KİŞİLİĞİN GELİŞİMİ

KİŞİLİĞİN
GELİŞİMİ

Hilary ROBERTS
D ugün dünya üzerinde birbirinden tamamen farklı, birkaç kişiliğe sahip, yüzlerce insan yaşamaktadır. Bunlar “çok kişiliklilik” olarak bilinen hastalığa sahip bireylerdir.
“Çok kişilik” düşünüldüğü kadar nadir bir durum değildir. Bu yüzyılın ilk yarısında bildirilen vaka sayısında bir gerileme varken, 1970 yıllarında görülme sıklığı artmıştır. Yüzyılın ilk yarısındaki azalmayı iki faktör etkilemiş olabilir;
Bunlardan birincisi 1910 yıllarında “şizofreni” teriminin tanıtılmasıdır. Bu yüzden, birçok psikiatrist “çok kişiliği”, şizofreni sınırları içerisine dahil etme eğilimindedirler. Vaka sayısında azalmaya yol açan ikinci etken “çok kişiliüğin”, fılpnoz kullanılarak yapay olarak meydana getirilebileceğine dair elde edilen bulgulardır. Psikiatristler bunu bilir ve aldatıcı olmaktan kaçınırlar.
Son yıllarda “çok kişilik” konusunda ilginin yeniden canlanması ve daha çok vakanın ortaya çıkarılmış olması, birkaç kişiliğe sahip şahıslar için tıbbi yönden bir ümit kaynağı haline gelmiştir.
Çok kişiliğin en basit tarifi, “tek bir vücut içinde kapalı tutulan bir grup insana benzer” şeklindedir. Bu grup içinde yer alan üyeler “şuurlu düşünme ve hareketleri” sırayla kontrol altına alırlar.
Çok kişililiğin dramatik tabiatını vurgulamak için bir kitabın öznesi olan genç bir adamın hikâyesini ele alalım; (Danel Keyes tarafından yazılmış The Mlnd of Billy Milligan, Bentam -1963).
Bu kitapta yer alan Billy, 8 yaşına geldiği zaman, üvey babası tarafından sadistçe ve seksüel olarak kötüye kullanılmış ve bunun sonucu yaşantısında büyük değişmeler olmuştur. Zaman zaman hafıza kaybı şeklinde krizler ortaya çıkmaya başlamıştır. Kısa sürede bu hafıza kaybı, onun hiçbir şey bilmediği şeyleri yaptığına dair suçlanmasına yol açmıştır. Bura-
Şayet kendi zekâ ve kişiliğinizi seçebilseydiniz, nasıl olmasını isterdiniz? Böyle bir seçme imkânı elimizde olsaydı, herkes zeki ve istediği ölçüde cazip olabilecek, çekingenlik, aptallık ve. mental bo zukluk gibi sorunlar ortadan kalkacaktı. Her ne kadar bu kelimeler bir “peri masalı r*» anımsatıyorsa da, kişilik seçimi irıkri, düşündüğümüzden daha yakın olabilir.
da Billy’e bilinmeyen, onun vücudunda değişiri bir kişiliğin gelişmesiydi. Billy, vücudunda mlj liyeti, yaşı ve cinsiyeti değişen 24 farklı kişilik taşımaktaydı. ıBiliy’mn kendisi Amerikalıydı. kim bir kişilik olan Arthur, İngiliz aksanıylt konuşuyordu. Bunun dışında akıcı bir biçimdt Arapça konuşan kişiliği, sinirli ve vahşi tabiati olan Slav aksanıyla konuşan Yugoslav kişiliği, sempatik, dost tavırlı ve becerikli bir kişiliğe sahip olan Ailen, küçük fakat uygunsuz bir kc olan Christene, sevici yaradılışta diğer bir dis kişilik olan Adalana, Billy’nin vücudunda taşıdığı kişiliklerden sadece birkaçıdır.
Gerçek şudur ki; birey, birkaç kişiliğe sa-hip olabilir ve bu kişilikler büyük ölçüde birbirine karışabilir. Ancak, bu konu ele alınmadar önce “kişilik” teriminden açıkça ne anlaşılması gerektiği önemlidir:
İnsan beyni, kendi kendine kumanda eden bir bilgisayar olarak düşünüldüğünde, “öğrenmek” olarak bilinen olay, yeni bir programır yazılmasına eşdeğerdir. Program, bir kere yazıldı mı, gerek duyuluncaya kadar hafızada dep edilir. İnsan beyni, bu programlanmanın yanın da, neyi öğrenmek istediğine karar verme y teneğindedir. Diğer bir ifadeyle, insan beyni kendi programının programlayıcısıdır. Bu olay “meta-programlama” diyoruz. Bunun daha ile götürülmesinde, insan beyninin neyi öğrenm istediğine karar vermek için karar alma yet neğinde olduğunu görürüz. Örneğin: “tatiMmdeı önce gelecek hafta İspanyolca öğrenip öğren meyeceğime karar vermeliyim” ifadesinde old ğu gibi bu yüksek seviyeli programlamaya d “meta-meta proglamlama” diyoruz.
Kişilikler de, büyük bir bilgisayarda uyg lanmakta olan sisteme benzer; özel bir durum da hangi programın meydana çıkarılması gerek
14
BİLİM ve TEKNİ
tiğine karar verirler. Buna karşılık, kişilik de kendi kendinin kontrolü altındadır. Burada “kendisi” terimi insan beynini tüm kontrol edenlere verilen bir isimdir; fakat bu tek bir kavram olmayıp bir yönetim hiyerarşisidir, yani amir olmayan ve aşama sırasına göre yönetimi eline alan programlayıcıların tekrarıdır-
Beynimizde dolaşan tüm bu program ve meta-programların, bizim haberdar olduğumuz boyutları nelerdir? İnsanın tam olarak kendini bilmesi kuramsal olarak imkânsız ise de, insan bir dereceye kadar şuurludur. Şuur, kişilik düzeyi hakkındaki işlemlerden haberdar olmaktır, insan alt seviyedeki fonksiyonları konusunda, keza yüksek seviyedeki fonksiyonlar ve “meta-şuur” için de şuursuzdur.
Bu kısa bilgilerin ışığında, çok kişilikli şahısların problemleri ele alındığında, “çok kişili-liğin” bir beyni paylaşmış ayrı bireylere benzediği görülür. Her bir kişiliğin kendi hafızası, konuşma ve davranış biçimi ve fizyolojik ayrıcalıkları vardır. Her bir kişilik, elektroenceplıalog-ramlarda (EEG) ve diğer kişilik testlerinde büyük farklılıklar göstermektedir. Çok kişiliğin birkaç muhtemel açıklaması yapılmıştır: Bunlardan birincisi: yeni kişiliklerin “kendisi” tarafından ortaya çıkarılmasıdır. Ancak, bu kolay bir görev değildir ve birçok güç meta-programlar gerektirmektedir. Çok kişililiğin altında yatan sebeplerden en çok görüleni, çocukluk çağında çok şiddetli olarak kötüye kullanılmalara karşı bir savulmanın gelişmesidir. Değişik kişilikler, çocuğu, bu tolere edilemiyen ruhi sarsıntılardan koruyabilir. Kriz anında, orijinal kişinin yerini, neler olduğunu bilmeyen değişik bir kişilik alabilir. Bundan dolayı çok kişililik, orijinal kişinin şiddetli ızdıraptan kaçıp kurtulmak için başka bir kişi haline gelmeye karar vererek “kendisi” tarafından yapılan -bir “meta-seçim”dir- Bu durum, kişinin farkında olmadan kendi kendini hipnoz ederek yaptığı meta-programlamadır.
Çok kişililik konusunda değişik bir açıklama da; kişiliklerin, yüksek derecede yapısallaşmış gelişme ve organizasyonı lundan, genetik ve biyokimyasal defektlerin sonucu ortaya çıkması şeklindedir, ancak bu açıklama inandırıcı değildir.
Genetik faktörler önemlidir. Çünkü onlar temel bilgisayar akşamını ortaya koyar. Ancak kişilik erişmesinde genetik faktörler ve çevre faktörleri dışında dikkate alınmayan üçüncü bir bir faktör daha vardır. Bu “kendi kendini tanım-lama”dır. Çok kişililik vakalarında, tek bir bireyin değişik kişilikleri 10’de ayrılabilir. Çok ki-
Birey
Kişilikler
“Çok kişiliklilik” hastalığında beynin hiyerarşik yapısı değiştirilir ve bu değişiklikler psikolojik düzeylere kadar uzanır.
şilikli şahıslar bir cins gen yapısına sahiptir. Beyin 1Q (zekâ derecesi) ve uyarılan güçler arasındaki ilişkilerde, 1Q seviyelerine genetik faktörlerin katkıları olduğu yönünde kanıtlar vardır. Buna rağmen, “kişilikler arasındaki genetik farklılıklar olduğu şeklinde” bir sonuca varabilir miyiz?
BİLİNÇALTI KURALLARI :
Çok kişililik, düşünme bozuklukları, kulak hallisinasyonları, göz hallisinasyonları, hayal kurmalar, katatonlk duruş gibi genel semptomlarıyla şizofreniye çok benzer. Hatta psikiatrist-ler bile ikisi arasındaki farklı sıklıkla ayırt edememektedirler- Zira mental hastalıkların teşhisi hasta davranışlarının değerlendirilmesine bağlıdır. Kişinin davranışı mantıklı görünmüyor ve sosyal yönden kabul edilenıiyorsa kişi mental olarak hasta kabul edilir. Mental hastalıkların tedavisi de sıklıkla zorlamayla olmaktadır, çünkü bu hastaların tedavi olup olmama konusunda akıllıca karar vermesi beklenemez. Bundan dolayı, mental hastalıkların teşhisinde politik ve sosyal yönden suistimal etme çabaları tabiatında mevcuttur. Bu sebeple son 20 yılda şizofreni, çelişkilerin odak noktası olmuştur. Bir kısım araştırıcı şizofreninin, bir hastalık olmayıp, anormale ve stress dolu içetkileşimlere karşı mantıklı bir reaksiyon olduğunu kabul etmektedirler. Bu tanım “çok kişililik” için yapılan tanıma benzerlik taşımaktadır. Diğer bir görüşe göre, şizofreni, beyinde dopamin ( = kimyasal haberci) seviyelerinin değişmesinin bir
Ekim 1984
15
Psikologlar, beyin fonksiyonları ile ilgili modellerini sık sık gözden geçirirler. Beynin hiyerarşik yapısı kişinin kendinden olduğu kadar, genetik ve çevresel faktörlerden de etkilenir.
sonucu olabilir. Zira, şizofreni belirtilerinde azalmaya yol açan ilaçlar, dopaminin etkisini, dopamine ait reseptörlerde bloke ederler. Şizofrenili beyinlerde, kesin biyokimyasal değişmeler henüz bulunamamıştır. Şizofrenide beyin patolojisine psikojenik yaklaşım ciddi durumlara yol açar. Bu yüzden, şizofrenin biyokimyasal görünüşünü savunan psikiatristler bir çıkmazla karşı karşıyadır. Onlar, sonuçta, sebep faktörleri Bu görüşü savunanlar çok kişilik ve bazı histerik tip rahatsızlıkları şizofreni olarak teşhis edebilirler.
nanlar çok kişilik ve bazı histerik tip rahatsızlıkları şizofreni olarak teşhis edebilirler.
“Çok kişililik” vakalarının, son yıllarda artması, bunun çevreyle ilişkili olabileceğini telkin etmektedir. Bu yüzden, mental hastalıkların sebepleri arasına meta-programlama da dahil edilebilir. Örneğin şizofreni, dayanılması güç durumlara karşı, bir savunma olarak, kişiliğin parçalara ayrılması şeklindeki meta-şuur kararının bir sonucu olabilir. Gerçekten şizofreni, çok kişilikli olmanın daha az yapısallaşmış şeklidir ve aralarında çok benzerlik vardır. Kişi kendi meta-şuurunun seçiminden haberdar değildir. Sıklıkla, savunmasız bireyleri koşullar idare eder. Kişi meta-şuıırunu kendi tespit edebildiği zaman, kendi kişilik ve 10 gelişmesini de etkileyebilecektir. New Sclentlst’den Çev: Dr. Yurdaer KILIÇ
En çok değer verdiğin kimseyi tanıt, sana seni anlatayım. Thomas CARLYLE
SİS VE AKCİĞER HASTALIKLARI
Davis’teki Kaliforniya Maymun Araştırma Merkezimdeki son araştırmalar, sürekli bir şekilde günlerce sisle karşı karşıya kalmanın, kronik akciğer hastalıklarına neden olduğunu ortaya çıkardı. Araştırma merkezindeki bilim adamları, ozonun 0,2 ile 0,9 ppm. miktarlarının sıçanlar ve maymunlar üzerindeki etkilerini ve bu hayvanların tepkilerini araştırmışlardır. Verilen bu miktarlar raâtgele alınan miktarlar değildir. En düşük miktar, Los Angeles’in güney sahillerinde yaz sisi içindeki ozon miktarıdır. Devamlı olarak 0,5 ppm. olup nadiren 0,8 ppm’e çıkabilmektedir. Haftada her gün, günde ise 8 saat bu sisi teneffüs ettikten sonra, maymunların ve sıçanların akciğerlerinde, hem biyokimyasal hem de yapısal bozukluklar saptanmıştır. Normal bir maymunla, böyle bir deneyin üzerinde yapıldığı maymunun akciğerleri karşılaştırıldığında, deney maymununda çok fazla sayıda bozulmuş hücreler ve alve-olar duvarlarda hasar saptanmıştır. Havadaki ozon miktarındaki artışa bağlı olarak akciğerlerdeki hasar daha da artmaktadır. Eğer ozonun miktarı alt seviyelerde kalırsa, akciğerdeki hasar tamir edilebilmekte ve bu tip bir sise canlı kendini ayarlayabilmektedir. Sözü edilen ayarlamalar en fazla 0,5 ppm ozon’a göre olmaktadır. Daha yüksek olduğunda hayvanlar bu sise kendilerini ayarlayamamakta, akciğerlerinde birçok minik yaralar oluşmakta ve fizyolojik olaylara karşı da, canlı savunmasız kalmaktadırlar.
Araştırıcılar şimdi nelerin, hayvanların bu düşük seviyeye uymasına sebep olduğunu ve hangi faktörlerin bu yeteneği azaltıp yükselttiğini araştırıyorlar. Daha şimdiden E vitamininin kemirgenlerdeki olumlu etkisi gösterildi. E vitaminin büyük miktarları, akciğerlerdeki zarara karşı direnci arttırmakta, az miktarları ise hayvanları hassas yapmaktadır.
Bu iki hayvan grubundaki bulgular gösteriyor ki, insana en yakın akraba olan maymunlarda ortaya çıkan olumsuz etkiler, yalnız bronşit veya astım gibi akciğer hastalıklarından sürekli şikâyetçi olan insanlarda görülmekle kalmayacak, bu şekilde oksitli hava kirliliğiyle karşı karşıya kalan herhangi sağlıklı birinde ds meydana gelebilecektir.
M. Turan AKAY
16
BİLİM ve TEKNİ

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*