Bu husûsta sadre şifâ verecek söz şudu r: Nikâh, bir nevi kölelik ve esârettir. Kadın, tamâmen efendisinin emrindedir. Günâh olmayan bütün emirlerine m utlak surette itâat etm elidir. Hanımların, efendisine itâat ve saygısına dâir pek: çok haberler vardır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Kendisinden kocası râzı olduğu hâlde ölen her (müslüman) kadın Cennet’e girer» (245) buyun muştur.
Adamın biri hârice giderken hanımı na evinin üst katından uşağa inmemesini tenbih etti. Alt katita olan babası hastalandı. Kadı n babasına hizmet için ; ışağı inmek istedi. Etunun için vaziyeti Resûl-i Ekrem’e —haber gönd ererek— arzetti. Resûl-i Ekrem:
«Kocana itaat e;yle» buyurdu. Babası öldü. Kadın, babasının cenazesine katılmak için, , tekrar Resûl-i Ekrem’den müsâade istedi. Resûl-i Ekrem yine:
«Kocana itaat ey le» buyurdu. Bilâıhare kadına şöyle haber gönderdi:
«Efendine olan itiîatının mükâfatı olarak, Allahü Teâlâ babanı affetmiştir» (246) buyı ıırmuştur.
Yine Resûl-i Ekreır. t:«Kadın beş vakît namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, kendisini yabancıdan korur ve kıocasına itaat ederse, Rabb’ının Cennet’ine girer» buyurmuştur. Görülüyorki Resûl-i Ekrem, kadının kocasına itâat etmesini İslâmî n şartlan arasına almıştır. Yine Resûl-i Ekrem:
t «Onlar, hâmile olur, çocuk doğuıur, emzirir, yavrularına karşı son derec» şefkatli ve merhametlidirler. lîğer kocalarına karşı küfrân-ı ni’- m ette bulunmasalaı-, namâz: kılanlaıı hemen Cennete giderdi» (248) buyurm uştur. Yine Resûl-i Eîkrem:
«Cehennem’i gördüm; bir de baktım ki, halkının ekseriyetini kadınlar teşkil ediyor» buyurdu. Neden böyle olduğunu soranlara da, Re- sûl-i Ekrem şu cevabı verdi:
«Onlar, çok lânet eder ve kocalarına karşı küfıân’ı ni’mct ederler de ondan» (249). Diğer bir haberde:
«Cennet’e m uttali oldum; bir de baktım ki, ekâlliyetini kadınlar teşkil ediyor. Bunun üzerine “Kadınlar nerde?” diye sordum. Bana: “Onları altun ve za’ferân gibi zînet eşyası me^gûl etti” dediler» (250) diye vârid olmuştur.
Hz. Âişe (R.A.) anlatıyor: «Genç bir kadın Resûl-i Ekrem’e gele
rek:
— Ya Resûlallah, ben genç bir kızım. Tâübierim geliyor. Fakat evlenmek istemiyorum. Bir kocanın karısındaki hakları nelerdir, anlatır mısınız? dedi. Resûl-i Ekrem:
— Eğer erkek tepeden tırnağa cerâhat olsa, kadm da dili ile yala- sa, yine de erkeğin hakkını ödeyemez, buyurdu. Kadın:
— O hâlde ben evlenmiyeyim mi, ya Resûlallah? dedi. Resûl-i Ek
rem:
«— Evlen; zirâ evlenmek, hakkında daha hayırlıdır» (251) buyurdu. ibn Abbâs (R.A.) anlatıyor. Has’am kabilesinden bir kadın, Resûl-i Ekrem’e gelerek: «Ben evlenmek istiyorum, kocanın karısındaki hakkı nedir?» diye sordu. Resûl-i Ekrem:
«Kocanın karıdaki haklarından bâzılan şunlardır: Koca, hanımını cinsî münâsebete çağırdığı zamân, deve üzerinde de olsa dâvete icâbet etmek. Müsâadesi olmadan, evinden bir şey vermemek. Şâyet izinsiz bir şey verecek olurca, sevâbı kocasına, günâhı kendisine olur. Müsâadesi olmadan nâfile oruç tutmamak. Şâyet kocası müsâade etmeden nâfile oruç tutacak olursa, açlığı ve susuzluğu yanına kalır; orucu kabûl olmaz. Kocasının müsâadesini almadan evden çıkacak olursa, eve dö- nünceye veyâ tövbe edinceye kadar melekler ona lânet ederler.» (252) buyurmuştur. Yiıle Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
«Eğer bir ferdin başkasına secde etmesini emretseydim, kocanın karısının üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim» (253). Yine Resûl-i Ekrem:
«Kadının, Allah rızâsına en yakın olması, evinin en kapalı yerinde olduğu zamândır. Evinin sahanlığında namâz kılması, mescid’de kılmasından: evin içinde kılması, evin sahanlığında kılmasından; harem odasında kılması da evin içerisinde kılmasından daha cfdaldir» (254) buyurmuştur. Çünkü evin harem odası, diğer yerlerinden daha çok kapalıdır. Bunun için Resûl-i Ekrem:
«Kadın nâmahremdir. (Dışarı) Çıktığı zamân, şeytân onu tâkib eder» (255) buyurmuştur. Yine Resûl-i Ekrem:
«Kadm için on avret vardır. Birini, evlendiği zamân erkek, onunu, öldüğü zamân mezar örter» (256) buyurmuştur.
Kocanın karısı üzerinde pek çok hakları vardır. Bunların en mühimi iki tânedir:
Birincisi, kadının, kendisini koruyup örtünmesi, yabancılardan muhâfaza etmesidir.
İkincisi, ihtiyâcından fazla bir şey istememek, şayet kocasının kazancı harâm ise, haram claıı kazancından imkân nisbetinde yememektir. İlk İslâm kadınları böyle yaparlardı. Erkek, evinden çıkarken, âi- lesi ve kız çocukları: «Aman efendi, bize harâm nafaka getirme; bu dünyâda açlık ve sıkıntıya katlanırız, fakat Cehennem ateşine dayanamayız.» derlerdi. Eskiden adaııım biri seyahate çıkmak istedi. Komşuları bunu duyünca muvafakat etmediler ve ailesine: «Sana yiyecek nâmına bir şey bırakmadığı hâlde, hârice çıkmasına nasıl müsâade ediyorsun?» dediler. Kadın: «Ben bu zât ile evlendim evleneli, rızkımızı te’mîn ettiğini görmedim, ancak hâzırdan yemesini bilir. Bırakın, bu yiyici gitsin, razzâk olan Allah, bize yeter.» dedi.
Şam’da İsmâil’in kızı Râbi’a adında âbide bir kadın, Ahmed b Ebû’l – Havâri’ye evlenme teklif etti. Ebû’i – Havârî:
— Ben ibâdetle meşgûlüm, kanya ihtiyâcım yok, evlenemem, dedi. Kadın:
— Ben senden daha çok ibâdetle meşgûlüm, benim de kocaya ih tiyâcım yok, ancak seni sâlihlerden gördüm. Bana da kocamdan birçok mîras kaldı. Bu, mirası, sâlih olan dostlarınla birlikte yemeni istedim ve bunun için size evlenme teklif ettim, dedi. Ebû’l – Havârî:
— O hâlde ben Şeyhim Ebû Süleyman Dârânî’ye sorayım! Çünkü beni evlenmekten o menetti ve: «Dostlarımızdan evlenenlerin hâlleri bozuldu» dedi. Sonra vaziyeti şeyhi Süleyman Dârânî’ye anlatınca, Ebû Süleyman: «Onunla evlen, o, Allah’ın velîlerinden birisidir.» dedi. Ben de Râbi’a ile evlendim. Evimizde bir yük Ces vardı. Acele ile sofradan kalkıp ellerini yıkayanlar, o maddeyi ellerinin suyu ile bitirdiler. Ebû’l-Havârî devâmla diyor ki: «Bu kadının üzerine üç kadın daha aldım, o bana iyi yemekler yedirir, güzel kokular sürer ve: “Haydi güle güle hanımlarının yanma git.” derdi.» İşte Şam’daki Râbi’a, Basra’daki Râbi’a-i Adviye’ye benzerdi. (Allah her ikisinden de râzı olsun).
Kadının kocasına olan vecîbelerinden birisi de, erkeğin njalım isrâf etmemesi ve onu korumasıdır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Kocasının müsâadesi olmadan evinden yedirmek, kadına helâl değildir. Ancak bozulup çürüyecek yaş yemekler müstesnâdır. Şâyet kocanın müsâadesi ile yedirir ise, kocasının sevâbı kadar da kendisi sevâb alır. Müsâadesi olmadan yedirecek olursa, günâhı kendisine, se- vâbı ise kocasına âit olur» (257) buyurmuştur.
Koca ile güzel geçim’ yollarını öğretmek, kadının anne ve babasında olan haklarındandır. Rivâyete göre Esmâ binli Hâricetü’l-Fe- zârî evlendireceği kızma: ‘«Kızım, alıştığın hayâttan bilmediğin bir hayâta gidiyorsun. Hiçbir sûretle tanımadığın bir kimse ile arkadaş oluyorsun. Sen ona yer ol ki, o da sana gök olsun. Sen cnun dilediğini yap ki, o da sana istediğini versin. Sen ona döşek ol kî, o da sana yaslanacağın direk olsun. Sen ona câriye ol ki, o da sana köle olsun. Herhangi bir şeyde ısrar etme ki, sana kızmasın. Ondan çok uzaklaşma ki, seni unutmasın. Sana yaklaştıkça sen de ona yaklaş. Kızdığı zamân, kendini koru. Yüzünü, gözünü ve kulağını muhafaza et ki, güzel kokunu koklasın, güzel sözünü duysun ve güzelliklerini görsün.» demiştir. Adamın biri karısına: «Benden af dile ki sevgimiz devâm etsin. Hiddetli zamânımda bana bir şey söyleme ki, kalbini kıracak bir sözle mukaabelede bulunmayayım. Bir şey söylersen bangır bangır ba- ğıraraktan söyleme. Çünkü dâimâ benim ne hâlde olduğumu bilemezsin. Fazla şikâyet etme! Fazla şikâyet sevgiyi azaltır, gönlümü senden soğutur. Gönüller dönerler, kanâatlerini değiştirirler. Sevgi ile eziyet bir gönülde toplanmaz. Bunlar bir araya gelirse, sevgi gönülden göç edip gider.» demiştir.
Uzun sözün kısası, kadının riâyet etmesi gereken edebler şunlardır: Kadın evinde oturup yününü eğirmeli, ev ve el işleri ile meşgûl olmalıdır. Yüksek yerlere çıkıp etrâfı uzun boylu gozetmemeli, komşulara gelen ve geçenlere bakmamalıdır. Komşuları ile fazla konuşmamalı, ancak iüzûmu kadar konuşmalı ve temâs etmelidir. Kocasının, huzûrunda ve gıyâbında şerefini korumalı. Her işde onun rızâsını kazanıp gönlünü hoş etmeğe çalışmalıdır. Kocasına, şeref ve nâmusunda ihânet etmemeli, müsâadesi olmadan sokağa çıkmamalı İzin verdiğinde de tesettürlü bir şekilde çıkmalı ve süs ve ziynetini teşhir etmeyip, efendisine saklamalıdır. Sokağa çıkarken nazarı dikkati çekmeyecek bir kılıkla çıkmalıdır. Sokağa çıktığında, kalabalığa karışmamalı, mümkün olduğu kadar tenhâ ve kenardan yürümeli- dir. Yabancıların kendisini bilmesinden sakınmalıdır. H attâ tanı
dıklanndan da sakınmalı ve işine devam etmelidir. Gaayesi, kendisini düzeltmek, evini sevk ve idâre etmek olmalıdır. Beş vakit namazı kılıp, orucunu tutmalıdır. Kocası evde bulunmadığı zamân —kocasının kıskançlığını düşünerek— kapıyı çalanlara iltifat etmemelidir. Kocasının servetine kanâat etmeli, kendisinden evvel kocasını düşünmelidir. Kocasının akrabalarını kendi akrabaları üzerine tercih etmelidir. Kocasına karşı dâimâ saygılı ve emrine âmâde olmalıdır. Çocuklarına şefkatli olmalı, onları korumalı ve onlara kötü söyleme- melidir. Kocasına boşboğazlık yapmamalıdır. Resûl-i Ekrem bir hadîsinde:
«Ben ve kırmızı yanaklı bir kadın kıyâmet gününde böyiece yan yanayız. Bu, kocasından dul kalmış, kız çocuklarının büyüyünceye veyâ ölünceye kadar başlarını bekleyerek ere varmayan (genç) bir kadındır.» (258) buyurmuştur. Dîğer bir hadîsde:
«Allahü Teâlâ benden önce Cennet’e girmeği bütün inşân-ara harâm etmiştir. Fakat sağımda beni geçmeğe çalışan bir kadın görürüm ve “Beni geçmek isteyen bu kadın kimdir?” derim. Denilir ki: Yâ Muhammed, bu genç yaşında kocası ölen güzel bir kadındır ki; yanındaki yetim çocukları (bütün sıkıntılara katlanarak nâmus ve iffetiyle) onların başını bekledi ve onları büyüttü. İşte mükâfat olarak Allahü Teâlâ ona bu mertebeyi verdi» (259) buyurulmuştur
Kadının riâyet edeceği edeblerden birisi de, güzelliği ile kocasına övünmemek, kocasını da çirkinliğinden dolayı hor görmemektir. Es- mai şöyle anlatıyor: «Çölde çok çirkin bir adamın nikâhında çok güzel bir kadın gördüm. Kadına: “Bu çirkin adamla nasıl durabiliyorsun?” dediğimde, kadın: “Sus, belki Allah katında en güzel bir adam dır. Allah ona lütfetti, beni verdi. Yahut belki benim büyük bir kusurum vardı da Allahü Teâlâ cezâ olarak beni buna verdi, günâhıma kefâret olur. Allah’ın taksim atına nasıl râzı olmayayım?” dedi ve beni susturdu.»
Yine Esmaî anlatıyor: Çölde bir kadına rastladım. Kırmızı elbise giymiş ve elini kınalamış tesbîh çekiyordu. Bu elbise, bu kına ve bu tesbîh birbirleriyle bağdaşamazlar, dedim, kadın: «Benim br- Allah’a bir de kocama karşı vazifelerim var; ikisini de ihmâl etmem» dedi. Yâni güzel elbise ve kına gibi süsleri kocama karşı yapıyor, teşbihi ise Allah için çekiyorum demek istemiştir.
Kocası bulunmadığı zamân sükût edip bir kenara ■ çekilerek, kocası geldiği zamân, neş’elenmek, oynamak ve kocasının gönlünü okşayacak hareketlerde bulunmak da yine hanımlara düşen vazifelerdendir. Hiç bir sûretle kocasına eziyet etmesi muvâfık değildir. Mu’âz b. Cebel (R.A.) Resûl-i Ekrem’den (S.A.V.) şöyle rivâyet ediyor
«Dünyâda bir kadın kocasına eziyet ederse, o erkeğin Hûrilsrden olan zevccsi o kadına hitâb ederek “Allah canını alsın bu adama eziyet etme. O, dünyâda senin yanında bir misâfirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacak” diyerek muâheze eder» (260).
Kadına borç olan nikâh haklarından birisi de, kocası öldüğü zamân, dört ay on günden fazla mâtem tutm am ak ve bu müddet içinde süslenip, koku sürünüp ziynetlenmemektir. Zeyneb binti Ebû Selma (R. A.) şöyle anlatıyor: Resûl-i Ekrem’in diğer zevcesi Ümmü Habîbe’nin (R.A.) babası Süfyân b. Harb öldüğü zamân, onun siyâretine gittim. Câriyesi hazırladığı kokudan kendisi de biraz sürdükten sonra: Benim kokuya ihtiyâcım yok, koku sürmek de istemem, ancak Resûl-i Ekrem’in:
«Allah’a ve âhiret gününe îmân etmiş olan bir kadına, kocasından başka hiç bir ölü için üç günden fazla matem tutması helâl olmaz. Kocası için dört ay on gün mâtem tutar» (261) buyurduğunu duydum onun için koku sürünüyorum.» dedi. Zarûret olmadıkça kocasının evinden çıkıp başka bir yere gidemez; dört ay 011 günü orada dolduracaktır.
Kendisini alâkadar eden bütün işleri yapması da, riâyet edeceği âdâblardandır. Hz. Ebû Bekir’in (R.A.) k.ızı Esma’nın (R.A.) şöyle anlattığı rivâyet ediliyor: Zübeyr beni aldığı zamân, bindiği at ve su çeken devesinden başka hiç bir şeyi yoktu. Ben atının yemin;, verir hizmetini yapardım. Hurma çekirdeği döver devesine yedirirdim. Suyu onunla çekerdim. Kovasını dikerdim. Hamurunu yoğururdum. Çekirdeği başımın üzerinde üç fersah mesafeye taşırdım. H attâ (babam) Ebû Bekir, bana bir câriye gönderdi. Atın hizmetine o baktı ve sanki beni âzâd etti. Bir gün başımın üzerinde çekirdek taşırken, Aslıâb ile gelmekte olan Resûl-i Ekrem’le (S.A.V.) karşılaştım. Re sûl-i Ekrem, devesini çökertip beni terkisine almak istedi fakat, ben erkekler arasına girmekten utandım ve kocam Zübeyr’in kıskançlığını düşünerek binmek istemedim. Resûl-i Ekrem de benim utandığımı anladı. Zübeyr’e mes’eleyi anlattığımda, Zübeyr: «Başının üzerinde çekirdek taşıman, Resûl-i Ekrem’in terkisine binmenden benim için daha ağırdır.» dedi. Yâni binseydin demek istedi. [Çünkü binmek ayıp değil, ayıp olan yük taşımaktır] (262).
Allah’ın lûtfu keremiyle «Nikâhın Âdâbı K’tâbı» burada sona erdi. Allah’a hamdeder, Resûlüne de salât u selâm ederim.