Genel

Kissinger, Henry (Alfred)

Kissinger, Henry (Alfred)

(d. 27 Mayıs 1923, Fürth, Almanya), 1969-76 arasında ABD dış politikasının biçimlenmesinde önemli rol oynayan ulusal güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanı.
Nazilerin Yahudi kıyımından kaçan ailesiyle birlikte 1938’de ABD’ye göç eden Kissinger 1943’te ABD uyruğuna geçti. New York City College’da muhasebe öğre-
Henry Kissinger
ABC Ajansı
nimi gördü. II. Dünya Savaşı sırasında ABD Kara Kuvvetleri’nde, savaştan sonra da Almanya’daki ABD askeri yönetiminde görev yaptı. 1954’te Harvard Üniversitesi’n-de doktorasını tamamladıktan sonra aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1962’de kamu yönetimi profesörü oldu. 1959-69 arasında Savunma Araştırmaları Programı’nın yöneticiliğini üstlendi. 1955-68 arasında Dwight D. Eisenhower, John F. Kennedy ve Lyndon B. Johnson yönetimlerinde çeşitli kamu ku-rumlannda güvenlikle ilgili konularda danışmanlık yaptı. Nuclear Weapons and Foreign Policy (1957; Nükleer Silahlar ve Dış Politika) adlı kitabı ABD’nin stratejik politikası konusunda önde gelen uzmanlardan biri olarak tanınmasını sağladı. Bu kitapta, Dışişleri Bakam John Foster Dulles’ın bir Sovyet saldınsma “topyekûn nükleer misilleme” ile yanıt verme politikasına karşı çıktı, taktik nükleer silahlarla konvansiyo-nel güçlerin birlikte kullanılmasına dayanan “esnek mukabele” yaklaşımım savundu. Aynca silah teknolojisinin stratejik gerekliliklere uygun biçimde geliştirilmesini önerdi. Esnek mukabele kavramını konvansiyo-nel güçlerle sınırladığı ve SSCB ile ABD arasında bir “füze açığının” varlığını öne sürdüğü The Necessity for Choice (1960; Seçimin Gerekliliği) adlı kitabıyla da Kennedy yönetimini önemli ölçüde etkiledi.
Bir siyaset bilimci olarak kazandığı ün, Aralık 1968’de Başkan Nixon’in ulusal güvenlik konulanndaki yardımcılığına getirilmesini sağladı. Daha sonra Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı (1969-75) ve dışişleri bakanı (Eylül 1973-20 Ocak 1977) oldu.
Kissinger kısa süre içinde Nixon yönetiminin etkili kişilerinden biri durumuna geldi. Çin, SSCB, Vietnam ve Ortadoğu sorunla-nnda önemli diplomatik girişimlere öncülük etti. ABD’nin SSCB’yle ilişkilerinde détente’ ın (yumuşama gelişmesine katkıda bulundu. Bu gelişme 1969’da Stratejik Silahla-nn Sımrlandınlması Görüşmeleri’nin (SALT) başlamasıyla sonuçlandı. Kissinger 1971 sonlarında Hindistan ile Pakistan arasındaki savaşta ABD’nin Pakistan yanlısı bir politika izlemesini sağladı; 1972’de SSCB ile SALT I anlaşmasının imzalanmasına katkıda bulundu; ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında yakınlaşma politikasını (1972) geliştirdi. Böylece komünistlerin
iktidara gelmesinden sönra Çin’le ABD arasında ilk resmî ilişki kuruldu. Başlangıçta Vietnam’da sertlik politikasını savunmasına ve ABD’nin Kamboçya’yı bombalamasını (1969-70) desteklemesine karşın, daha sonra Nixon’in Vietnamlılaştır-ma politikasını (ABD birliklerinin Güney Vietnam’dan çekilerek yerini Güney Vietnam kuvvetlerine bırakması) benimsemesinde önemli bir rol oynadı. Kuzey Vietnam hükümetinin temsilcileriyle Paris’te aylarca süren görüşmelerden sonra 23 Ocak 1973’te hem ABD birliklerinin çekilmesini sağlayan, hem de iki Vietnam arasında kalıcı bir barışın ana ilkelerini belirleyen bir ateşkes anlaşması imzaladı. Vietnam Savaşı’nın sona erdirilmesindeki katkısından dolayı Kuzey VietnamlI görüşmeci Le Due Tho ile birlikte Kissinger’a 1973 Nobel Barış Ödülü verildi. Ama Le Due ödülü almayı reddetti.
