliği içinde ipekten, büyük dikey rulolar üstüne yapılmaya başlandı. Mandalalardan esinlenilerek grup halinde yapılan tanrı heykelleri pavyonlarda yer almaya başladı. Genellikle ağaçtan yapılan figürler daha masif, daha tensel bir görünüşe büründü, buysa onlara törensellik ve manevî güç kazandırdı. Bireysel tapınmaya ayrılmış resimler arasında yırtıcı Fudo ile Güçlü Beş Bodisatva portrelerine rasdanır; bu sonunculara toplu olarak da tapınılır.

Fujivaraların iktidara gelmesiyle birlikte, resimlerde ve heykellerde, gülümseyen Buda ve onun çevresinde yer alan, inananlara cennette eşlik etmeye gelmiş müzikçiler olan Bodisatvalar gözde tema haline geldi. Uji’deki Byodo-in tapmağında, 1053’te Coço ve atölyesince düzenlenen Hoo-do veya Cennetkuşu Pavyo-nu’nun gezinti bahçesi, bir yeryüzü cenneti olarak tasarlanmıştır.

Fujivara döneminde, dindışı resimlerde ve güzel yazı alanında yerli geleneklerin geliştiği görülür. Nara dönemi Tanglarmın ortaya koyduğu sanatla büyük ölçüde beslenen Japonya, bundan böyle Asya kıtasının sanatına her türlü bağımlılığım koparmaya hazırdır. Resmî temaslar 849’dan sonra kesilir. Yerli sanat gelenekleri bu tarihten sonra kısa sürede altın çağını yaşamaya başlar. Yamato-e («Japon temalarım işleyen resimler») terimi bu dö-
22
nemde ortaya çıkar. Kara-e («Çin temalarını işleye: terimine karşılık kullanılan bu terim, Japonya’nın gü betimleyen, Japon şiirinden alınmış temaları işleyı ifade eder. IX. ve X. yüzyıllara ait eserlerin günümı mış olmasına karşılık, Kyoto’daki Cingo-ci tapmağır vana üstüne yapılmış bir peyzaj, söz konusu bu iki t zini ortaya koyar. Çin tarzında ele alınan peyzajın görülen şair kulübesi kara-e tarzında işlenirken, arke alan sıradağlar, yamato-e’ye özgü lirik soyutlamayla ■

Fonetik simge olarak kullanılması güç olan Çin ya lerinin kısaltılması, «kana» adı verilen fonetik yaz çıkmasına yol açtı. Bütünüyle Japonlara özgü bu y; soylu biçimine Heian soylularının fırçalarından çık; lerle ulaştı. Bu soylular bize şiirler, içtenlikli güncele lar bıraktı. Bu sanat XI. yy’da Fujivara no Yukinari git talar yetiştirdi. Japon klasik şiirleri daha sonra, gidere incelikle süslenmiş kâğıdar üstüne geçirilmeye baş Otuz Altı Şair Antolojisi (1120’ye doğr.) bunu kanıtlar.

Heian soyluları aynı zamanda, saray romanlannı i nografiyle ilk kez kâğıda geçiren kişiler oldu. Impar, ko’nun hizmetinde çalışan bir kadın olan Murasâki kaleme aldığı Genci Öyküleri’nin (1010’a doğr.) kâğıt yatay olarak yapılmış resimlemeleri, XII. yy’ın başu gösteren ve onnae («kadın ressamlara özgü resim üslu m olan bir ressamlar ve yazı ustaları grubunun elinde Bu resimlerde gösterilen evlerin çatılarının çizilme) bizi, duygusal sorunlarla karşı karşıya kalmış insani ev yaşamının içine sokar. İnsanların özenle seçilmiş ı yüzlerindeki tiyatrovari ifadeler bize, insanlara özgü rın uyumlu bir yelpazesini çizer. Diyagonal çizgilerin renklerin zenginliği ve tonlamalarda görülen hafif c insanların içinde bulunduğu trajik durumları vurgula

Bu ince ve duyarlı üslubun karşısında, otoko-e («eri lara özgü resim üslubu») adı verilen güçlü anlatım alır. Bu üslupta, eylemden olabildiğince uzaklaşılır! türleştirilmiş çizgilerin uyandırdığı mizah havasının ğinin aynı güçle vurgulandığını görürüz. Şigisanengi-larında görülen (XII. yy’ın sonu) bu üslup, VII. yy’dc reti rulolarında ortaya çıkan üsluptan geliştirilmiştir, ğin dışında Heian döneminde, ince çizgilerle yaratıln yaramaz hayvanların o dönemin Eğlencelerini yansı da günümüze ulaşmıştır.

Kamakura dönemi

Minamotoların doğu kabilesi 1185’te siyasal hegen geçirdiğinde, Kamakura yeni siyasal başkent oldu. M Yoritomo hükümdarlık dönemi, yedi yüzyıl sürecel diktatörlüğün başlangıcı oldu. Nara’daki Todai-ci ve t pınaklarının yeniden inşa edilmesi (1180’de çıkan bı iki tapmak da yok olmuştu), dinî sanata yeni bir so Rahip Çogen’in halktan topladığı paraya, dönemin hi rınca yapılan katkılarla yeniden inşa edilen Todai-ci t; ki bronzdan dev Buda heykelinin dökümü (1182-11 Buda pavyonunun ve Tencikuyo adı verilen Song i esinlenen Büyük Güney Kapısı’nm yapım çalışmalar nedanınm hüküm sürdüğü Çin’den gelen uzmanların de gerçekleştirildi.

Coçolarm halefi Nara heykel okulundan heykele yeniden inşa edildiği o dönemdeki işlerin çoğunu üstl silcilerinin özellikle Kokei, oğlu Unkei ve torunu Tar bu plastik okul, Nara’ya ve Kyoto’ya birçok heykel!

üslup, Nara döneminden önceki sanatçılara egemen olan türalizmi, hümanist bir gerçekçilikle birleştirdi. Böylelik-çı figürünün egemen olduğu Japon toplumunun pragma-ıkteri ortaya konmuş oldu. Bu egemen savaşçı figürünü, ıin yaptığı (1203) ve Todai-ci tapınağının güney kapısının i yer alan ağaçtan yapılma dev nöbetçi heykellerinden bi-Nyorai kanıtlar. Çin’le yeniden başlayan ilişkilerin bir so-arak Song hanedanının etkileri Kamakura’daki heykeller-llikle de soyluların gerçekçiliği ile uyumlu inceliği bağ-layı başaran Kaikei’nin heykellerinde görülür, celcilikte olduğu gibi resim alanında da giderek artan bir :iliğe ve hümanizmaya yönelen sanat akımları, dinamik ;ekçi portre ressamlarının ortaya çıkmasına elverişli bir /arattı. Böylece ortaya, nise-e («gerçekliğin resmi») adı ve-sim üslubu çıktı. Öykülemelerin yapıldığı rulolarda önce-ıvaş tarihinin renkli anlatımına (özellikle Heicilerin 1159-•asmdaki mücadelelerine ve Moğolların 1274 ve 1281 yıl-giriştikleri başarısız iki istilaya), bunun dışında da Buda emlerinin kimi zaman alışılmadık bir gerçekçilikle can-masına verildiği görüldü.

yy’m başlarında Çin kökenli Zen Budizminin Japonya’ya iyle, dinî resim yeni bir rönesans yaşadı. Yönetici asker sı-makura’daki Kençoci (1253) ve Engaku-ci (1282) manasın yönetimini, Lang-ç’i Taolung ve Vuhsueh Tsu-yuan gi-i rahiplere verdi. Bu rahipler Japonya’ya, Song döneminin î üslubunu ve Zen tarikatına ilişkin bir resim üslubu yelli, özellikle de Zen tarikatının, aslına son derece sadık üslubunu (Çinzo) getirdi. XIV. yy’ın başlarında, Mokuan 3on rahip-ressamlar, Çin’e gidip orada uzun süre kalarak, izgü Çan (Zen) resim tekniklerini öğrendi.

İning gibi kendini edebiyata ve felsefeye vermiş kültürlü ıhiplerin Japonya’ya gelişi, skolastik öğretinin Zen çevrele-^ayılma döneminin başlangıcım belirler. Buysa kendini, öl. 1366) ve Bonpo (1348-1420) gibi rahiplerin yaptığı ede-ışımlı resimlerde, orkidelerde ve bambularda ortaya koyar.

ıromaçi veya Aşikaga dönemi

5’de başkent olarak, kendilerine Kyoto’nun bir bölgesi luromaçi’yi seçen Aşikaga şogunları, diplomatik ilişkileri-jtmeleri, edebî ve sanatsal yönelimlerinde kendilerine yol r.eleri için Zen rahiplerine başvurdu, resimlerine ve sanat eserlerine tutkuyla bağlı şogun Yoşi-1358-1408), bu eserleri insanlara karmaşık bir törenle sergi-. çok seviyordu. Bu tören geleneği kendisinden sonra gelen-lândan da sürdürüldü. Şotuku-ci resimleri gerçek bir okul r.ır. Bu okulda aynı zamanda, şogunların koleksiyonlarına resimler de yapılmıştır. Rahip-ressam olan Cosetsu ve Şu-: bu iki ressamın öğrencileri, XV. yy’ın ilk yarısında, Güney t. döneminde Çin’de uygulanan resim üsluplarını temel :r ulusal resim üslubu yarattı. Bu üsluba, Şubun’a maledilen ;;<!!« Atölyesi (çam, bambu, erik ağacı) adlı resimde (1418) ■jl XV. yy’ın bu «şiirsel resim» geleneğinde rahiplere özgü . simgeleyen rüstik kulübelere, Çince yazılmış övgü şiirleri-ze.eri eşlik ediyordu. Bu üslubun yerini daha sonra, ağırlığınca aktardığı doğa parçasına veren peyzajlar aldı, asarlarda ve evlerde paravanaların ve fusuma’ların (sürgü-•jstüne yapılan resimler, bundan böyle şogunların zevk-ansstmaya başladı. Mesela kırları veya kuşları ve çiçekle-sz Hsiao ve Hsiang Nehirlerinden Sekiz Görünüm adı verilen ;r£a, daha geleneksel bir Japon zevkinin yansıtıldığını gö-.erleştirildikleri salonun veya odanın resmî olup olmama-; jl; olarak bu eserlerin üslubu, katı biçimcilikten en özgür £ varan bir ifade yelpazesi içinde değişiyordu.

Dmoyama dönemi

: ckuiunun en ateşli sanat koruyucuları, Momoyama dö-rnıras aldıkları kültür geleneğiyle bağlarını koparan aske-•iTiTİeri oldu. 1576’da, savaşçı senyör Nobunaga, oturduğu -.-.”sunun duvarlarına, özellikle çiçek açmış ağaçları ve bilgeleri gösteren dev boyudu resimler yapması için

— > – yu görevlendirdi. Nobunaga’mn şatosu 1582’de yer-ı. ne var ki bu şatonun gösterişli süslemeleri, onun ye-

– H:deyoşi’nin, Osaka (1582), Curakudai (1587) ve Fuşi–iaıc Momoyama (1594) saraylarının süslemelerini ~-j şatonun süslemelerine esin kaynağı oldu. Eitoku _r: ie:mf>eki üslubunu yarattılar. Bu üslup, özelliğini, tabaka üstüne zengin madeni renkler kullanılarak _• açmış ağaçlardan, kuşlardan ve başka hayvanlar-r u çokrenkli, cüredi üslup kullanılarak yapılan du-
var resimleri ve paravana resimleri genellikle büyük kabul salonlarında kullanılıyor, buna karşılık şatoların özel bölümlerinde tek-renkli mürekkeple yapılan süslemeler yer alıyordu. Sanraku (1559-1635) ve Sansetsu (1589-1651) gibi sanatçılar bu üslupların daha da incelik kazanmasına katkıda bulundu.

Çinlilere özgü bir gelenek olan ve Japonya’ya XII. yy’da gelen yeşil çay kullanımı, başlangıçta, Zen rahiplerinin uyuşukluğunu engellemek için düşünülmüştü. Muromaçi dönemindeyse belirli bir seçkin grubunun dindışı amaçla uyguladığı bir geleneğe dönüştü. Çay içme törenleri, yurtdışından getirilen sanat eserlerinin konuklara sergilenmesi için bir vesile oluşturuyordu. XV. yy’da bu toplantıların havasını belirleyen, şogunun sarayına bağlı tutucu ressamlardı. Momoyama dönemindeyse, bu lüks gösterisi, yerini daha özel toplantılara bıraktı. Yeni ortaya çıkan sanat koruyucuları, yani Sakai’nin (Osaka) ve Kyoto’nun zengin tüccarları, bu toplantılar sayesinde, samuray savaşçılarıyla eşit olarak yan yana gelme fırsatını buluyordu. Çay törenleri, küçük bir bahçenin içinde yapılmış bir kulübenin, zemini hasır kaplı, rüstik görünüşüne rağmen, incelikle döşenmiş bir odasında yapılıyordu. Çay törenlerinin büyük üstadı Rikyu (1520-1591) tarafından tasarlanımş olan Kyoto’daki çok yalın ve gizemli Tai-an, çay pavyonları mimarisinin klasik bir örneğini oluşturur. Bu törenlerde, Kore fincanlarının sadeliği, Songların Çin’ine özgü çay servislerinin büyük inceliğine yeğlenir, öte yandan, Çinli Mu-çi gibi ressamların insan heyecanlarını aktaran resimleri el üstünde tutulurdu. Japon seramikçileri çay töreni için Japonlara özgü Seto ve Mino seramiklerini yaptılar. Bunların rüstik yalınlığı, incelikli sevimliliklerini arttırıyordu. Kyo-to’da Hideyoşi tarafından yapılan «Raku» seramiklerinin kaba ve yalın biçimleriyse, bu törenlere ilişkin vah?nin, yani «dingin yalınlığın» en yetkin ifadesi olarak kabul ediliyordu.

Erken Edo dönemi

Ieyasu, XVII. yy’ın başında, Edo’yu (bugünkü Tokyo) Tokuga-va şogunluğunun başkenti yaptı. Edo döneminin ilk yıllarında (veya Tokugava dönemi, 1615-1868) Rimpa adı verilen dekoratif sanatlar ve resim okulu, bir rönesans yaşanmasına, Heian soyluluk geleneklerinde de bir dönüşümün gerçekleşmesine yol açtı. Bu dönemde, soyluların ve büyük burjuvalann sanat zevki şaşırtıcı bir karışım oluşturacak biçimde biraraya getirildi. Bu karışımın örneklerini Koetsu ve Sotatsu gibi sanatçılarda görürüz. Bu akım, muhtemelen baskıcı feodal düzene ve hükümdarlar tarafından o döneme kadar dayatılmış militarizmden esinlenen sanat biçimlerine tepki olarak ortaya çıkmıştı. Kılıç perdahçısı bir aileden.gelen Honani Koetsu, bir çay töreni üstadı ve sarugaku dansçısıydı. Bunun dışıda da bir güzel yazı üstadı olarak renga tarzında şiirler yazıyordu. Tokyo’da Takagamine’deki evinde, süslü rulolar, lake eşyalar, fırçalar ve seramikler üreten birçok zanaatçıyı yönetiyordu. Koetsu’nun raku tarzında ürettiği çay fincanları, şimdiye kadar üretilmiş fincanların en kusursuzlanydı. Öte yandan ortaya koyduğu lake eşyalar da desen konusundaki dehasını gösterir.
Koetsu’nun çağdaşı olan Sotatsu, Kyoto’da, güzel yazı için kullanılan kâğıt üretimiyle ve Heian destanlarından alınan temaları işleyen resimlerle süslü yelpazeleriyle ünla Tavaraya atölyesini yönetiyordu. Resimlediği paravanalar, mesela çamlarla kaplı Matsuşima adalarım gösteren (en ünlü panoramik Japon man-zaralarındandır) paravanalar, usta elinden çıkma desenlerin lirizmini ortaya koyar. Bu sanatçı, kendi alanında yenilik getiren ta-raşikomi (sulandırılmış çini mürekkebiyle veya kara suluboya kullanılarak fırçayla yapılan çizim) tekniğiyle lirik bir ifade biçi-
Oribe çaydanlığı, adını çay töreni iistatlannın birinden almıştır (XVII. yy başı; Seattle Sanat Müzesi).

Kartal ve Çamlar (Momoyama döneminden kalma paravana;

Sanat Akademisi, Tokyo).

cm. atös-r.da -s —, _s

iıguı, h.ayvan veya ılışan tr.ç,-mınde yapılmışar. Kimi zaman grotesk biçimlerde gerçekleşti’ ıvVer\ Vm Vne’yke\c\Vdeı qoV_ konulan içerir. böcekler, çiçek* j ler, meyveler, şeytanlar, erotik sahneler, günlük olaylar veya mucizevî olaylar, bir balıkçı ile bir ahtapotun mücadelesi, büyük bir balığın altında iki büklüm olmuş komik yüzlü maymunlar (burada görüldüğü gibi) netsukelcrin en yağım olarak

yıûan arasıdır. 1850 yılına doğ-ru, şimşirden, sandal, erik, armut ağacından, maundan veya

’ilcık ağacından yapılmış

olan küçük figürler en kusursuz olanlarıdır.
Katsuşika Hokusai (1760-1849), büyük bir uyum ve dengenin sergilendiği bu estampın yaratıcısıdir (Guimeî Müzesi, Paris).
AYRICA BAKINIZ

► [MNiü Buda ve Budizm iBiMü Çin

► iLANsy gravür
gukava [r. -: –

gakawa. -Ti- \-z~r – -.t.Vî-‘ . …….

cusunutannlaştınnakarr.&:^y.e ^~ ~

tüldü. Çok işlenmişgözahcı kabartmalarıyla, kunaniıar. a.zr.. *a-

ke ve zengin renkleriyle bezenmiş bu mozole; bir yandan şogun-larm gücünü yüceltirken, öte yandan o dönemin saraylarının klasik inceliğiyle ve yalınlığıyla çarpıcı bir karşıtlık oluşturur. Bu üslup kullanılarak lö20’de yapılan ilk imparator konutu olan,

prens Haçiyo Toşihito için yapılmış villa Katsura, klasik bir fc>ah-çenin ince sevimliliği ile çay salonlannın ı-üstriJc havasını ve im-

pa„Corıuk konutuna özgü yalın. Kibarlığı birleştirir. Bu mimari tutuma, Seto sarayının bahçesinde ve şogunların kendisine verdiği fermanla yetkileri kısıtlanan imparator Go-Mizuno-c/üiii/}

yaptırttığı bağımsız Şugakuin sarayında da rastlanır.

Geç Edo dönemi

Paravanaları süsleyen, günlük yaşamdan ve bayramlardan sahneleri işleyen – özellikle Kyoto’daki ve çevresindeki yaşamı aktaran – geleneksel resim sanatının koruyucuları, feodal sen-yörler olduğu kadar, XVI. ve XVII. yy’lardaki kent burjuvazisiy-di. Sözü edilen bu sanattan daha popüler bir sanat olan ukiyo-e («geçici dünyanın resmi») bu gelenekten doğdu. Halk eğlencelerinin altın çağı olan Genroku döneminde (1688-1703), Edo’nun seçkin semti Yoşivara’nın inceliklerini yücelten, elle renklendirilmiş estampların ortaya çıktığı görüldü. Saray nedimelerinin portrelerini, kabuki sahnelerini gösteren çok sayıda estamp üretildi. 1765’e kadar basit olarak üretilen bu estampların yerini, bu tarihten başlayarak Harunobu Suzuki’nin çok-renkli estampları aldı. Bu yöntem böylelikle sanatsal ifade alanında yeni doruklara ulaşılmasını sağladı. Bu sanatçının kadın figürlerinde görülen lirizm ve idealizm, daha sonra Torii Kiyo-naga geyşalarının ortaya koyduğu plastik güzellikle aşıldı. Bir yandan Utamaro Kitagava, kadın figürünün süzgün tenselliğini yetkinliğe ulaştırırken, öte yandan yeni bir tarz ortaya çıktı: oyuncu estampları. Bunlara özellikle Toşusai Şaraku’nun hiciv-lı, iğneleyici sanatında rastlarız. XVIII. yy’da «Açık saçık eserler»! yasaklayan, savurganlığı önleyen yasaların çıkartılması ve yolculuk yapma özgürlüğünün kısıtlanması, peyzaj estamplarının gelişmesine yol açtı. Bu alanda eser veren sanatçılar arasında Hokusai Katsuşika, özellikle olağanüstü yenilikçi tarzda yaptığı Fuji Tepesinin Otuz altı Görünümü (1823-1829’a doğr.) adlı eserlerle dehasını cömertçe ortaya koydu. Ando Hiroşige ise özellikle Tokaido’nun Elli Üç Konak Yeri (1833) adlı eserinde lirizmini özgürce sergiledi. Hollanda estamplarından esinlenen «Perspektifli estamp» tarzını deneyen ressamlar arasında XVI-

II. yy ressamı Maruyama Okyo, Kyoto’da kurduğu Şico okulunda Batı’mn natüralist yöntemlerini süsleme resimlerine uyguladı. Ito Yakuçu (1713-1800), Kuş ve Ortanca gibi, altın yaldızla belirginleştirdiği resimlerinde canlı karakalem çizimini hayvanların gözlemine adadı.

XVIII. yy’da ayrıca nan-ga, yani «Güney okulu» ressamlarının ortaya çıktığı görüldü. Bu ressamlar, Çin aydınlarının resim geleneklerini sürdürdü. Bu tarzın ilk ustaları olan Gion Nankai (1687-1761) gibi ressamlar, Konfüçyüsçü okullarda ders veriyordu. Çin resmine ait el kitaplarının Japonya’da yayılması, Naga-saki’de Çin ressamlannın bulunması ve Kyoto bölgesindeki manastırlarda bilgi sahibi Çin rahiplerinin etkileri, bu seçkin resim tarzını, Kano okulunun akademizmine pek yakın durmayan kent burjuvazisine sevdirdi. Çin gelenekleri ile yerel Rimpa geleneklerini, çok verimli bir üretim içinde bağdaştıran Ike no Ta-iga’mn eklektizmi, Japon nan-ga okulunun arketipini oluşturur. Haykularm tartışılmaz üstadı olan Yso Busn, nan-ga üslubunu, ulusal estetikle daha uyumlu bir şiirsellik ve içtenlikle zenginleştirdi. Modem dönemdeyse, Urugami Gyokudo’nun (1745-1820) eskiyi çağrıştıran eserleri ve Mokubei Aoki’nin (1767-1833) serbest üslubu, özgün izler bıraktı. Edo döneminde Batı’ya özgü bilgilere karşı gelişen tutku, nan-ga okulunun Batı etkisinde kal-
i. -; .ırr.er.Kau an nest Fenoîîosa rnn yarattığı etKi ortamıyla orta’ rüz. Geleneksel sanat öğeleriyle grafik lirizm e gerçekçi teknikleriyle bağdaştıran Nihonga («Ji verilen sanat hareketi, bu etki sonucu ortaya kettir. Yokoyama Taikan (1868-1958), Kobay<

1957) ve Maeda Seison (1885-1958) gibi ustral-

dugu eserler, toplumun değişimlerle ve olağanı. dolu bir döneminde Japon kimliğini ortaya kı muştur. Çağdaş sanatçılar bundan böyle yeni bı nün peşindedir. Yasumasa Morimura (doğ. 19517 belli başlı eserlerini yeni bir kılığa büründürürke let’nin Angelus’ünii, atom bombası mantarının oi üstüne aktardığı kişilere Japon çizgileri katarak yı lamıştır: A Late Autumn Prayer adlı bu tablosu, tu piştirilmiş fotoğraftan oluşturulmuştur, 1991), an İı heykelci Isamu Noguçi (1904-1988), özellikle tan heykel lambalar olan Akari’lede veya kaba ok taşlar serpiştirdiği bahçe düzenlemeleriyle mod pon geleneğini birleştirir. Birçok sanatçı çay törer renlerin sahneye konmasıyla ilgilenmektedir. Sini ci ve seramikçi Teşigahara Hiroşi (doğ. 1927) bam lemeler yapmakta, Arata, Isozaki veya Tadao A mimarlar çay töreni pavyonları gerçekleştirmekte zaki, aynı zamanda Gunma Müzesi’ni de tasarl Aiko Miyavaki’nin güzel yazının -fnodem biçi: boşluğa uzatılmış metal kablolardan oluşan heyl zede yer almaktadır. Tadao Ando ise Avai Ade kullanılarak gerçekleştirilen Buda tapınağının ve beton gibi malzemeleri bütünüyle Japonlara özgü raya getiren naoşima Modem Sanat Müzesi’nin çi çekleştirmiş tir.
. t-** t »

İSTERİ SANATLARI VE MÜZİK

nya, müzik ve koreografı alanlarındaki ulusal varlığım bü-;üde Çin’e borçlu olmasına rağmen, özgün bir kültüre sa-[aponya’ya özgü müzik ve tiyatro sanatları, iç estetik ve ı bakımından giderek ilerleme gösteren bir değişim kavra-açıklanabilir. Japon müzik geleneği bununla birlikte za-inde yüzyıllar ötesine uzanır.

rihöncesi

s VI. yy’lardan kalma kilden yapılma heykelcikler (haniva) ia, kitara, flüt ve silindir kasnaklı davul çalan müzikçilere ımıştır. Buna karşılık yerli halkın bu alandaki geçmişim, :n miras alman öğelerin dönüştürülmesi açısından değersek gerekir.

Çağ

■e VII. yüzyıllar arasında yurtdışına gönderilen ve yurtdı-: davet edilen kimseler, çoğunlukla da rahipler, Kore’den, sonra da Çin’den müzik kuramlarını ve müzik aletlerini, melodileri Japonya’ya getirdiler. Asuka döneminde Buda-,’azı, dinî danslar ve masklar (gigaku) ve doğal olarak bu-cırlikte gelen dinî şarkılar ve danslar, bu alandaki repertu-er. eski kaynağını oluşturur. Kutsal metinlerin duraklara iak ezbere okunması anlamına gelen bombai veya şom-

– amacı, sözlerin doğru söylenmesini güvenceye almaktı, _ Sanskritçenin üstüne, Japon ağzıyla söylenen klasik Çin-: ‘aponca söyleyiş farklılıkları biniyordu. Dolayısıyla bu

bütünüyle yerli halkın özelliğinden kaynaklanıyordu. :z Sui hanedanları döneminde geçerli Çin kuramının uygu-şomo’nun, yine de kendine özgü bir yazılımı vardı. Bu, v-kseleceği, nağme yapılacak yerleri kesin olarak belirten ızz sistemiydi. Buna paralel olarak tapınaklar, «dans ve mü-:^idku) adı altında farklı krallıkların saraylarında yapılan in, mesela Kore, Çin gibi ülkelerin saray danslarını, hatta .-*V<c bölgelerin, mesela Güneydoğu Asya’daki Çamba, Or-a’daki Kutça gibi bölgelerin ve Hindistan’ın danslarını da ~_r..de topluyordu. Tapmaklarda farklı müzik okulları oluş-—_=va başlanmış, bu işle uğraşan bir imparatorluk bürosu —-_şîu. Bugaku tören dansları bugün de hâlâ çok büyük dair- Ja-daiko) ve nefesli sazlann eşliğinde yapılır.

.: .Er.sjçta basit bir eğlence müziği olan gagaku’mm, saray t. — gelerek, Japonya’ya hiç girmemiş Konfüçyüsçü tö-

■ _zJclerinin yerini aldığı hatırlanacak olursa, bu alanda ka-. ~ mesafe anlaşılır. Bu müziğin canlı ve hızlı ritmi, kuşku-

1 – dar. sonra dönüşüme uğrayarak, dünyada benzeri ol-“,r ayin müziği ortaya çıktı. Müzik o kadar ağır tempo-. : r -anın {hiçirikî) hızlı süslemeleri ana melodi haline ge-

– : i : orguyla (şo) çalman ana melodinin notaları askıya ■_r zaman içinde yüzen ağır akorlara dönüşür. Bu sazla-

•; lavta (biva), yan flüt (ryuteki veya koma-bue), davul-

– gonglar eklenir.

: -3 cağ

– T -H:ağ iki döneme ayrılır. Bunlar sırasıyla başkenderin

i—ikura ve Muromaçi dönemleri. Bu dönemde ger-ı müzik aleti ortaya çıkar: heike-biva ve no.

– Asya’dan aldıklan biva, kısa saplı, armut biçim-ı ;â^nan bir lavtadır. Japon adalarına gagaku’yla aynı biva, Japon müzik aletlerinin en ulusal karakterli Tz geldi. Bunun nedeni, söz konusu aletin gelişiminin, ;5ebıyatın, Genci monogatari’mn ve Heike Destam’nın 5.yla aym zamana rastlamasıdır. Heike-biva bugün de

■ i” bir kadın tarafından boğuk sesle söylenir. Bu destan : dik ve ritmiktir. Bazı yerlerinde de savaşların, adarın, :: – veya doğa olaylarının seslerini taklit eder.

-r_ şarkılı tiyatronun, Zen Budizmiyle olan benzerliği-. – geleneğe göre) dâhi oyuncu ve yazar Zeami Moto-
kiyo (1363-1443) ve babası Kanamı (1333-1384) tarafından yaratıldığı ileri sürülür. Bu bilgi ister doğru, ister yanlış olsun, no tiyatrosunun derine inen kökenleri unutulmamalıdır. Bu tiyatro, Çin’in bazı bölgelerinde şeytan kovma ayini olarak uygulanıyordu, adı da tam olarak nuo idi. Çok oturmuş bir yapıya sahip olan, metni, kostümü, mekânı, hareketi, sesi ve müzik aletlerim en üst noktada birleştiren ve dünya opera sanatının büyük biçimlerinden biri olan no, sınırlı fakat son derece işlevsel bir müzik eşliğiyle yetinir: flüt (nokan), omuz davulu (ko-tsuzumı), kalça davulu (o!-suzumi), tokmaklı davul (taiko) ve koro.

Erken Ortaçağ müziği Budist rahiplerin vesayeti altındaydı. Ortaçağ’ın sonraki bölümündeyse, ticaret burjuvazisinin bağrında şakuhaçi, koto ve şemisen gibi müzik aletleri gelişti.

Şakuhaçi, bambudan yapılma düz bir flüttür ve eski bir reper-tuvara sahip ender sazlardan biridir. Bu özelliğiyle de Çin okuryazarlarının kitarasını (kin) andırır. Benzerlik bununla kalmaz. Her iki sazın, çıkardıkları sesin içtenliği, ritmik akışkanlık, melodik süslemelerde karmaşıklık, kendine özgü notalama gibi başka ortak yanları da vardır. Bu öğeler bu sazlara derin düşünme aracı olma özelliğini sağlar. Zen Budacılığı çerçevesinde gelişen, dolayısıyla da bu felsefeye bağlı rahiplerin kullandığı bir saz olan şakuhaçi, geri olduğu ileri sürülen bir kültürün simgesi gibi görüldüğünden, Meici döneminde ancak çağa uydurularak ve müzik topluluklarının bir parçası haline gelerek varlığını sürdürebildi.

Yeniçağ

iyi aile kızlarının gözde sazı olan koto, on üç telli, hareketli eşikleri olan bir tür kitaradır. inceliğiyle, kiraz ağaçları ve çay törenleri Japonya’sının bir yansıması gibidir. 1664’te ortaya konan önemli bir derleme olan «îpek ve Bambu» derlemesinin de kanıtladığı gibi, bu saz Şakuhaçi’yle aynı dönemde gelişmiştir. Reper-tuvarı ve tekniği o zamandan bu yana büyük ölçüde geliştirilmiştir. Bu gelişme özellikle, 1957’de ölen üstat Miyagi Mi-şio’nun bu saz için bestelediği eserlerle gerçekleşmiştir.

Üç telli ve kayar dokunuşlu bir lavta olan şamisen, anakaradan XVI. yy’da getirilen son müzik aletidir. Bu sazın taşıdığı birçok özellik, Çin ile Japonya arasında aracı olarak aldığı özel yeri kanıtlar. Şarkı biçiminde söylenen destanlara eşlik etme geleneğini bı-va’dan devralan şamisen, ses tınılarının gücü ve esnekliği sayesinde, masal anlatıcılarının ve kör dilencilerin gözde sazı haline geldi. Gerçek Japon «blues»u olan Tsugaru’nun içerdiği özgün yerel üslupları aktarmanın gerektirdiği farklılaşmaları bünyesine katarak, en yaygın kullanımını gidayu adı verilen müzik türünde buldu. Gidayu, üç kişi tarafından oynatılan, anlatıcının tek başına, oyunun bütün kişilerini konuşturduğu kukla tiyatrosu Bunraku’nun. müziğidir.

Kostümlerin, makyajın görkemim ve dansların ustalığım birleştiren Kabuki tiyatrosu, cambazların sanatından, no tiyatrosundan, şamisen eşliğinde söylenen nagauta şarkılarından birçok öğeyi bi-raraya getiren bir sentezdir. Kente özgü dindışı eğlence ortamında ortaya çıkmıştır. Sahnenin üstünde çok sayıda müzikçi, vurmalı saz çalan kişi ve şamisen bulunur. Öte yandan, kuliste yer alan bir başka grup atmosferin ve efekderin, en zor, en gösterişli hareketleri gerçekleştirecek biçimde kendilerini çok iyi yetiştirmiş oyuncuların sahne üstündeki rollerine göre değiştirilmesini sağlar. Bu müzikli tiyatro, son zamanlarda ortaya çıkan karaoke dışında, Japonya’da doğmuş son müzikli oyun türüdür. Alabildiğine narsist anlayışa dayalı bir gösteri türü olan karaoke’deyse oyuncu, önceden hazırlanmış müzikli video bant eşliğinde play-back yapar.
Gagaku. Bir saray sanatı olan gagaku, kutsal törenselliğiyle belirgindir.
Kabuki. XVII. yy’da kadınlann yaptıktan danslardan alınan bu sanat, bugün tiyatro oyunculan tarafından sergilenen büyıik bir gösteridir.
No. XIV. yy’da uygulanmaya başlanan bu sanat, stilize edilmiş hareketleri temel alır.

Mizoguçi’nin «yağmurdan Sonraki Ayın Masallar»!, Ueda Akinari’nin fantastik masallanndan sahneler sergiler.
imamura Şotei’nln «Narayama Türküsü»,

atalara özgü acımasız âdetleri sergiler.
AYRICA BAKINIZ

– EH Kurosava (Akira)
SİNEMA

Japon sineması bugün iki ayrı yüzüyle ortaya çıkmaktadır. Bir yanda, görüntü sanayilerinin (çok net görüntü veren televizyon, videodiskler) görkemli yükselişi gözlenirken (Japon firmaları, kendi üretimlerini desteklemek ve bu sanayinin oluşturduğu zincirin bütününü denetim altına alabilmek için [üretim, yayın hakları]) büyük Hollywood stüdyolarında pay sahibi olmakta veya bunların bütününü satın almaktadır. Öte yandaysa, gerçek bir efsane haline gelen ve sinema yönetmenliğini elli yıldır sürdüren Akira Kurosava’mn kişiliğinde temsil edilen «yaratıcı» sinema tarzını sürdürmektedir.

Tiyatro geleneği ve stüdyo sistemi. Sinema Japonya’ya erken bir tarihte geldi (Edison 1896’da; Lumieres kardeşlerin filmleri 1897’de). İlk yönetmenlerin esin kaynağıysa, klasik Japon tiyatrosunun (no, kabuki) biçimleri oldu. Sinemadaki bu tiyatro etkisi, aktörlerin oyununda (1918 yılına kadar kabuki geleneğine uyularak, kadın rolleri erkekler tarafından oynanıyordu) ve sessiz sinema dönemi boyunca filmleri açıklayan oyuncularda kendini hissettirdi. Japon sinemasında, Batı’daki sinemalardan farklı olarak (Batı’da filmlere bir piyano veya bir orkestra eşlik eder), filmlere profesyonel anlatıcılar (benşı) eşlik ederdi. Bu çığırtkan anlatıcılar, diyalogları mimlerle canlandırır, filmin öyküsünü işlerdi.

Japon sinema sanayi, 1912’de Nikkatsu’nun, 1920’de de Şoçi-ku’nun kurulmasıyla Hollyvvood modelini benimsedi. Temel iki üretim merkezi Tokyo ile Kyoto’ydu. Tokyo, Gendai-geki tarzında uzmanlaşmıştı. Bu tarz, anlattığı öyküler 1868’den sonra, yani Meici döneminin başlamasından sonra geçen filmleri içeriyordu. Müze kent ve eski başkent Kyoto ise Cidai-geki tarzında uzmanlaşmıştı. Bu tarz da, çağdaş sinemada artık pek çevrilmeyen, tarihi konuları işleyen filmler (özellikle Samuray filmleri) üstünde uzmanlaşmıştı. Kurosava’nın istisna oluşturan filmleri (Kage-muşa, 1980; Ran, 1985) bu tarza örnek olarak gösterilebilir. 1920’li yılların Japon sineması, Amerikan sinemasının (özellikle kaba güldürü ve hareket filmleri) ve Batı’dan esinlenerek (Strind-berg) ortaya atılan yeni gerçekçi tiyatro Şin-geki’nin etkisindey-di. Bu iki etkiden, Şomin-geki adı verilen tarz (halk komedileri veya sıradan insanların dramları) doğdu. Goşo Heinosuke (Yaşamın Yükü, 1935) veya Naruse Mikio (Yüzen Bulutlar, 1955) gibi yönetmenler hep bu tarzda filmler yaptı. Bu arada son filmlerine kadar yaptığı bütün filmlerde aileye özgü temaları (yaklaşan ölüm karşısında duyulan yalnızlık; anlaşmalı evlilik), heyecanların ifadesinde mutlak bir yalınlıkla işleyen Ozu Yasuciro’yu da (Tokyo’ya Yolculuk, 1953; Sonbaharın Sonu, 1960) unutmamak gerekir.

İmparator Hirohito’nun tahta çıkışından az sonra gelen 1929 ekonomik bunalımı sinema perdesinde çelişkili bir yankı uyandırdı. Bir yandan sıradan filmler, kaçış filmleri (Samuray öyküleri) çevrilirken, öte yandan gerçekçi filmler yaratıldı. Bu tür filmlere en büyük katkıyı Mizoguçi Kenci (Gion’un Kızkardeşkri, 1936) yaptı. 1937’de Çin’e karşı açılan savaş, sinemayı (Almanya’da da olduğu gibi) ulusal propagandanın ayrıcalıklı aracı haline getirdi (militarist filmler, casusluk filmleri). 1939’da çıkarılan Japon sansür yasası,

III. Reich’ın çıkardığı yasadan olduğu gibi aktarılmıştı. Bazı yönetmenler bu zorlayıcı yolun dışına çıkmak için tarihî filmlere sığınırken (Mizoguçi: Kırk Yedi Sadık Samuray, 1941-1942, iki bölüm), sinema yaşamına savaş yıllarında başlayan genç Kurosava, sipariş üzerine bazı filmler yaptı (En Güzel, 1944).

1950’li yılların altın çağı, ikinci Dünya Savaşı bozgunundan sonra, sinema çevresinde ele alınması düşünülen yeni düzenlemeler, film sanayisi gücünü yitirir kaygısıyla bir yana bırakıldı. Amerika iradesini zorla benimseterek (sansür, işlenmesi yasaklanan konular) piyasayı kendi filmleriyle doldurdu. Bu durum, sinemacıları bir kimlik arayışına itti, buysa ulusal sinemanın yararına oldu. Japon sineması savaşın hemen ertesinde gerçek bir ekonomik ve sanatsal altın çağ yaşadı (Japonya, yılda 500 filmle dünyanın en büyük film üreticisi haline gelerek Amerika’yı arkasında bıraktı). Popüler sinema tarzı, fantastik filmlerle (edebiyattan ve no tiyatrosundan esinlenen hayalet öyküleri ve Inoşiro Honda’nın ünlü Godzilla’sı [1954] gibi), kılıç düellolarının yer aldığı filmlerle (şambara), gangster filmleriyle ve erotik filmlerle zenginleşti. Japon sineması işte bu dönemde Kurosava’nın ve Mizoguçi’nin filmleriyle ve Cannes, Venedik, Berlin festivalleri sayesinde kendini uluslararası alanda tanıttı. Mizoguçi o dönemde en güzel filmlerini yarattı (Hoppa Kadın O’Haru’nun Yaşamı, 1952; Yağmurdan Sonraki Soluk Ayın Öyküleri, 1953; Sanşo dayu, 1954). Bu filmlerde, ister feodal dünyada, ister çağdaş dünyada olsun, içinde kadının hem amaç, hem kurban olarak (Kinu-yo Tanaka’mn unutulmaz oyunlarıyla) yer aldığı toplum cehennemi taviz verilmeden işleniyordu. Kurosava da kendi hesabına,
yeni gerçekçiliğin etkisinde kaldığı filmlerden ( hareket filmlerine geçerek (Yedi Samuray, 1954), yazarlarım sinemasına uyarlayarak (Shakespear esin ve üslup çeşitliliğiyle, sinema çevrelerini şa;

Bağımsız yönetmenlerin nöbeti devralma tilen 547 film için bir milyarın üstünde izleyici s, 1963’te yarı yarıya azaldı; 1972’deyse bu sayı 18 ci olarak sabideşti. Hollyvvood’un tersine Japon kitlelerin sinema perdesini bırakarak küçük ekrar masının önüne geçemedi. Bununla birlikte, stüd; bu kriz, yeni bir sinemacı kuşağının ortaya çıkr 1960’ta yapılan 547 filmin yalnızca ikisi bağımsı ürünüyken, bu sayı 1965’te 219’a çıktı.

Fransız Yeni Sineması’nın oluşturduğu çağdaş puk olan bu yeni sinemacı kuşağımn simgesi, kı Nagisa’dır. Çok politize olmuş (Japonya’da Gece v cük Çocuk, 1969), aşırı sola yakın bu yönetmen (1965) ve Pransız-Japon ortak yapımı olan ve yönı ülkesinde birçok davamn açılmasına neden olan dünyaca tanınmasına yol açan Duyuların Gücü (İÇ rinde, Japonya’da gerçek tabu olan cinsellik konul tan çekinmedi. «Japon Yeni Dalgası» aynı zaman (Eros + Kıyım, 1969) ve Cannes’da ödül alan mü1 Türküsü’nün (1983) ve Kara Yağmur’un (1989; Hiro işler) yaratıcısı olan İmamura Şohei tarafından da

Ne var ki, söz konusu bağımsız üretimler Jaj 1970’li yıllardan başlayarak gerilemeye başlamışı ma ve Kurosava, koprodüksiyonlara, hatta yabanc finanse edilen prodüksiyonlara başvurmak zorum bazı yeni yönetmenlere (Mitsuo Yanagimaçi) rağn nun, İtalya’da veya Ingiltere’de olduğu gibi, yarat yenilenmeye yol açmadığı bu ülkede, sinema sa bir düzensizlik içine düştüğü gözlenmektedir.
« Tutku İmparatorluğu»

Oşima Nagisa’nın, konusunu 1936’daki bir günlük olaydan atan bu filmi, Japon sinemasının aşın şiddet geleneği çizgisi içinde yer alır.

LİM VE TEKNİK

er. tarihi, art arda gelen dışa açılma ve kapanma dönemle-■îk ortaya çıkar. Bu dönemler, toplumun yaşamını sürdür-hem yabancıların sahip olduğu bilgilerin özümsenme-:»m de Çin dünyası içinde yok olup gitmemek için adalı ölgünlüğünün südürülmesini gerektiren genel bir kültür stra-dışa vurulmuş biçimleridir. «Kapanma» dönemi, aslın-ızsısenen yabancı kültürlerin, Japon toplumunu bozma ih-. zaşıyan öğelerinin dışlandığı dönemdir, skdoğu’nun egemen gücü Çin’in etkisinde medenileşen, bu kültür ilişkileri IV. yy’dan XI. yy’a kadar doruğunda olan ::a. imparatorluğun yapılandırılması süreci içinde Batı’ya açıldı: XVI. ve XVII. yy’lar içinde (1638’deki kapanışına

• ve XIX. yy’dan başlayarak (Meici dönemi). Bu iki dönem

ülke, Çin, daha sonra da Batı karşısında entelektüel •;.:k halini korudu. Bu tutum, yeni bilimsel bilgileri kısa sü-j adisine mal edip geliştirmesini sağladı ki ekonomik başarana borçludur: Japonya bugün dünyanın en fazla patent rrsren ülkesidir.

[n’in etkisi

:z-ya. Çin modelinden, imparatorluk yapının ötesinde, ön-:;s aracılığıyla, daha sonra yaptığı doğrudan temaslarla, bir aracı (dil), bir toplumsal model (Konfüçyüsçülük), bir din : -‘•<) ve belirli ölçüde teknik bilgi aldı. Entelektüel bakım-Z-.’s çok yakın olan Japonya, bu ülkeden, bilginin amacı ,5_r.da ayrılır: Çin düşüncesinde bilgi, kozmik düzenin ko-15-3 sağlar, Japon düşüncesindeyse, siyasal iktidarı garanti i Japonların tekniğe, astrolojiye, tıbba ve matematiğe : :-.ği ilgi bu düşünceden kaynaklanır. Çin astrolojisi dünya-:-zenini inceleyip çevrimleri araştırırken, Japon astrolojisi, ; ve askerî amaç güttüğünden, bu amacını gerçekleştire–;;rülerde bulunmaktan öteye gitmez.

karşılık Çin dünyası dış alışverişlere daha açık olduğun-ı raküsü III. yy’dan beri kullanıyordu; Japonya ise onu an-savaşlardan sonra, 1433’te Ming hanedanıyla resmî = yeniden başlamasından sonra keşfedebildi.

aa’mn etkisi

; ;-va ve Çin XV. yy’da Batı bilimiyle art arda iki dalga ha-: 35 kurdu. Japonya’ya ilk ayak basan Batıklar, Portekiz-r Szz oldu. Bunlar, üsdendikleri misyon uyannca, Japon

– rrtın ilgisin çeken bilgileri geliştirdi: astronomi (incele-: ” -<aleme alınması), tıp (hastane inşaatı, Kyoto çevresinde -tî getirilen 3 000 ağaç ve tıbbî bitkinin dikilmesi). Bu -;jnn sonucu olarak Japonlar tarafından çok sayıda tıbbî : —j* yayımlandı.

• .savalar döneminde Japonya Batı’ya kapılarını kapadı. ■_ı:2 Xagasaki kapılarını HollandalIlara açtı, çünkü Hollan-

::ssdi inançlarını yayma konusunda hiç çaba göstermi-;. Tl-Iiandalılar Japon otoritelerini Batıdaki yenilikler hak-r_5İendiriyordu: Batı bilimi, siyasal sorumluların otorite–_r.z3. stratejik bir bilgi haline geldi. Ülkenin eğitim düzeyi : Yalnızca savaşmak görevi üstlerinden kalkan samuray-faaliyedere giderek kendilerini daha çok vermeye : ; Takvim yeniden gözden geçirildi, tıp gelişti.

.:; – –“mi Batı’nın etkisiyle, özellikle ateşli silahların bulun-

– :ı~ sonra değişime uğradı: matematik ve fizik alanlarında .* birikiminden uzaklaştı. Japonlar XVII. yy’da Seki

Takakazu) teşvikiyle bir matematik okulu (Vasan) kur-

• _ roonya’ya cebir işaretlerini getirdi, lineer denklem sis-… r-zümü için determinantı buldu ve pi sayısına çok

■ ;; rsr er elde etti.

hemen başında şogun Yoşimune, Hollanda bili-

– • • -rjeu yönetici sınıf arasıda yayılmasını teşvik etti.

vtââ döneminden savaş arasındaki döneme

. T._n giderek büyüyen tehdidi, özellikle de Çin’de duru-

– -rz jlması karşısında, 1850’Ii yıların başlarında modernleşildi. Meicilerin «restorasyonu»yla sosyopolitik yapıla-

■ -.r.uyie yeniden kurulması yanında eğitim kurumlan da

– -_zi. Bilimlerin öğretimi zorunlu kılındı. Hükümet 1868 -i Tokyo’da bir yabancı bilimler okulu (Kaiseiho) ve bir tıp

Igakuco) açtı. Tokyo Üniversitesi 1869’da kuruldu (bu , :e 1877’de Todai admı alacaktır).

-= sonra, 1899’da Kyoto’da, 1903’te de Fukuoka’da daha .-.versiteler açıldı.
Önce yabancı öğretim üyeleri tarafından yapılan öğretim, kısa sürede Japonlar tarafından yapılmaya başlandı. Tıp alanında (veba mikrobunun Yersin’le aynı zamanda bulunması, adrenalin, B vitamini gibi maddeler üstünde çalışmalar), fizik alanında (atom fiziği, deprembilim), askerî alanda (özel çelikler, silah yapımı) gelişmeler kaydedildi.

1945’ten bu yana bilimsel araştırmalar

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayinin yeniden kurulması öncelik kazandı. 1950 yılında kurulan Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı, bilimsel araştırmaların örgüdenmesi konusunda büyük rol oynar. Önemli stratejik seçimleri belirler ve işletmelerin sınaî ve teknolojik seçimlerini yönlendirir. Bilgi, mudak stratejik bir silah haline gelmiştir. Bu kuruluşa bağlı olarak çalışan Sınaî Bilim ve Teknoloji Ajansı teknolojik bilgi sağlayan kaynakların en önemlisidir. Bunun dışında bütün büyük kuruluşlar kendi bilgi toplama birimlerini kurmaktadır.

1970 ile 1990 yılları arasında, araştırma ve geliştirme bütçesi 16 katına çıktı. Gemi inşaat, motosiklet sanayisi ve elektrikli ev aletlerinden sonra, Japon firmalan otomobil sanayisine, elektronik tüketim sanayisine (kompaktdisk, videodisk, odyokaset, yüksek tanımlı televizyon, audio sayısal vb) bilişimle ilgili bileşenlere (galyum arseniürlü bitler, DRAM bellekleri…) ve bileşik malzemelere yatırım yaptı. Japon araştırmaları bugün çabalarını biyoteknolojiler, telekomünikasyon, aeronotik ve uzay teknolojisi, en zor koşullarda yararlanılabilecek robodarın üretimi (nükleer araştırma, denizaltı araştırmaları, bina yapımı, uzay) üstünde yoğunlaştırmıştır. Sanayi, ilerde ortaya çıkacak el emeği açığını karşılamak üzere, makina ile sayısalı, robot ile bilgi ağını birleştirecek olan factory automation (otomasyonla imalat) kavramına yönelmektedir.

Uluslararası en önemli bilimsel kuruluşlar, Japonya’nın bilim alanında gösterdiği başarıları ödüllendirmiştir. Bu ödüller arasında iki Field madalyası (1990’da) ve beş Nobel bilim ödülü bulunmaktadır: Fizik (1946, 1965, 1973), kimya (1981) ve tıp (1987).

Japonya’da bugün araştırma geliştirmeye ayrılan bütçe, ABD’nin bu alandaki bütçesinin üçte ikisini aşmaktadır. Son otuz yıl içinde tutturduğu gelişme hızını koruyacak olursa, XXI. yy’m eşiğinde, araştırma ve teknoloji alanlarında dünya lideri haline gelecektir. 1991’deki Körfez Savaşı’nın da kamda-dığı gibi, «yıldızlar savaşı» bundan böyle Japon biliminden geçmektedir.
Fukui Kenişi, 1981 Nobel Kimya Ödülü sahibidir.
RANGAKU VEYA TEKNOLOJİNİN EDEBİYATTAN ÖNCE UYANIŞI

Togukavalar 1637’de, Batıklarla teması yasaklayarak Japon toplumunu yozlaştıncı etkilerden korumaya karar verdiler, ama Avrupalıların teknolojisi (özellikle etki gücü su götürmeyen yeni silahlar) hakkında sürekli bilgi edinmeyi de ihmal etmediler. Bunu gerçekleştirmek için, Hollandalılann Doğu Hindistan Şirketinin bir şubesini Deşima Ada-sı’nda açmasına izin verdiler. Batı bilimlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan rangaku («Hollanda kültürü»), o dönemde başlayarak Meici dönemine kadar sürdü.

Japonlar HollandalIlardan, alışverişlerinin önemli bir bölümünü oluşturan silahların dışında, Batı’ya ait her türlü yenilikle ilgili örnekler getirmesini istediler. Bunların arasında bilimsel incelemeler, haritalar, savaş bilimiyle elkitapları, kısacası kendileri için stratejik önem taşıyan her şey vardı.

Siyasetçi seçkinlerin yararlandığı bu teknolojik uyanışın varlığı bile, bakufunun ortadan kalkmasından sonra gerçekleştirilen reformların nasıl bu ölçüde kısa bir süreye sıkış-tınlabildiğini açıklar. Çin örneğinden ders almış olan Japonya, kendisinden çok farkıl bir teknolojiden yararlanan ve dünyaya egemen olma peşinde koşan bir Batı’nın karşısında modernleşmenin ne kadar kaçınılınız olduğunu anlamıştı.
Kyoto, Japonların gözünde, bir şehirden çok, bir müze ve bir kutsal yerdir. Kobe’ye ve Osaka’ya bağlanmış büyük bir sanayi bölgesi olan şehirde 1899’dan beri bir üniversite vardır.
’a, uygulamalı araştırmalar alanında dünyada en aktif ülkelerden biridir. Aşağıda, yan iletkenler üstünde araştırma yapan bir laboratuvar görülüyor.

Geleneksel Japonya’dan İki görüniii:

XVI. yy’dan kalma Matsumoto Şatosu ve Tokyo’daki bir tapınakta Şinto dinine ait bir tören.
ZEN

Budizmin Çan okulundan (VI. yy’da Çin’de ortaya çıktı) türeyen ve Ta-oculuktan etkilenen Zen, Japonya’ya XII. yy’ın başında geldi ve Aşikagaların yönetimi döneminde yaygınlık kazandı.

Zen (ilk anlamı, «derin düşün-ce»dir), dünya nimetlerinden vazgeçmenin doruğuna ulaştığı bir metafizik arayıştLr. Derin düşünce, diyalektik veya inceleme gibi yollardan hangisiyle olur olsun, dünya nimetlerinden bedensel ve ruhsal olarak vazgeçmeyi ve «birden aydınlanma» yoluyla kozmosla uyum içine girmeyi sağlar. Zen düşüncesinde, insanın kendi içinde boşluk yaratabilmesi için, bedenin akılcılığı katı duruşla, aklın mantıksallığı da saçma yoluyla akıl yürütmenin sistemle ş tir ilme s iy le sağlanır. Bu düşünce sisteminin gelişmesi Japonya’da bahçe düzenleme sanatının (dünya üzerindeki mikrokozmoslar) doğmasına yol açtı. Bu düzenlemelerde kimi zaman bitkilere, kimi zaman da bütünüyle minerallere ağır* lık verilir. Zen düşüncesi bunun dışında çay törenlerinin ve çiçek düzenlemesinin doğmasına da yol açtı.

Zen ile savaşçı ruhunun birleşmesinden Samuray kuralları doğdu. Bu kurallarsa çizim sanatında (güzel yazı), «kısa şiir»de (otuz bir hece; XVII. yy’da haykuların on yedi hecenin üstüne çıktığı görülür) ve kendine bütünüyle egemen olmanın kanıtı kılıç kullanma sanatında tek ve aynı özlülüğe veya kısalığa ulaşmayı amaçlar. Zen düşüncesinden son olarak, Japon dram sanatının kökenini oluşturan lirik şiir no doğdu.
Kamakura’daki Buda veya Daibutsu heykeli 12 m yüksekliğindedir. XIII. yy’da bu heykelin içinde bulunduğu tapınak bir fırtınada yıkılmıştır. 0 zamandan buyana, inananlarkutsamalannı açık havada yapmaktadırlar.
TOPLUM

Gelişmiş ülkeler arasında, Hint-Avrupa soyundan gelmeyen ve Hıristiyan olmayan tek ülke Japonya’dır. Kore ve Vietnam gibi Japonya da sosyopolitik yapısını (imparatorluk ve Konfüçyüs-çülük) ve kültürel alt yapısını Çin dünyasından aldı. Bu kültürel altyapı, yazıyı, Taoculuğu ve Mahayana Budizmini (Büyük Taşıt) içerir ve animist ve kabile düzenine dayanan bir yapının üstüne oturtulmuştur. Japonların çok güçlü bir birlik duygusuna sahip olmaları, bir ada ulusu olmalarına ek olarak Batı dünyasıyla birçok alanda karşı karşıya olmaları işte bu özelliklerinden kaynaklanır.

Japonlar, hiçbir alanda evrensellik peşinde koşmaz. Bu tutum, çok yaygın Japon edebiyatında kendini ortaya koyar. Nippoloji-ler (nihoncinron), genel olarak Japon ülkesinin her alanda özgün bir ülke olduğunu vurgulamayı amaçlar. Japonların kültür temellerinin ve toplumsal kodlarının Batılılarmkinden çok farklı olduğu açıktır.

Din

Japon dinselliği, bir din olmanın ötesinde, kozmos ile bu kozmosun ete kemiğe bürünmüş biçimi olan doğa güçleri arasında bir uyum arayışıdır. Japonların din karşısındaki tutumu, yeryüzüne indirilmiş öteki dinleri dışlamak yerine, bir din bağ-daştırıcılığı biçiminde ortaya çıkar. Bu bağdaştırıcılığa uygun olarak birey, aynı zamanda Şintocu, Budist, Taocu ve Konfüç-yüsçü gelenekleri benimseyebilir; bu bir bakıma bir Türkün aynı zamanda Müslüman, Katolik, Hindu ve Şaman olduğunu ileri sürmesine benzer. Yaşama ilişkin törenler (doğum, evlenme) Şinto dininden, ölüme ilişkin törenler Budizmden alınmıştır. Bunun dışında birçok genç Japon, Hıristiyan olmadığı halde, bir papazın önünde evlenmekten çekinmez. Törensel açıdan bakıldığında bu davranış onların gözünde, Japon geleneğinin Batı geleneklerini özümsemesidir. Bununla birlikte Japonların dine karşı kayıtsız olduklarını düşünmemek gerekir. Geleneksel din uygulamalarının yerine getirilmesi, yeni ortaya çıkan dinlerin canlılığı, özellikle 1970’li yıllardan bu yana çok sayıda dinî tarikatın ortaya çıkması (bunların en önemlisi, Budizme dayanan Soka Gakkai’dir [1951’de kuruldu]) veya yerel dinsel topluluklar, Japonların dine karşı hiç de kayıtsız olmadıklarının kanıtıdır.

Her Japon’un en az iki dini olduğunu gösteren istatistiklerin ötesinde bu bağdaştırıcılık (Kitabı olan dinlerin aşkmlığma karşıt olarak) içkinliğe verilen öncelikten kaynaklanır. Buysa son aşamada Şinto animizmine gönderme yapar. Şinto dini, kelimenin dar anlamıyla bir din olmaktan çok, Japonların etnik ve yerli kökeninin bir ifadesidir, yani Japon toplumunun doğal ortamına salmış olduğu kökleri belirtir. Şinto dini işte bu anlamda imparatorluk mitolojisine bağlanabilmiş ve İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Budizmin aleyhine, ulusal din ilan edilebilmiştir. Budizme gelince bu din, Şinto dininin tersine, kutsal yazılarıyla, din adamları sınıfıyla ve evrensellik iddiasıyla, kelimenin tam anla-
mıyla bir dindir. Bununla birlikte tarih boyunca, i li etkilerle Şinto dininden öğeler karışmış, öte yan Şinto dinini etkilemiştir. Taoculuk için de aynı şı Tannlar bütünü, dinî törenler, halk inanışları gen; dinden kaynaklanır. Bunların dışında, ilke olarak tan çok, toplum düzenini sağlayan bir ideoloji ol çülük, Zen Budizmiyle birlikte buşido’yu («sav oluşturan öğelerden biri olmuştur. Konfüçyüsçülü kileri (aile, kabile, çalışma ocağı) düzenleyen kol temeli haline gelmiş, Zen Budizmiyse bireysel dis ni oluşturmuştur. Çin Konfüçyüsçülüğünde sen’ aynı değere sahip evlat sevgisi ilkesi, Japonlarda lıktan sonra gelir. Senyör (çağdaş dönemde çalışm; önünde yer alır. Bu değer yargısı, bunun Meici dc paratorun bağlı olduğu Şinto dinine katkıda bulun line getirilmesini sağlamıştır.

Bu din bağdaştırıcılığı, 1946 Anayasasına rağme dinî olan ile siyasal olan arasında gerçek bir ayrım ne kadar zor olduğunu gözler önüne sermektedir. İmparator Hirohito için düzenlenen cenaze töreni kanıtıdır.

Takvim. Bayramlar ve gelenekler de farklı köke öğelerin halk inançları üzerindeki etkilerini orta bağdaştırıcılığı kanıdar. Pirinç kültürünü temel aL tarım takvimi, tarla sürme, ekin ekme (ilkbahar) ve larına (sonbahar) göre düzenlenmiştir. Yılın bu üç ■ mi, Çin kökenli ay-güneş takviminin bölümlemesi’ miştir. Çin takvimine göre yıl on iki aya ve 24 esim nür. Bunların dayanak noktalan da Kuzey Çin’in r liklerine göre düzenlenmiştir. Buysa Japon adalar: tam olarak uymaz. Başka bazı öğeler de Budizmdı Örneğin yedinci «ay» ayının yaklaşık on beşinci gi yan (bugün kullanılmakta olan Gregoryen takvimir tos ayının ortası) Ölüler Bayramı’nın Buda kökenli \ Bon. Bunlara Çin kökenli (atalara tapınma) ve yeri: öğeler de eklenir. Ataların ruhunu, Pirinç Tanrısı ve gatsu) özümsemiştir. Bu durumda Bon dönemi, tarıı tasında önemli bir durak oluşturur.

Bu çok çeşitli etkiler, Japon yılının bol bayramlı ( meşine yol açar; bu bayramların çoğu da gösteriş kudanır. Sendai’de kutlanan Tanabata bayramı (yedi dinci günü: ağustosun ortası) sırasında, çarşı pazar kaklar kâğıt bezeklerle süslenir. Bu bayram, yaz turi tenlerinden biri haline gelmiştir (bu bayramın köker ile Vega’nm karşılaşması efsanesi yatar). Mayıs ayın küçük çocukların bayramında, direklere sazan baliğ bayraklar (koinobort) çekilir. On beş ocakta yapılan < geçiş töreni (seicin şikî), genç kızlar için, yılın başka hi de giymedikleri görkemli kimonolarını giymek için fı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen topluı

. iıi1: ‘i…….«İl…..mum…..»M—Umu……..I’!11*’»'” – • ‘ ‘I» •*»’* •*“1

JAPONYA
..sr^ı etkisiyle artık kutlanmamaya başlanan birçok bayram, ’ i yıllardan sonra, gösteri ve ticarî amaçlı da olsa yeniden ;-dınldı. Ne var ki, bunun altında biraz da, 1945 bozgunu-=skuna ve sonrasında gelen zoraki Amerikalılaşmaya tepki =k Japon kimliğini yeniden bulma özlemi yatmaktadır.

ğitim

-^5’ten sonra Amerikan modeline uygun olarak reform yapı-sistemi giderek Japonlaştırıldı: yarışma ruhu güçlendi-1970’li yılların ortalarından başlayarak imparatorluk ide-yavaş yavaş eğitim sistemine yeniden sokuldu. Bu sistem : aşamayı içerir: ilkokul (6 yıl), ortaokul (3 yıl), lise (3 yıl) ve rrsite (2 veya 4 yıl). Ortaokulun sonuna kadar eğitim zorun-ite var ki Japon gençlerinin yüzde 95’i liseye, yüzde 35’i .”v’ersiteye devam eder (üniversite öğrencilerinin dörtte biri :.r . Öğretim ana okullarında özel girişim ağırlıklı, ilk ve orta .iaysa devlet ağırlıklıdır.

.jîye girişte sınav yapılır. Bu sınava hazırlık çalışmalan, para-eğitimin doğmasına yol açmıştır. Cuku adı verilen bu eği-zî. öğrenciler okuldan sonra yoğun hazırlama kurslarına gider giriş sınavına hazırlanmak için bir dizi sınavdan geçer. Çok ı=rt hale getirilmiş olan not sistemi, her öğrencinin kensa-çi’si-r. Hensa-çi, öğrencinin ulusal ortalamaya göre yerini ta-;ier ve üniversite öğrenimi için hangi dallara başvurabileceği-

– -Vr Japonya’da bin kadar üniversite vardır ve bunların 475’i -ğretim sürelidir (4 yıl); Tokyo üniversitesi başta olmak üze-

iz.’let üniversiteleri en saygın üniversitelerdir. Her üniversite-:3Vgınlığını belirleyen, giriş sınavının zorluk derecesidir. Burgulanmakta olan eğitim sistemine karşı birçok eleştiri geti-Bu sistemin özellikle öğrencilerin yaratıcılığım bastırdığı öncelikli olarak taklit sistemini temel alır), böylelikle de ül-_r_ geleceğini tehlikeye attığı ileri sürülmektedir.

viedya ve iletişim

.’_ke. her türde çok gelişmiş iletişim araçlarına sahiptir, buysa kültürünün iletişim olgusuna bütün alanlarda verdiği özel T.2I bir kanıtıdır. Kişisel ilişkiler, nezaket kurallan, taşımacılık i tam anlamıyla medya alanında olsun bütün toplumsal dav-_=_=r standartlaştırılmıştır. Tokaido Şinkansen (Tokyo-Osaka), -. »daki ilk «yüksek hızlı tren (YTH)» olmuştur (1964) ve gerek np hızla, gerek yolcu kapasitesi (1 500’er kişilik katarlar) ve se-:_-iğıyla ilginç özelliğini sürdürmektedir. Japonlar, birbirleriy-

■ „-jşmak için çok yolculuk yapan kişiler oldukları gibi, muaz-

– ayıda gazete ve dergi de tüketirler. Japonya’da 1 000 kişiden

– _ gazete okur (bu rakam Türkiye’de 79, Fransa’da 212,

I ie 268’dir). Yomiuri gazetesinin günlük tirajı 9,6 milyon

II . Asahi gazetesininkiyse 8 milyondur. Japonlar, oturduklan

darlığı yüzünden, Amerikalılar’dan (1 000 kişiye 665 TV) ‘r=nsızlardan (1 000 kişiye 338 TV) daha az televizyona sahip -£İ<la birlikte (1 000 kişiye 268 TV), faks konusunda bu ülkele-i-ie bırakmıştır: daha 1968’de 1,2 milyon; 1988’de 4,3 milyon „kede faksın çok çabuk yayılması, teleksin Japon yazısının :gramlanna adapte edilememiş olmasından kaynaklanır). En

– ~oda olan alet ise cep telefonudur.
Günlük yaşam

Japonya sosyal güvenlik bakımından güçlü koruma altında olan ülkeler (Almanya gibi) ile zayıf koruma altında olan ülkeler (ABD gibi) arasında yer alır.

Kişi başına düşen GSMH’nin (1991’de 26 000 dolar) ABD’yi, Almanya’yı ve İskandinav ülkelerini aşmasına karşılık, Japonların yaşam düzeyinin öteki zengin ülkelerinkinin gerisinde kaldığı gözlenir. Bu farklılık, aile yaşamım geliştirmek yerine, ekonominin kolektif olarak geliştirilmesine yönelik önlemler yüzünden, tüketimde kısıtlamaya gidilmesi ve büyük kentlerin göreceli olarak zayıf biçimde altyapılandınlmasmdan kaynaklanır. Tokyo’da ortalama konut alanı 58 m2’dir (ulusal ortalama: 80 m2). Bu darlık; arsa maliyetlerinin yüksek oluşuyla doğrudan ilişkilidir. Yasaların gereğince uygulanamaması yüzünden büyük kentlerde 1985’ten sonra arazi spekülasyonu geniş boyutlara ulaştı. Bunun sonucu olarak orta gelirli aileler kent merkezlerinden çok uzakta oturmak zorunda kaldı, buysa insanların işyerlerine ulaşmak için kamu araçlarında uzun ve zahmedi yolculuklar yapmasına neden oldu. Japonya’daki konudar darlıkları ve kent merkezine uzaklıkları bir yana, konforlu konudardır.

Tokyo’da yaşam olağanüstü pahalıdır. Buna bir de kanalizasyon alt yapısının yetersizliği eklenirse, bu kent yaşamak için çekici olmaktan uzaktır. Öte yandan ülke genelinde yaşam tarzı birçok avantaja sahiptir. Japon şehirleri güvenlidir (suç oranı, kaza oranı düşüktür), temizdir ve pratiktir (her türlü hizmet, ko-nudarın içinde bile bol ve düzenli biçimde sağlanmıştır). Çok sayıda halk hamamının (sento) varlığı, pazar günleri de dahil olmak üzere küçük dükkânların geç saatlere kadar açık kalması, gezici lokantalar, semt birliklerinin insanlar üstünde bir yandan baskı kurarken, öte yandan semt sakinlerini birbirine bağlaması, örneğin bu birliklerin, bon-odori dansı yaparak katıldığı bon bayramlarını düzenlemesi, bu kenderi canlı ve hareketli kılar.

Geleneksel davranışların büyük ölçüde sürdürülmesi, toplumsal dokunun canlılığını kanıtlar ve Japon kenderinde insanların güzel bir yaşam sürmesini sağlar. Japon yaşama sanatı, birçok bakımdan Batı yaşam tarzıyla bağdaşmaz. Bu farklılık özellikle beslenme alamnda kendini gösterir. Japonlar göreceli olarak az yemek yer (kişi başına günde 2 921 kalori). Bununla birlikte temel besin pirinçtir.

Japonlann Batı ülkelerine göre birçok özelliklere sahip olması kuşkusuz, temel olarak pirinç tanmına dayalı, kırsal toplum geleneklerini sürdüren, günümüzdeyse farklı değer ölçülerine geçmiş bir toplum olmasından kaynaklanır. Japon toplumunda en başta, mesela çalışma ile eğlenme arasında büyük farklılık görülmez. Eğlence, Avrupa’dakinin tersine, zaman ve mekân içinde o kadar az yer tutar ki kurumlaştığı ileri sürülemez. Japon ücretli kesimi (tüm ücretlilere tanınan yıllık 13 gün ücretli izin dışında), herhangi bir zorlama olmaksızın ve iş delisi de olmadığı halde yıl boyunca 8 günün altında tatil yapar. Oysa bunun iki katını yapmaya haklan vardır. 1989’da dünyanın yedi zengin ülkesinde yapılan bir anketin sonuçlarına göre, Japonlann yalnızca yüzde 3,5’i çalışmayı her şeyin üstünde tutuyordu. Oysa bu oran Fransızlarda yüzde 7,6, Amerikalılarda yüzde 5,5, Alınanlardaysa yüzde 1,6 olarak beliriyordu. Bu durum, Japonlann yalnızca «Japonlara özgü», kolektif görev duygusunun aile yaşamımn önüne geçmesinden kaynaklanır. □
İleri teknolojilerin Japonya ’a.

Bir bilgisayar ekranında, bir robotun hareketlerinin canlandınlması. Mühendis, bu hareketleri üç boyutlu olarak algılamaktadır.
Tofu yapımı. Tofu, soya fasulyesinden zanaatçı yöntemlerle yapılan bir çeşit peynirdir.
Seferber olmuş bir toplum.

İşletmelerdeki çalışmaya, birlikte yapılan beden hareketleriyle (kültür-fizik) ritim kazandınlır. Çalışanlar böylelikle sürekli olarak aynı amaca yönlendirilir: üretim.
AYRICA BAKINIZ

► [B.ANSLI Çin

– IMMEl Japon dili ve edebiyatı

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*