Genel

KAN VE LENF

KAN VE LENF

Dolaşım sistemiyle dokulara taşman kan burada pek çok yaşamsal işlevi yerine getirir. Sürekli bir hareket halindeki kan, bütün dokuların birbiriyle ilişki içinde olmasını sağlar. Kan, plazma denilen karmaşık yapılı bir sıvı ile bunun içinde yüzen hücrelerden meydana gelir. Su, mineral tuzlar, lipitler, proteinler ve glüsitlerden oluşan plazma, bol proteinli bir sıvı olan lenfle karışır. Lenf ise hücrelerle doğrudan temas halinde bulunur.
KAN

Kanın bileşenleri arasında pıhtılaşma faktörleri ve immünog-lobülinler de yer alır. Kan dört açıdan üstün özellik gösteren bir dokudur: vücuttan alınması kolaydır; hücreleri ve protein yapılı bileşenleri sayesinde moleküler patoloji kavramının oluşmasına katkıda bulunmuştur; bazı özellikleri süreklidir, değişmez (kan grupları, hemoglobinler ve enzimler); «ekolojinin aynasıdır» (enfeksiyonlar, zehirlenmeler veya organizmaların yaşama şekilleri kanda kendini gösterir, hatta onu bozar).

Kan alınırken pıhtı oluşmasını, dolayısıyla serumun ayrılmasını önlemek için, alınan kana pıhtılaşmayı daimi olarak engelleyen antikoagülan maddeler katılması gerekir. Pıhtılaşması önlenen kan 4 °C’de 24 saat süreyle saklanabilir. Kanın içerdiği hücreler ve plazma santrifüj yöntemiyle birbirinden ayrılabilir. Bu hücreler kemik iliğindeki hemopoyetik ana hücrelerden kaynaklanır. Kan dokusunda üç tip hücre bulunur: alyuvarlar (eritrositler), akyuvarlar (lökositler) ve trombosider. Kanın yapısıyla ilgili bilimsel araştırmalar, mikroskobik yöntemlerin gelişmesiyle büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Sağlıklı bir vericiden alınan kan, gerektiğinde kan naklinde kullanılabilmektedir.

Kanın işlevleri

Kanın dört önemli işlevi vardır. Bunlardan ilki akciğerlerle dokular arasındaki alışverişleri sağlayan gazların taşınmasıdır. Kan, işlevleri için gerekli olan oksijeni dokulara taşır ve metabolizma sonucunda açığa çıkan karbondioksidi toplayarak vücuttan atılmasını sağlar. Bunun yanında glikoz gibi besin maddeleri, elektrolitler, hormonlar ve organik artıklar da kan aracılığıyla taşınır ve organizmadan atılır. Kan ayrıca ısı düzenlemesinde de önemli rol oynar.

Organizmanın bağışıklık yanıtlarında da görev alan kan, bak-
teri, virüs ve asalak gibi mikroorgaı mekanizmalarla engeller. Akyuvarla! bu işlev, antijene özgü bağışıklık tep tepkimeleri içerir.

Kan, tampon mekanizmaları saye lerle birlikte, iç ortamın asit-baz deı da görev alır. Bu işlev kanın içinde t bonatlar gibi) aracılığıyla gerçekleşti!

îç veya dış kanamaların durdurulr laşma mekanizmaları devreye girer. 1 trombosider görev alır; pıhtılaşma! aşamada plazmada erimiş halde bul laşma faktörleri) etkin hale geçerek bir tepkimeler zincirini başlatır. Bu e’ yen bir pıhtı meydana gelir.

Plazma

Kanın sıvı bölümünü oluşturan pl yüzde 90 oranında su ve erimiş madd leküller) meydana gelir. Plazmanın içi g/l arasında değişir. Bu proteinlerin pe maktadır: albümin birçok maddenin l iç basıncının dengede tutulmasında g ler antikor işlevine sahiptir; pıhtılaşm; rinojen) kanamaların durdurulmasınc poproteinler ise lipitferin taşınmasınd

KAN HÜCRELERİ

Kanın yapısında bulunan farklı hü masından antikor üretimine kadar ço tirir. Bütün bu hücrelerin bazı ortak ö lerinin hepsi yaşam sürelerinin bir bö ğer bölümü ise serbest olarak dolaşır süreleri kısıtlı olan bu hücreler, canlı; yıkılır, diğer taraftan sürekli olarak ye

Kan hücrelerinin hepsi aynı tip her kaynaklanır. Kemik iliğinde bulunan I hücreler denir.

Iç ortamın dengesini (homeostazis nizmanın bütün sistemlerinde kendi l nin bulunması gerekir. Bu mekanizm; bundan yeteri kadar hücre üretilebilir me mekanizmasının incelenmesinde, kullanıldığı deneysel yöntemlerden y; poyez dokusunda, her gün 400-500 n

me yeteneğine sahip ana hücreler bu şim aşamalarında hücreler içeren üç k: gunlaşmamış hücreleri içeren ilik dokt daki hücreleri içeren ana doku ve özel dokusu.

Kan hücrelerinin şekli boyanmış kai nebilir. Birim hacim başına (mikrolitre yısı ise otomatik elektronik yöntemle, ler sayesinde hızlı ve kesin sonuçlar el tadır.

Alyuvarlar (eritrositler)

Normal bir alyuvar 7-8 mikrometre kük bir disk şeklindedir. Mikroskop 1, görünür. Çekirdeksiz ve diğer organitlı reler, su, iyon (özellikle potasyum r meydana gelir. Protein yapısındaki he: zı rengi verir. Alyuvarlar bir hücre zarı Hemoglobinin işlevsel bütünlüğünün, iyon dengesinin ve zarın işlevlerinin k smdaki etkileşimlere bağlıdır. Alyuvar rebilır ve bu özellikleri sayesinde 1 m marlardan bile geçebilirler.

Alyuvarların hücre zarı, mukopoli: katmandan meydana gelir. Bu katmar pider ve proteinler içerir. Spektrin ve ; iskeleti yapısına katılır.

Alyuvarların üretiminde ve işlevleri: sında B12, B6, C, E ve folik asit gibi vit çinko gibi mineraller sayılabilir. Serur malde 13-32 mikromol/litre arasında derofilin veya transferrin adı verilen t nır. Organizma demirinin yüzde 60’:
Bir atardamarajjm içindeki alyuvarlar. Besin maddelerini dokulara kadar taşıyan kan oralardan da metabolizma artıklannı toplar. Sürekli bir şekilde yinelenen bu alışverişler, hastalıklann organizmada nasıl kolayca yayılabildiğini açıklar.
İÇİNDEKİLER

KAN

kan hücreleri

KAN HASTALIKLARI LENF

10

r ölçütler (ortalama eritrosit hacmi gibi) lerinin incelenmesinde kullanılır. Kemik ; kana salınmış olan genç alyuvarlara re-ızom kalıntıları taşıyan bu hücreler bo-;terilebilir. Kemik iliği işlevlerinin değer-sit sayısı büyük önem taşımaktadır, ınum gazlarının (oksijen ve karbon diok-ır arasında taşınmasından sorumludur, ınmasmı sağlayan hemoglobin adlı pro-temel rol oynar. Dinlenme halindeki bir 50 mİ oksijen tüketilir ve 200 mİ karbon en çalışması sırasında bu değerler on kat jidığı oksijen miktarı, yalnız başına plaz-tı kadardır.

sglobin, her biri birer hem molekülü (de-leşiği) taşıyan dört polipeptit zincirinden Hemoglobinin birincil yapısını, polipeptit aminoasitlerin dizilişi belirler. Kemik ili-ın günde 6-8 g hemoglobin sentezlenir. ıetik olarak denetlenen üç çeşit hemoglobin iAî ve HbF (F fetüs, yani dölüt anlamında-jğunda baskın olan HbF, hayatın ilk yılında ıırakır. 1 g hemoglobin 1,34 mİ oksijen taşır, lerecesi kandaki oksijen basıncıyla ilişkilidir.
2,3 difosfogliserat mPr-ı dardlr Hemoglobinin oksijene ilgisi

mer, hİotSZ?d7aT gf6 degİŞİr Bu 0randa^

noktasal mutasyonlar gibi) kan hastalıklarının ortaya çıkmasına neden olur. Hemoglobin S adı verilen anormal bir hemoglobinin yol açtığı orak hücre anemisinde drepanositoz alyuvariar orak şeklini alır. Bileşiminde bir bozukluk olmayan, ama anormal dağılım gösteren polipeptit zincirlerinin bulunması durumunda ise talasemi adı verilen hemoglobin hastalıkları ortaya çıkar.