Kissinger 1973 Arap-İsrail Savaşı başlayınca mekik diplomasisi adıyla anılan bir yöntemle çarpışmaların durdurulmasını ve ateşkes imzalanmasını sağladı. Mısır’la ABD arasında 1967’de kesilen diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına katkıda bulundu. 1974’te Nixon’m istifasından sonra da görevde kalarak Başkan Ford yönetiminde dışişleri bakanlığını sürdürdü. 1977’de bu görevi bıraktıktan sonra çalışmalarını uluslararası danışman, yazar ve konferansçı olarak sürdürdü. 1983’te Başkan Ronald W. Reagan tarafından Orta Amerika’yla ilgili ulusal bir komisyonun başkanlığına getirildi.
Kissinger’ın öteki yapıtları arasında American Foreign Policy (1969; Amerikan Dış Politikası), The White House Years (1979; Beyaz Saray Yıllan) ve For the Record (1981; Yazılmak Üzere) sayılabilir. Marvin ve Bernard Kalb’ın Kissinger’ı (1974) ile Seymour Hersh’ın The Price of Power’\ (1983; İktidann Bedeli) Kissinger hakkın-daki başlıca yaşamöyküleridir.
Kissling, Hans Joachim (d. 8 Eylül 1912, Münih – ö. 10 Şubat 1985, Münih, AFC), Osmanlı tarihi ve tasavvuf üzerine yazılany-la tanınmış Alman Türkolog.
Liseyi Münih’te bitirdi. Münih, Viyana ve Breslau (bugün Wrociaw) üniversitelerinde Doğubilim okudu. 1933’te Türkolojiye yöneldi. 1935’te Âşıkpaşazade konusundaki teziyle doktorasını tamamladıktan sonra Leipzig Üniversitesi’ne bağlı Doğubilimleri Enstitüsü’ne asistan olarak girdi. II. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, Münih’te Yakındoğu Tarihi, Kültürü ve Türkoloji Enstitüsü başkanı Franz Babinger ile birlikte çalıştı. 1959’da Babinger emekliye ayrılınca, ordinaryüs profesör olarak onun görevini üstlendi. 1975’te Bavyera Bilimler Akademisi üyeliğine kabul edildi. 1980’de emekli oldu.
Türkçe, Arapça ve Farsça ile birlikte kırktan fazla dil bilen Kissling, Türkçe konusundaki çalışmalannı Osmanisch-tür-kisehe Grammatik (1960; Osmanlıca-Türk-çe Dilbilgisi) ve Türkische Redensarten (1974; Türkçede Deyimler) adlan altında yayımladı. Ama bilimsel çalışmalannı daha çok Osmanlı tarihi ve tasavvuf konulannda yoğunlaştırdı. Bu alanda gerek Almanca, gerekse Türkçe çok sayıda makale yayımladı; özellikle II. Bayezid’in Batı dünyası ile ilişkileri üzerinde çalıştı. Bu konuda yazdıktan ölümünden sonra Sultan Bajezid II und der Westen (ös 1988, yay. haz. Rudolf Trofenik; II. Bayezid ve Batı) adı altında yayımlanmıştır. Gene ölümünden sonra basılan Das Derwischtum ise (1986, yay. haz. Rudolf Trofenik; Dervişlik) tarikatlarla ilgili yazılardan oluşur.
kist, vücutta dokuların içinde yer alan, zar yapısında bir duvar ile bunun içinde sıvı içeren kese.
