KİTAPLARA İMAN
KİTAP VE KİTAPLARA İMAN NE DEMEKTİR :
Kitap kelimesi; birleşmek, bitişmek ve bu suretle bîr topluluk meydana getirmek anlamlarına gelir,. Bu itibarla ıstılahda, mânâ ve hakikatlerin toplanarak birbirine eklenip dil veya yazı ile ifade olunduğu şey’e kitap adı veri- lir.
İnsanların düşünce neticesinde zihinlerinde hasıl olan bilgilerin ve sözlerin, yazı veya işaretlerje kâğıtlara dökülüp sıralanarak bir föpjuluk meydana getirmesine beşerî kitap denilir. Allah Teâlâ’nm vahy yoluyla peygamberlerine bildirdiği ilahiyata, ibâdete, ahlâka ve diğer husbslara ait birçok hüküm ve hakikatlerin şifahî veya yazılı ifadelerine ilâhî. veya semavî veyahut da mühzel kitap adlan verilir.
Allah Teâlâ’mn kitaplarına iman etmek, müşlümanlığın iman esaslarından birini teşkil eder. Ve farç-r ayındır. “Bu farz-ı aynın, İslâm dinînin i.men esasları arasında yer almasının sebebi açıktır. Aliph Teâlâ’mn kullarının dünya., ve âhiret saadetleri için/’içlerindeh* dilediğini seçtiği bîr kısım insanlara vahy yoluyla, diğer bütün insanlara bildirmek üzere irâdelerine, emirlerine, nehylerine ve hikmetlerine ait birçok bilgile/ verdiği kabul edilmedikçe, kitaplara, iman esası ele alınamaz. Zira bu bilgiler,, İnsanlara öğretilmek için bir kitapta toplanmıştır. Bu kitap veya kitaplar, peygamberlerin Allah Teâlâ tarafından tebliğ ettikleri hakikat ve bilgileri ihtiva eder. Bu bakırpdan ilâhî veya semavîdirler.
Kitaplar, Allah Teâlâ tarafından peygamberlere indirilen vahylerin yazılmasından meydana yetmiştir. Şundan dolayı Kur’an-ı Kerîm, kendinden önce nazil plan kitaplarrve Vahyteri tasdik eder.
«Bu Kur’an, Allah’tan başkasına izafe ve nısbet edilemez. Kur’an kendinden evvel gelen (kitapları) leri tasdik eder, kitabın (bütün ahkâmını) beyan eyler. Onda şüphe edilecek bir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir o.» (1) âyet-i kerîmesi bunu bizlere açıkça beyan etmektesin..
Allah Teâlâ tarafından vahy yoluyla inzal buyurulan kitaplar, insanların gerek bu âlemde ve gerekse âhiret âleminde saadete erişmeleri için îtikad ye ibâdete, edeb ve ahlâka ait hükümleri beyan buyurmuştur. Bu hükümlere u- yanlar saadete ermek için hiçbir zorluk çekmezler, uymayanlar ise büyük bir azaba katlanmaya razı olmuş* kimselerdir.
Biz müslümanlar, Allah Teâlâ’mn, peygamberlerine vahy ve ilham etmiş olduğu kitapların hepsine iman ederiz. Bu iman edişte kitapların tevatür yoluyla bilinmiş olmasını da ararız. Zira bazı semavî kitaplar, tahrifata uğrar dığı için tevatür kuvvetini’ kaybetmişlerdir. Semavî kitaplar içinde bu kuvvete haiz olan yegâne kitap Kur’an-ı Kerîm’dir.
SUHUF VE KİTAP :
.Peygamberlerin, Allah Teâlâ tarafından insanlara tebliğ ettikleri hakikat ve bilgileri ihtiva eden ve vahy yoluyla nazil olan kitaplarının bir kısmına sayfalar mânasına suhuf, bir kısmına da kitaplar mânasına Zübur adı verilir. Bu husus Kur’am Kerîm’de aşağıda zikredilen âyât-ı kerîmelerde beyan edil
«Muhakkak ki bu önceki sahifelerde de vardı.» (2) ve,
«Onlar yalanlarlarsa senden evvel o apaçık mu’cizeieri, sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı getiren peygamberleri de yalanlamışlardır.» (3) Kur’an-ı Kerîm, geiçmiş peygamberlere gönderijen yalnız Tevrat, Zebûr ve İncil adında üç kitaptan bahsettiği gibi, kendisinin de Hazret-i Muham- rned’e (S.A.V.) nazil olduğunu açıklamıştır.
(1) Kuran-ı Kerim, Yûnus sûresi» âyet: 37 (2) Kur’ân-ı Kerîm, A’lâ sûresi, âyet: 18 (3) Kur’an-ı Kerim, AFİ Imran sûresi, âyet: 184
miştir. Allah’ın bu öyle bîr ya’didir ki Tevrâtta da,’ İncilde de, Kur’anda “da sa- bittiV^.» (4) âyet-i kerîmesi
.Dâvud’a da zebûr u verdik.» (5) âyet-i kerîmesi bu hususu açıkça bildirin. .. Yukarıda zikredilen âyât-ı kerîmelerde/ı kitapların dört tane »olduğunu, ■ anlamaktayız. Bunlar:. Tevrât, Zebur, İncil ve- Kurbandır.
Suhuf’a gelince, sahife.ferin çoğuly olan suhuf hakkında Kur’an-i Ke-‘ rîm’de arzu etfiğiıtıiz gibi geniş. malûmat verilmemektedir. Ancak, Hazretti’ İbrahim (A-S.) .ve Hazret-i Muşa fA S.) ya ‘suhuf yerildiğr zikredilmekte, bilâhare Hazret-i [Vlûsa (A.S.) yy Furkan^Kitap verildiği ifade edilmektedir
«İbrahim’ He Kâsa’n.ın salıifejerinde de Vardı.» (6).$yef-i kerîmesi ile,/ . \ ” «Musa’ya Kitap V6 FUrkanı vermiştik ki dorru yolda yürüyesiniz.» (7) âyet-i kerîmesi bunu/beyan eder. S.uhuf hakkında en geniş malü,matı Eb.u Zer’ (R.A.) hazretlerinden rivayet edilen bir hadîsri şeriifden öğrenmekteyiz. Bu- hadîs-i- şerife göre; Ori sa- ,hîfe Hazret-i Âder# (A.$.) e,, eflisahife Hazret^ §it (A.S.) e, otuz sahifeld- ris- (A.S.1) e ve oh sahife. d? -Hazret-i “İbrahim aleyhisselâıtıa inzâl-olmuştur. Sahifelerirv mahiyetinin neofduğu hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Bu ‘itibar fa onlar için, fazla bir malûmat “veremeyeceğiz*. Şunlara dinen inanmak kâfidir, • ‘ ‘
Kitaplara gelince, onlar hakkında geniş malûmat verebilmek bizim için mümkündür. Bu itibarla kitapları nazil oluş sırasına göre incelemek lâzımdır.
Dört Büyük Kitabın Birincisi TEVRAT:
Tevrât kelTmesi, ibrânice bir kelime olup, mânası: .Şeriat ve hak kelâm, demektir. Kur’an-ı Kerîm’de Tevrât ismine birçok âyet-i kerîmelerde rastlamaktayız
Bundan evvel de Tevrât ile İncîl’i indirmişti ki onlar insanlar için birer hidâyetti.» (8) âyet-i kerîmesinde olduğu gibi
«Biz Musa’ya da bir kitap verdik ve o (kitabı) benden başka hiçbir vekil tutmayın, diye İsrail oğulları îçirı hidâyet (rehberi) kıldık.» (9) âyet-i kerîmesinden Hazret-i Musa (A.S.) ya, nâzil olmuş levhalardan ibaret bir kitap olduğunu atfen anlıyoruz.
Hazret-i Musa (A.S.) ya nazil olan Tevrât, okur yazarların ezlığı dola- yisiyle halk kütleleri arasına yayılmamış, bundan dolay» da ezberleme imkâ- ‘nı bulunamamıştır. Bu hal Tevrat’ın pek az nüshasının elde bulunmasın^ sebep teşkil etmiştir. Zamanla, mevcudu az Tevrat nüshalarinın muhaza- sı da kabil olamamıştır. Babil imparatorlarından Buhtınnasır zamanında Kudüs şehri zaptedilerek İsrail oğullarının âlimleri öldürülüp, mevcut Tevrât kitapları yakıldıktan ve Mescid-î Aksâ tahrip edildikten sonra Tevrât’ın muhafazasına imkân kalmamış, dolayısiyle ahkâm-ı îtikadiyyeleri ve diğer ahkâmı ortadan kalkmıştı.
Hazret-i Süleyman (A.S.) dan sonra gelen yirmi dört kadar yahudi hükümdarlarının çoğu, Hazret-i Musâ’nm (A.S.) dinini terkederek irtidad
etmiş putlara tapınışlardır. Putperestlik o kadar yayıldı ki Beyt-ül Mukaddese dahi putlar girdi?. Rivayete göre,’ bu hükümdarlardan Bûşiya adında biri tekrar Hz. Mûsa. (A.S.) nın dinine dönmüş, hükümdarlığının on sekizinci senesinde yani, Milâttan 622 şene önce Azra veya Halefna adında bir kâhin tarafından Tevrât-ı Şerif’in asıl nüshaları Kudüs’te (Beyt-ül-Mukaddes’te) bulunup meydana çıkarılmıştır. Asırlarca sonra ilan edilen bir kitabın tek ‘ kişi rivayetine dayandığı düşünülünce aslına olan uygunluğu hakkında bir fikir edinmek kolaylaşır. Yine rivayete göre, bunu mezkûr kâhin yazmış ve içine. Eş’ar-ı Hamse’den başka birçok şeyler de karıştırmıştır. Zira o devirlerde kâhinlik babadan oğula geçen bir hüner idi. Hazret-i Musa’ya (A.S.) nisbet edilen ve çoğaltılarak zamanımıza kadar gelen hâlen elde mevcut. Tevrât kitabı 39 bölüm ihtiva eder. Her bölüm, muhtelif bablara ve her bab numaralanmış âyetlere ayrılır. Konu bakımından eldeki Tevrât kitabı, beş büyük konu ihtiva eder; Tekvin, Huruç, A’dat, lâvilo ve Tesniye konuları… Hazret-i Mûsa (A.S.) a nisbet edilen kısım bunlardır. Halbuki bunların İçinde Hz. Mûsa (A.S.) nın ölümü de anlatılmaktadır ki bundan, bu konuların sonradan yazlİmış olduğu ortaya çıkmaktadır). ‘
Kur’an-ı Kerîm’de Tevrât’ın tahrifata uğradığı açıkça bildirilmektedir.«Halbuki onlardan (hahamlık eden) bir zümre vardı ki Allah’ın kelâmını (Tevnâtı) dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onlar bunu bile bile tahrif (ve tağyir) ederlerdi.» (10) âyet-i kerîmesi bu hususu açıkça beyan etmektedir.
Tevrât’ın meşhur nüshaları:
Bugün Tevrât’ın meşhur üç nüshası vardır. 1 — Yahudiler ve hıristiyanlardan protestan âlimlerince makbul ve muteber sayılan İbranî dilinde yazılmış bulunan nüsha, 2 — Roma ye Şark kiliselerince makbul ve muteber sayılan Yunanca yazılmış nüsha, 3 — Sâmirîlerce makbul ve muteber olan ve Sâmirî dilinde yazılmış nüsha.
Bu nüshalar Tevrat’ın en meşhur, en makbul ve muteber nüshaları olduğu halde, aralarında birbirine benzemeyen, birebiriyle mübâyenet teşkil eden birçok yerleri vardır. Bu yerleri şöyle sıralayabiHriz. 1 — Hazret-i Âdem (A.S.) den Nuh tufanına kadar geçen zamanı Ibranîce nüsha 1650 yıl olarak tesbit ettiği halde, Yunanca nüshada 2260 ve Sâmirîce nüshada 1307 yıl olarak zikredilmektedir.
2 — Hazret-i Mûsâ (A.S.) a nisbet edilen ilk beş sifr arasında gerek üslûb ve gerekse şive bakımından fark açıkça görülmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki her biri başka bir kimsenin kalemiylş başka tarihlerde yazılmıştır.
3 — Kitapların bir lisandan diğer lisâna tercemesi esnasında tahrifata mâruz kaldığı, birinde mevcut olan fıkraların diğerlerinde görülmemesinden anlaşılmaktadır.
4 — Bu kitaplarda bazı peygamberlere isnat olunan vak’alarda peygamberlerin ismet’ine halel getirecek tarzda hurafe vje esâtire yer verildiği görülmektedir. Bu hal onların kütüb-ü münzele meziyetinden mahrum olduğunu açıkça ortaya koyar. 5 — Aynı dine mensup insanlartn üç dilde aslı bulunan kitaptan yal- mz birini kabul etmesi ve diğerlerini şiddetle reddetmesi çok manidardır. Ayrıca, üç gurup din sâliklerinîn, aslı budur diye iddiada bulunması üzerinde durulacak bir noktadır. Bütün bunlara rağmen, elde bulunan Tevrât kitaplarında belki, Allah Teâlâ’nın kelâmı vardır diye düşünerek o kelâma bir müslüman olarak hürmet göstermekde kusur etmememiz lâzımdır. Yukarıda zikrediien kitapların hepsine Ahd-i Atik adı verilir. Mânası, eski zaman kitabı demektir.
Dört Büyük Kitabın ikincisi ZEBÛR:
Zebûr, Hazret-i Dâvud (A.S.) a nâzil olmuştur. Bu husus Küran-ı Azîmüşşan’da açıkça bildirilir.
Zebûr hakkında geniş bir malûmata sahip değiliz. Eldeki bilgiler gayet az olduğu için Zebur’un muhtevasının he olduğunu bilmiyoruz. Bilinen husus, Zebur’da ahkâm âyetlerinin olmadığı ve Zebur’un bir takım
-İlâhî münşcaat ve yalvarışlardan’ ibaret olduğudur. Bunlar da daha ziyade; itikada ait hususlardır.
~ Bugün Zebûr kitabının muhârref şekli, ,Ahdi Atik’in sonuna ilâve edil-, miş, bulunmaktadır. Bir hadîsti şeriften Zebûr’un 150 sûreden ibaret olduğu anlaşılaktadır..
Bü surelerin 50 si Buhtın-nasır dan, 50 si Rum’dan kendisine “(Dâvûd A.S”.) mülâki olanlardan, 50 si mevize ve hikmetlerden bahseder, yani, îtika’dî hükümlere, aittir. Nâzil oluşu Ramazan ayında başalıyan Zebur’da helâl ve harama, hudut ve ahkâma dair bir şey yoktur.
Dört Büyük Kitabın üçüncüsü İNCİL
incil kelimesinin lügat mânası: Göz nûru demektir: Hazret-i Isâ (A.S.) ya nâziI olan Incil, kütüb-ü semâviyyenin üçüncüsüdür. Subutuna
«Arkadan da {bu peygamberlerin.) izlerince Meryem oğlu Isa —-kendinden evvelki Tevrâtm bir tasdikcis! olârak-— gönderdik. Ona da İçinde” bir hidayet, bîr nur bulunan incîl i ondan evvelki Tevrâtı. bir tasdikcîsi ve takvâ sahihleri için bir hidâyet ve öğüt olmak, özere gönderdik.» (13) âyet-i * kerîmesi bir delildir.
Isâ’ aleyhisselâm, İbranî lisanının bir lehçeşi olan Şamar, Tiyn veya
[■ Süryanî lehçesi ile konuştuğu için Incîl-i şerif de bu lisan üzere nâzil. olmuştur. Halbuki bugün bu lisan üzere yazmış asıl bir İncîl nüshası mevcut değildir.
B«nim âyetlerimi az bir bahaya (hasis menfaatlere) satmayın.» (14) Halen elde bulunan tncîl kitaplarının en erken Hazret-i Isâ (A.S.) dan elli sene sonra yazıldığı tarihen sabittir. Muhtelif bahislere dair sekiz muharrir tarafından kaleme alınan Incîl, yirmi dört risaleden ibarettir. Ahd-i Cedîd adını taşıyan bu risaleler içinde incîl denilen dört tanesi vardır ki, Hazret-i isâ’nın (A.S.) hayatına dair sonradan yazılmış birer siyer kitabıdır. Belki içlerinde hakikî Incîl’den oyât-ı kerîmeler vardır. Fakat hey’et-i mecmuası ile muharreftir.
Mevcut İncîl kitapları, muhteva bakımından Hazret-i İsa’nın (A.S.) ibnullah olduğundan ve Hazret-i Âdem (A.S.) den kalma bir günahtan dolayı beşeriyeti kurtarmak için kendini feda etmesi gibi bahislerden bahsetmesi onları tam bir siyer kitabı olmak vasfından da uzaklaştırır.
Bugün Hıristiyanların «Kitâb-ı Mukaddes» diye kabul ettikleri dört incîl kitabından hiç biri evvelce bütün Hıristiyanlar tarafından kabul edilmiş bir şey değildi. İlk asırlarda birbirini tutmıyan yüzlerce incîl kitabı vardı. Her gurup veya zümrenin kendine mahsus bir incîl kitabı mevcut idi. Bu yüzden Hıristiyanlık âleminde büyük kargaşalıklar ye ayrılıklar meydana gelmişti. Bu hâli gören Bizans imparatoru Kostantin, milâdın 325 tarihinde Hıristiyanlık akaidinin esasını vaz, ve tesbit için İznik şehrinde bir ruhanî meclis toplamağa karar vermiştir. Bin kişiyi aşan ruhanî mecliste H^. Isa’nın (A.S.) ulûhiyyeti hakkında günlerce münakaşa yapılmış fakat bir sonuca kat’î olarak varılmamıştır. Neticede, Hazret-i isâ’nın (A.S.) ulûhiyyetine kail bulunan üç yüz on sekiz âzanın karariyle bugünkü dört Incil kabul olüna- rak diğer risalelerle birlikte hepsine Ahd-i Cedîd ismi verildi.
incîl olmak üzere cebren kabul ettirilen bu dört kitabı kendi kalemleriyle yazanların hemen hepsi Yahudi’dir. Yazdıkları nüshaların aslı da tamamen mevcut olmadığı gibi, hiç biri sahih bir senetle kendilerine kadar îsal edilemez. Bu husus Hıristiyan ilâhiyatçıları tarafından da kabul ve ten- kid edilmektedir.
Biz müslümanlar bu kitapları kütüb-ü ilâhiyyeden saymayız. .Buna se- hep yukarıda zikredilen hususlar olduğu gibi, ayrıca dört incîl’in incelenmesi neticesinde aralarında mübâyetin bulunduğunu kolayca görmemizdir. incîl’in muharref olduğuna ve aslının aynı olmadığına dair şu delilleri ileri sürebiliriz.
1 — Mevcut İncillerin hiç birinde kütüb-ü semâviyyeye has üslûb ve beyandan bir eser görülemez.
2 — Hazret4 Isâ (A.S.) mn mevti esnasında üç gününü zindandaki .mahpusların erv’ahr arasında geçirdiği Betros’un. risalesinde yazıldığı halde i diğerlerinde yoktur/ – “
3 — Mevcut İndilerin hiçbiri sahih bir an’ane, ile müelfifferine İsa! * edilemez: Bu itibarla aşıtları jle tercemeleri arasında muhalefetin olacağı tabiîdir. ^
4 —> Hıristiyanların bir kısmı, Hazr,et-i Mesih’e * işaref” edilen âyetten, Yahudilerin Tevrat’tan ihraç ettiklerim iddia ederler ki bu da kendileri arasında bile tam bir mutabakatın olmadığım gösterir.
5 –•’ Protestan ve Katolik mezhebine .mensup Hıristiyan din âlimleri birbirlerini kitaplarda tasarruf ve tahrifat yapmakla itham etmeleri olayımn sürüp gitmesi, mukaddes bir kitap ^zerinde, arifaşaınadıklarını kgösterir ki buna sebep kitabın asıf olmamasıdır. r . – 6 — Müsteşrik Renari’ın, kütüb-ü semaviyye^ şrasıncfa, ayniyetini ve ulyiyetjnL Imuhafaza ederv yegâne kitabîn Kur’an-ı Kerîm oJduğünu iddia f ve ka&ul etmesi, İncillerin bu meziyetlerden hiç birini taşımadığını gös-* [ ter ir. ‘ , f~ r 7 ––• Mevcut dört İncîl incelendiğinde, g^rek bab, ğerek’âyet sayısı ve gerekse konu ve konuyu anlatiş ‘bakımından aralarında derin farkların’ r görülfnesi, . bunların başka başka şâhıslar tarafından yazıldığım crtaya kor
İ yar • . ‘ ‘ * * – § Usûl-i din’de esas tevhid olduğu halde indilerde teslis’in (Aya Tria) kabulü ve mydafaast onlşrın asıl kitap olmadığını ortaya koyar. 9 —^ Teslis akidesinin, Yunan, Mısır ve Hind dinlerindeki teslise ben- ‘ zemesi, bu akidenin sonradan o dirilerden alınıp mevcut kitaplara yazıl- r ! – djğı şüphesini uyandırmaktadır ki, bu şüphe rrfevçuf İndilerin ası( olmadığının bir başka İspatıdıjv
Bugün Hıristiyanların elinde bulunan dört İncîl, Yuhanna.- Metâ * Lu- ka – Markos- adlarf ile anılır. Bunlardan Yuhanna Incîli 21 babf Meta İndi i 28 bap, Luka incîli, 24 ,bab ve Ma^kçs İncili 16 bab’tjr. Tevrât, Zebûr ve in- ^ * çîllerfn hepsice birden “Kitab-ı Mukaddes adı verilmektedir.
Bütün, -bühlara rağmen, bir müslüman olarak ^şurasını hatırda” lutup { 1 unutmamamız lâzımdır kî, Tevrât’a, Zebûr’a ve Jncîl’e inanırken bugünkü/ y * şekillerine değiI/Kur’an-ı Kerîm’in haber yerdiği muayyen peygamberlere rv gelen âsılIannaHfıamyoruz. Esasen, onlar da zamanlarını doldurmuş, Kur’f an-ı Kerîm tarafından neshedilmFş kitaplardır. Alteh Teâlâ indinde din İslâm dinidir ve kitap Kur’an-ı, Kerîm’dir.
Dört Büyük Kitabın KUR’AN-I KERÎM
Kur’an-ı Kerîm, Hâtemü’l-Enbiya Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.) e Allah Teâlâ tarafından Cebrâîl (A.S.) vasıtasiyle nâzil olan kütüb-ü mün- zelenin son kitabıdır. Resûlüllah (S.A.V.) den sonra tevatür yoluyla bugüne kadar nakledilen Kur’an-ı A*îmüşşan tahrife uğıamıyan tek kudsal kitabdır. Kur’ân-ı Kerîm’e, Kur’an ismini bizzat Allah Teâlâ Hazretleri vermiştir. Bunun gibi elliden fazla isim ve sıfatları mevcuttur. Bunlardan en çok kullanılan Kur’an’dır.
«Onlar, hâlâ Kur’ân’ı gereği gibi düşünmiyecekler mi?» (15) âyet-j kerîmesini buna bir misâl olarak verebiliriz.
Kur’an-ı Kerîm, Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.) in tebliğ bu-‘ yurduğu veya ‘Cebrâil (A.S.) ın ona indirdiği Allah kelâmıdır. Bu husus «Bu $Öz şanlt şerefli bir elçinin sÖ2Üdur.» (16) âyet-i kerîmesi ile,Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.» (17) âyet-i kerîmesince sabittir. Bu itibarla O’na şunun veya bunun sözüdür, şudur veya budur denemez. Kur’an-ı Azîmüşşân, en son nâzil olan ilâhî kitap olduğu için kendinden eyvel gelen kitapları neshetmekle beraber, onları tasdik eder. Bu hususu,.O (Kur’an) kendinden evvel gelen (kitap) leri tasdik eder, kitabın (bütün ahkâmım) tafsil eder. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. O bütün âlemlerin Rabbindendir.» (18) âyet-i kerîmesi açıkça bildirir.Kur’an-ı Kerîm, d iğer kitaplardan yüksek ve şerefli, bir kitaplır. Nazmı ve i’câzı çok yücedir. «Daha doğrusu o çok şerefli bir Kur’andır.» (19) âyet-i kerîmesi bu ciheti bizlere bildirir. Bütün kitaplardan yüksek ve şerefli olan bu Kitab-ı Mübîn’in heybetli bir kelâm olacağı bedîhidir. Bunu Kur’an-ı Azîmüşşân dahi beyan etmektedir.,«Hakikat biz sana ağır (heybetli veya şiddetli) bir söz vahy ediyor uz.» (20) kaVl-i kerîmince bu kadar ağır vah yi kaldırabilmek önemli bir mes’eledir. lira, Allah Teâlâ diğer bir âyet-i kerîmesinde:«Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağ başına indirseydik muhakkak ki onu Allah korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürsün.» (21) buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ hazretleri tarafından, Cebrâil (A.S.) vası- tasiyle veya peygamber beşeriyyetten melekiyete yükseltilerek, yirmi üç senede ceste ceste Resûlüllah (S.A.V.) a inzâl Duyurulmuştur. Bu husus Kur’an-t Kerîm’de de sâbittır. Nitekim
«Muhakkak ki biz, Kur’ân’ı sana ceste ceste İnzâl ettik.» (22) âyet-i kerîm* .
si bunun delilidir
Kur’an-ı Kerîm’in yirmi üç sene gibi uzun bir zaman içinde ceste ceste nâzil olmasının muhakkak ki bir hikmeti vardır. Şayet, Kur’an-ı azîmüşşan defaten nâzil olmuş olsaydı o zaman nâs, ahkâm-ı şer’iyyeniri hepsiyle birden mükellef olacaktır ki, bu da bir külfet ve meşakkat yükleyecekti. Bu itibarla zaman zaman bir sebebe mebnî olarak uzun bir müddet içinde nüzulü tamamlanmıştır. Bu hal bir incisamsızlık meydan getirmez mi sofusuna yine Allah Teâlâ:Eğer o Allah’tan başkası tarafından ofsaydı elbet içinde birbirini tutmayan
birçok (şeyler) bulurlardı,» (23) âyet-i kerîmesi ile cevap vermektedir. Maamafih, Kur’an-ı Kerîm’in her âyetini teşkil eden kelimeler arasında; sûreleri teşkil eden âyetler arasında ve nihayet sûreler arasında hiçbir insicamsızlık yoktur. Akdine, gayet dakik ve ince bir insicam vardır ki insanı hayran bırakmaktadır.
Kur’an-ı Kerîm, tahriften tamamen masun tutulmuştur. Çünkü, onu Korumak vaz;fesjni Allah Teâlâ insanlara vermeyip kendi üzerine almıştır. Ve bunu bize bildirmek için:
Kur’ân’ı biz inzâl ettik biz. Onun koruyucuları da şüphesiz ki biziz.» (24)
mek hususunda zaafa düşeceği, olaylar karşısında çaresiz kalıp bu görevini yapamıyacağı diğeri de muhakkak ki anlıy3nâ‘ rehber olması içindir. Zira Allah Teâlâ, Kitabri Kerîminin bir rehber olduğunu açıkça beyan eder.
İşte bu (kitap) Allah’ın (gönderdiği) bir rehberdir ki O, dilerse ona bu
fur.» (25) âyet-i kerîmesini bu hususta bir delil olarak gösterebiliriz. İnsanlara kıyâmete kadar rehber olacak olan Kur’an-ı Azîmüşşân, din
«
leri ;doğrultmakta/’f4ihları güzel leştihrrıekte, hem ruhanî ve herft de cismahî ✓hastalıklar için bir şifâ ve- bir devadır. Bünurt için Allah Teâlâ bizlere «Biz Kur’an’dan peydeypey^ indiriyoruz, ki o mü’minler içîn bir şifa ve rahmettir buyurmuştur
KUR’AN-r KfRÎMİN İ’CAZI;
Xur’ârı-ı Kerîm, beşeriyetin hakikî saadetini fe’min edecek *her türlü yüksek ‘hakikatlerin esaslarım ihtiva eder. Bu esaslar, îtikad, ahlâk,, ibadet ve içtimaiyat, muamelât^ hudut, ibret alınacak’kjsâa^r vak’alar ife cennet, ni’metleri ve cehennem azabım teşkil eder. Ayrıca,. AHah Teâlâ’mn büyüklüğünü ve nihayetsiz kudretim tasvir ye, insanları tenvir .etmek için arza, göklere, gyheşfere ve yHçhziara dair hakikatlerden bahsederek bizleri ilim Ve fen yolunda çalınmak için teşvik eriten Butun bunları beyan ederken, en akıllı insanların datıi yapamıyacakları belagat ve fesahat örnekleri’ gösterir, , Bu itibarla Kür’an-kiAzîmüşşan her alanda bMüyük ve #bedr bir mu’cizeH dır. Lâfız bakımından da bir mu’cizedir. Bu hususta ihsanlara rneydan okur. Bunun için Zülcelâl hazretleri önçe: «De ki: Andolsun, ins; ü cfa şu Kuı^an’ın benzerini (meydana) getirmeleri iç|n bir araya topfansâ, bazısı bazısına yardımcı “da olsalar yine örrun bir benzerini meydana getiremezler;» (27) buyurmuştur «Yoksa onu kendisi mi uydurdu diyorlar? De ki: O halde haydi siz de onun gibi on sûre getirin düzme ve uydurma olarak. Eğer doğrucular iseniz, Allah’tan başka kime gücünüz yetiyorsa onları da (yardıma) çağırın.» (28) Fakat Allah Teâlâ, bunu da yapmak kudretinde bulunamıyan insanların acizliklerini daha açık belirtmek için bir sûrenin benzerinin meydana getirilmesini istemiştir. Lâkin insanlar onu dahi yapamamışlar ve yapamazlar. Zira,
«Eğer kulumuzun üzerine parça parça indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydi onun benzerinden bir sûre de siz meydana getirin. Allah’tan başka şahitlerinizi de yardıma çağırın, eğer iddianızda doğrucular iseniz… Fakat bunu yapmazsınız ve yapamayacaksınız da…» (29) âyet-i kerîmeleri bunu açıkça beyan ederek gafillere meydan okur.
Kur’ân-ı Kerîm, yalnız lâfız bakımından değil, mâna bakımından da bir mu’cizedir. Hazret-i Muhammed (S.A.V.) bir ümmî iken, Allah Teâlâ’- dan aldığı vahy ile tebliğ etmiş olduğu Kur’an-ı Kerîm, en yüksek hakikatleri ihtiva etmektedir. Bu hakikatler arasında, güneşin kendi mihveri etrafında dönmesinin; ayın, güneşin ve yerin etrafında dolaşmasının on dört asır evvel haber verilmesini söyliyebiliriz. Bu arada şunu da ilâve edelim ki ilim ve fennin ilerlemesi neticesinde bulunan yeni keşiflerin hiçbiri Kur’- an-ı Kerîm’e aykırı düşmez. Aksine Kur’an-ı Azîmüşşan’ın yüceliğini ispat etmeğe yardım eder.
Kur’an-ı Kerîm’in bir diğer imtiyazı da kolayca ezberlenebilmesidir. Bu husus tarih boyunca hiçbir kitaba nasib olmamıştır. Kısaca şu kadar söyliyelim, Kur’an-ı Mübîn Her bakımdan eşsiz ve tam bir mu’cizedir.
KUR’AN-I KERÎM’İN TEŞBİH VE ÇOĞALTILMASI :
Peygamberimizin (S.A.V.) hayatı müddetince İlâhî vahy ve ilham devam ettiği için Kur’an-ı Ker’m’in sûreleri bir araya getirilip, toplanmadı. Resûlüllah tarafından bildirilen sûre ve âyât ayrı ayrı şeylere yazılıp ezberleniyordu. Ayrıca Resûlullah’ın (S.A.V..) vahy kâtiplerinin sayısı bir hayli fazla idi. Bunlar nâzil olan .âyet-i kerîrrieleri deriler, hurma ağaçlarının dalları, kürek kemikleri ve düzgün taşfar üzerine yazıp ‘ saklıyorlardı. Peygamberimiz (S.A.V.) vefatından ev^el ashâb-» kiram içinde İlmî ve ahlâkî güzellikleriyle mümtaz, .genç, çalışkan, âlim ve hafız bulunan Zeyd bin Sabit (R.A.) hazretlerine, Kur’an-t Kerîm’i bugünkü tertibi üzere baştan sonuna kadar okutup dinlemiş ve etrafında bulunanlara dinfetmiştir. Bu arada diğer eshâb-ı kiram da ezberledikleri Kur’an-ı Kerîm’in hıfzın» baştan sonuna kadar kontrol etmek imkânını bulmuştur. Buna rağmen ellerinde bulunan deri üzerine yazılı sure ve âyetleri saklamışlardır.
«Deri üzerine yazılarak neşredilmiş (kitaba)» (30) âyet-î kerîmesinin bildirdiği üzere bütün âyetler istikbalde lâzım olur gerekçesi ile tesbit edilmişti.
Peygamber’ (S.A.V.) Efendimizin vefatından ve HazrSt-i Ebûbekir (R.- A.) m halife seçilmesinden sonra, şahsî menfaatleri dolayısiyle birçok ya-‘ lancılar peygamberim diye ortaya çıktı. Bunlarla, yapılan, muharebelerde birçok’ hâfız-ı Kur’an şehid oldu. Dolayısiyle sayıları azaldı. Bilhassa, yalancı speygamber MüseyHme-tül-Kezzâb ile Yemame’de yapılan kanlj savaşta yetmişden fazla hafız’şehid oldu. Bu hal, Kûr’an-ı Kerîm’den bazı âyetlerin zâyi olma tehlikesini ortaya çıkardı. Zira zaman zaman yapılacak harplerde birçok Kur’an ehlinin şehid olması ihtimali mevcut idi. Binaenaleyh, Kuf’an-ı Kerîm’in muhafazası için tedbir almak icabederdi. Bu dorumu herkesten ön- çe düşünen ve sezen Hz. Ömer (RA.) meseleyi halîfe Ebûbekir (R.A.) a açtı. Durum, uzun boylu görüşülüp karara bağlandı. Ve Kur’an-ı Kşrîm’- in tesbit ve bir kitapta-toplanması işi, Kur’an-ı Kerîm’i Resûlüllah’a (S.A.V.) son okuyan ve’ onun takdirini kazanan Zeyd bin Sâbit (R.A.) hazretlerine tevdi’ edildi.
Zeyd bin Sâbit (R.A.) hazretlerinin riyaseti altında birçok kurra’ toplandı. Hâfızlara müracaat edildiği gibi., kimde Kur’an-ı Kerîm’den yazılı bir sûre veya âyet varsa getirmesi de emredildi. Gerek yazılardan ve gerekse hâfızlardan istifade edilip toplşnan tam bir Kur’ân-ı Kerîm takımı meydana getirildi. Hazırlanan bu takım, Resûlüllah’a (S.A.V.) okunan sıra üzerine olup aynı sûre ve âyet sayısında idi. Hrçbir fazla ve eksiği olmadığı hakkında bütün âshâb-ı kirarh ittifak etti. ’ Hazret-i Ebûbekir (R.A.) zamanında tesbit edilen Kur’an-ı Kerîm takımı onun vefatından sonra Hazret-i Ömer (R„.A.) ın emanetine, onun da
vefatından sonra, kimin halife olacağı bilinemediği için Hz. Ömer’in (RA.) kızı ve Resûlullah’m (S.A.V.) zevcelerinden Hz. Hafsa (R.A.) ya intikal ettirildi.Üçüncü halife Hz. Osman (R.A.) zamanında İslâm ülkeleri genişlemiş ve müslümanhk uzak diyarlara kadar yayılmıştı. Buraların halkı Kur’an-! Kerîm’i hem okuyor ve hem de ezberlemeyi çalışıyordu. Fakat okumalar, kendi lehçe veya şiveleri üzerine idi. Bu hal bir takım olarak tesbit edilen Kur’an-ı Kerîm’in çoğaltılmasına sebep oldu. Şöyle ki: Azerbaycan ve Ermenistan ülkelerini fethe giden Irak ve Suriye halkından meydana gelen ordu içinde, her iki memleketin askeri, bizim okuduğumuz ,Kur’an-ı Kerîm daha doğru diye iddiaya giriştiler. Durum kritik bir hal aldı. Kumandan Huzeyfe-tül-Yemânî (R,.A.) her iki tarafa müdahale ederek durumu halifeye bildirdi. Hazret-i Osman (R.A.) vaziyeti öğrenince, Kureyş lehçesi esas olmak üzere Kur’an-ı Kerîm’i (musbaf) halinde yazdırıp etrafa yaymayı ve bu suretle ihtilâfı önlemeyi muvafık buldu. Hemen Zeyd bin Sâbit (R.A.) Hazretlerine emir verdi. O da Hazref-i Hafsa (R.A.) validemizden evvelce tesbit edilen takımı alarak, yedi nüsha olarak çoğalttı. Çoğaltılan bu nüshaları, Hazret-i Osman (R.A.), mühim vilâyetlere gönderdi. Bu suretle her türlü ihtilâf ortadan kaldırılmış oldu. Vilâyetlere giden nüshalar da valiler tarafından teksir ettirilerek lâzım gelen yerlere dağıtıldı ve bu suretle gittikçe çoğaltılarak zamanımıza kadar hiç bir harfi eksilmeden geldi.
KUR’AN-I KÇRÎM’İN HATÂSIZ OKUNABİLMESİ HAKKINDA TEDBİRLER:
Hazret-1 Ebûbekir (R.A.) zamanında tesbit edilen ve Hazret-i Osman (R.A.) devrinde çoğaltılan Kur’an-ı Kerîm’ler noktasız ve harekesiz olup âyet araları da ayrılmamıştı. İlk zamanlar Kur’an-ı Kerîm herkes tarafından doğru bir şekilde okunuyordu. Fakat müslümanhk etrafa yayılınca İslâm ile müşerref olan ülkelerin halkı tarafından hatalı okunmaya başlandı. Bu hususa ilk defa nazar-ı dikkatini çeken Tabiînden Ebu-l-Esved Zâlim bin Ömer-ed-Düilî’dir. Ebu-l-Esved, Kur’an-ı Kerîm’ir, bazı harfleri üzerine ve âyetlerin sonlarına kırmızı noktalar koydu. Bununla bazı âyetlerin kelimeleri doğru olarak okunabiliyordu. Bu da istenilen maksadı te’min etmekten uzaktı. Daha sonra, Haccâc’ın emriyle Ebu-I-Esved’in talebesi Nasr b. Âsim- il-Leysî veya tâbiînden Yahya b. Ya’mer tarafından noktalar ve işaretler tekâmül ettirilerek harflerin alt veya üst kısımlarına bir, iki veya üçer nokta konuldu. Bp suretle kelimeler biraz daha kolay okundu. En nihayet, İmam Halil b. Ahmed-el-Ferâhdî bazı kelimelerin daha kolay ve herkes tarafın
dan rahatlıkla ökunmasını şağlşmak İçin şedde? rn^dde, hemze, çeztri ve* vasi gibi işaretleri icad etti. * * ~
Hazret-j Osman (R.A;.) ^afnanında yazdırılan Kur‘an-ı Kerîmlerin im- Jâ ve yazı suretten aynen muhafaza edilerek zamanı miza kadar gelfnjş ve^ Hatt-ı Osmanî adiyle tanınmıştın- )7. Asırda’ Kur’âr>n Kerîm’in dsha kolay okunabilmesi. için hattında .bazı ufak’ tefek değişiklik yapılmış ve bu hat, değişiklik yapanıg #diyje yani, Ali-y-yül-Kârî,hattı âdiyle ariıfmı^tır. Hâleıi memleketimizde basılan Kür’an-ı Kerîmlerin hatları ALi-y-yüf-Kârî hatfiyle-‘ • dir.
S Û R E :
Kur’an-ı’Kerîm’de birbirinden besmele ile ayrılan 11Csûre vardır. Her ç sûrenin rpuayyen bir îsfni vardır. Bu isimler, Allah Teâlâ hazretleri tarafın^ * dan Kpnulmuştur.fBu bakımdan* onları başka isimlerle anmak doğru d^şîl* dir. Sûre ve âyetlerin sıralanması ve tşrtip edilmesi bizz§t )r\z. Peygamberlik „ miz (S.A.V.) tarafından yapılmıştır.. “fHer sûre ye hef âyetin birbirine sjkı b.ir y ■ ‘ münâsebeti vardır.. ” ? ,
Eski muShaffârda, sûreler birbini ile başlarına besmele konmak suretiyle ayrılırda Yeni mushafîarda- ise her şûre, dikdörtgen -biçi/irunde bir. şekil içinde adıpı, âyet sayısını, nâzij olduğu yeri üât kısmında ihtiva etmektedir. Besmele bu şeklin altına yazılmaktadır. Yalhız^ Tevb’e sûresinin besmejesi yoktur, v ‘
/ t
t Kur’an-ı .Kerîm’i dikkatle inceleyecek olursak, çeşitli âyet sayıjarım ihtiva eden sûreler, Resûhjllâh (S\A,V,) tarafından en büyükten başlamak. £ ‘ suretiyle* en. küçüğüne doğru terfip edilmiştir.’Arada bir iki .değişiklik pek : önemli .sayılmaz, zira bunların da öyle1,sıralanmasında bir hikmet vardır. ^ Kur’an-ı Kefîm^n en uzun şûresj “Bakara .sûrşsis olup 286 âyettir. En küçük sûresi 3 ayefli Qİup birkaç tanedir. Az âyetli küçük şûreler namazlarda di- f eğerlerine nazaran daha sık okunduğu fçîn bunlara namaz sûreleri ismi de , verilebilir kİ, Duhâ sûresinden şonrâ gelenler bu ismi alırlar. Sûrelerin bir kısmı Mekke’de bir kısmı da Medine’de nâzil olduğundan Mekki veya Medenî isimlerini alırlar..
AYET
c . Sûrelerin ayrı ayrı cümlelerini teşkil, eden muayyen kısımlarına âyef f işrrii verilir. Âyetler birbiri* ile durak adını verdiğimiz işaretlerle ayrılırlar
Kur’an-ı Kerîm’de 6236 âyet-i kerîme olup; bir harften, bir sahife tutan âyetlere kadar çeşitli uzuoluktadfrlar. Bazı âyet-i kerîmeler ihtiva ettikleri mevzulara göre özel isimler de alabilirler. Meselâ: Kürsî âyeti, secde âyeti veya ahkâm âyetleri gibi.
Kur’an-ı Kerîm’in bir kısım âyetleri muhkem yâni, mânası gayet âçtk ve ihtiva ettiği şey hakkında insanda tereddüt bırakmazlar, bir kısmı da mü- teşabihtir yani, hiçbir şey anlaşılmıyan veya mânası akla uygun olmadığı için irâdesi mümkün olmıyan lâfızlardır.
Kur’an-ı Kerîm’de 14 âyât-ı kerîme vardır ki,., bunları okuyen ve okunduğunu duyan her mü’min abdestli olarak secdeye kapanmakla mükelleftir. Bundan dolayı bu âyetlere secde âyetleri adı verilir.
Yine Kur’an-ı Kerîm’de bir kısım âyetler geçmiş peygamberlerin kıssalarından bahsederek birkaç yerde tekerrür eder ki, bundan maksad ibret alınması içindir.
CÜZ ve HİZB : «9 Cüz, parça demektir. Kur’an-ı Kerîm, sahifeleri bakımından otuz eşit kısma ayrılmıştır ki, bu kısımların herbirine cüz adı verilir. Topluca okumalarda kolaylık sağlanması için böyle yapılmıştır. Ayrıca, cüzler sahife kenarlarına küçük yuvarlaklar yapılarak içlerine kaçıncı cüz olduğu rakamla yazılmak suretiyle işaretlenir ki bu da okumada bir kolaylık sağlar.
Her cüz dört eşit kısma ayrılır. Bu kısımlara hizb adı verilir. Kur’an-ı Kerîm’de 120 hizb vardır. Her hizb, Kur’an-ı Kerîm sahifelerinin kenarm3 aynen cüz gibi yuvarlakların içine numara yazılmak suretiyle tesbit edilir.
Kur’an-ı Kerîm’in tamamını teşkil eden 30 cüz, ayrı ayn ciltler halinde ds olabilir. Bu, topluca hatim indirmede bir kolaylık sağlar.
KUR’AN-I KERÎM’E GÖSTERİLMESİ LÂZIM GELEN SAYGI :
Her mü’min Kur’an-ı Kerîm’e karşı saygı ve sevgi göstermeğe mecburdur. Çünkü bu, imandandır. Bunun için, Kur’an-ı Kerîm’e saygı göstermek isteyenler aşağıdaki esaslara göre hareket elmelidir. Kur’an-ı Kerîm’i temiz olmıyan ve abdestsiz olan bir kimse eline almamalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmesinde:«Ona tam bir suretde Temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.» (31) buyurmuştur. Kur’an-ı Kerîm’i okumak isteyen bir icimse, bissmele çekmeden okumamalıdır. Zira Zülcelâl Hazretleri:«Haydi Kur’an okuduğuYı zaman derhal ö koğulmuş şeytandan Allah’a sığın.