Genel

köpekbalığı ile Batragın (Amphioxus) Birlikte Varolması

köpekbalığı ile Batragın (Amphioxus) Birlikte Varol- mas»”.. gibi. Ama, “Balıklar” ile “Memeliler’

birbir\eriy\e yanşa girmez. Bütün “Memeliler” sınıfının, ya da bu sınıfın bazı üyelerinin ilerlet­mesi, onların, “Balıkların” yerini almasına neden olmazdı. Fizyologlar, beynin çok çalışması için, sıcak kanla beslenmesi gerektiğine inanmakta­dırlar. Bu ise, “Hava” ile solunumu gerektirmek­tedir. Bu yüzden, suda yaşayan “Sıcak Kanlı Memeliler”; solumak için, ikide bir, “Su Yüzüne Çıkmak” gibi elverişsiz bir duruma düşer..” (3).

Bütün bu satırlarla Darwin’in anlatmak iste­diklerini özetlersek, şu sonuçlara varıyoruz: Yer­yüzünde gördüğümüz canlı varlıklar, çağlar boyu süregelen bir “Yaşam Savaşı” vererek gelişegel- mektedirler. Bu “Yaşam Savaşı”, hem “Doğal Çevre”ye hem de başka tür “Canlı Varlıklar”a karşı sürdürülmektedir. Güçsüz olan “Tür”ler, ölüp gitmektedir. Güçlü olanlar ise, “Çevreye Karşı Daha İyi Bir Biçimde Uyumda Bulunabil­mek İçin” evrimde bulunmakta ve “Yeni Bir Yapıya Bürünmektedir”ler. “Yaşamlarını Yitiren” türlerin buv durumunu, “Doğal Seçme” ya da “Doğal Ayıklanma” diye nitelendiren Darwin, “Yaşam Savaşını Kazanan Türlerin” de, ancak bazı “Değişim ve Dönüşüm’lerle bu duruma gelebildiklerini ileri sürmektedir. Çevrenin bu etkileri ile de “Canlı Varlık”lar, durmaksızın “Evrimde Bulunmuşlardır. Kısaca, bugün tanıdı­ğımız “Çeşitli Varlık Türleri”, yüzbinlerce yıl süregelen/’Biyolojik Evrim” içinde, çeşitli biçim­lere dönüşmüş olan canlı varlıkların “Bugünkü Türleridir.

—  Peki, bu “Evrirriin, bugün, son basama­ğında duran “lnsan”ın “Evrim Süreci”, nasıl geliş­miştir?.. Bu “İnsan”, hangi dönüşümler sonunda, bugünkü yapısına ulaşabilmiştir?..

Charles Darwin, bu soruların karşılıklarını, bir başka yapıtında, “İnsanın Türeyişi” adlı kitabında vermeye çalışmıştır. Darwin, kitabının başında, “İnsanın, Daha İlkel Bir Yaratıktan Meydana Gelip Gelmediğini, onun “Embriyonal Gelişi­minin, hayvanlarınkine benzeyip benzemedi­ğini araştırarak girmektedir.

“.. İnsan 1/5 mm. çapında, diğer hayvanların yumurtasından hiç bir bakımdan ayırdedileme- yen bir yumurtadan gelişir. Embriyonun (rüşeym’in) kendisi, belli bir gelişme basamağın­da diğer omurgalı hayvanların embriyonundan ayrılamaz. Bu basamakta, boyun atardamarları, kavis şeklindeki dallar halinde,, sanki, kan galsamalara sevkediliyormuş gibi, seyreder. Yu­karı omurgalı hayvanlarda ise, galsamaların bulunmadığı bilinir. Bunların, daha önce varol­duğunu, embriyonda, boyun yanlarında bulunan galsama yarıkları gösterir. Bir süre sonra, Cart Ernst von Baeñn belirttiği gibi, hareket organları meydana gelmeye baslar. Bu uzantılar, hem kertenkelede, hem memelilerde, hem dc kuş\âun ayak ve kanatlarında, insan embriyonundan fark­sızdır..” (4).

Darwin, kitabının daha sonraki bölümünde, yeryüzünün çeşitli yörelerinde bulunan insanla­rın, o yöredeki doğal yapıya uygun bir biçimde beden yapısına sahip bulunduğu ve bu nedenler­le de diğer insanlardan daha farklı bir yapıda oldukları üzerinde durmaktadır, insan, doğal koşullara uygun yapılara büründüğüne göre, neden, daha önce varolan başka bir tür varlığın, yeryüzünün en son jeolojik durumuna uygun bir yapıya geçmesinden meydana gelmiş olmasın?.. Bu konuda çeşitli bilginlerin araştırma ve göz­lemlerini belirten Darwin, şu örnekleri sıralamak­tadır:

“.. Blumenbach da, Amerikan yerlilerinin kafatasında burun boşluklarının büyüklüğüne değinmiştir. Kendisi, bu bulguya, yerlilerin, koku duyusunun keskinliği ile bağdaştırmaktadır. Ku­zey Asya’nın geniş yaylalarında yaşayan Mogol- lar’da, Pallas’a göre, çok iyi gelişmiş duyu organ­ları vardır. Prichard, Mogol kafatasının çok enli oluşunu, duyu organlarının çok gelişmiş olması sonucuna bağlamaktadır. Quechua – Hintlileri, Peru’nun yüksek yaylalarında otururlar. Devamlı olarak, basıncı düşük bir hava teneffüs ederler. Alcide d’Orbigny, bu durumun sonucu olarak, göğüs kafeslerinin ve akciğerlerinin iyice genişle­diğini kabul etmektedir. Akciğer hücreleri, AvrupalIlardan daha büyüktür. Bu gözlemlerden kuşku duyulmuştu.. Fakat Forbes, 10-15 bin feet yükseklikte yaşayan akraba bir ırkın, Aymâraların çoğunu, dikkatle muayene etti. Kendisinin bana açıkladığına göre, bu insanlar, boy uzunluğu ve beden çevresi bakımından, gördüğü bütün insan ırklarından büsbütün farklı idiler.. Aymara’lar, soğuk ve yüksek yurtlarına, öylesine bir uyumda bulunmuşlardı ki, İspanyollar tarafından, daha alçak doğu vadilerine götürüldükleri zaman ya daha sonraları yüksek ücretle kandırılarak altın sahillerine indirildiklerinde, korkunç denecek sayıda ölüyorlardı..” (5)

Bütün bu gözlemleri sıraladıktan sonra, Darwin, konunun en önemli yerine gelmekte ve “İnsan” ile “Maymun”un yapıları arasında birbi­rine benzeyen kısımlar üzerinde durmaktadır. Bu organlar, böylesine birbirine benzediğine göre, “İnsan Türü”, acaba “Maymun Türü”nün, bir “Değişim ve Dönüşüm” sonunda ortaya çıkma­sından mı oluşmuştur? Ünlü bilgin, bu konuda da şöyle yazmaktadır:

“Insan”la “Maymun” arasında genetik bir bağlantı yok ise, yalnızca çıplak bir tesadüf sonucu, insandaki yeniden fazla kasın, anormal olarak bazı maymunlarınkinin aynı olması, tama­men olası dışıdır. Diğer yandan, “İnsan”, herhangi bir “Maymun”umsu yaratıktan türüyor­sa, bazı kasların, binlerce kuşaktan geçtikten sonra, niçin birdenbire yeniden meydana çıktık­larını, aynı biçimde, at, eşek ve gevişgetirici hayvanlarda yüzlerce ya da büyük bir olasılıkla binlerce kuşak sonra, bacak ve omuzlarda koyu renkli çizgilerin yeniden neden ortaya çıktığını anlamak için, dolambaçlı yollara gitmeye neden kalmamaktadır..” (6).

İncelemelerini daha da derinleştiren Darwin, Memeliler sınıfındaki gelişmelerin, eski Tekdelik- Iilerden, eski Keselilere ve oradan da plesantalı Memelilere doğru, bir sıra dönüşümlerle ortaya çıktığını belirtmektedir. Maymunların “Eski Dün­ya Maymunları” ve “Yeni Dünya Maymunları” olarak iki büyük evrim geçirdiğini ve sonuncu maymun türünden de “lnsan”ın meydana geldi­ğini ileri süren Darwin, kitabının sonunda şu satırları yazmaktadır:

“.. Bu kitabın vardığı en önemli sonuç, (yani insanın, daha aşağı derecede organize bir yara­tıktan türemiş olması) birçokları için, büyük bir hiddet nedeni olacaktır. Buna üzülüyorum. Fakat, bizim, barbarlardan geldiğimize kuşku yoktur. Ateş Adalarını, vahşi ve sarp kayalıklı bir sahilden ilk gördüğüm andaki hayretimi, hiç bir zaman unutamıyacağım. Bir anda kafamdan, “Atalarımız böyle idi” fikri geçti. Bu insanlar, tamamen çıplaktılar. Bedenleri, boyalarla süslen­miş uzun saçları birbirine karışmıştı. Ağızları, heyecandan köpük içinde, görünüşleri vahşi, korku verici ve sefil idi. Herhangi bir sanatı bilmiyor ve vahşi hayvanlar gibi ne bulurlarsa onunla yaşıyorlardı. Hükümetleri yoktu ve kendi küçük topluluklarına ait olmayan her şeye karşı merhametsizdiler. Vahşiyi, vahşinin vatanında kim görmüş ise, damarlarında, daha aşağı yara­tıkların kanı dolaştığını tanımaktan utanmıya- caktır..” (7).

“Biyolojik Evrim” denilince akla ilk gelen isim Lamarck ve Darwin olduğu için, bu bilginlerin, incelemelerine özellikle değinmemiz gerekliydi. Darwin’in, büyük heyecan uyandıran bu gözlem­lerine ve ileri sürdüğü fikirlere karşı, bilim evre­ninde büyük eleştiriler açılmış, bazı bilginler ise, onun gözlemlerinin doğru olduğu üzerinde durmuşlardır. Lyell, Huxley, Carl Vogt adlı bilgin­ler, bu fikri geliştirirlerken ünlü Alman Doğa Bilimcisi Ernst .Haeckel, büyük bir içtenlikle

Darwin’i desteklediğini, tüm bilim evrenine yay­mıştır. Haeckel, çağımızın başında yazdığı “Die Weltreatzel” (Evrenin Sırları) adlı kitabında, Darwin’e büyük bir yer ayırmış ve bu kitabı, bir kaç yıl içinde otuz ayrı dile çevrilerek yayınlan­mıştı. Ernst Haeckel, bu kitabında Darwin hak­kında, şu satırları yazmaktadır:

“.. Gerçi bundan binlerce yıl önce, keşiflerle uğraşan bazı düşünürler, “Varlıkların Evrimin­den söz etmişlerdi. Fakat, “Evrim” kavramının bütün dünya için ele alınması gerekeceği yolun­daki görkemli fikir, ondokuzuncu yüzyıl’da doğmuştur. Ancak, bu görüş, aynı yüzyılın ikinci yarısında berraklaşmaya başlamıştır. Bu “Evrim Görüşü”nü, deney ve gözlemlere dayandırarak saptamak ve bunu bütün dünyaya yaymak şerefi, Ingiliz Doğa Bilimcisi Charles Darwin’e ait­tir..” (8).

Çağımızın bir başka ünlü İngiliz Biyoloji bilgini Julian Huxley ise “Hareketin Evrimi” adlı kitabında, Darwin’in “Biyolojik Evrim” konusun­da ileri sürdüğü görüşleri, ayrıntılarına girerek tartışmakta ve bu arada kendi gözlemlerini de katarak bu “Evrim”i belirtmektedir. Huxley, kitabının Beşinci Bölümünü “Biyolojik Gelişim Yolu” başlığı altında sunmakta ve şunları yazmaktadır:

“.. Burada, belli başlı bir kaç noktaya değin­mek istiyorum. Bütün biyolojik varlıklar için bir “Gelişim” vardır. Türlerin çokluğuna rağmen, belirli koşullara “Uyumda Bulunma” ve “Ayarlan­ma” durumu vardır. Yaşamın, belirli bir bölü­münde ise, Türler arasında “özel Bir Yapıya Bürünme” ve biyolojik makinenin genel bir gücü olarak da “İlerleme” durumu vardır. Fakat, “Geli­şim”, öyle hazır elbise gibi bir durum olmayıp, zaman içinde olagelmektedir. Çoğu, kısa ya da uzun bir süre sonra bitmekte ve bir “Durak Nok- tasina gelmektedir. Bazan, bu “Gelişim Yolu”, uzun bir süre gitmektedir. Ancak, sonuçta, o da “Durak Noktasina varmaktadır. Böyle, birbirle­rinin yerine geçme ve daha sonrakinin, kendin­den öncekinin yerini almasına, “Süregelen Uyum” dememi anlıyorsunuz. Genel İlerleme ya da Genel Gelişim’in bir sonucu olarak, “Bir Tür’ün, Başka Bir Tür’ün Yerine Geçmesi Olayı”, kendiliğinden meydana gelmektedir. Diğer yanda ise, “Memeliler” ile “Kertenkelegiller” arasında “Durmaksızın Süregiden Gelişim” durumu da vardır. Bu nedenlerle, bütün bu “Sürekli Evrim Zamanim belirleyebilecek, tek bir kelime bul­mamız gerekmektedir. Ben, anlaşılmaz ya da gizli anlamlı kelimeler yerine, (Progress) “Geli­şim” kelimesine benzer bir kelimenin kullanılma­sını öneririm..” (9).

Buraya kadar olan inceleme ve araştırmaları­mız sonunda, “Biyolojik Evrim” süresince ilginç bazı durumların meydana geldiğini saptayabile­ceğiz. Bunlardan en önemlisi, hiç kuşku yok ki, “Biyolojik Evrim”in “Durmaksızın Süregelmiş Olmasidır. Ancak, onun kadar ilginç olan bir diğer durum ise, bazı Türlerin, belirli “Durak Noktalarinda kalmaları ve ondan sonra belirli bir “Gelişim”de bulunmaksızın aynı Tür’ü sürdürme­leridir. Karınca yumurtasından, karıncanın çık­ması; At’m, at yavrusu, maymunun maymun yavrusu doğurması gibi. “Biyolojik Evrim” teori­sini eleştirenlerin, en çok üzerinde durdukları nokta da bu ikinci noktadır. Onlar,

—  Madem ki, “İnsan”, “Maymun”dan mey­dana gelmiştir. O halde, aynı “Maymun’lar niçin, günümüzde de, “lnsan”a benzeyen biçim­de “Yavrular Doğurma Evrimi”ni göstermiyorlar?.

sorusunu yöneltmektedirler.

Bu soruya karşılık “Biyolojik Evrim” tezini savunanlar,

—  Dallara ayrılma biçiminde gelişen “Evrim” içinde “Maymun” türünden “İnsan” türü’ne geçiş evrimi olmuş ve bu evrim sonfunda da, diğer varlık türleri gibi “Maymun Türü” de “Doğal Ayıklanmaya” uğramış ve nesli gitgide tüken­meye başlamıştır!..

biçiminde karşılık vermektedirler, bilginlerin birleştikleri bir konu var. O da, “Hayvan Türlerinin gitgide azalmakta o[1] Bir yandan “Doğal Ayıklanma” diğer yanda® “lnsan”ın “Avcılık heyecanını tatmin ve çe kirletmedeki İsrarı” karşısında, öyle sanılır yakın bir gelecekte, “Tüm Hayvanların Muz lerde İçi Doldurulmuş Mumyalarindan baş ortada bir şey kalmayacaktır.

 



( 1 ) ROST AND Jean : Biyoloji A çıstndan İnsan, Çev : Ender Gürol. Varlık Yayınlan. İstanbul 1964, Sa: 104.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir