Kanije Kalesi’nin Fethi
Kanije şehri bugünkü adıyla Nagykanizsa, Macaristan’da bir şehir olup Balaton Gö- lü’nün güneybatısında yer almaktadır. Şehrin kalesi, milâdî 1295- 1300 yıllarında inşa edilmiştir. Kale, 1532 yılında Kanunî Sultan Süleyman Han’ın, Alaman Seferi olarak da bilinen Üçüncü Macaristan Seferi esnasında Osmanlılar tarafından fethedildi. Fakat bu fetih kalıcı olmadı ve bir süre sonra kale AvusturyalIların eline geçti. Beşgen bir yapıya sahip olan Kanije Kalesi, yeni burçlar ilavesiyle AvusturyalIlar tarafından iyice sağlamlaştırıldı. Fakat Kanije’yi geri almak üzere gelen Sadrazam Damad İbrahim Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun muhasarasına kırk gün kadar dayanabildi ve 22 Ekim 1600 tarihind kale kumandanı Georg Paradi eser, canlarının bağışlanması şartı ile kaleyi Osmanlılara teslim etmek mecburiyetinde kaldı.
Böylece tekrar Osmanlı hâkimiyetine giren Kanije şehri, burada yeni oluşturulan eyaletin merkezi yapıldı. Beylerbeyiliğine de Tiryâki Haşan Paşa tayin edildi. Tahkim edilen kaleye 4-5 bin kadar asker yerleştirildi.
Kuşatma 73. gününü doldurmuştu. Kale muhafızlarının artık yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Bu sırada kış bastırmış, bir taraftan acı soğuk, bir taraftan düşmanın topları ve saldırıları dayanmayı
zorlaştırmıştı.
Düşman Muhasarasının Başlaması
İstanbul’dan haber alınamıyordu… Yiyecek bitmiş, barut yapacak m addeler de tükenmişti. Artık yapılacak bir tek şey kalmıştı: Huruç!.. Ya hep beraber ölecekler ya da kaleyi canları pahasına
kurtaracaklardı…
AvusturyalIlar, böyle mühim ve müstahkem bir sınır kalesinin ellerinden çıkmasının ardından, kaleyi geri almak üzere müttefik bir ordu hazırlayıp 1601 ‘de Kanije Kalesini kuşattılar.
Zekâsı ve cesareti ile olduğu kadar harp sahasında da mahir ve meşhur olan Tiryâki Haşan Paşa ise, düşmanın muhasara planından haberdar olmuş ve müdafaa için lüzumlu tedbirleri almış, civar kalelerden de asker getirtmişti. Fakat yine de kalede ancak 9 bin kişi toplanabildi. Düşman askeri ise 70-80 bin civarındaydı ve sonradan gelenlerle bu sayı 100 bini bulmuştu.
Düşman muhasarası başlamadan evvel Haçlıların öncü kuvvetleri kalenin ve içindekilerin durumu hakkında bir şeyler öğrenebilmek için kale civarına gelerek taciz atışlarına başlamışlardı. Fakat Tiryâki Haşan Paşa askeri durumunu gizlemek için kaleden katiyen top atılmamasını ve süvari birliklerinin kaleden çıkmamasını emretti. Sadece piyadeler çıkarak bu öncü kuvvetlerle çarpıştılar. Düşman, Osmanlıların top ve süvari cihetinden zayıf olduğunu zannetti ve hayli sevindi. Fakat kale önlerine gelip de top menziline girince, Osmanlı topçusunun kesif ateşi ve ani taarruzu ile ilk şaşkınlığını yaşadı ve epey zayiat verdi.
10 Eylül 1601 gününden beri devam eden kuşatma esnasında, dışarıdan hiçbir destek alamayan az sayıdaki Osmanlı askeri her şeye rağmen dövüşüyor, şehit oluyor ama muhafazasına memur olduğu kaleyi vermiyordu. Düşman tarafi ise günde 1000-2000 gülle yağdırıyor ve bütün güçleriyle saldırıyordu.
Tiryâki Haşan Paşa ihtiyar olmasına rağmen kuvvetli bir askerdi. Elinde kılıcı sağa sola koşuyor, her tarafa yetişiyor, azimle kalenin müdâfaasını sağlıyordu. Günler geçiyor, hiçbir yerden yardım alınamıyor, üstelik yiyecek ve cephane de azalıyordu.
Haçlılar, saldırılarını sıklaştırmalarına rağmen bir adım bile ileri gidemiyorlardı. Son günlerde top atışlarıyla kaleyi o kadar sık dövüyorlardı ki kale duvarları delik deşik olmuştu. Kale muhafızlarının kaybı çoktu ama Osmanlı askerleri daima ayaktaydılar ve bitmez tükenmez azimleriyle dayanıyorlardı. Kale içindeki halk da askerlerle birlikte geceleri karanlıktan faydalanarak sabahlara kadar çalışıyor, kale surlarının delinen, yıkılan yerlerini tamir ediyordu.
Düşman sabah olunca kaleyi yine ayakta buluyor ve hırstan çılgına dönüyordu. Böyle günlerin birinde kaledekiler barutun tükenmek üzere olduğunu gördüler. Bu durum felâket demekti. Ama kaleyi müdafaa edenlerden bir bölükbaşı olan Ahmed Ağa imdada yetişti ve:
“Ben barut yapmasını biliyorum” dedi. Derhal kullanılacak maddeler temin edildi ve barut imaline başlandı. Kuşatma 73. gününü doldurmuştu. Kale muhafızlarının artık yapacak bir şeyleri kalmamıştı. Bu sırada kış bastırmış, bir taraftan acı soğuk, bir taraftan düşmanın topları ve saldırıları dayanmayı zorlaştırmıştı.
İstanbul’dan bir haber de alınamıyordu. Yiyecek bitmiş, barut yapacak maddeler de tükenmişti. Artık yapılacak bir tek şey kalmıştı: Huruç! Ya hep beraber ölecekler veya kaleyi canları bahasına kurtaracaklardı. Tiryâki Haşan Paşa karar vermişti. Bir gece, düşman uyurken bütün güçleriyle saldıracaklardı. Bir baskın planlandı. Nihayet 18 Kasım 1601 gecesi zifiri karanlıkta kale kapıları açıldı. Osmanlı bahadırları ok gibi dışarı fırladılar. Gecenin sessizliği içinde sanki 4 bin kahraman değil yüz binlerce kişinin vaveylası vardı. Düşman sarhoş ve uykuda idi. Silahsız yakalanmışlar, canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünmeyerek yakalayabildikleri eyersiz atlara binerek kaçmaya başlamışlardı. Arşidük Ferdinand da bütün hayallerini bu savaş alanında bırakarak, gecenin soğuk karanlığında yatak kıyafetinde, arkasına bile bakmadan kaçıp canını ancak kurtarabilmişti.
Az sayıda Osmanlı askeri, kendilerinden çok üstün düşmanı ani bir gece baskınıyla bozguna uğratmıştı. Sabaha karşı kaleye geri dönüldü.
Savaş Hileleri
Haşan Paşa, düşman askerleri içine casuslar göndermişti. Bu casuslar, Belgrad’da bulunan sadrazamın pek yakında yardıma geleceği ve İstanbul’da padişahın Almalılara karşı sefer hazırlığında olduğu haberlerini yayıyorlardı. Böylece paşa, düşman askerlerinin içine korku salıyordu. Haşan Paşa bir taraftan da padişaha yazılmış süsü verilen mektuplar hazırlatıyor, bu mektupların düşman eline geçmesini temin ederek düşmanın fikirlerini alt üst ediyordu. Kendi ağzından padişaha yazılmış intibaını veren bu mektuplarda, sağlam oldukları, kalelerini azimle müdafaa ettikleri ve bunda da muvaffak oldukları, bahara kadar yiyecek, içecek ve cephanelerinin bulunduğu ve son can çıkmadıkça kaleyi düşmana vermeyecekleri yazılıydı. Padişahtan geldiği süsü verilen mektuplarda ise bir savaş için hazırlanıl dığı, büyük bir ordu ile yakın bir zamanda yardıma gelineceği haberleri bulunuyordu. Bu mektuplar düşmanın eline geçiyor, onlar bu mektuplara inanıyor ve telaşa düşüyorlardı.
Diğer taraftan, yakalanan esirlerden bazılarına çok iyi bakılıyordu. Bol bol yedirilip içirilen ve karnı doyurulan esirler bir vesile ile serbest bırakılıyor ve düşmana, kalenin durumunun çok iyi olduğu görüntüsü veriliyordu. Zaten başarısızlıklar yüzünden çökmüş olan Haçlı ordusu başkumandanı Arşidük Ferdinand’ın tedirginliği bu haberlerle daha da artıyordu. Arşidük, askerlerine çeşitli vaadlerde bulunuyor, Tiryaki Haşan Paşa’nın başını getirene 40 köyü malikâne olarak vereceğini söylüyor, böylece onları coşturmaya çalışıyordu.
Tiryâki Hasan Paşa’nın Tarihî Nutku
Tiryâki Haşan Paşa, askerlerine müdafaanın sıkıntılı günlerinden birinde şöyle hitap etmişti:
“Gazilerim! Düşm anın hareketlerinde hücum emareleri görünüyor. M athias’ın ordusuyla buraya gelişine bakılırsa serdarımız ya onların dediği gibi mağlup olmuş veyahut benim zannım gibi sefer mevsimi geçtiğinden bu kaleyi sizin gayretinize em anet bırakarak kışlaya dönm üş. Hakikat-i hal herhangisi olursa olsun biz burada serdar için harp etmiyoruz. Elhamdülillâh Müslümanz. Düşmana karşı durmak üzerimize farzdır. Padişah kuluyuz. Velinim etimiz olan halîfe-i İslâm’ın bir kalesi değil bir avuç toprağı için canımızı feda ederek yediğimiz ekmeği kendim ize helâl etmek cümlemize vaciptir. Milletim iz serhaddın emniyetini bizim himm etim izden bekliyor. Üç aydır aç kaldık, yastık yerine kılıca yaslandık. Bu kadar ihvanımız, gözüm üzün önünde şehit oldu. İçimizde yaralanmadık insan kalmadı. Gülleler içinde yuvarlandık, bu kadar himmetin, bu kadar gayretin neticesini bugün göreceğiz. Elhamdülillah cümleniz biliyorsunuz ki düşman karşısında vefat edenlerimiz şehit olur.
“Sağ kalanlarımız gerek dünyada ve gerek ahirette necat ve selâmet bulur. Ben bu düşmanın hücumunu bilirim. Bir kere yüzü dönerse mağlup olduğu gündür. Yerlerinizde sebat edin. İlk hücumdan yılmayın! Allah’ın yardımı bizimledir!”
Tiryâki Haşan Paşa (1530-1611)
Tiryâki Haşan Paşa, Kani- je müdafaasında gösterdiği kahramanlık ve cesaretiyle meşhur bir Osmanlı kumandanıdır. Sultan Üçüncü Mu- rad Han’ın başmusâhipliğini ve rikâbdârlığını yapmış, saraydan çıktıktan sonra İzvor- nik sancakbeyliğine tayin edilmiştir. 1594’te Bosna beylerbeyi olmuştur. Kani- je’deki destan onun büyük bir muvaffakiyetidir. Bu zafer, 17. asrın başlarında OsmanlIların kudretini bir defa daha dünyaya göstermişti. Bu büyük zafer sonunda Tiryâki Haşan Paşa Bosna beylerbeyliğine tayin edilmiş, oradan Rumeli valiliğine gönderilmiş, bu vazifeleri de muvaffakiyetle ifa ederek Bu- din valisi iken vefat etmiştir.