Akyuvarlar (lökositler)

Akyuvarlar renksiz ve çekirdekli hücrelerdir. Alyuvarlardan daha büyük olan bu hücrelerin boyu 10-20 mikron kadardır.

Normal kan frottisinde morfolojik farklılıklarına göre (çekirdeğin şekli ve boyanan sitoplazma granülleri) üç tip akyuvar vardır.

Buna göre çekirdekleri birkaç loba ayrılmış olan hücrelere «çok-çekirdekli akyuvar,», yuvarlak ve basit bir çekirdeği bulunanlara ise «tekçekirdekli akyuvar» (lenfositler ve monositler) adı verilir. Akyuvarların sayısı litrede 4 ila 10 x 109(4 000-10 000/mm3) kadardır. Kan frottisinin incelenmesiyle elde edilen akyuvar formülünde üç akyuvar grubu ayırt edilir: çokçekirdekli akyuvarlar (diğer adıyla granülositler), lenfositler ve monositler.

Çokçekirdekli akyuvarlar. Bunlar nötrofil, bazofil ve eozi-nofil granülositler olmak üzere üç çeşittir. Çapları 10-14 mikron arasında değişen nötroftllerin 2-5 loplu bir çekirdeği ve proteolitik enzimler gibi çeşidi maddeler içeren tanecikleri (granülleri) bulunur. Bu hücreler sitoplazma uzantıları olan yalancı ayaklar sayesinde hareket edebilirler. Akyuvarların yüzde 45 ila 70’ini (litrede 2 ila 7 x 109) oluşturan nötrofiller, organizmanın bağışıklık sisteminin temel taşları niteliğindedir. Kemik iliğinde üretilen bu hücrelerin dolaşımda kalma süresi ancak 6-18 saat kadardır. Kemik iliğinden kana verilen nötrofillerin bir bölümü dolaşıma katılırken, bir bölümü damar endotelyumuna yapışır. Daha sonra dokulara geçen nötrofiller burada dış etkenlere karşı vücudu koruyucu etkilerini gösterirler. Granülosiderin fizyolojik önemi, bu hücrelerin nitelik veya niceliğinde yetersizlik bulunan kişilerde çok ciddî enfeksiyonların görülmesiyle açıklanabilir.

Granülosiderin işlevleri üç başlık altında toplanabilir: kemo-taksi, fagositoz ve bakterisit etki. Kemotaksi (kimyasal yönelim) granülosiderin hedef mikroorganizmalara doğru ilerlemelerini sağlar. Akyuvarın hedef mikroorganizmayı sararak içerdeki kofulun içine alması olayına fagositoz adı verilir. Fagositoz kofulunun içindeki mikroorganizmanın granüllerdeki sindirim enzimlerince parçalanması da bakterilerin ölümüyle son bulur (bakterisit etki).

Eozinofıt granülositler genellikle iki loplu bir çekirdek ve portakal renginde iri sitoplazma granülleri içerir. Bu hücreler akyuvarların yüzde 1 ila 5’ini (litrede 0,05-0,5 x 109) oluşturur. Etkilerini yine doku düzeyinde gösteren eozinofillerin iki çeşit işlevi vardır: nötrofillerinkine benzeyen etkiler ve hücreiçi asalakların ortadan kaldırılmasını sağlayan erken aşırı duyarlılık tepkileri. Buna karşılık eozinofillerin eksikliği sağlıklı bir yaşam sürmeye engel değildir.

Bazofil granülositler belirsiz çekirdekli ve çekirdeği örten mor renkli sitoplazma granülleri içeren hücrelerdir. Kan tablosunda akyuvarların yüzde l’den azını (litrede 0,04 x 109) bazofiller oluşturur. Bazofiller esas olarak erken aşırıduyarlılık tepkilerinde görev alır. Bu işlevleri sitoplazma granülleri içinde bulunan kimyasal maddelerden ileri gelir. E tipi immünoglobülinlere (îgE) bağlandıktan sonra parçalanan bazofillerin ekzositoz keselerinden açığa çıkan aminler (mesela histamin) anafilaktik tipte alerjik tepkilere neden olmaktadır.

Lenfositler. Lenfosit cinsinden akyuvarların çapı 10 ila 20 mikron arasında değişir. Küçük olanları yuvarlaktır ve sitoplaz-malarının hemen hemen tümünü kaplayan bir çekirdekleri vardır. Buna karşılık daha büyük hücrelerde çekirdek sitoplazmamn bir köşesine itilmiş durumdadır. Sitoplazma renksizdir ve bazen az miktarda granül içerir. Akyuvarların yüzde 20 ila 40’ını (litrede 1,5- 4 x 10 ) oluşturan lenfosider özgül bağışıklık yanıtının temel taşları niteliğindedir.

Monositler ve makrofajlar. Bu büyük boyudu hücrelerin yuvarlak veya böbrek şeklinde olabilen çekirdekleri, genellikle sitoplazmamn bir kenarına itilmiş şekildedir. Akyuvarların yüz-
S Ianv ?7°nu (nakJi^ 1 8 demir getırir-Dlojık olarak 1-2 mg demir kaybedilir. Bu duan nakiı uygulanan kişilerde,demir ve demirli -h organlarda birikmesi sonucunda patobîk sonıatozj ortejsa çjfonasma neden o/ur. Bir

jra6ıîî’r.

arların ortalama yaşam süresi insanda ;e 225gündür. Yaşlanmaya bağlı yıkımım bir kısmı da rasdantısal olarak yıkı-noliz (alyuvar yıkımı) insanda normal î gerçekleşirken, özbağışıklık tepkime-hemolitik anemiler) veya genetik he-luğu zaman önemli oranda artış göste-. bazı enzimlerin giderek etkinliklerini bağlı metabolizma süreçlerinin zayıf-arlarm yıkımı sonucunda açığa çıkan lilirübine dönüştürülür. Anî bir alyuvar :alan hemoglobin kandaki haptoglobi-yapısında bir madde olan haptoglobi-ıbini bağlamaktır.

ar cinsinden kan hücreleri üç temel der/f, hemoglobin derişimi ve alyuvar sayısı. ren alan hematokrit, alyuvarların kanda-:der. İnsandaki ortalama hematokrit er-larda yüzde 42 civarındadır. Hemoglobin da birim hacimdeki miktarını gösterir.

(eri erkeklerde 155+25 g/l, kadınlarda la ise 170±30 g/l’dir. Bu değer alyuvar umunu yansıtan en iyi ölçüt olduğun-dığının ve varsa derecesinin saptanma-sayısı (bir litre kanda bulunan alyuvar 1 kadında (4,8±1) x 1012’dir.
Akyuvarlar. Bunların arasındaki çokçeklrdekliler, işlevlerine göre farklı şekiller gösterir: nötrofil granülositlerin çekirdeği çok loplu, eozinofil granülositlerin çekirdeği iki lopludur. Üçüncü grubu oluşturan bazofiller ise büyük granüllerle (pembe renkli) belirgindir.
Alyuvarlar, lentosltler (san) ve trombositler (mavi).

KAN VE LENF
Hemoglobin molekülü, iki çift aminoasit zincirinden oluşan bir protein (globin) ve demir içeren renkli bir bileşik olan hem’den meydana gelir. Alyuvarların parçalanması, mikroanjiyopatik hemolitik anemi adı verilen bir kan hastalığının belirtilerinden biridir.
de 3 ila 10’unu (litrede 0,2 – 1 * 109) monositler ve makrofajlar oluşturmaktadır. Organizmanın bütün dokularına dağılmış bulunan ve bir tür gözetim işlevi gören bu hücreler (özellikle makrofajlar), dokuların ölü hücrelerden temizlenmesinde ve yabana maddelerin uzaklaştırılmasında da rol oynarlar. Özgül ve özgül olmayan bağışıklıktan sorumlu bu makrofajlar birtakım kan proteinlerini serum ve düzenleme faktörü niteliğindeki sitokinleri salgılar.

Trombosider

Kemik iliğinde üretilen trombositler 2 ila 5 pm (mikron) çapında, çekirdeksiz küçük hücrelerdir. Üretilip kan dolaşımına katıldıktan sonra 8-10 günlük bir yaşam süresine sahiptirler. Antiko-agülan eklenmeden alman kan örneklerinden yapılan yaymalarda kümeler oluştururlar. Normal şartlada bir mm kanda bulunan trombosit sayısı 150 000-400 000 arasında değişir. Trombositler esas olarak hemostazda görev alır ve birbirlerine yapışıp kümelenerek damarlardaki küçük lezyonları tıkarlar. Granülleri içinde bulunan bazı maddeler aracılığıyla pıhtılaşmada da rol oynarlar.

KAN HASTALIKLARI

Kan gerek ilikteki (merkezî), gerek doğrudan doğruya kan hücrelerindeki (çevresel) bozukluklardan ileri gelen pek çok patolojik durumun yansıdığı bir dokudur. Bütün bu hastalıklar ya kan hücrelerindeki azalmayla ya da normal veya anormal kan hücrelerindeki artışla kendini gösterir. Sitopeni adı verilen hücrelerdeki azalma eritrositleri ilgilendiriyorsa anemi (kansızlık), trombositleri ilgilendiriyorsa trombopeni olarak adlandırılır. Normal hücrelerde artış görülmesi durumunda polisitemilerden, anormal hücre artışında ise lösemilerden söz edilir.

Anemi (kansızlık) en sık rasdanan kan hastalığıdır. Hemoglobin miktarının azaldığı bu hastalıkta, kandaki alyuvar sayısının azalması da tabloya eşlik edebilir. Anemiler pek çok nedene bağlı olabilir: demir veya bazı vitaminlerin eksikliği (demir veya fo-lik asit eksikliği anemileri gibi), enfeksiyonlar ve zehirlenmelere bağlı veya kanser hücreleri çoğalarak normal ilikteki ana kan hücrelerinin gelişmesine engel olduğu (lösemiler) kemik iliği yetersizlikleri (medüller aplazi) gibi.

Kemik iliğini etkileyen bazı ölümcül hastalıklarda ilik nakli gerekebilir. Bu durumda uygun bir verici bulununcaya kadar kân nakilleriyle destek tedavisi uygulanır.

Dünyanın bazı bölgelerinde (özellikle Akdeniz ülkeleri ve Afrika) kalıtımsal hemoglobin bozukluklarına bağlı olarak gelişen hemolitik anemilere sık rasdanır. Bu hastalıklarda (talasemi, orak hücre anemisi, vb) alyuvarların yaşam süresi kısalmıştır. Alyuvar veya trombosit antijenlerine özgü otoantikorların ortaya çıktığı bazı edinsel patolojilerde ise trombopeni gibi otoimmün sitope-niler görülebilir.

Kan nakli

Çoğu ülkede kan verme temel bir dayanışma ilkesine dayanır; hastalara yardım etmek isteyen sağlıklı kişiler, adları gizli tutulmak kaydıyla kendi istekleri doğrultusunda gönüllü olarak kan
verirler. Kan nakli yapan kuruşların en öneı biri, genel nüfus içinden sağlıklı insanları b kan vermeye isteklendirmektir. Vericilerin s den alıcıya ulaşması sürecinin bütün aşamal güvenliğini sağlayan en önemli etkendir.

Kan nakli uygulanan kişileri bekleyen enfeksiyon ve metabolizma olmak üzere üı lanabilir. New York’ta yapılan bir çalışma her 6 000 ünite kan nakli başma düşen ka; uyuşmazlığı, saptanamayan alloimmüniza nedenlerle) yalnızca l’dir. Alman bütün k; hepatiti, AÎDS, HTLV virüsü, dolaylı direkt karaciğer transaminaz düzeyi açısından zc lenmektedir. AİDS hastalığında, kanda hiç namadığı «pencere döneminin» süresi, 3. şak teslere göre önemli derecede kısaltılır ay olan bu süre günümüzde 40 günün altın lerinden hastalık bulaşma riski 600 000 k (bu oran B tipi hepatit için 1/200 000, < 3/10 000’dir). Bazı hastalarda kan naklini] kan nakliyle (hastanın kendisinden alına hastaya nakledilmesi) ortadan kaldırılmak lere örnek olarak birçok kez kan nakli yap demir birikimi verilebilir.

Kan nakillerine bağlı riskleri azaltmanın amaçla vericileri tıbbî tesderden geçirdikte rek enfeksiyon etkeni taşıyan kan alınması li bölgelerden kan toplamamak; alman heı özgü biyolojik tesderden geçirmek; sapta) yan viral etkenleri, virüsleri etkisiz hale gc İe ortadan kaldırmak (bu yöntemler anc ürünleri için kullanılabilir); her kan naklin bilecek antikorlan araştırmak ve karşılıklı İe kanın uygun olduğunu tespit etmek; na reksinimlerle sınırlandırmak gibi önlemle

Kan verme sırasında alınan 400-500 m fat, dekstroz) adı verilen pıhtılaşma önle; dan saklanmasını sağlayıcı bir solüsyon doldurulur. Alyuvar süspansiyonlarının 4 bilmesi için bu solüsyona adenin de ekle iki çeşit ürün elde edilebilir: dayanıksız k: yuvar, trombosit süspansiyonları ve pla ürünleri (albümin, immünoglobülin, pıh süre saklanabilen dayanıksız kan ürünler rai etkisizleştirme yöntemlerinin uygular Plazmadan elde edilen dayanıklı kan ürü:

İe kullanılabildiğinden, gerektiğinde kol dir. Tedavide kullanılan üniteler (immün bin kişiden alman plazmalardan elde edi rüslerine karşı uygulanan etkisizleştim kan ürünlerine uygulanabilmektedir.

Saklanan kandaki alyuvarlarda görüle tış gösterir. Ortaya çıkan en önemli bc kaybıdır. ATP kaybı alyuvarların in vivı Sitrik asit, sitrat, dekstroz içinde 48 sa miktarı yüzde 50 oranında azalır ve bu varların oksijene ilgisi artar. Saklanan k; ğişiklikleri de gözlenir ve küresel alyuv, naklinden sonra DPG’de yenilenme olı normal düzeyine ulaşır.

Sürekli bir gelişim içinde bulunan ka naklin yararlan ve riskleri göz önünde ölümle sonuçlanan immünolojik riskle: naklinin uygulanma şartian ne olursa c
Trombus (veya pıht), kan hücrelerinin fibrin w ağıyla sanlması sonucunda meydana gelir.
ı

i Ü
Bir kaıt torbasının içinde kanın bütün şekilli elemanlan (alyuvarlar, akyuvarlar ve trombositler) bulunur. Torbadaki tam kan bazı kan nakillerinde kullanılır.

ALYUVARLARA İLİŞKİN KAN GRUPLARI

Landsteiner’m ilk kan grubu sistemini keşfetmesiyle bü-•: gösteren kan nakli, tıp alanında ve özellikle cerrahîde

; ‘ i”e*er kaydedilmesine imkân sağladı.

I jTirunde A ve B olmak üzere iki tip antijen bulunur. Alyuvar–rr.si antijenlerin bulunup bulunmamasına göre dört kan gru-A, 3, AB ve O. Vücutta A ve B antijenlerine karşı gelişmiş ::_ar vardır. Bir kişinin alyuvarları hangi antijeni taşımıyor-. ■ _<an serumunda o antijene özgü antikorlar sürekli olarak ^ î göre kan grubu A olan kişilerin serumunda anti-B tipi an* t : zr-rj kişilerin serumunda ise anti-A tipi antikorlar bulunur.

serumundaki antikorlar hem A, hem de B antijeni ta-£• î -_r.=n tanıma yeteneğine sahiptir. AB grubundan kişilerin se-szâ. r.e anti-A, ne de anti-B tipinde antikor bulunmaz. Alyuvar-c- r-r-uk kurallan plazma naklinde geçerli değildir.
A P B a AB o ap
A P f%
B a ısm m» om / h \ t ^^ ‘
AB O) m
î o ap s 08 em a»

AB AB ■
O
ikinci kan nakil
blrinci kan nakli
Rh+ % 85
Alyuvar uygunluğu kurallan
Plazma uygunluğu kurallan
Rh-% 15
antikor üretimi
uyuşmazlık
Bir lenf düğümü içindeki lenfositler.
AYRICA BAKINIZ

► 18.ANSU akciğerler ve

solunum sistemi

– Ib-ansli böbrekler ve

boşaltım sistemi

– IB.AHSLI büyüme

– İB.ANSU cerrahî

– 1b,ansl| gen tedavisi

– [SUD hücre

– iBfANSLi ilkyardım

– ikANSıı immünoloji

– {B.ANSLI kalp ve dolaşım

sistemi

– Eânsl] organ ve doku nakli
_-i?: :çin gerekli işlemler mutlaka yapılmalıdır. En son : hasta yatağının başında alıcıyla vericinin kanı-

_ .-rıasyon yöntemiyle karşılaştırmaya dayanır. Kan : _-;e bu denetimin uygulanması zorunludur.

verine kullanılan maddeler

t kullanılan maddelerin birçok avantajı vardır. Bun–ygunluk tesderine gerek bulunmaması, bu malze–p zaman kolaylıkla bulunabilmesi, virüs bulaşma-

– ; onaması ve kan nakli merkezlerinin yeterince geliş-:. ju ülkelerde kolaylıkla uygulanabilmesi sayılabilir.

_Zamlacak madde saf, bütün viral etkenlerden arın-L.- – rmk özelliği bulunmayan, dolaşımda uzun süre ka-. «varların içerdiği hemoglobine benzer şekilde oksi-: :..sz bir madde olmalıdır.

. geliştirilen maddeler arasında florokarbonlar, he-:;*£en, bağlanıcı hemoglobinler ve benzer genetik

– ; -ayvanlardan elde edilen hemoglobinler sayılabi-_ : i~zez molekülleri olan florokarbonlar oksijeni erir . a oksijene bağlanmazlar. Bu moleküllerin uygula-

: -astanın saf oksijen soluyacağı bir ortama konma-•.; :dc kullanılan hemoglobin özüderinin indirgen-• _._rjması, oksijene ilgi düzeyinin korunması ve da-

– .- ı: saat süreyle etkinliğini sürdürmesi gereklidir. Bu ^-ır^aya bağlı şok gibi acil durumlarda, gref olarak

__ rrşaniarm nakilden önce saklanmasında ve beyin i – :skemilerinde alyuvar süspansiyonları yerine kul-
ABO sistemine göre belirlenmesinde iki ölçüt göz : alyuvarların zarında bulunan belirli bir antikora

enenıer-i aranması ve grubu bilinen alyuvarlarla serumda bulu-mcci.” ortaya konulması. Kan grubu, ancak bu iki ölçüt birbiri-TOsi * »sinlik kazanır. Genetik kontrol enzimler aracılığıyla ger-oe A ve B gruplarının her biri iki alel gen tarafından belirlenir; ma- îir. kan grubunu belirlerken, çekinik olan genin taşıdığı özelli Buna göre A ve B genleriyle altı farklı genotip elde et-iDCJTjdur. AA ve AO geni taşıyan kişiler A grubu, BB ve BO ge-ur 3 grubu, OO olanlar O grubu ve AB olanlar AB grubu olur. bs üiMnu 1939’da Levine, Landsteiner ve Wiener tarafından im *r_ bılimadamlan rastlantısal olarak çocuğunda yenidoğan a ustalığı bulunan bir kadının serumunda, babanın, çocuğun pc «çumiş kişilerin yüzde 80’inin alyuvarlarını tanıyan bir at vsrlığını ortaya çıkardılar. Bu antijene sahip olan kişiler jcTUı+), sahip olmayanlar ise Rhesus negatif (Rh-) olarak raha sonra aynı sisteme ait farklı antijenleri tanıyan an-a Z. E, e) saptanarak belirlendi. Bu antikorlar ABO siste-2E3L1 olarak allo-immünizasyon sonrasında oluşur. Rhesus ie belirlenmesi için özgül bir serum testiyle D antijeninin r aerîkır; eğer tepkime pozitifse kişinin Rh+ olduğu anlaşılır.

■—>■—fenotipinin belirlenebilmesi için beş antijenin de

. î. i aynntılı olarak incelenmesi gerekmektedir. ABO ve Rhe-BBue=aıa dışında alyuvar üzerindeki antijenlere bağlı başka s- Dt -.-ardır; 1985’te alyuvarlar üzerinde bulunan 632 farklı an-f»rr Bu sistemlerden bazıları (Keli, Duffy ve Kidd sis-

sas verme sırasında ve doğumlarda önem taşımaktadır.
lanılabilir. Hemoglobin solüsyonlarının uygulamaya konulması, kan naklini gerektiren durumların yüzde 10-15’inde yarar sağlayabilecektir.

LENF

Dokulararası sıvıdan kaynaklanan lenf, lenf damarları içinde dolaşır ve lenfosit içerir. Bileşimi ve özellikle protein derişimi, vücudun bütün dokulanndan elde edilen dokulararası sıvınınki-ne çok yakındır; karaciğer dokusundan alınan lenf sıvısı 6 g/dl, göğüsten alman ise 3-5 g/dl civarında protein içerir. Başta lipitler olmak üzere birçok besin maddesi, büyük oranda lenf sistemi aracılığıyla sindirim sisteminden emilir.

Lenf sıvısı lenfosider için gerçek bir iç ortam niteliği taşır. Kan dolaşımından lenf sıvısına geçen bu hücreler temel beslenme maddelerini buradan sağlar. Kana göre daha fazla su ve üre içeren lenf, mineral tuzlar ve fibrinojence fakirdir. Daha geç pıhtılaşır ve pıhtı oluştuktan sonra daha fazla miktarda serum açığa çıkar. Lenf damarlarının iç gömleğinden geçebilen büyük boy yabancı maddeler (bakteriler gibi), lenf sıvısının lenf düğümlerinden geçtiği sırada yok edilir. Dinlenme halindeki bir kişide göğüs lenf kanalından geçen lenf miktarı yaklaşık 100 ml/saat’tir ve bu miktar bedensel çalışma sırasında 10 ila 30 kat artar. Bununla beraber lenf akışı, plazma ile dokulararası sıvı arasında gerçekleşen sıvı alışverişinin toplam hacmine oranla çok zayıftır. Lenf akışının hızı başlıca iki etkene göre belirlenir: dokulararası sıvı basıncı ve lenf pompasının etkinlik derecesi. Lenf kanalları içinde kapakçıklar yer alır. Büyük kanalların kapakçıkları birbirlerinden birkaç milimetre ayrı durur. Lenf kanallarının kendi kasılma yeteneği ve işlevi vadır, ama lenf damarlarını sıkıştıran bütün dış etkenler de (kas kasılması, vücut harekederi, nabız atışı) lenf sıvısının pompalanmasında rol oynar. Lenf sistemi, dokula-rarası sıvıların basınç, hacim ve protein derişimlerinin düzenlenmesinde görev alır.

Lenf damar ağı

Bir ucu dokulara açılan kılcal lenf damarları, lenf sıvısını kandan damar dışı boşluklara taşır. Kılcal lenf damarları çapı giderek genişleyen damarlarla devam ederek büyük toplayıcı kanallarla son bulur. Göğüs lenf kanalı ve sağ lenf kanalı olmak üzere iki toplayıcı kanal büyük boyun toplardamarlarına dökülür. Lenf damarları içindeki kapakçıkların akım yönü doğrultusunda uzanan serbest kenarları, sıvının geri kaçmasını engeller.

Lenf dolaşımına bağlı lenf düğümlerine giren damarlar aracılığıyla ulaşan lenf sıvısı, düğümün göbeğindeki götürücü damarlarla çıkar. Lenf düğümlerinin özek boşlukları lenf ile lenf düğüm arasında önemli bir süzme ve alışveriş sistemi oluşturur. □
uyuşum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir