JAPONYA’DA YENİ DİNLER
ikinci Dünya Savaşandan sonra yeni dinlerin kazandığı büyük başan, çağdaş Japonya’da görülen en dikkate değer olaylardan biridir.
Geleneksel tannların ve imparatora tapınmanın çevresinde eklemlenen ve bir devlet dini olan Şintoculuktan sıyrılır sıynlmaz, savaş sonrası Japonya’sı, yeni bir durumla karşılaştı. Bu durum, Şintoculuktan devlet tekelinin kalkması, bütün dinî kurumlann ve toplulukların özgürlüğe kavuşması,Bğitim Bakanlığınca tescil edilmeleriyle bir vergi muafiyeti içeren dinî tarikatların ayrıcalıklı statüsü olarak özetlenebilir. Bu yeni dinler, öğreti bakımından çeşitlilik (Budizm, Şintoculuk, tektanrıcılık, çoktanncılık…) gösterirler, ama aralannda ortak özellikler de vardır. Bu özellikler arasında, karizmatik lidere bağlılık, Batı öğelerini bile benimseyen bir bağdaştırmacı anlayış, yeni bir çağın geleceği düşüncesi ve olumlu sonuçlar vereceği söylenen manevî tekniklerin uygulanması, sayılabilir. Bu grupların başarıya ulaşmasını kolaylaştıran özellikler arasında da, propaganda ve tapınma konulannda bazı küçük görevleri yüklenen laik kişileri, topluluğa girme kolaylığını, merkezileşmiş örgütlenmeyi, malî gücü ve topluluğa bağlı olanların dünya üzerindeki mutluluğu için çalışma eğilimini saymak gerekir.
Soko-gakkai («Hayat değerlerini yaratmak için birlik»), bu tarikatlardan hiç kuşkusuz en önemlisidir. Bu tarikat, Japon siyasî hayatında bir üçüncü kuvvet haline gelmiştir ve bütün dünyada örgütleri vardır, ilkeleri ise, mutluluğu (yani yarar sağlayacak olan şeyleri) aramak, Ni-çiren’in («Sutra du lotus»u yaymaya çalışan XIII. yy Japon keşişi) öğretisine inanmak ve hem ruhsal dinginlik hem de aydınlanma yaratan İlahîler sö Japonyada Yeni Dinler ylemektir.
elinde tuttuğu ahlak otoritesini kaybetmesi de, önem taşıyan yeni etik sorunlar karşısında, dayanılacak bir gerçek ve bir yol gösterici rolü oynamasını ortadan kaldırmıyor.
Demek ki din, şefaat dileklerine verilen bir cevap, bir manevî güven kaynağı, bir duygusal ve etik öğe olarak görülüyor. Bu yeni işlev, belki de, dine, şeytana, cehenneme ve bunun sonucu olan ahlak bağnazlığına son veren dünyevîleşmenin avantajlarını kendisine katma ve bir anlam ve umut sağlayan olumlu yanlarını
değerlendirme başarısını sağlıyor. Böylece, din ma ve doyum ihtiyacına cevap vermeyi ihmal yaya gittikçe daha fazla yönelen İnsanî bir rol kayacağını söyleyebiliriz.
Törensel işlev. Sıradan dindarın yerini, güni miş dinî tören ve ayinlere değil de dinî yaşantın katılmayı tercih eden ve yerel kiliseden çok se yerleri ziyaret eden «şölen üyesi»nin aldığı gö maştırıcı mizansenlere dayanan büyük toplantı Paulus’un seyahatleri bunun en iyi örnekleridir] dıran bu tür yoğun duygusal yaşantılar, bir dinî rak bağlanmaktan çok, duygusal ve heyecansal b mini üzerinde etkili olmaktadırlar.
Evlenme gibi bazı dinî törenlerin sürmesi de nabilir. Gençler, evliliğin dinî yanlarıyla (bunları kâret, sadakat, birbirinden ayrılmazlık gibi değe rı (boşanmaya engel olduğu düşünülmeyen dinî l den önce yer alan karıkoca hayatı gibi) arasınde yorlar. Böylece, başka alternatif yaşantı tarzları y insan yaşamının önemli evrelerindeki edimlere g< lik kazandıran bir araç olarak ortaya çıkıyor. Do rumda, resmî inançlara bağlılık bir temel oluştuı ce, törenin kendisi, gelip geçici varlığı içinde, ar durum olarak görülüyor. Sonuç olarak, kendisi dı olan dinî evlilik, yeni bir toplumsal duruma giı ama çoğunlukla özgün dinî boyutlarını kaybetm töreni olarak işlevini yerine getiriyor.
Kültürel işlev. 1970’li yıllardan beri, Kuzey î likler ile Protestanlar arasındaki şiddetli çatışma! ya’nm parçalanmasıyla ortaya çıkan kanlı etnik ç£ birçok tarihî örneğin yanı sıra, dinî simgelerin si amaçlar uğruna kullanılmasının neler doğuracağın nik kimliğini ileri sürmekle bir dinsel boyut arası çekim, bunlardan hem birinin hem de ötekinin p açıyor. Eski Yugoslavya’daki durumda, bazı gn bağlılıklarını ileri sürmeleri, Kuran’a bir dünya göı tan çok, İslam etiketinin etkililiğinden avantaj s; göz önüne seriyor.
Aynı şekilde, Polonya’da dinin siyasî açıdan kull. sonrası durumla açıklanabilir. Gerçekten de, komü daki Katolik geleneği, Polonya’yı, geleceğini kurab mişin içine sokmuştu. Sovyet rejimiyle mücadele e lece, «inanmayan dindarlar»m ortaya çıkmasına belli bir siyasî eyleme bağlanmış olan bu kimseleri ra uyması, Sovyet modeline karşı çıkmanın bir g başka şey değildi. Nitekim, Sovyet rejiminin yıkıl: ra, Polonya’da kiliselere gidenlerin sayısında azaln
Yine aynı şekilde, İslam ve Musevîlik, MusevLe
arın dinî ve etnik değerlerini pekiştiren kültürel modeller k açıkça kendilerini gösteriyorlar.
:mokratik Batı ülkelerinde din, salt bir göstergeler hâzinesi e geldiği ölçüde, kimlik arayışı perspektifi içinde, daha da ,-ca yararlanılacak bir şey haline geliyor. Kilise ile aralarında-rumsal bağı yavaş yavaş kaybeden bu göstergeler, etnik ve-usal bir kimliğin kurulmasına gittikçe daha fazla katkıda bu->ilir hale geliyorlar. Dinî inançların ve uygulamaların gerile-30 li yıllarda, Fransızların yüzde 80’i kendilerinin hâlâ Kato-duğunu söylüyor ve isveçlilerin yüzde 90’ı da ülkelerinin kine bağlı olduğunu belirtiyordu. Böylece, bu Fransızlar tarih-; ve kültürlerine bağlılıklarım dile getiriyorlardı. Nitekim, di-ğlılık temeline dayanan bir topluluğa ait olma duygusunun, ; yokluğundan sonra da etkisini sürdürdüğü görülüyor. Bu ol-z bunalım ve kararsızlık bağlamında daha da pekişme eğili-cstermektedir. Nitekim, Fransa’daki Ulusal Cephe gibi bir . ne yapacağım pek bilmeyen belli bir takım zümreleri hare-geçirmek için, ulusal kimliğin savunulmasını, Jeanne d’Arc’a s dinî bir bağlılık göstererek ve entegrist ayinler yaparak Hı-■an simgeselliğiyle birleştirmeye çalışıyor.