Kensett, John Frederick
(d. 22 Mart 1816, Cheshire, Connecticut – ö. 14 Aralık 1872, New York kenti, ABD), Hudson Irmağı Okulu’ndan ikinci kuşak ABD’li manzara ressamı.
Oymabaskı sanatını, babası Thomas Ken-sett’ten ve banknot kalıplan hazırlayan dayısı Alfred Daggett’tan öğrendi. 1838’de,
“George Gölünde Fırtına”, Kensett’in yağlıboya çalışması, 1870;
Brooklyn Müzesi, New York kenti
Brooklyn Museum, New York kenti
bir banknot şirketinde çalışmak üzere New York kentine yerleşti, iki yıl sonra Asher B.Durand, John W. Casilear ve Thomas P. Rossiter’la birlikte Avrupa’ya gitti. 1847’de ABD’ye döndüğünde Avrupa’dan gönderdiği resimlerle belli bir üne kavuşmuştu. 1849’da, Ulusal Tasanm Akademisi üyeliğine seçildi. New York kentindeki Metropolitan Sanat Müzesi’nin kuruculan arasında yer aldı.
Yapıtlannda oymabaskının çizgiye dayalı anlatımından hiçbir zaman uzaklaşmamakla birlikte, Kensett’in asıl amacı ışığı resmetmekti. “George Gölünde Fırtına” (1870, Brooklyn Müzesi) örneğinde görüldüğü gibi ışığın anlık değişimlerini renk değerleriyle vermeye çalıştı. Soluk renklerle çalışıyor, ya-pıtlannın çoğunda gümüş solgunluğu göze
çarpıyordu. İster Beyaz Dağlan ya da Catskill Dağlannı, ister Atlas Okyanusunun ıssız bir kıyısını konu alsın, bütün yapıtla-nnda yöreye özgü özellikleri ve atmosferdeki değişimleri dikkatli bir gözlemle ve bütün aynntılarıyla betimledi.
Kensington-Chelsea, İngiltere’de, Londra metropoliten alanında ilçe (borough). Thames Irmağının kuzey kıyısında 12 km2’lik bir alanı kaplar. City of Westminster’in batısına düşer. Londra’nın ünlü semti West End’in bir bölümünü içine alır. Genelde konut ağırlıklı bir ilçedir. Güney kesiminde şık butiklerin, dükkânlann, restoranlann, apartmanlann, işyerlerinin ve yakın dönemde kurulmuş otellerin sıralandığı caddeler yer alır. Whistler ve Tumer’ın resimlerindeki şirin tahta köprünün yerini almış olan Battersea Köprüsü (1887-90), Albert Köprüsü (1873) ve Chelsea Köprüsü (yeniden yapılışı 1934-37) ilçeyi Thames’in güney kıyılanna bağlar.
VIII. Henry 1535’te el koyduğu Westminster Abbey’ye ait Chelsea Malikânesi ile Sir Thomas More’a ait mülkleri son karısı Catherine Parr’a bıraktı. Kensington ise Vere ailesinin mülkiyetine geçti; ailenin oturduğu sarayın bulunduğu yer günümüzde Earl’s adını taşıyan bir konut alanıdır. Kraliyet ailesi üyelerinin hâlâ kullandığı Kensington Sarayı, III. William tarafından 1689’da satın alınan ve Sir Christopher Wren ile William Kent tarafından yeniden inşa edilen Nottingham Evi’nin genişletilmesiyle ortaya çıktı. Kraliçe Victoria (hd 1837-1901) 1819’da burada doğdu. Kensington Bahçeleri’nin yakınında, 1965’te inşa edilen Royal Garden Oteli yükselir. Kraliyet Hastanesi’nin arazisi üzerinde bulunan Ranelagh Bahçeleri’nde Kraliyet Çiçekçilik Derneği’nin her yıl düzenlediği bir çiçek sergisi açılır. Sir Christopher Wren’in 1682-92 arasında malûl askerler için inşa ettirdiği Kraliyet Hastanesi’nde günümüzde emekli askerler barınmaktadır. Bitişikteki Botanik Bahçesi (kuruluşu 1673) 1722’de Sir Hans Sloane tarafından Eczacılar Derneği’ne verilmiştir. 1732’de bu bahçeden alınan pamuk tohumları, Kuzey Amerika’nın güneyindeki İngiliz kolonilerinde kurulan pamuk plantasyonlarında kullanılmıştır.
İlçedeki önemli yapılar arasında Commonwealth Enstitüsü (1962), Londra Universite-si’ne bağlı Chelsea College ve Earl’s Court Sergi Salonu ile South Kensington’da bulunan, British Museum’a bağlı Doğa Tarihi Müzesi, Bilim Müzesi, Victoria-Albert Müzesi ve Jeoloji Müzesi sayılabilir. İlçenin güney kesimi genellikle sanatçı, yazar, müzisyen ve devlet adamlarının oturduğu bir yer olarak bilinir. Nüfus (1982 tah.) 136.800.
Kensington Yazılıtaşı, Kuzey Amerika’ nın içlerinde bulunan ve 14. yüzyıl İskandinav kâşiflerine ait olduğu sanılan taş. Uz-manlann çoğu dilbilimsel gerekçelerle üzerindeki oymalann yazı olamayacağını ya da yapıtın sahte olduğunu ileri sürerken, arala-nnda Cornell Üniversitesi eski profesörlerinden Robert A. Hail Jr.’ın da bulunduğu küçük bir grup bunun gerçek bir yazıt olabileceğini savunmaktadırlar. Üzerinde rünik yazı bulunan 90 kg’lik bu gri bazaltın, 1898’de Minnesota eyaletinde, Kensington yakınlarındaki bir çiftlikte ortaya çıkarıldığı söylenir. 1362 tarihli yazıtın Büyük Göller bölgesini ziyaret eden Norveçli ve İsveçli kâşifler tarafından bırakıldığı sanılmaktadır. Minnesota’da Alexandria’daki özel bir müzede korunan taşın 26 tonluk bir kopyası yakınlardaki Runestone Parkı’ndadır.
183 kent
kent, nüfusu belli bir büyüklüğü ve yoğunluğu aşan, ekonomisi tarım dışı etkinliklerde yoğunlaşan ve kendi nüfusundan başka, etki alanı içinde yaşayanlara da hizmet sağlayan yerleşmelere verilen ad. Karşıtı, görece küçük ve seyrek nüfuslu, ekonomisi tarım ağırlıklı kırsal yerleşme olan köydür. Ama nüfus, bir yerleşmenin kent sayılması için yeterli bir ölçüt değildir. Uluslararası istatistiklerde nüfusu 10 bini aşan yerleşmeler kent olarak gösterilir. Sosyoloji araştırmalannda nüfusu 20-50 bin kişi arasındaki pek çok yerleşme büyük kasaba olarak alınır. Nüfusu 50 binin üstündeki yerler kent tanımlamasına uyan özellikleri gösterir. 100 bin kişiden kalabalık yerleşmeler için büyük kent deyimi kullanılır. Türkiye’deki yönetsel yapı içinde ise bütün ilçe ve il merkezleri, nüfus büyüklüğüne bakılmaksızın kent kabul edilir.
Bir yerleşmenin üretim biçimi, ekonomik durumu ya da fiziksel yapısı da onun kent olarak adlandmlıp adlandırılmayacağım gösterir. Kırsal yerleşmelerin çoğunlukla kendi kendini besleyebilen yerleşmeler olmasına karşın kentler, dışandan yiyecek sağlamak zorundadır. Kentlerin temel bir özelliği de içlerinde oturanlann büyük bir bölümünün tanmsal üretimle uğraşmamasıdır. Eskiden savunma yapılannm koruması altında olmak da bir kentsel yerleşme belirtisi sayılırdı. Buna göre bir suru, bir kalesi olan eski yerleşmeleri kent olarak nitelendirmek yanlış değildir. Eski Yunanistan’da tapmak, bouleterion(*), tiyatro gibi yapılann en az birine sahip olmayan yerleşmeler kent sayılmazdı. Yerleşmelerin temiz ve pis su donanımının olması, açık ya da kapalı alışveriş yerlerinin bulunması, içindekilere eğitim ve sağlık hizmetleri sunması ise eski çağlardan beri kentlerin özellikleri arasında görülmüştür. Kentsel yerleşmelerin temel bir özelliği de, burada yaşayanlar arasında ayrıntılı bir işbölümünün varlığıdır. Okuryazarlık oranının yüksekliği, eğlence ve spor olanaklan-nın bulunması, çeşitli bilim, kültür ve sanat etkinliklerinin olması da bunlara katılabilir. Kentler çeşitli biçimlerde kümelendirilebi-lir. Örneğin işlevlerine göre sanayi, liman, ticaret ve dinlence kenti gibi aynınlar yapılabilir. Belli bir yöredeki tarımsal üretimin odağını oluşturan tanm kentleri vardır. Özel bir cevherin çıkanlması ya da işlenmesi amacıyla kurulan maden ya da petrol kentleri bulunur. Ünlü bir yüksekokul çevresinde oluşmuş üniversite kentleri olabilir. Turistlere eğlence, dinlence, sağlık hizmetleri sunan kentler genellikle bir ırmak ya da deniz kıyısında, bir kaplıca kaynağı çevresinde kurulmuştur. Bazen doğrudan bu amaçla kurulmamış olsalar bile, sonradan bu özellikleriyle ün kazanan askeri ya da dinsel kentlerden söz edilebilir. Son olarak da başkent, eyalet, il, ilçe merkezi gibi yönetim amaçlı kentler vardır. Coğrafyacılar kentleri konumlanna göre de kümelendirirler. Buna göre sıcak, ılıman, soğuk iklim kuşaklannda bulunan kentler gibi aynmlar yapılabilir. Daha açıklayıcı olanı, kentleri yerel özelliklerine göre belirlemektedir: Dağ, orman, vadi, ova, kıyı kentleri gibi. Kentler arasında plan özelliklerine göre de aynm yapma olanağı vardır; Düzgün planlı, düzgün olmayan planlı gibi. Daha küçük bir yerleşme birimiyken koşullann değişmesiyle kendiliğinden yavaş yavaş büyüyerek oluşan kentlere karşılık, tek bir kişi ya da belli bir topluluk tarafından kurulan kentlerden söz edilebilir. Kentbilim ilkelerine göre yapılan
Kent 184
ayrımlar da bulunmaktadır: Çizgi kent, bahçe kent, uydu kent gibi.
Kentlerin tarihi. Tarihte pek çok kültür, yerleşmişliği .bir uygarlık belirtisi olarak görmüştür. Örneğin birçok Batı dilinde uygarlık karşılığındaki civilization (ya da civilisation, Zivilisation) sözcüğü, Latincede “kentli/yurttaş” anlamına gelen civitas sözcüğünden türemiştir. Arapçada kent anlamına gelen “medine” ile uygarlık anlamına gelen medeniyet sözcükleri aynı kökten gelmektedir. Türkçe’de de, yerleşik yaşam biçimini benimsemiş bir Türk boyunun adı olan Uygur ile uygarlık sözcüğü arasındaki bir ilişkiden söz edilebilir. Bu nedenle kentlerin tarihi biraz da uygarlığın tarihidir.
İnsanlar çok eski çağlardan beri örgütlü biçimde bir arada yaşadılar. Yaşamlarını toplayıcılık ve avcılık yerine üretimle sağlamaya başladıkları Neolitik Çağda kurdukları ilk yerleşmeler daha çok kırsal nitelikteydi. Bilinen en eski yerleşmelerden biri Anadolu’da Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarındaki Çatalhöyük’tür(’). Gene Anadolu’daki Hacılar(*), Çayönü(*), Yunanistan’ daki Dimini(*), Filistin’deki Ceriko(*) (Eri-ha) en eski yerleşmeler arasındadır.
Kentler tarımsal teknolojinin gelişerek, insanların tükettiklerinden fazlasını üretmeye başlamasından sonra doğdu. Kent niteliği taşıyan en eski yerleşmeler, tarımsal verimliliğin yüksek olduğu alanlardaki ırmak boyu kültürleri tarafından Neolitik Çağın sonlarında kuruldu. Mezopotamya’ dala Ur, Uruk, Eridu, Lagaş, Babil, daha doğudaki Susa, kuzeydeki Asur, Kalah (Nimrud), Ninive ve Dur Şarukin bunların en ünlüleriydi. Bu kentlerin, varlığı iki ırmak arası toprakların tarımsal zenginliğine, süreklilikleri de ırmaklardaki ulaşıma dayanıyordu. Daha ileride de kentler büyük ölçüde bu iki olguya, yani ekonomik zenginlikle ulaşım kolaylığına bağımlı kaldı. Gize, Abusir, Sakkara, Teb, Luksor gibi Eski Mısır kentleri Nil Irmağı boyunca kurulmuştu. İndus Irmağı vadisindeki Mo-henco-daro ve Ganj Irmağı vadisindeki Patili-putra en önemli Hint kentleri arasındaydı. Çin’de ve Amerika’daki ilk kentler de benzer biçimde ırmaklar üzerinde kurulmuştu. Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) ırmakları arasında da çok eskiden beri kentsel yerleşmeler kurulmuştu. Bunlardan Semer-kand, Buhara, Taşkent gibi kentler varlıklarını günümüze değin sürdürmüşlerdir.
Kentler açısından önem taşıyan ikinci dönem Eski Yunan uygarlığı oldu. Bir yandan topraklarının verimsizliği, bir yandan da kuzeyden gelen kavimlerin baskısı nedeniyle kendilerine yeni yaşama alanları açmak zorunda kalan Eski Yunanlılar, çok sayıda denizaşın kent kurdular. Bugünkü Türkiye’nin Ege, Marmara, hatta Karadeniz kıyılarında yer alan kentlerin çoğu bu koloni-zasyon döneminde kurulmuştu. Bunlar arasında bugün yaşayanlar olduğu gibi, arkeolojik kazıların yapıldığı Ephesos, Pergamon (Bergama), Miletos, Hierapolis, Priene gibi kentler de vardır. Eski Yunanlılar bütün Akdeniz çevresinde kurdukları kolonileri ticaretle yaşattılar. Yunan kentlerinin bir özelliği de, bağımsız devlet olmaları, kendi kendilerini yönetmeleriydi. Doğal olarak aralarında birlikler kurdukları, Atina ya da Sparta gibi görece daha güçlü bir kentin yönetimi altına girdikleri de olmuştu.
Ortaçağın başlarında Ortadoğu kentleri, sonlarına doğru da Avrupa kentleri ticaretteki gelişmeye koşut bir gelişme gösterdiler. Bu dönemde Avrupa’daki yerleşmeler kralların verdiği bir beratla kent konumu kazanı-
yor, ancak bundan sonra kentlere tanınan ayrıcalıklardan yararlanabiliyordu. İslamı benimsemiş ülkelerin kervan yollarına egemen olması, bu yollar üzerindeki kentlerin gelişmesi sonucunu doğurdu. Haçlı seferlerinden sonra Akdeniz’deki ticareti ele geçiren İtalyan kent devletleri, biriktirdikleri zenginlikle hem Rönesans’ın başlamasına, hem de kapitalist üretim biçiminin gelişmesine yol açtılar. Bunlar arasında Venedik, Cenova, Piza, Floransa, Ancona gibi kentler vardı. Kuzey Avrupa’da bulunan bazı kentler de Hansa Birliği gibi ticarete dayanan bir işbirliğine yönelmişlerdi.
Kentlerin gelişmesi açısından en önemli aşama Sanayi Devrimi ile geldi. Yeni üretim biçimi kentlerde iş olanakları yarattı, bu da kırsal alanlardan kentlere göçü başlattı. Bu çağa değin kentlerin büyüklüğü yayaların, binek hayvanlarının ve onların çektiği arabaların ulaşabileceği ölçülerle sınırlıyken tren, tünel, tramvay, buharlı gemi gibi yeni ulaşım araçları bu sınırın genişlemesine, dolayısıyla kentlerin eskiye göre çok fazla büyümesine neden oldu. Kentlerdeki nüfus çoğalması kent topraklarında değer artışına yol açtı, bu da yayılarak büyümenin yanı sıra, yükselmeyi gündeme getirdi. Yeni yapı malzemeleri, yeni yapım yöntemleri ve başka teknolojik gelişmeler gökdelenleri ortaya çıkartarak bu tür yapılaşmaya katkıda bulundu. Bazı ulaşım ya da depolama işlevlerinin yeraltına alınmasını da bu doğrultuda bir gelişme olarak görmek gerekir.
Bu süreç günümüzde de sürmektedir. Yeryüzünün her yerinde kırsal alanlardan kentlere doğru bir akın vardır. Pek çok yeni kent kurulmakta, eskiler de büyüyüp yükselmektedir. Benzin motorlu ulaşım araçları, bir yandan büyük kentlerden uzaklaşmayı sağlarken, öte yandan kent sınırlarının daha da büyümesine yol açmıştır. Kara, su, deniz ve demir yolu ile sağlanan kentler arası ulaşıma havayolu da katılmıştır.
Kentlerin öğeleri. Kentleri oluşturan bazı temel öğeler vardır. Yerleşmeler arasında kesin ayrımlar yapılamazsa da, bu öğelerin nitelik ve nicelik açısından büyüyüp çoğalması, çeşitlenmesi, işlev ve aynntı düzeyinin yükselmesi, bir yerleşmenin kent sayılıp sayılmayacağını da gösterebilir.
Kentlerin en önemli fiziksel öğesi yapıdır. Yerleşmelerde ilk önce yapılar oluşturulmuş, öteki öğeler onları izlemiştir. Yapıların çok çeşitli işlevleri vardır. Bir yerleşmede en çok bulunan yapı türü konuttur. Üretim, alışveriş, yönetim, sağlık, eğitim, ulaşım, savunma, eğlence, konaklama işlev-li yapılar onu izler. Önemsenen bazı yapılar anıtsal boyutlarda ya da çok süslü biçimlerde düzenlenip tasarlanır.
Kentlerin ikinci fiziksel öğesi yoldur. Kent içindeki ulaşımı sağlayan yollar önce yapılar arasında bırakılan boşluklar biçiminde ortaya çıkmış, bunların gelişip çeşitlenmesiyle sokaklar, toplayıcı yollar, caddeler, bulvarlar oluşmuştur. 19. yüzyılda demiryolları, tüneller, 20. yüzyılda da otoyollar bunlara katılmıştır. Bu da kentlerin çevresinde, ama ondan ayrı, varoş ya da banliyö adını taşıyan uydu yerleşmelerin ortaya çıkışını hazırlamıştır. Çağdaş kentlerde yayalarla taşıtlar için ayrı yollar vardır. Kentlerin suyollarından yararlandığı da olur. Kıyısında kurulmuşlarsa denizler, göller, ırmaklar kentler için doğal suyolları oluşturur. Özel olarak açılmış kanallar da aynı işi görür. Bütün bu yolların kesişme noktalan köprü, alt-üst geçit, köprü yol (viyadük) gibi yapısal çözümler gerektirir.
Bir başka kent öğesi de alandır. Alanlar yollardan türemiş, zamanla işlev ve biçim değiştirerek bağımsız birer öğe durumuna gelmiştir. Bazen bir alışveriş merkezi, ba-
zen toplumsal bir buluşma yeri işlevi de görürler. Kentlerde hem yolların, hem de alanların anıtsal boyutlarda, görkemli biçimlerde düzenlendikleri de olur.
Planlanmış yeşil alanlar kentlerin bir başka önemli fiziksel öğesini oluştururlar. Bahçeler, parklar, hayvan ve bitki bahçeleri gibi çok çeşitli yeşil alan türleri vardır. Gerek bunların içinde yer alan, gerekse kentin başka yerlerinde bulunan havuzlan, yapay gölleri ve suyollarını da yeşil alanlarla birlikte düşünmek gerekir.
Kentleri mahalle ve semt gibi alt birimlerden oluşuyormuş gibi görmek ve bunlan birer öğe olarak kabul etmek olanaklıdır. Bu öğeler kültürel koşullara göre bir yolun ya da akarsuyun iki yanında, bir tepenin yukansın-da ve eteklerinde ya da bir dinsel yapımn, bir alışveriş merkezinin çevresinde yer alır.
İslam ülkelerindeki bazı kentlerde, bu dinin benimsenmesinden önceki Arap geleneklerinin bir uzantısı olarak, mahalleler yüksek duvarlarla birbirinden ayrılmıştır. Günümüzde bu tür ayrı birimleri en başta yeni konut yerleşmeleri oluşturur; bunların odak noktaları da okullar, spor alanları, alışveriş merkezleridir. Aynca ağırlıklı olarak yönetim yapılannm (örn. bakanlıklar), üretim yapılannm (örn. sanayi site ya da bölgeleri) ya da kültür ve eğitim yapılarının (örn. üniversite kampuslan) oluşturduğu ayrı kent birimleri de vardır.
Kentlerin geleceği. Geleneksel kentlerin, kendilerini yaratan koşullara bağlı özgün bir yapılan olur. Her kentin kendine özgü bir görünümü, silueti, havası ve onu bütün öteki kentlerden ayıran başka belirgin özellikleri vardır. Bu, toplum ve çevre koşullan kadar ulaşım ve iletişim araçlarının sınırlı olmasından da kaynaklanan bir olgudur. Ne kadar korunmak istenirse istensin, çağdaş kentlerde bu ayrım giderek azalmakta, kentler sundukları hizmetler açısından olduğu kadar, içerdikleri yapılar açısından da birbirine benzemektedirler. Yerel el işçiliği yerini evrensel teknolojiye bırakmaktadır.
Çağdaş planlama ilkeleri de mal ve hizmet üreten kuruluşları büyük yerleşme merkezlerinin dışına çıkarmayı, kentsel hizmetleri kırsal alanlara götürmeyi amaçladığından, kentlerle köyler arasındaki ayrım azalmaya başlamıştır. Tarih boyunca coğrafi açıdan nüfus ve yapı yoğunlaşmalan anlamına gelen kentler, değişen ulaşım ve iletişim koşullan nedeniyle zamanla yerlerini, öğelerinin daha geniş bir alana yayıldığı seyrek yerleşme türlerine bırakacaktır.
Kent, İngiltere’nin güneydoğu ucunda il (county). Manş Denizi boyunca, uzanan 3.731 km2’lik bir alanı kaplar. İlin orta kesimini North Downs olarak adlandırılan ve batı-doğu doğrultusunda uzanan tebeşir oluşumlu tepeler kaplar. Tepeler kuzeyde Thames Halicinin bataklık kıyı şeridine doğru alçalır. Güneyde ise Weald olarak bilinen kil ve kum oluşumlu, engebeli ve ağaçlık bir bölge yer alır. İl, Ashford, Dartford, Dover, Gillingham, Gravesham, Maidstone, Rochester upon Medway, Seven-oaks, Shepway, Swale, Thanet, Tonbrid-ge-Malling, Tunbridge Wells ve Canterbury adlannı taşıyan 14 ilçeye aynlmıştır.
İlin uzun layı şeridi denize bazı yerlerde dik uçurumlar, bazı yerlerde de düzlükler biçiminde iner. Alçaİc Thameside kıyısında Grain ve Sheppey gibi bir dizi ada sıralanır; daha doğuda bulunan eski Thanet Adası günümüzde Kent’e bağlanmıştır. North Foreland’daki Thanet’de ve Dover ile Deal arasında tebeşir kayalıklar yer alır; daha güneyde, Roma Döneminden bu yana yürütülen çalışmalarla denizden kazanılmış Romney Bataklığı uzanır. Güneydoğu ucunda çakıllı bir burun olan Dungeness yer alır.
Dover Boğazıyla kara Avrupa’sına bağlanan Kent topraklan birçok istilaya ve birbirini izleyen göç dalgalarına uğramıştır. Avrupa’dan gelen ilk istilacıların izlerine Aylesford yakınlarındaki Kits Coty Evi’n-de, Chilham’daki höyükte ve bir Belgae kalesi olan Bigbury’de rastlanır. Yörede ilk
kentler artık günübirliğine Londra’ya çalışmaya gidip gelenlerin oturduğu yerler olmuştur. İngiltere’nin 1973’te Avrupa Ekonomik Topluluğu’na girmesi, Manş ticaretini artırarak, ilin güneydoğu bölümüyle anakara arasındaki bağlantıları güçlendirmiştir. Böylece ilin doğu kesimi depolama, yükle-
Kent teki Canterbury Katedrali ve çevresi
ABC Ajansı
Roma yerleşmeleri İS 43’te kuruldu. Ro-malılann başlıca ikmal limanı Richborough, yönetim merkezi de Roma hamamlan ile bir tiyatronun ortaya çıkanldığı Canterbury idi. 5. yüzyıl başlarında Jütlerin ve Saksonla-nn istila ettiği kent, bağımsız Anglosakson krallıklarından biri durumuna geldi. Kent kralının 597’de Hıristiyanlığı yayma izni verdiği Aziz Augustinus, Canterbury surla-nnın dışında ve içinde (bugün katedralin bulunduğu yer) birer manastır, Rochester’ da da ikinci bir piskoposluk bölgesi (604) kurdu.
Norman İstilası’ndan (1066) sonra Nor-manlar Rochester ve Canterbury katedrallerini yeniden inşa ettiler ve birçok şato kurdular. Dover ve Rochester şatoları günümüzde de ayaktadır. Başpiskopos Thomas Becket’in öldürüldüğü (1170) Canterbury Katedrali, her yıl binlerce kişinin Becket’in mezannı ziyarete geldiği bir hac merkezine dönüştü. 14. yüzyıldaki kalabalık hac ziyaretleri Geoffrey Çhaucer’ın Canterbury Tales (Canterbury Öyküleri) adlı yapıtıyla ölümsüzleşti.
İngiltere kıyılarını savunmanın önem kazandığı 16. yüzyılda Deal gibi yerlerde kıyı kaleleri, Chatham ile Sheemess’ta da yeni tersaneler inşa edildi. Kent’in stratejik konumu Napoléon döneminde ve bir Alman işgalinin beklendiği 1940’ta yeniden öne çıktı.
Kent eskiden beri “İngiltere’nin Bahçesi” olarak tanınır. Özellikle Medway Vadisi ile ilin kuzeyinde başta elma ve kiraz olmak üzere çeşitli meyveler ile şerbetçiotu yetiştirilir. Pazar bahçeciliği çok yaygındır. Başlıca tarla ürünleri arasında arpa, buğday, yulaf ve patates sayılabilir. Dünyanın en güzel doğal otlaklarından biri olan Romney Bataklığı koyunlanyla ünlüdür; arazinin bir bölümü bahar çiçekleri ve çiçek soğanı üretimine aynlmıştır. Darent ve Medway ırmakları kıyısında kâğıt, Thames Irmağı kıyısında makine ve kimyasal maddeler, Aşağı Medway ve Swale’de plastik, kiremit, fayans ve çimento üreten sanayi kuruluşları Grain Adasında petrol rafinerileri Ashford’ da da demiryolu atölyeleri vardır. Londra’nın banliyöleri son yıllarda Kent ilinin kuzeybatısındaki çiftlik arazilerine taşmaktadır. Sevenoaks ve Tonbridge gibi
me ve öteki ulaşım yollanmn odağı olma açısından yeni bir önem kazanmıştır. Nüfus (1986 tah.) 1.500.900.
Kent, James (d. 31 Temmuz 1763, Frede-ricksburgh, Putnam, New York – ö. 12 Aralık 1847, New York kenti, ABD), ABD’li hukukçu. ABD’nin kuruluş yıllarında kararlan ve yorumlanyla gelenek hukukunun biçimlenmesine katkıda bulunmuş,
James Kent, Daniel Huntington’ın portre çalışması; Ulusal Portre Galerisi, Washington, D.C.
National Portrait Gallery, Smithsonian Institution,
Washington, D.C.
aynca gelenek hukukunun yetersiz ya da eksik olduğu durumlarda Roma hukukunu temel alan kaynaklara başvurma uygulamasına öncülük etmiştir.
1785’ten sonra Poughkeepsie’de (New York) avukatlık yaptı. 1790’da New York eyalet meclisine seçildi. 1793’te Columbia Üniversitesi’ne hukuk profesörü olarak atanınca New York kentine yerleşti. 1798’de New York Yüksek Mahkemesi’nde yargıç oldu. 1804’te aynı mahkemenin başyargıçlı-ğına getirildi. 1814’te New York Hakkaniyet Mahkemesi’nde yargıç olarak görev aldı. 1823-26 arasında yeniden Columbia Üniversitesi’nde ders verdi. Ders notlannı geliştirerek Commentaries on American Law (1826-30, 4 cilt; Amerikan Hukuku Üzerine Yorumlar) adlı kitapta topladı. Uluslararası hukuk, ABD Anayasası, ABD’deki federal yönetim yapısı, çeşitli ABD eyaletlerinin hukuk sistemleri, kişi haklan ve mülkiyet haklan gibi konulan ele
185 Kent, William
alan bu kitap, Kent’in çağdaşı İngiliz hukukçu William Blackstone’un ünlü Commentaries on the Laws of England (1765-69, 4 cilt; İngiltere Yasalan Üzerine Yorumlar) adlı yapıtına içerik ve düzenleniş bakımından hemen hiç benzemez.