Kistlerin çoğu iyi huylu olsa da bazı tipleri zamanla kansere dönüşebilir. Öte yandan, iyi huylu kistler de çevredeki organlara basınç yaparak zarar verebileceğinden bunların da ameliyatla çıkartılması gerekir. Epitel dokusunun çoğalmasıyla oluşan kist çevre dokulara yapışık değilse serbestçe hareket edebilir, içindeki sıvı vücut salgıla-n, doğal salgılar ve proteinlerin yıkımıyla ortaya çıkan anormal ürünler ya da enfeksiyon durumlarında bakteri, asalak ve öbür mikropların ürünlerini içerebilir. Böbrek, karaciğer, yumurtalık ve meme gibi bazı organlarda öbürlerine göre çeşitli büyüklük ve sayıda daha sık kist oluşur. Kist oluşumu kimi zaman kendi başına tehlike yaratan bir durumdur; bazen de, çok daha ciddi başka bir hastalığı maskeleyerek uzun süre gizli kalmasına yol açar.
kistik fibroz, mukovisîdoz olarak da bilinir, öncelikle solunum yolları, sindirim sistemi ve ter bezlerini etkileyen kalıtsal metabolizma hastalığı.
En çok Kuzeybatı Avrupa kökenlilerde rastlanan hastalık, Kafkas ırkında 2 bin canlı doğumda bir görülür. Siyah ırkta daha az (17 bin canlı doğumda bir), Güneydoğu Asya’da yaşayanlarda çok ender görülür. Bir kuşaktan öbürüne çekinik genlerle geçtiğinden heterozigot bireylerde hastalık görülmez. Heterozigot anne ve babanın çocuklarında ortaya çıkma olasılığı yüzde 25’tir. 1980’lerin ortalannda bulunan bir teknik yardımıyla gebelik sırasında dezoksi-ribonükleik asidin (DNA) yapısı incelenerek dölütte kistik fibroz olup olmadığı saptanabilmektedir.
Kistik fibroza özgü metabolizma bozukluğu tam olarak anlaşılamamıştır. Günümüzde yapılan son araştırmalar, akciğer ve sindirim kanalını döşeyen zarlardaki tuz ve su geçişinde bazı anormallikler belirdiğini, sonuçta bu yüzeyleri kaplayan mukusun kuruduğunu ortaya koymuştur. Hastaların çoğunda pankreastaki kartalların tıkanması nedeniyle bu organda yapılan ama bağırsağa ulaşamayan sindirim enzimleri organın bez yapısındaki dokularını sindirir; ayrıca bağırsaklardaki besinler yeterince sindirile-mez ve emilemez. Hastalığın ilk belirtisi bol miktarda yağ’ıı ve pis kokulu dışkılamadır. Kistik fibrozlu bebeklerin yaklaşık yüzde 10’unda doğumdan hemen sonra bağırsak tıkanması görülür; bunun nedeni bağırsak salgılarının çok koyu kıvamlı olmasıdır. Koyulaşan mukus akciğerlerdeki solunum yollannı da tıkar. Akciğerlerdeki havanın yeterince hareket edememesi sıklıkla Staphylococcus aureus ya da Pseudomonas aeruginosa türü bakterilerin etken olduğu kronik solunum yolu enfeksiyonlarına neden olur. Kronik öksürükle birlikte akciğer işlevlerinin giderek daha fazla yetersiz kaldığı görülür, hasta sık sık zatürree olur. Kistik fibrozda ölümlerin çoğu akciğer sorunlarından kaynaklanır. Ter bezlerinde tuz tutulamadığından terdeki tuz miktarı çok yüksektir; bunun ölçülmesi hastalığa tanı konmasına yardımcı olabilir.
Kistik fibroz tedavisi hastaya pankreas enzimlerinin verilmesi ile kalori, protein ve yağca zengin beslenmeye dayanır. Akciğer hastalığının tedavisi için fizik tedavi, sık sık antibiyotik kullanılması ve başka önlemler alınması gereklidir. Kistik fibroz kendi başına bir hastalık olarak ilk kez 1938’de tanımlanmış, bebekler ve çocuklarda sıklıkla ölüme yol açtığı için önceleri bir çocukluk hastalığı Olduğu düşünülmüştür. 1980’lere gelindiğinde kistik fibrozlu hasta-
361 Kişangartı
ların yandan çoğunun erişkin dönemine kadar yaşatılabilmesi olanaklı olmuştur. Erişkin erkek hastalarda sıklıkla kısırlık görülür.
Kisumu, Kenya’da, Nyanza ilinin merkezi kent. Victoria Gölünün kuzeydoğu kıyısında yer alır. Kenya’nın batı kesiminin ticaret, sanayi ve ulaşım merkezi olarak yaklaşık 4 milyon kişiye hizmet veren Kisumu, su ve demir yolu bağlantılarıyla Victoria Gölü-Mombasa arasında yapılan ticarette önemli bir köprü işlevini görür. Nyanza ve Batı ilinin tarımsal ürünleri için bir toplam?, merkezi olan kentte 1979’da bir bira fabrikasıyla melastan alkol üreten bir fabrika yapılmaya başlamıştır. Kisumu, Ker.ya’nın üçüncü büyük yerleşmesidir. Asya Vokenli-ler eskiden kent nüfusunun dörtt.-e birinden çoğunu oluştururken bu oran ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1963’*ıen bu yana düşmektedir. Nüfus (1984 t~dh ) 167.100.
Kisvahili edebiyatı bak. Svahili edebiyatı
kisve, sİtare olarak da bilinir, Kâbe’nin üstündeki siyah örru Ayrıca bak. Ivâbe.
Kiş, bugün tel el-uhaymer. lrak’m Babil ilinde (muhafrJza), tarihsel Babil kentinin doğusunda ’vurulmuş antik Mezopotamya kent devl.e’ci. Eski Sümer kaynaklanma göre tufandan sonra hüküm sürmüş ilk haneda-nln b’d’kentidir. Tarihçilerin çoğu, bu öykünür, ’0jr ölçüde gerçek bir hanedana dayanağını kabul etmektedir. Bir hükümdarca ‘j azılmış ve günümüze ulaşabilmiş en eski tarihsel belge, Kiş hükümdarı Mesilim’e aittir. Bu belgede Mesilim, Babil’in güneyindeki Lagaş ve Umma kentleri arasındaki sınır anlaşmazlığında hakemlik yaparak sorunu çözüşünü anlatır. Kiş’teki hanedan, son kral Agga’nın tÖ 2660 dolayında Uruk-lu Gılgamış’a yenilmesiyle son bulmuştur. Kiş, Antik Çağ boyunca Mezopotamya tarihinde önemini korumakla birlikte, eski konumuna bir daha kavuşamamıştır.
Kiş Adası, Farsça cezîre-İ kiş, Basra Körfezinde İran’a bağlı ada. Anakaranın 16 km açığında yer alır. Deniz düzeyinden 37 m yüksekte bir platodur. Hurma koruları ve bazı bodvır bitkiler dışında bitki örtüsü yoktur. Kiş ortaçağ sonlarında, adayı ele geçiren bir prensin burada bir donanma kurmasıyla önem kazanmaya başladı. Giderek güçlenen prens o dönemde büyük bir pazar O/İan Siraf ı (bugün Tahiri) ele geçirdi;
11. yüzyılda Kiş, Siraf’ın ticaretteki yerini aldı. Kiş’te hüküm süren hanedan, en güçlü olduğu dönemde Arabistan kıyılarının bir bölümünde de egemenlik kurdu. Ada İran, Mezopotamya, Arap ve Hint mallarının alınıp satıldığı bir ticaret merkezi durumuna geldi. Ama 14. yüzyıldan başlayarak önemini yitirdi. Kuzey kıyıdaki Harire’de (bugün Deh) eski kentin kalıntıları bulanur. Nüfus (son sayım) 1.834.
Kişangarh, Hindistan’ın kuzeybatı kesiminde, Racasthan eyaletindeki Acmir ilinde kent. Gundalao Gölü kıyısında yer alır. 1611’de bir Racput (tarihsel Ra.cputana bölgesinin savaşçı hükümdarları) olan Kişan Singh tarafından kuruldu. 1948’de Racasthan eyaletine bağlanan eski Kişangarh Prensliği’nin başkenti oldu. Pamuklu kumaş ve tarımsal ürünler için bir ticaret merkezi olan kent kara ve demir yoluyla Acmir ve Caipur’a bağlanır. Başlıca sanayi ürünleri sabun, yün halı ve şaldır; el sanatlan arasında dokumacılık, kumaş boyama ve
Kişangarh okulu 362
değerli taş kesimi sayılabilir. Kentte bir hastane ile Racasthan Üniversitesi’ne bağlı bir yüksekokul vardır. Nüfus (1981) 62.032.
Kişangarh okulu, Hint resminde, Racast-hani üslubuna bağlı 18. yüzyıl okulu. Orta Racasthan eyaletindeki Kişangarh Prensliğinde ortaya çıkan bu okul, dinsel konulara ağırlık vermesi ve portrelerdeki kişisel özelliklerle dikkat çeker. Yüzler zarif ve ince çizgili, burun ve çeneler sivri, gözler yuvarlak ve saçlar lülelidir. Figürler çoğunlukla geniş bir panoramik manzara içinde gösterilir.
Üslup açısından geç Babürlü (Hint-Türk) s^*atına benzeyen en başarılı örneklerin 17. yüz><m sonlannda Kişangarh’ta yapıldığı
Radha ile Krişna, bir Kişangarh okulu resminden ayrıntı, 18. yi ortaları; özel koleksiyon
P. Chandra
sanılmaktadır. Radha ile Krişna temasının işlendiği bu göz alıcı resim dizileri, büyük ölçüde Raca Savant Singh’den esinlenerek gerçekleştirilmiştir Aynı zamar.da bir şair olan ve şiirlerini Nagari Das acayla yazan Savant Singh’in, Krişna aracılığıyla Tanrı’ya tapan Vallabhaçirya mezhebinin cindar bir üyesi olduğu ve üvey annesinin hizmetindeki Bani Thari adlı bir şarkıcıyı sevdiği bilinir. Kişangarh resimlerinde görülen yüzlerin bu kadına ait olduğu sanılmaktadır. Savant Singb’in romantik ve dinsel tutkularını en canlı olarak dile getiren ressam Nihal Çand olmuştur.
Savant Singh 1757’de tahttan çekilmiş ve kendini bütünüyle Krişna’ya adayabilmek için Bani Ihani ile birlikte Brindaban’a (Vrindavaıa) yerleşmiştir. Kişangarh resim okulu 19. yüzyılda da varlığını sürdürmüştür.
Kişar hak. Anşar ve Kişar
kişi dokunulmazlığı, bireyin maddi ve msnevi varlığını koruma hakkı. Yaşama h»kkı(‘), can güvenliği ve vücut bütünlüğünün korunması gibi konulan içerir; bireyi devletten, kamu görevlilerinden ve üçüncü kişilerden gelen tehdit ve saldırılara karşı korur. Bütün özgürlüklerin ön koşuludur. Kişi dokunulmazlığının özünü oluşturan yaşama hakkıyla ilgili en önemli sorun ölüm cezalandır. Özgürlükçü demokratik ülkele-
rin çoğunda, hatta bazı Üçüncü Dünya ülkelerinde savaş durumu dışında bu ceza kaldırılmıştır. Türkiye’de ise 1982 Anayasası yaşama hakkını mutlak bir hak olarak düzenlememiş, ölüm cezalarının yerine getirilmesini ve güvenlik güçlerinin bazı durumlarda silah kullanmak zorunda kalmaları yüzünden doğan öldürme eylemlerini hukuka uygun saymıştır.
Kişi dokunulmazlığı hiç kimseye insanlık dışı sorgulama yöntemlerinin ve cezaların (işkence, eziyet, prangaya vurma vb) uygulanmamasını, kişilerin kendi istekleri dışında bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulma-masını öngörür. İnsanın manevi varlığının korunması da kişi dokunulmazlığı içinde yer alır. Anayasa Mahkemesi birçok kararında insan onuru kavramına yer vermiştir. Mahkemeye göre bu kavram, “insanın hangi durumlar ve koşullar altında bulunursa bulunsun, sırf insan olmasının kendisine kazandırdığı bir değerin, gerek öteki bireyler, gerekse toplumca tanınmasını ve sayılmasını anlatır. Bu öyle bir davranış çizgisidir ki; ondan aşağı düşüldüğünde, yapılan işlemler, insanı insan olmaktan çıkarmış demektir. İnsan onuru kavramı, insana sadece insan olması bakımından tanınmış toplumsal değerlerden ibarettir”.
1982 Anayasası’na göre kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne olağanüstü dönemlerde bile dokunulamaz.
kişi güvenliği, kişilerin keyfi yakalama ve tutuklamalara karşı korunmasını öngören ilke. Kişilerin fiziksel özgürlüğünün idareye bağlı kolluk gücü ya da başka görevliler tarafından zedelenmemesini, zedelendiği durumlarda en kısa sürede düzeltilmesini, bu yüzden uğranan zararların giderilmesini ve korkusuzca yaşama ortamının sağlanma-jnı içerir.
K>yfi yönetimin ve “polis devleti”nin yerini humk devleti anlayışının almasıyla kazanılan Kişi güvenliği bugünkü tanımıyla ilk kez İngiı*ere’de 1679’da çıkarılan Habeas Corpus Yas^sı’nda (bak. habeas corpus) yer almış, sonrak’, dönemlerde özgürlük bildirilerinde, anayasalda, uluslararası bildiri ve sözleşmelerde öncelikle ve ayrıntılı olarak düzenlenen haklar arasında sayılmıştır. OsmanlI Devleti’nde Kanun-ı Esasi’yle (1876) birlikte geçerlik kazanmasına karşın, padişaha kolluk soruşturmasından sonra güvenliği bozanları ülkeden sürme yetkisini veren maddeden dolayı etkisiz kalmış ve ancak 1924 Anayasası’yla bir hak niteliğine kavuşmuştur.
1961 Anayasası nın kişi güvenliği konusundaki ilkelerinin yanı sıra Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nden alınma yenilikleri de içeren 1982 Anayasası’na göre, kural olarak herkes kişi özgürlüğü ve güvenliğine sahiptir. Kişiler bu haktan ancak mahkemelerce verilmiş özgürlüğü kısıtlayıcı cezaların ye güvenlik önlemlerinin yerine getirilmesi, bir mahkeme karannın ya da yasada öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması ya da tutuklanması, bir küçüğün gözetim altında ıslahı ya da yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi, toplum için tehlike oluşturanlann (akıl hastası, uyuşturucu madde ya da alkol bağımlısı, serseri, hastalık yayabilecek kişi vb) tedavisi, eğitimi ya da ıslahı için yasada belirtilen esaslara uygun olarak alınan önlemlerin yerine getirilmesi, usulüne aykın biçimde ülkeye girmek isteyen ya da giren ya da hakkında sınır dışı etme ya da geri verme karan verilen bir kişinin yakalanması ya da tutuklanması durumlarında yoksun bırakılabilir.
Kişi güvenliğinin özünü oluşturan yakalama ve tutuklamaya ilişkin kurallar anayasa-
da açık ve ayrıntılı olarak düzenlemiştir. Buna göre, suçluluğu hakkında kuvvetli belirtiler bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini ya da değiştirilmesini önlemek amacıyla ya da yasada gösterilen öteki zorunlu durumlarda yargıç kararıyla tutuklanabilir. Yargıç kararı olmadan yakalamaya suçüstü durumunda ve gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda başvurulabilir. Yakalanan ve tutuklanan kişilere, yakalama ve tutuklama nedenleriyle haklarındaki iddialar yazılı ya da sözlü olarak hemen, toplu suçlarda en geç yargıç önüne çıkarılıncaya değin bildirilir. Gözaltında^) anayasanın öngördüğü süreler aşılamaz. Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma ya da kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Haksız ya da yasaya aykırı yakalama ve tutuklama dolayısıyla uğranan zarar, yasaya göre devletçe ödenir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir