kemik uru

kemik uru

kemik yoluyla ileti, ses titreşimlerinin kafatası kemikleri yoluyla işitme organına iletilmesi. İki türü vardır: Baskılı (kompres-yonlu) iletide frekansı 800’ün üstünde olan tiz sesler kafatası kemiklerinin her birini, ortakulaktaki kemikleri, içkulaktaki sıvıları ayrı ayrı titreştirir. Bu titreşimler içkulağın kemik yapısına baskı yaparak ses alıcı özel hücreleri uyarır. İvmesel iletide ise pes sesler kafatasını bir bütün olarak titreştirir; içkulağın hareketsiz sıvıları bu titreşimlerden etkilenir ve ses algısı gerçekleşir.
kemik yumuşaması, osteomalasî olarak da bilinir, erişkinde, özellikle yaşlılıkta ya da çok sayıda gebelik geçirenlerde kemiklerdeki kalsiyum ve fosfor miktarının azalmasıyla ortaya çıkan bozukluk. Sonuçta kemik yumuşar ve eğrilir, kolayca kırılabi-lecek duruma gelir.
Kemikteki minerallerin eksikliği, yiyeceklerle alınan kalsiyum ve D vitamininin eksikliği, D vitamini ve minerallerin emili-mi ve metabolizmasıyla ilgili organlardaki işlev bozukluğu ya da D vitamininin çözünmesi için gerekli olup bağırsaklardan emileme-yen yağların aşın miktarda alınması gibi nedenlere bağlı olabilir.
Kemik yumuşaması olanlann beslenme alış-kanlıklan incelendiğinde birçok beslenme yetersizliği türünün var olduğu görülür. Tedavide proteince zengin ve yeterince kalsiyum içeren yiyecekler önerilir; D vitamini ya da balıkyağı verilir.
kemikbalığı, (Albula vulpes), Elopiformes takımının Albulidae familyasından deniz balığı türü. Tropik bölge denizlerinin sığ kıyı sulannda yaşayan bu balıkların olta
KemikbaJığı (Albula vulpes)
Batchelor – Fa/vvıg – EB İne
kullanılarak yapılan avı, iri ve güçlü yapılan nedeniyle çok zevklidir. Kemikbahklannın uzunluğu 1 m’yi aşabilir. Vücudunun gerisine doğru yer alan sırt yüzgecinde derin bir çentik, öne doğru küt bir çıkıntı yapan burnunun altında küçük bir ağzı vardır. Başlıca besinlerini dipten topladığı solucanlar ve öbür yiyecekler oluşturur.
kemiklibalıklar (Osteichthyes), Vertebrata (Omurgalılar) altfilumundan, ekonomik değer taşıyan hemen hemen bütün balıkları kapsayan balık sınıfı.
Kemiklibalıklar Agnatha (çenesizbalıklar) ve Selachii ya da Chondrichthyes (kıkırdak-hbalıklar) sımflannı dışlarken birçok ilkel balık grubunun yanı sıra 400’ü aşkın familya
ve yaklaşık 20 bin türden oluşan, en gelişmiş balıkların yer aldığı Teleostei grubunu içerir. Bu nedenle bazen kemiklibalıklar tanımına yalnız Teleostei grubu sokulur ya da bu grup gerçek kemiklibalıklar olarak ayırt edilir, ilkel kemiklibalıklann, fosil türlerin ve Teleostei grubunun taksonomi-deki yeri tartışmalıdır. Örneğin değişik sınıflandırmalarda Teleostei grubu altsınıf olarak infraclasis ya da subtuvisio düzeyinde alınmaktadır. Osteichthyes sınıfıysa Dipnoi (akciğerli balıklar), Crossopterygii (saçakyüz-geçliler), Brachiopterygii (yalnız Polypteri-formes takımı) ve Actinopterygii (ışmsalyüz-geçliler) altsınıflanna aynlabildiği gibi Crossopterygii ve Dipnoi takım düzeyinde Sar-copterygii sınıfına, Polypteriformes (bişirler ve akrabalan) takımı Osteichthyes yerine sınıf düzeyine yükseltilen Actinopterygii içine sokulmaktadır.
Kıkırdak yerine bir ölçüde olsa da kemikleşmiş bulunan iskelet sistemi kemiklibalık-lann temel ayırt edici özelliğini oluşturur. Yüzme kesesi ya da akciğerlerin varlığı, dış döllenmeyle üremeleri ve kafatası kemiklerinin zikzaklı birleşme çizgileri (sutura ya da dikiş) kemiklibalıklann büyük bir bölümünün paylaştığı özellikler arasındadır.
Kemiklibalıklar derin deniz bölgeleri, mağaralar ve kaplıcalar da aralannda olmak üzere tüm tatlı su ve deniz ortamlanna dağılmıştır. Biçim ve davranış özellikleri bakımından büyük bir çeşitlilik gösteren bu balıklann uzunluğu 12 mm dolayında olan Luzon kayabalığı (Pandaka pygmaea) gibi çok küçük, marlin ve kılıçbalıklan gibi 4,5 m uzunluğa erişen çok büyük ve aybalığı (Mola mola) gibi 900 kg’yi aşan çok ağır türleri vardır.
kemiriciler (Rodentia), varlığım sürdüren yaklaşık 350 cins ve 2.400 tür içeren memeli takımı.
Kemiriciler birbirlerinden oldukça farklılaşmış gruplardan oluşur. Sciuridae (sincaplar, gelengiler, marmotlar), Muridae (Eski-dünya fareleri ve kemeler), Cricetidae (Ye-nidünya fareleri, sıçanlar, keseğenler, lem-mingler), Castoridae (kunduzlar), Gliridae (kakırcalar), Dipodidae (araptavşanları), Hystricidae (Eskidünya oklukirpileri) en iyi bilinen familyalardır.
Kemirici türlerinin sayısı, bugün yeryüzünde yaşayan memeli hayvan türlerinin yansına ulaşırken birey sayıları yaşayan memelilerin yansından çoktur. Bu hayvanlar Antarktika dışındaki tüm büyük kara kütlelerinde ve adalann çoğunda bulunurlar. Muridae familyasından ev faresi (Mus musculus), bayağı keme (Rattus rattus) ve göçmen keme (R. norvegicus) insanlarla birlikte yaşamaya uyum sağlamış ve insanla-nn yaşadığı hemen her yerde yayılmışlardır. Günümüzde varlığını sürdüren kemiricilerin en irisi olan ve Güney Amerika’da yaşayan kapibara (Hydrochoerus hydrochoeris) 1,3 m uzunluğa ve 50 kg ağırlığa ulaşabilirse de, kemiriciler genellikle en küçük memeliler arasında yer alır. Örneğin bazı fare ve kakırcalar yalnızca 7,5 cm uzunluğunda ve 20 gr ağırlığındadır. Çok çeşitli yapı ve biçimlere sahip olan kemiricilerin hepsinde görülen iki ortak özellik vardır. Kemirme alışkanlıklanyla ilgili olan bu özelliklerden ilki, çenelerini iki farklı konumda kullanabilme yetenekleridir. Altçene geri çekildiğinde azı dişleri besini öğütecek biçimde üst üste gelir. Altçene ileri ve aşağıya itildiğindeyse, üst ve alt büyük kesicidiş çiftinin uçları, kemirmeye uygun biçimde birleşir. İkinci özellik bu kesicidişlerin yapısına ilişkindir. Tüm kemiricilerin, alt ve üst çenelerinin her birinde yalnızca birer çift kesicidiş vardır ve bunlar hayvanın yaşamı boyunca sürekli
olarak büyür. Bu durum kemirici bir hayvanın sert cisimleri kemirebilmesini yalnızca olanaklı kılmakla kalmaz, aynı zamanda kemirme işlemini sürekli olarak yapmasını da zorunlu kılar. Çünkü eğer bu dişler yeterince kullanılmayacak olursa, aşınmadıklanndan yay biçiminde uzamaya devam eder ve beslenmeyi engelleyerek ya da kafatasına saplanarak hayvanın ölümüne neden olur.
Kemiriciler birçok yaşama ortamı ve yaşama biçimine uygun olarak özelleşmiştir. Tipik kemiriciler (örn. ev faresi) dört ayak üstünde yürür. Ama kemiriciler arasında bacak yapılan değişikliğe uğramış birçok türe rastlanır. Sıçrayan fareler (Pedetes cinsi) ve kanguru fareleri (Dipodomys cinsi) gibi bazı gruplarda arka bacaklar sıçramaya elverişli biçimde gelişmiştir. Avurdukeseli-ler ve bandikut fareleri gibi aşın ölçüde özelleşmiş kazıcı türlerde ön bacak ve ayaklar kısa, kalın ve güçlü pençelere dönüşmüştür. Yaşamlarının büyük bölümünü suda geçiren kunduzlann perdeli arka ayaklan ve sık tüylü postlan vardır. Kemiricilerden birçoğu ağaççıl bir yaşama biçimine uyarlanmıştır. Örneğin Güney Amerika’da yaşayan ağaç oklukirpilerinin (Coendou cinsi) kuyruğu, maymunlarınki gibi kavra-yabilme özelliğine sahiptir. Petauristinae altfamilyası (uçan sincaplar) ve Anomaluri-dae familyası üyeleri gibi kimi kemirici türleriyse havada süzülebilir. Bunlann gövdelerinin her iki yanında, ön ve arka bacakları arasına gerilmiş, tüylü bir deri parçası bulunur.
Çeşitli kemiriciler çöl koşullanna uyarlanmış ve su kaybını önleyebilmek için türlü biçimlerde evrime uğramışlardır. Bunlardan, günün en sıcak bölümünü uyuyarak geçiren türler geceleri etkinlik gösterir. Ba-zılan dokularında su tutan bitkileri bulup yer. Bazılan ise su oranı düşük aşın yoğunlukta sidik üreterek az suyla yetinebilir. Aralannda araptavşanları ve kanguru fareleri de olmak üzere birçoğu, gereksindikleri suyun tümünü besinlerini oluşturan çeşitli tohumlardan elde eder.
Fosil bulguları, kemiricilerin Kuzey Amerika’da Paleosen Bölüm (y. 65-54 milyon yıl önce) sonlarına doğru ortaya çıktığını göstermektedir. Kemiricilerin yeryüzüne dağıl-malan ve özellikle yeni dağılım bölgelerine ulaşan kemirici türlerinin çeşitlenmesi çok hızlı gerçekleşmiştir. Kemiriciler, yarasalar dışında Avustralya kıtasına insanlann ayak basmasından önçe ulaşmış tek eteneli memeli takımıdır. İnsanlann çağlar boyu süren etkinlikleri kemiricilerin yeni yeni bölgelere yayılmasına yardımcı olmuştur. Örneğin kemeler gemilerin istenmeyen konuklan olarak yeryüzünün yaşanabilir tüm alanlarına yayılmıştır.
Kemiriciler seyrek olarak hayvansal besinler yerse de çoğu otçuldur. Bitki tohumları, birçok türden severek yediği bir besindir. Besinlerini bulduklan yerde yiyebildikleri gibi, bazen de yemek üzere oyuklanna taşır ya da ileride kullanmak üzere saklarlar. Orman gelengileri (Tamias ve Eutamias cinsleri) ve altın keseğenler (Mesocricetus cinsi) gibi pek çok kemiricinin, çok miktarda tohum taşıyabilmesini sağlayan avurt keseleri vardır. Sincaplar, kuruyemiş çeşitlerinin en sert kabuklarını bile dişleriyle kırarak açabilirler. Öbür kemiricilerin birçoğu çeşitli ot ve yaprakları, meşe palamudunu, tomurcuk ve meyveler gibi çeşitli bitkisel besinleri yeğler. Kapibara ve aguti (Dasyprocta aguti) gibi Güney Amerika’nın iri kemiricileri, tıpkı marmotlar (Marmota cinsi) gibi otlayarak beslenirler. Kuzey Amerika’da yaşayan çekirge faresi gibi az sayıda kemirici de neredeyse tümüyle avlanarak beslenir.
Kemiricilerin çoğu, toprakta kazdıkları yuvalarda yaşar. Bu yuvalar bazen çayır marmotlarınınki (Cynomys cinsi) gibi, karmaşık bir tünel sisteminin sonunda yer alır. Çayır marmotlarının yanı sıra bazı gruplar koloni halinde, Kuzey Amerika misk sıçanları (Ondatra cinsi) gibi bazı gruplarsa yalnız yaşarlar. Sincaplar ağaç kovuklarında ya da dallar arasına yapraklardan, Neotoma türleri yere, kırılmış dal parçaları, otlar ve çeşitli artıklardan, yığın biçiminde yuvalar yapar. Irmak ve göletlerdeki kunduz yuvalan, dallardan yapılmış ve çamurla sıvanmıştır. Bunların girişi suyun altındadır.
Kemiricilerden birçoğu kötü havalarda yuvasından çıkmaz; keseğenler (Cricetini oymağı) gibi bazıları gerçek kış uykusuna yatar. Perognathus türleri kışı uyuyarak geçirmekle birlikte, yazın biriktirdikleri tohumlarla dolu olan depolarından beslenmek üzere sık sık uyanırlar.
Kapibara ve kunduz gibi iri kemiriciler yılda bir kez, daha küçük türler daha sık ve bazı sıçanlar (Microtini oymağı) ise yılda 13 kez doğurabilir. Küçük türlerden hasat fareleri (Reithrodontomys cinsi) ve sıçanlar gibi bazıları doğduklarından beş-yedi hafta sonra eşeysel olgunluğa erişebilir. Bu aşın
173 kemoterapi
üremenin nedenlerinden biri, küçük kemirici türlerinin, memeli, kuş ve sürüngenlerden birçok yırtıcı hayvanın besin kaynağı olmasıdır. Bazı yırtıcı hayvanlann sayılan, avladıkları başlıca kemiricinin nüfus yoğunluğundaki dalgalanmalara bağlı olarak artar ya da düşer. Örneğin, Labrador’daki tilki ve kar baykuşlannın sayılan, Lemming (Dicrostonyx ve Lemmus cinsleri) nüfusundaki artış ve düşüş döngülerine uygun bir dalgalanma gösterir.
Kemiriciler insanlan çeşitli biçimlerde etkiler. Birçok tür tanm ürünlerine dadanır ve bazen depolardaki ürünün önemli bir bölümünü kullanılamaz hale getirir. Aynca veba ve tularemi ile çeşitli riketsiya hastahklan-nın taşıyıcısıdırlar. Öte yandan ev faresi ve göçmen kemenin laboratuvarlarda yetiştirilen ve çoğunlukla albino olan soylan birçok önemli tıp araştırmalannda kullanılmaktadır. Koypulann (Myocastor cinsi) ve çinçil-yalann (Chincilla cinsi) postlan ise kürk ticaretinde büyük değer taşır.
Kemmuna, Akdeniz’de Malta Cumhuriye-ti’ni oluşturan adalardan biri. Güneydoğusundaki Malta ve kuzeybatısındaki Gozo adalarından dar kanallarla aynlır. Yüzölçümü 3 km2’dir. Hospitalier tarikatına (St. Jean Şövalyeleri) ait kaleden bugün geriye bir kule (1618) kalmıştır. Adada balmumu, bal ve üzüm üretilir, koyun ve keçi yetiştirilir. Nüfus (1982 tah.) 1.664.
Kemoş, Moabların en büyük tannsı olan eski Batı Sami tannsı. Hakkında fazla bilgi bulunmamakla birlikte Kitabı Mukaddes’te, Hz. Süleyman’ın onun için Kudüs’ün doğusunda bir tapınma yeri yaptırdığı (I. Krallar 11:7) ve Kral Yoşiya’nın sonradan burayı yıktırdığı (II. Krallar 23:13) anlatılır. Büyük olasılıkla Tanrıça Astarte, Kemoş’un eşidir. İÖ 9. yüzyılda hüküm sürmüş Moab kralı Meşa’nın yazdığı ünlü Moabi Taşı’nda Ke-moş’tan, Israiloğullanyla savaşlannda Mo-ablara zafer kazandıran tann olarak söz edilir.
kemoterapi (Modem Latince: ehem- “kimyasal” ve therapeusis “tedavi”), enfeksiyon hastalıklannın önlenmesi ve tedavisi ile kanser tedavisinde kimyasal bileşiklerin kullanılması. Kemoterapi sözcüğü kimyasal bileşiklerle yapılan her türlü tedaviyi kapsıyorsa da günümüzde özgün olarak enfeksiyonlar ve kanser tedavisi için kullanılmaktadır.
19. yüzyılın sonlarına değin kullanılan ilaçların çoğu mineraller ya da bitkilerden elde edilmekteydi. Fransa’da Louis Pasteur ile Almanya’da Robert Koch’un çalışmalan modern bakteriyolojinin temelinin atılmasına yardımcı oldu; bu alanda en büyük katkı kemoterapi adını ilk kez kullanan Paul Ehr-lich’ten geldi. Bu dönemde tıpla uğraşan bilim adamlannın karşısındaki en önemli sorun canlı hayvanın vücudunda yaşayan asalakları, konağa önemli bir zarar vermeden öldürebilecek bir dezenfektan elde etmekti.
İngiliz kimya bilgini William H. Perkin 1856’da, anilinden o dönemde bilinen tek sıtma ilacı olan kinini bireşimlemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Bundan yaklaşık 30 yıl sonra Ehrlich, metilen mavisi olarak bilinen yapay boyanın sıtma tedavisinde kullanılabileceğini buldu. Ehrlich’i bu sonuca götüren, boyanın hayvanın vücuduna şırınga edildikten sonra bazı organlarda ya da konakta yaşayan bazı asalaklarca tutulduğunu saptaması oldu. 1901 – 04 arasında yürüttüğü araştırmalann sonucunda, yapay
Kemiricilerin temsili üyeleri
Kempe, Margery 17$
olarak bireşimlenen ilacın kimyasal yapısı ile biyolojik etkileri arasındaki ilişkiyi ilk kez açıklamaya çalıştığı yan zincir kuramını geliştirdi. 1903’te farelerde Trypanosoma cinsi asalakların neden olduğu enfeksiyonlara karşı etkin olduğu saptanan tripan kırmızısı adlı boyarmaddeyi buldu. Ehr-lich’in en büyük başansı 1910’da elde ettiği ve frengi tedavisinde etkili olduğu anlaşılan Şalvarsan adlı organik arsenik bileşiği oldu.
20. yüzyılın ilk yansında kinakrin, progua-nil ve klorokin gibi başka sıtma ilaçlan da yapay yollarla bireşimlendi.
1930’lann başında Prontosil adlı ilacın bulunuşuyla bakteri enfeksiyonlannda etkili olabilecek ilaçlann da bireşimlenebileceği anlaşıldı. Prontosil insanda ve evcil hayvanlarda bakteri enfeksiyonlarının tedavisinde yaygın biçimde kullanılan sülfonamit bileşiklerinin öncüsü oldu. 1928’de Alexander Fleming’in bulduğu penisilin Sir Howard Florey ve Ernst Chain tarafından geliştirilerek kullanıma hazırlandı. II. Dünya Savaşı sırasında yaygın biçimde kullanılmaya başlayan ve ilk antibiyotik olarak kabul edilen penisilini streptomisin, tetra-siklinler ve makrolit grubu antibiyotikler izledi.
Mantar ya da bakteri kültürlerinden elde edilebileceği gibi yapay yollarla da bireşimlenen antibiyotiklerin tedavi amacıyla kullanılması, bakteri ve başka mikroorganizma-lann neden olduğu hastalıklarda tedavi ve bakım kavramlarını değiştirdi. Örneğin, antibiyotik kullanımının yaygınlaşması, antibiyotiğe dirençli bakteri tiplerinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bakterilerde direnç birkaç yolla oluşur. Hücrenin genetik yapısı bir değşinim (mutasyon) sonucunda ya da başka bir bakteri hücresiyle hücre duvan düzeyinde temasa geçme sonucunda değişebilir, direnç özelliği taşıyan genler başka bir bakteriden ya da çevreden kazanılabilir. Günümüzde antibiyotiklerin, özellikle geniş spektrumlu olanlann yersiz ya da yanlış kullanılması direnç oluşması için uygun bir zemin hazırlamakta, dirençli bakterilerle mücadele etmek için yeni antibiyotikler elde edilmekte, böylece adeta bir kısır döngü yaratılmaktadır. Kemoterapinin ba-şansız kaldığı bir alan da virüs kökenli enfeksiyonlann tedavisidir; bu tür hastalıklar koruyucu önlemler alınarak ve bazı ilaçlann kullanılmasıyla önlenebilirse de tedavi edici bir antibiyotik henüz bulunamamıştır.
Kemoterapinin gün geçtikçe önem kazanan bir alanı da kanser tedavisidir. Bu alanda kullanılan ilaçlardan hücre bölünmesini engelleyen alkilleyici maddeler ve enzim etkinliğini bozup hücrenin yaşamsal işlevlerini kesintiye uğratan antimetabolit-ler kanser hücrelerini öldürür. Meme ve
rostat kanserlerinde steroit yapılı eşey
ormonlan, lösemi ve lenf dokusunun kanserlerinde kortikosteroitler kullanılır. Ce-zayirmenekşesinden elde edilen vinkristin ve vinblastin adlı alkaloitlerin Hodgkin hastalığı ve lösemi tedavisinde etkili olduğu bilinmektedir.
Alkilleyici ilaçlar ve antimetabolitlerin çok ciddi yan etkileri vardır. Sağlıklı hücrelerle kanser hücrelerini birbirinden ayıramadık-lan için normal vücut hücrelerinin de yıkılmasına ve ölümüne neden olur, aynca, vücudun enfeksiyonlara karşı direncini düşürürler. Günümüzde kanser tedavisi araş-tırmalan özel olarak kanserli hücrelere yönelen ilaçlar elde etmek üzere yoğunlaşmıştır.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*