Genel

Kebiişi

Kebiişi

, Japonya’da Heian döneminin (İS 794-1185) büyük bölümünde tek etkili askeri gücü oluşturan polis kuruluşu. Bu dönemde yönetimin belkemiği olan Kebiişi’ nin yaklaşık 1000 dolayında etkinliğini yitirmesiyle, ülkenin sınır bölgelerinde merkezî denetim çözülmeye başlamıştır.
Yaklaşık 810’da önceki imparator Heizei nin komplo girişimlerinin yol açtığı kanşık-lıkların üstesinden gelmek için kurulan Kebiişi etkinliğini kanıtlayarak hızla gelişti. Sonunda saray muhafızları ile ordunun yerini alarak yasaların uygulanmasını sağlayan tek güçlü kuruluş durumuna geldi. 816’da resmî konum kazandı, ayrıca düzenli karakol görevlerini de üstlendi. Kebiişi’nin başkanı genellikle yüksek rütbeli görevliler arasından seçiliyor, hem sivil hem askeri makamlardan seçilen bazı kişiler de ona yardımcı oluyordu. Yetki alanı eyaletleri de içine alacak biçimde genişletilip yargısal sorumluluklar da üstlenmeye başlayınca Kebiişi örgütüne hukuk eğitimi görmüş kişiler de alınmaya başladı.
Kebir (d. 1440, Benares, Caunpur – ö. 1518, Maghar, Hindistan), Hintli mistik ve şair. Hindu ve İslam düşüncesi arasında biı köprü kurmaya çalışmış, bütün dinlerin özünde bir, bütün insanlann da özünde eşil olduğunu savunmuştur. Öğrencisi Nanak’ın kurduğu Sih dinine öncülük etmiştir.
Kebir’in doğumu günümüze değin gizem ve efsaneyle örtülü kaldı. Ne zaman ve kimden doğduğu konusunda uzmanlar arasında görüş birliğine varılamadı. Bir efsaneye göre kutsal bir bakireden doğmuştu: Brahman kastından olan ve bir Hindu tapmağına yaptığı ziyaretten sonra gebe kalan annesi evli olmadığından Kebir’i terk etmiş, çocuğu bulan bir Müslüman dokumacı da onu evlat edinmişti. Müslümar olarak yetiştirildiği bilinen Kebir sonradar Hindu çileci (sannyasin) Ramananda’dar etkilendi.
Kebir Hindu ya da İslam dinini seçmek yerine ikisinden de en doğru bulduğu ilkeleri alarak sahaca-yoga (doğal- birlik) adın: verdiği kendi dinini vazetti. Böylece er önemlisi Kebirpanth olan bir dizi mezhebir ve ayn bir din olan Sih dininin öncüsü oldu Hinduizmin yeniden doğuş ya da ruh göçünü ve kamum öğretisini benimsedi, am£ puta tapmayı, çileciliği ve kast sistemin reddetti. İslamdan ise tek tanrı ve Tanr: önünde insanlann eşitliği düşüncelerini aldı tasavvuftan da büyük ölçüde etkilendi.
Kebirpanth ve öteki mezhepler gibi Sil dini de bazı temel ilkelere dayanır: Hepsinde tek tanrıya inanılır; bütün dinse
metinler yerel dilde yazılır; guru (tinsel önder) büyük önem taşır ve saygı görür; kast sistemi bütünüyle reddedilir.
Kebir hiçbir dilbilgisi ya da incelik kaygısı gütmeden yazdığı Hintçe dizeleriyle sıradan insanlara ulaşmayı başardı. Böylelikle de amaçladığı iletişimi sağladı. Şiirlerinden bazıları Sihlerin kutsal kitabı Adi Granth’a alındı; dizelerinden ve gözlemlerinden oluşan Bicak adlı kitap yaklaşık 1570’te bir öğrencisi tarafından tamamlandı. Kebir’in 44 şiirinin Robert Bly tarafından yapılan çevirisi The Kabir Book’ta (1977; Kebir Kitabı) yayımlandı.
Keble, John (d. 25 Nisan 1792, Fairford, Gloucestershire – ö. 29 Mart 1866, Bournemouth, Hampshire, İngiltere), Anglikan rahip, ilahiyatçı ve şair. Anglikanlık içinde
17. yüzyıl sonlarının Anglokatolik (High Church) ülkülerini canlandırmaya çalışan Oxford Hareketi’nin önderlerindendir.
Oxford’da öğrenim gören Keble 1816’da rahipliğe atandı. 1818’den sonra Oxford’da
Keble, George Richmond’ın tebeşir çizimi,
1863; Ulusal Portre Galerisi, Londra
National Portrait Gallery, Londra
başladığı öğretmenliği, rahip babasına yardımcı olmak üzere ayrıldığı 1823’e değin sürdürdü. 1827’de, pazar günleri ve yortularda okunmak üzere kaleme alınmış şiirleri topladığı The Christian Year’ı (Hıristiyan Yılı) yayımladı. Bu kitap, Anglokatolik akımın yayılmasında büyük rol oynadı.
Keble’ın düşüncesi ile romantik şairlerin doğalcılığı arasındaki yakınlık, Oxford’da şiir dersleri verdiği dönemin (1831-41) son yılında yayımlanan konuşmalarında da görülüyordu. Ama daha 1833’te Keble Oxford Hareketi’nin önderlerinden biri olarak ün kazanmıştı.
Oxford Hareketi, Keble’ın 14 Temmuz 1833’te üniversite kilisesinde verdiği “National Apostasy” (Ulusça Dinden Dönmek) başlıklı vaazla başlamış sayılıyordu. Oxford Üniversitesi’nde odaklaşan bu akım, önceleri hükümetin kilise fonlarına ve mülklerine el koyma çabalarına karşı çıkmayı amaçlıyordu. Ama zamanla daha genel ilahiyat ve kilise sorunlarıyla da ilgilenmeye başladı. Anglikan din adamlarını “devlet denetiminde kilise” kuramına karşı harekete geçirmek için Tracts for the Times (Zamanımız İçin Risale) başlığıyla yayımlanan 90 risale, hareketin yandaşlarının Risaleciler adıyla anılmasına yol açtı. Hareketin başlıca önderi John Henry Newman’la (1801-90) öteki önderlere daha çok manevi rehberlik eden Keble da dokuz risale kaleme aldı. Kilise Babalan’nın yapıtlarının okunmasını özendiren Risaleciler bunların İngilizceye çevrilip yayına hazırlanmasını sağladılar. Keble, 1838’de, Irenaeus’un (y. 120/140 – y. 200/ 203) yapıtlarını çevirerek A Library of the Fathers (Kilise Babalan’nın Kitaplığı) dizisinin başlatılmasına katkıda bulundu. 1845’te Newman’in Katolikliği benimsemesiyle akım tehlikeye girince, Keble ve Oxford’un
İbranice profesörlerinden rahip Edward Bouverie Pusey (1800-82) akımı canlı tutmayı başardırlar.
1836’dan ölümüne değin, Hursley’de taşra rahibi olarak çalışan Keble şiirleriyle de anılır. Başlıca şiir kitapları arasında The Psalter or Psalms of David (1839; Mezmur-lar Kitabı ya da Davud’un Mezmurlan) ile çocuk şiirlerini topladığı Lyra Innocentium (1846; Masumiyet Şiirleri) sayılabilir. Ayrıca en ünlüsü “O God of mercy, God of might” olan çok sayıda ilahi yazmıştır. 1869’da Oxford’da onun onuruna Keble College kurulmuştur.
Kebnekaise, İsveç’in kuzey kesimindeki Norrbotten ilinde (lan) dağ sırası. Norveç sınırına 40 km, Kuzey Kutup Dairesi’ne de 170 km uzaklıkta yer alır. Adı Laponcada “tencere tepesi” anlamına gelir. Kabaca üçgen biçiminde 47 km2’lik bir alanı kaplayan dağlar üzerinde yerleşim yoktur. Dar ve keskin sırtlarla bölünmüş dağ sıralarından oluşan Kebnekaise’nin üzerinde İsveç’in en yüksek doruğu olan Kebnekaise Sydtoop (2.111 m) ile Kaskasatjâkko (2.005 m) ve Kaskasapakte (2.046 m) dorukları yer alır; Tuolpagorni Doruğu (1.696 m) ise bir yanardağa benzeyen görünümüyle dikkat çeker. Dağların üzerinde çok sayıda buzul vardır; bunların en büyükleri Björling, Stor, Isfall, Kebnepakte ve 1883’te Kebnekaise Sydtopp’a ilk tırmanan Fransız coğrafyacı Charles Rabot’nun adıyla anılan Rabot Buzuludur. Sıradağların dikkat çekici bir özelliği de, Kebnepakte Buzulunun 20 m’lik buzul duvarının kıyısında yer alan küçük Tarfalasjön Gölüdür.
Kecskemét, Macaristan’ın orta kesiminde, Bâcs-Kişkun ilinin (megye) merkezi kent. Eskiden beri el sanatları ve sığır besiciliği merkezi olarak tanınan Kecskemét aynı zamanda bağlan, sebze ve meyve bahçeleri ile de ün kazanmıştır. Çoğunlukla “Macaristan’ın meyve bahçesi” olarak adlandınlan kumlu topraklarla çevrili yöre, Macaristan’ın meyve gereksiniminin yaklaşık yüzde 25’ini karşılar. Büyük miktarlarda
133 keçe
nn yanı sıra pek çok kilise, müze ile tarihsel ve mimari açıdan önem taşıyan başka yapılar bulunur. Ünlü Macar oyun yazan Jözsef Katona (1791-1830) ile besteci Zol-tân Kodâly (1882-1967) Kecskemet’te doğmuştur.
Ekili alanlar yaklaşık 93 bin hektarlık bir alanı kaplar. 1945’ten sonra çiftçilere çeşitli sosyal olanaklar sağlayan çiftlik merkezleri kurulmuş, çalışma koşullan iyileştirilmiş, tarım ve sanayi üretimi artmaya başlamıştır. Kecskemet’in yaklaşık 30 km güneyinde yer alan ve toplam 80.833 hektarlık bir alanı kaplayan Bugac’ın çorak, kumlu ve tuzlu stepleri (puszta) ıslah edilerek tarıma açılmıştır. Verimsiz koyun besiciliği uygulama-lan, yerini uzmanlaşmış hayvan çiftliklerine bırakmıştır. Ağaç ekimi, tanmda makineleşme ve erozyonu önleme çalışmaları tarımı canlandınp geliştirmiştir.
Kecskemet’in başlıca sanayi dallan gıda işleme ve dokumacılıktır, tanmsal makine ve tüketim malları imalatı da önemlidir. Budapeşte’nin 80 km güneydoğusunda yer alan kent, Szeged’e giden ana demir ve kara yollan üzerinde yer alır. Nüfus (1986 tah.)
102.900.
keçe, yün, kıl ya da pamuğun ıslak ortamda çiğnenip dövülerek liflerinin birbirine kay-naştınlmasıyla elde edilen ve örtü, yaygı, çadır ya da giysi yapmakta kullanılan kaba kumaş.
Keçe Orta Asya’da çok eski dönemlerden beri bilinmekteydi. Kazılarda eski Türk mezarlanndan, birçoğu renkli motiflerle bezenmiş keçe parçaları, keçeden kesilmiş
Kecskemet yakınlarında harman yeri, Macaristan
E. Henrikson-Ostman Agency
reçel, şurup ve likör üretilen kent, kayısı brandy’siyle (barack pâlinka) ünlüdür. Kentin kuruluş tarihi Ârpâd hanedanına (10. yy) dayanır. 14. yüzyılda ülkenin ayncalıklı kentlerinden biri olan Kecskemet, Osmanh yönetimi sırasında bir has haline getirildi. Kentin çok köşeli ana meydanının çevresi kamu binalan, büyük bir Katolik kilisesi ve bir Fransisken manas-tınyla çevrilidir. Eski Reform kilisesi 1680-84 arasında Osmanh padişahı IV. Meh-med’in özel izniyle yapılmıştır. Sinagogun (1862) avlusunda daha eski bir sinagogun (1818) kalıntıları yer alır. Kentte, bu yapıla-
Nakışlı bir keçe
Ara Güler
tasvirler ve çeşitli eşya çıkarılmıştır. Göçebe bir toplum olan Orta Asya Türklerinin günlük yaşamında keçenin büyük bir önem taşıdığı ve dünyanın birçok yerinden daha önce burada yapılmaya başladığı anlaşılmaktadır.
Anadolu’da yerleştikten sonra Türkler keçeciliği bir zanaat olarak daha da geliştirdiler. Bununla birlikte keçenin Anadolu’ ya Türklerce getirildiğini ileri sürmek doğru olmaz. Mezopotamya ve Anadolu’daki
keçi 134
daha eski kültürlerden kalma taş kabartmalarla mühürlerdeki figürlerin başlarındaki külahlar keçeden yapılmış olmalıdır.
Anadolu Selçuklularında keçecilik çok gelişmişti. Ahilik örgütü içinde yer alan esnaf loncaları arasında keçecilik de büyük yer tutuyordu. Merkezi Konya olmak üzere birçok kent ve kasabada keçe üretiliyordu. Konya’da Sahib Ata Külliyesi’ndeki Keçeciler Hamamı’ndan başka daha birçok hamamda keçelerin sıcak suya konduğu (pişirildiği) keçelik adı verilen ayrı bölümler vardı.
Osmanh Döneminde de. gene Konya başta olmak üzere Afyon, İstanbul, İsparta, Uşak, Manisa, Turgutlu, Ödemiş, Tire, Bursa, Ankara, Maraş, Çorum, Diyarbakır, Urfa. ve Mardin belli başlı keçe üretim merkezleriydi. Sofya, Selanik, Edirne, Rodos, Yanbolu da keçe ve keçe türünden malzemenin üretildiği başka merkezler arasındaydı.
Keçeci kalfa ve ustaları yıllar süren çalışmalar sonunda yetişiyordu. Altı yedi yıl kadar bir süreyle yün ditme, yün atma, ayakla yün tepme, kalıba yün hazırlama, hamamda keçe pişirme gibi çeşitli işleri yapan çırak önce kalfalığa yükselir, daha sonra da usta olup kendi başına dükkân açmaya hak kazanırdı. Başka zanaatlarda olduğu gibi keçecilikte de bu mesleğin kurucusu olduğuna inanılan bir pirin varlığı kabul edilirdi. Keçeciliğin piri olarak Ebu Said Rukbani, Ebu Said Rabbani ya da Ebu Said Libabid benimsenmişti. Keçe üretimi günümüzde de, fazla yaygın olmamakla birlikte, eski merkezlerin birçoğunda geleneksel yöntemlerle ya da bazı aşamalarda makine yardımıyla sürdürülmektedir.
Keçe koyun ve kuzu yününden, deve tüyünden ya da keçi kılından yapılır. Bunlar kıvırcık yapılı olduğundan kolayca keçe haline getirilebilir. Kuzunun hazirandaki ilk kırkımı ile koyunun ağustostaki ikinci kırkıntından elde edilen yünden yapılan keçeler en nitelikli olanlardır.
Kıvırcık yün, başka elyaf türleriyle birlikte de keçeleştirilebilir. Keçe üretiminde, liflerin birbirine kaynaştırılması için bağlayıcı ya da yapıştırıcı kullanmaya gerek yoktur. Pamuk ya da yünden dokunmuş kumaşlar da keçeleştirilerek daha kalın ve sağlam bir yapıya kavuşturulabilir. Dokunmuş keçe denen bu tür kumaşlar gerçek keçeyi andırır ve aynı amaçla kullanılabilir.
Geleneksel yöntemle keçe yapmak için önce yünler suya bastırılır, temizlenir, elle çıkmayan pislikleri makasla kesilip ayrılır. Elle ditildikten sonra ıslatılır, hallaç yayı ile atılarak ince liflere ayrılır. Yere serilen bir hasırın üstüne, yapılacak keçenin boyundan büyük bir bez örtülür. Nemlendirilmiş yünler bu beze yayılır. Bezin boş uçları yayılan yünlerin üstüne katlandıktan sonra hasırla birlikte kıvrılarak rulo yapılır, iki başından ve ortasından sıkıca bağlanır. Birkaç kişi bu rulonun üstüne çıkıp tekmeleyerek çiğnerler. Hasır ”rulo aralıklarla suya batınlarak, yünlerin birbiri içinde kaynayıp keçe haline gelmesine değin çiğneme sürdürülür.
Keçe hasırdan çıkarıldıktan sonra kenarları düzeltilir, sıcak su dökülerek açılan keçe, elle dövülür. Pişirme denen ve keçedeki liflerin birbirine iyice geçmesini sağlayan bu işlemin ikinci kez tekrarlanması da kazıklama diye adlandırılır.
Pişirme ve kazıklama aşamalarından sonra keçe oklavalanarak yeniden düzeltilir ve yapımı tamamlanır.
Keçe özellikle şapka yapımında yaygın olarak kullanılan bir malzemedir. Bazı elbiselik aba kumaşlar ile döşemelik kumaşlar, çizmeler ve çoban kepeneklerinin yapıldığı keçe döşeme yaygısı olarak yere de yayılır. Sanayide çeşitli yalıtım, paketleme ve parlatma malzemesinin yapımında da keçeden yararlanılır.
keçi, Bovidae familyasının Caprinae altfa-milyasından Hemitragus cinsini oluşturan üç, Capra cinsini oluşturan altı türün ortak adı. Bu hayvanlar yakın akraba oldukları koyunlarla birlikte Caprini oymağını oluştururlar. Keçilerin boynuzları koyunlardan daha ince ve daha az kıvrıktır. Kuyruklarının altındaki koku bezleri koyunlarda yoktur. Ayrıca Capra cinsinin tekeleri sakallıdır.
İlk evcilleştirilen gevişgetiren hayvan olan evcil keçinin (Capra hircus) atası Türkiye’ den Afganistan’a uzanan dağlık kuşakta yaşayan dağ keçisidir(*) (Capra aegagrus). Birçok uzman evcil keçiyle dağ keçisini iki ayrı tür olarak kabul ederken kimileri de evcil keçinin dağ keçisinin bir formu sayılması gerektiğini savunur.
Kafkasya’nın dağlık bölgelerinde yaşayan Kafkasya dağ keçisi (C. caucasica) bayağı dağkeçisinden daha ufaktır. Alp dağkeçi-şi(*) (C. ibex) Alp Dağlarında bulunur. İspanya dağ keçisi (C. pyrenaica) Alp dağ-keçisine benzer. Boynuzlan yalnız geriye kıvnlmaz, iki yana doğru da açılır. Başta Pireneler olmak üzere İspanya’nın birkaç yöresinde yaşar. Markor(*) ya da yılan yiyen keçi (C. falconeri) Keşmir, Türkistan ve Afganistan’da yaşayan iri bir türdür.
Tekelerinin sakalsız oluşuyla Capra cinsinden ayrılan Hemitragus cinsinin üç üyesi tar(*) adıyla bilinir. Himalaya tan (Hemitragus jemlahicus) Himalayalar’da, Nilgiri tan (H. hylocrius) Hindistan’ın güneyinde, Arap tan (H. jayakari) Arabistan Yanm-adasında yaşar. Keçilerin erkeğine “teke”, tekenin burulmuşuna “erkeç”, dişisine “keçi”, yavrusuna genel olarak “oğlak”, bazı yörelerde bir yaşma doğru “çepiş” adı verilir.
Evcil keçiler Akdeniz ülkeleri, Çin, Hindistan ve birçok Asya ülkesinde önemli bir süt kaynağıdır. Dağlık yörelerde yetiştirilme kolaylığı, vücut ağırlıklanna göre en çok süt veren hayvan olmaları, soğuğa ve sıcağa dayanıklılıkları keçilerin değerini artıran özelliklerin başında gelir. Erişkinlerin eti serttir ve alışık olmayanlarda sindirim bozukluklarına yol açabilir. Ama oğlak eti dana etinden daha lezzetli ve yumuşaktır. Bazı soylar, özellikle Ankara keçisi(*) ve Keşmir keçisi yünü için yetiştirilirken, keçi derisi ayakkabı, çanta gibi çeşitli eşyalann yapımında kullanılmaktadır.
Türkiye’de 1984 verilerine göre 13.100.000 olarak belirlenen toplam keçi varlığının 1.973.000’i Ankara keçisinden, 100 bin kadan sütü için beslenen keçilerden, geri kalanı kıl keçisinden oluşur.
Türkiye’de süt verimiyle tanınan iki soy vardır. Bunlar Malta (Maltız) ve Kilis keçileridir; Malta keçisinin Türkiye’ye Malta Adasından göç eden göçmenler tarafından getirildiği bilinmektedir. Malta keçisi İzmir ve İstanbul çevresi başta olmak üzere Ege ve Marmara bölgelerinin tümünde yer yer yetiştiriciliği yapılan bir soydur. Bu soyun rengi beyazdan siyaha kadar değişirse de çoğunlukla kahverengi ya da kahverengi alacalı, kulakları uzun, geniş ve sarkıktır. Genellikle boynun altında küpe denen bir çift deri uzantısı bulunur. Malta keçilerinin süt sağım dönemi altı-yedi ay, günlük süt verimleri 2-3 kg’dir.
Kilis keçisi Kilis, Gaziantep ve Hatay çevrelerinde kıl keçileri ile Halep keçilerinin çiftleştirilmeleri sonucunda gelişmiş bir keçi tipidir. Bunlar uzun yıllardan beri kendi içlerinde eşleştirildiklerinde artık ayrı bir soy olarak nitelenebilecek ölçüde birbirlerine benzer bir yapıya ulaşmışlardır. Renkleri genellikle siyah olmakla birlikte kül rengine kadar değişmekte ve zaman zaman da alacalı olanlara rastlanabilmekte-dir. Boynuzlu ya da boynuzsuz olabilen Kilis keçilerinde kulaklar genellikle uzun ve sarkıktır. Canlı ağırlıkları bakım-besleme koşullanna da bağlı olmak üzere 30-35 kg, günlük süt verimleri 2-2,5 kg’dir. Süt sağım dönemleri 7-8 aya kadar çıkar.
1960’lann başında 5,5 milyon dolaylannda olan Ankara keçisi varlığı giderek azalarak 1977-82 arasında 3,5-3,8 milyona ve 1984’te 1.973.000’e düşmüştür. Bu azalmada tiftik politikasında görülen istikrarsızlıklar en büyük etkiyi yapmaktadır. Yetişme bölgesine ve bakım-besleme koşullanna bağlı olarak canlı ağırlık keçilerde 35-40 kg; tekelerde 45-50 kg kadardır. Dişiler genellikle tek yavru doğurur. 20-25 kg’yi geçmeyen süt verimleri ancak oğlaklara yetecek ölçüdedir. Tiftik verimleri ortalama 1,8-2 kg, dişilerde en çok 3 kg, tekelerde en çok 5 kg’dir.
Türkiye keçi soyları arasında sayıca önde gelen kıl keçisi, ülkenin hemen her yanına yayılmış olmakla birlikte, özellikle kıyı ve kıyılara yakın ormanlık ve çalılık bölgelerde yoğunlaşır. Yıllık süt verimleri ortalama 60-80 kg, iyi bakım-besleme koşullannda 120-130 kg’dir. Sütlerinde yüzde 4-4,5 kadar yağ bulunur. Canlı ağırlığı 35-55 kg, karkas ağırlığı (post ve sakatat dışında kalan- kasaplık bölüm) bunun yansı kadardır.
Keçi yetiştiriciliğinin Türkiye ekonomisine sağladığı küçümsenemeyecek katkılara karşın, keçi varlığının yüzde 84’ünü oluşturan kıl keçisi, ormanların en büyük düşmanla-nndan biri durumundadır. Gerçekten orman köylüsünün keçiye olan ekonomik bağımlılığı ve ormanlann kırsal yerleşimle olan iç içeliği yüzünden keçilerin fidanlara ve filizlenen sürgünlere olan düşkünlüğü önemli sorunlar yaratmaktadır. Değişik görüşlere karşın kıl keçisi sayısının gereksinimin üstünde olduğu ve azaltılması gerektiği, kıl keçisi sayısındaki azalmaya bağlı olarak yetiştiricinin gelirinde ortaya çıkacak düşmeyi önleyecek önlemlerin alınması gerektiği konularında birleşilmektedir. Ama kıl keçilerinin sayısal olarak azaltılması yönünde yapılan çalışmalar uygun yönlendirmenin yapılamaması nedeniyle amacına ulaşamazken, gözden çıkartılan bu hayvanların ıslahı konusunda yapılan çalışmalar da yetersiz kalmıştır. 1960’larda başlatılan çalışmalarda Kilis keçileri, dışandan getirilen süt verimi çok yüksek Saanen(*) keçileriyle melezlenmiş ve elde edilen akkeçiler kıl keçilerinin ıslahında da kullanılmaya başlamıştır.
Türkiye’de 1987 verilerine göre 1.600.000 dolayında keçi-oğlak kesilmiş, bunlardan 25.335 ton et üretilmiştir. Keçi eti toplam kırmızı et üretiminin yaklaşık yüzde 7’sini oluşturmaktadır. Sağılan keçi sa’yısı 6 milyon, elde edilen süt 435 bin ton dolayındadır. Bu değer toplam süt üretiminin yüzde 10’una yakındır. Ankara keçilerinden elde edilen tiftik ise 3.225 ton dolayında gerçekleşmektedir.
Keçiborlu, Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöresi’nde, İsparta iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Yüzölçümü 565 kırf’dir. Doğuda Merkez ilçe, güneyde Burdur Gölü, güneybatıda Burdur, batı ve kuzeyde

Afyonkarahisar illeri, kuzeydoğuda da Uluborlu ilçesiyle çevrilidir.
İlçe topraklan ilin batı kesiminde, İç Anadolu, Ege ve Akdeniz bölgeleri arasındaki engebeli geçiş alanında yer alır. Kuzeydoğudan Karakuş, güneybatıdan Söğüt, doğudan Kapı dağlannın uzantılan ilçe topraklanna sokulur. Bu dağlann ortasında da bir plato alanı uzanır. Doğal bitki örtüsü maki olan ilçe topraklannın sulannı yazın kuruyan küçük akarsular toplar.
İlçe halkının temel geçim kaynağı tanındır. Başlıca ürünler şeker pancan, arpa, buğday ve elmadır. Az miktarda soğan,
(kakao gibi) kullanılır; aynca hayvan yemi olarak değerlendirilir. Karbonhidrat ve yağ içeren tohumlarından ise keçiboynuzu
Keçiborlu’dan bir görünüm
Şemsi Güner
patates, armut, baklagiller ve haşhaş yetiştirilir; bağcılık ve gülcülük yapılır. Geleneksel yöntemlerle yapılan koyun ve kıl keçisi yetiştiriciliği, canlı hayvan ticaretine yönelik olduğundan verim ve ürün miktan düşüktür. Evlerdeki tezgâhlarda ve atölyelerde yaygın olarak hah dokumacılığı yapılır.
İlçe topraklanndaki kükürt yataklan işletilmektedir. Etibank’a bağlı Keçiborlu Kükürt İşletmesi Müessesesi yılda yaklaşık 40 bin ton saf kükürt üretir.
Gümüşsün köyünde yapılan kazı ve araştırmalarda ele geçen buluntular, buraya Mezolitik Çağda (y. 15-10 bin yıl önce) yerleşildiğini gösterir. 14. yüzyılda Hamid-oğullannın yönetimine giren yöre, bu yüzyılın sonlannda Osmanlı topraklanna katıldı.
19. yüzyıl sonlannda Konya vilayeti Hamid-âbad sancağının Merkez kazasına bağlı bir nahiye merkezi olan Keçiborlu’ya aynı yıllarda Rumeli’den gelen göçmenler yerleştirildi.
Dokumacılık, gülyağcılık ve küçük çaplı ticaret yapılan kasaba, İstanbul-Antalya Karayolu’nun 1 km doğusunda yer alır. Eğirdir, İsparta ve Burdur’u Afyonkarahisar ve İzmir’e bağlayan demiryolu hattı kasabadan geçer. Keçiborlu, il merkezi İsparta’ya 40 km uzaklıktadır.
Keçiborlu Belediyesi 1902’de kurulmuştur. Nüfus (1985) ilçe, 23.501; kasaba, 9.610.
keçiboynuzu (Ceratonia siliqua), harnup olarak da bilinir, baklagiller (Fabaceae) familyasından, kışın yapraklannı dökmeyen ağaç ve bu ağacın besin olarak değerli meyveleri. Anayurdu Doğu Akdeniz olmasına karşın meyvelerinden ötürü başka bölgelerde de yaygın olarak yetiştirilen keçiboynuzu Türkiye’de Akdeniz kıyılann-da, özellikle Antalya ile Silifke arasındaki kalkerli ve taşlık alanlarda çok bulunur.
Yaklaşık 10 m boyundaki bu geniş taçlı ağacın kalın ve parlak yaprakçıkların oluşturduğu tüysü yapraklan vardır. Taçyap-raklan bulunmayan yeşilimsi çiçekleri salkımlar halindedir. Genellikle eğri biçiminden ötürü keçi boynuzunu andıran, koyu kahverengi, yassı meyvelerinin uzunluğu 7,5-30 cm arasında değişir; içinde 5-15 tane sert ve parlak tohum bulunan, şekerce zengin bu tatlı ve lezzetli meyveler çerez olarak yendiği gibi, toz haline getirilerek de
Keçiboynuzu (Ceratonia siliqua)
A J Huxley – EB İne
zamkı adı verilen bir kanşım ve yağ çıkan-hr. Tohumlann kaynar su ile özütlenmesi sonucu elde edilen bu zamk kozmetik, kâğıt ve kumaş sanayisinde kıvam verici ve yapış-tıncı olarak kitre zamkı yerine kullanılır. Tohumlanndan geçmişte kuyumculukta ağırlık birimi olarak yararlanılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir