KÖTÜ AHLÂK VE BUNLARDAN KURTULMAK ÇÂRELERİ

KÖTÜ AHLÂK VE BUNLARDAN KURTULMAK ÇÂRELERİ

İnşâna dünyâda ve âhıretde zarar veren her şey, kötü ahlâkdan meydana gelmekdedir. Ya’nî, zararların, kötülükle­rin başı, kötü huylu olmakdır. Kötülüklerden sakınmağa (Takvâ) denir. Takvâ, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Çünki, bir- şeyi tezyin etmek, süslemek için, önce pislikleri, kötülükleri yok etmek lâzımdır. Bunun için, günâhlardan temizlenme­dikçe, tâ’atlann, ibâdetlerin fâidesi olmaz. Hiçbirine sevâb verilmez. Kötülüklerin en kötüsü, küfrdür. Kâfirin hfçbir iyi­liği, hayrâtı, hasenâtı, âhıretde fâideli olmaz. îmânı olmıyanm hiçbir iyiliğine sevâb verilmez. Bütün iyiliklerin temeli takvâ- dır. Herşeyden önce, takvâ sâhibi olmağa çalışmak lâzımdır. Herkese, takvâ sâhibi olmalarım emr ve nasihat etmelidir. Dünyâda râhata, huzûra kavuşmak, sevişmek, kardeşçe yaşa­yabilmek, âhıretde de, sonsuz azâbdan halâs olarak, ebedî ni’met- lere, se’âdetlere kavuşmak, ancak takvâ ile nasîb olur.

Kötü huylar, kalbi, rûhu {tasta eder. Hastalığın artması, kalbin, rûhun ölümüne sebeb olur. Kötü huyların en kötüsü olan şirk, ya’nî küfr ise, kalbin, rûhun en büyük zehiridir, hemen öldürür. îmânı olmıyanm, (Kalbim temizdir. Sen kalbe bak) gibi sözleri, aslı, esâsı olmıyan boş lâflardır, ölmüş, kok­muş olan kalbin temiz olması düşünülemez.

 

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, ibâdet üçe ayrılır: Doğru i’tikad, doğru söz ve doğru iş. Bunlardan son ikisinde, açık olarak emr edilmemiş olanlar, zemana ve şartlara göre değişir. Allahü teâlâ, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslî- mât” vâsıtası ile değişdirir. İbâdetleri, insanlar değişdiremez. Pey­gamberler “aleyhimüsselâm” ve bu büyüklerin vârisleri olan, EM-i sünnet mezhebinin âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, ibâdetle­rin çeşidlerini ve nasıl yapılacaklarını ayrı ayrı bildirmişlerdir. Herkesin bunları öğrenmesi ve ona göre hareket etmesi lâzımdır.

Bu fâkire göre, sözün hulâsası, yukarıda bildirildiği üzere, doğru i’tikâd, doğru söz ve amel-i sâlih, birinci vazîfedÜl

İslâm âlimleri ve tesavvuf büyükleri “rahime-hümullahü tğfc’ lâ” buyurdular ki, insana vâcib olan birinci vazife, îmân ve ap|İİ ve ihUfr sâhibi olmakdır. Dünyâ ve âhıret se’âdetleri, ancak İ!Ü üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel, kalb ile ve dil ite, ya’nî sözfte ve beden ile yapılacak işler demekdir. Kalbin işleri, ahlâkdır. îh- lâs, amelini ya’nî bütün işlerini, ibâdetlerini, yalnız Allahü teâlâ- nm rızâsına, sevgisine kavuşmak için yapmak demekdir.

Kalbini, Cennet bağı yap, çeşme-i tevhîd ile, rûh bağçeni gölşen eyle, gonta-i tevhkl ile!

Hem mekânsız, hem zemansız, rtihâyetsiz yollan, kat ‘ider gönül erbâbı, kuvvet-i tevhîd ile.

Her ne kadar, yüz karam, yapdıysa ısyân sende, temizlenir her yerin, sâbûn-i tevhîd ile.

îns ve Gri Memlerini, asarak Arşa çıkar, kbn ki mi’râc eyiediyse, cezbe-i tevhîd ile.

Ey Niyâzî! Ârif-i bülâh gönülden kaldırır, yetmişbin perdeyi hep, bir lem’a-i tevhîd ile.

derdlerden, sıkıntılardan muhâfaza etmeğe çalışmaz ma? Ona hizmet edebilmek için. kendini tehlükelere atmaz mı? Bunları yapmasa, o ihsân sâhibine hiç kıymet vermese, herkes onu ayblartıaz mı? Hattâ, insanlık vazifesini yapmıyor diye cezalan­dırılmaz mı? İyilik eden bir insanın hakkına böyle riâyet edili­yor da, her ni’metin, her iyiliğin hakîkî sâhibi olan, hepsini yaratan, gönderen, Allahü teâlâya şükr etmek, Onun beğen­diği, istediği şeyleri yapmak niçin lâzım olmasın? Elbette, en Çok Ona şükr etmek, ençok Ona itâ’at etmek, ibâdet etmek lâzımdır. Çünki, O^nun ni’metleri yanında başkalarının iyilik­leri deniz yanında damla kadar bile değildir. Hattâ diğerlerin­den gelen iyilikleri de, yine O göndermekdedir.

Allahü te’âlânın ni’metlerini kim sayabilir? ni’metlerinin milyonda birine kim şükredebilir?

İnsan, Allahü teâlâya karşı lâzım olan şükr borcunu nasıl yapmalıdır? Ba’zılanna göre; birinci vazîfe, Allahü te- âlânın varlığını düşünmekdir. Mesnevi:

Hamd olsun, ni’metleri bol Allaha, önce, varlık ni’meti verdi bana!

İhsânlarını saymağa güç yetmez, güç de, her üstünlük de lâyık ona!

Ba’zılarma göre, ni’metlerin Ondan geldiğini anlamalı ve dil ile hamd ve senâ’etmelidir.

Ba’zılanna göre, birinci vazîfe, Onun enirlerini yapmak,

haramlarından sakınmakdır.

Bir kısmı da, insan önce kendini temizlemeli. Böylece, Allahü teâlâya yaklaşmalıdır dedi.

Ba’zıları, insanları irşâd etmeli, doğru, sâlih olmalarına çalışmalıdır dedi.

Ba’zıları da, insanın belli bir vazifesi olmaz. Her insanın kendine göre başka başka vazifeleri olur dedi.

Sonra gelenlere göre, insanın Allahü telâya “karşı vazi­fesi üçe ayrılır: Birincisi, bedeni ile yapacağı işlerdir. -Nemâz, oruç gibi. İkincisi, rûhu ile yapacağı vazifedir. Doğru i’tikad etmek TEhl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, inanmak]. Üçüncüsü, insanlara adâlet yapmakla, Allahü teâ­lâya yaklaşmakdır. Bu da emâneti munâfaza, insanlara nasi­hat etmek, evvelâ islâmiyyeti öğretmekle olur.

 

ALTINCI BÂB

(Ahiâk-ı alâî) kitâbının altıncı bâbında güzel ahlâkın

nev’leri bildirilmelidedir. Biz, bunlardan yalnız adâleti bildi­receğiz. Adâlet üçe ayrılır:

Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmekdir. Allahü te- âlânın merhameti, ni’metleri, ihsânları, her mahlûka yayıl- mışdı. Ni’metlerinin en büyüğü, kullarına seâdet yolunu göstermesidir. Haklan yok iken, hepsini en güzel şeklde yaratmışdır. Ebedî, sayısız ni’metler, iyilikler vermişdir. Böyle bir sahibe, yaratana ibâdet etmek, O’nun ihsân etdiği ni’metlere şükr etmek elbette lâzımdır. Adâlet için sâhibinin hakkını gözetmek îcâb eder. Her insanın yaratanına karşı borçlu olduğu bu kulluk hakkını edâ etmesi vâcibdır.

Adâletin ikinci kısmı, insanların hakkını edâ etmekdir. Hü­kümete, âmirlere, kanünlara karşı gelmemek, âlimlere hürmet, emânetlere vefâ, alış-veriş haklarını edâ, va’dlerini îfâ etmek lâr zımdır.

Üçüncüsü, geçmişlerin haklarını edâ etmekdir. Bu da, onların borçlarını ödemek, vasıyyetlerini îfâ etmek, vakflarmı muhâfaza ve bırakdığı hayrât ve hasenâtı devâm etdırmekle olur

İyilik edene, mâl ile, hizmet ile karşılığı yapılır. Bunu yapamıyan, hamd ve senâ, teşekkür ve düâ eder. Karşdjtk y$j|i$|jyamn başına kakılır. Kötülenir. İncitilir. Çünki,

Öfşii iyilik yapmak, insanlık vazifesidir. Böyle olunca, iyiliği yapan, en büyük iyilik olarak, yok iken var eden, *® güzel şekli veren, lüzûmlu uzvları, kuvvetleri, ihsân eden, ta­birini bir âhenk ile işleterek sıhhat veren, akl ve zekâ bahş edift, çıtlık çocuk, eV, ihtiyâç eşyâsı, gıdâ, içecek, elbiselerimizi yafa- tan yüce bir sâhibe, bu ni’metleri sebebsiz, karşılıksız thipi eden ve her an yok olmakdan, düşmandan, hastalıkdan muf|lr faza eden ve bize hiç ihtiyâcı olmıyan, sonsuz kuvvet, kujglt sâhibi olan Allahü teâlâya şükr etmemek, kutluk hakkını memek ne büyük kabâhât, ne çok zulm ve ne alçak bîr »e’ lyyet olur? Hele, Ona ve nimetlerin O’ndan gel&fjiiie ©anmamak veyâ bunlan başkasından bilmek en büyük zftj, dı çirkin yüz karası olur. Bir kimseye her ihtiyâcı verıtee,üftşy yetecek para, gıdâ hediyye olunsa, bu kimse, o ihsân İtr .yerde herkese nasıl över. Gece gündüz onun sevgHpt teveccühünü, onun kalbini kazanmağa uğraşmaz mı?’:$Rp

  • 49— IdtaAMâfa—

hayvanlara, hattâ nebatlara ve rızklara sirâyet eder, yayılır. Fekat, Allah korusun, bir yerdeki hükümet adamları, şefkatli, iyi huylu, adaletli olmazsa, insan haklarına saldırırlar, zulm, yağma, işkence yaparlarsa, bunlar adâlet erbâbı değil, iblislerin ahbâbı, şeytânların yoldaşlarıdırlar. Beyt:

Aldatmasın seni, diktatörün sarayları, kumaşı, saray bağçesini, sular dâim, mazlumların göz yaşı!

Emri altında olanlara merhamet etmeyenler, kıyâmet günü Al­lahü teâlâmn merhametinden uzak kalacaklardır.

Men, lâ yerham, lâ yurham!

buyurulmuşdur ki, acımıyana acınmaz demekdir. Böyle zâlim­lerin topluluğuna hükümet değil, eşkıya denir. Bunlar, birkaç senelik, muvakkat dünyâ zevkleri için, milyonlara eziyyet ederler. Fekat, zulmlerinin cezâsım çekmedikçe, bu dünyâdan gitmez­ler. O kadar refâh ve lezzetler içinde oldukları hâlde, elbette şiddetli sıkıntılar, büyük derdler yakalarını bırakmaz. O salta­nat hiçbirinin elinde kalmaz. Çok olur ki, düşmanlarının eline geçer. Bu hâli görür. Ciğerleri yanar. Meryem sûresinin seksen- birinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Mâlik, hâkim olduğunu söylediği şeylerin hepsini dinden alırız. Yalnız başına huzurumuza gelir) dir. Burada bu- yurulduğu gibi, Allahü teâlânın mahkemesine, yüzü kara, sürünerek geti­rilir. Yapdığı kötülükleri inkâr edemez. Hepsinin cezâsım çok acı olarak çeker. Yapdığı zulmlerin, işkencelerin karanlığı, etrâfım kaplar. Önünü göremez. Azâb meleklerinin pençe­sinde, kendi yapdıklannın katkat kötüsünü çekmek için, Cehennem azâbına atılır. Allahü teâlâmn dînini beğenme­diği, ona çöl kanûnu dediği için, orada rahmete kavuşamaz.

Hâlikın dururken, mahlûka tapma, şeytâna uyup da, yolundan sapma, haramlara dalıp, dinîni yıkma! ‘

Yürü dünyâ yürü, sonun vîrândır bin yılından sonra, âhır zemandır!

 

metler, çok kâğıd para basabilir. Altını az olan, kâğıd parayı çok basarsa, bunların kıymeti olmaz. Çünki, Allahü teâlâ, altın ile gümüşü para olarak yaratmışdır. Başka hiçbirşey, altınm yerini tuiahiaz. Bunun içindir ki, zekâtm altın veyâ gümüş olarak verilmesi emr olunmuşdur. Eşyânın kıymetlerini altın ve gömüşle, adâleti gözeterek ölçecek âdil bir hâkim lâzımdır. Sözü geçer olan bu hâkim de, hükûmetdir. Âdil bir hükümet, zulmü, işkenceyi önler. Allahü te’âlâmn emr etdiği adâleti temin eder. Eşyanın kıymetlerini, adâlet ile tesbît eder.

Demek ki, insanlar arasında adâleti temîri etmek için üç şey Hamdır: Nâmûs-i rabbânî, hâkim-i insânî ve dinâr-i mîzânî. Sonlardan en kuvvetlisi, en büyüğü, nâmûş-i rabbânî olan isj||fmyyetdir. Dinler, Allahü te’âlânın adâleti sağlamak için gön- Wpiği kanûnlardır. Hâkimlerin adâleti sağlamaları için, bu gönderdi. Hadıd sikesi yirmibeşindâyçtininmeiUH,$OT- ®İ>oifflra kitib ve terâzî gönderdik ki, tapala adâleti yete getirajn- U0tr. Burada, kitâb, din demekdir. Çünki din, Kur’ân-ı kerîmdeki eför ve pakların ismidir. Terâzî de, altına işâretdir. Çünki altın, ağır- l&ljı ölçülür. Kur’in-ı kerîmin emr ve yasaklarını beğenmeyen kâffedKr wmttdâftkdır. Hâkimi, hükümeti dinleyen âsîdir. [Müslimân, Dâr- t|^f#>jâeki kâfirlerin kanûıüanna da karşı gelmez. Suç işlemez.} Ata­na» de|erini kabûl etmiyen de, hâin ve hırsız olur.

. TENBIH—İnsamnevvelâ kendine, hareketlerine, a’/asına adâlet etmesi lâzımdır. İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşu­larına, arkadaşlarına adâlet yapması lâzımdır. Adliyecilerin ve hükümet adamlarının da, millete adâlet yapması lâzımdır. Demek ki, bir insanda adâlet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, a’zâsmda adâlet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her a’zâsmı, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalı­dır. Allahü teâlânın âdetini değişdirip, onları akim ve ıslâmiyyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır. Çoluk çocuğu varsa, ottlara karşı da, akla ve dîne uygun hareket etmeli, dînin gösterdiği güzel ahlâkdan sapmamalıdır. Güzel ahlâk ile huy- lanmalıdır. Hâkim, vâlî, kumandan ve herhangi bir âmir ise, yine ibâdetleri yapdırmalı ve yapmalıdır. Böyle olan kimse, bu dflnyâda, Allahü teâlânın halîfesi olmuşdur. Kıyâmetde de 9||tter için va’d edilen ni’metlere kavuşur. Böyle bir hayrlı kartlsepın hayr ve bereketi, onun bulunduğu tâlî’li zemana, mubârek yere ve orada bulunmakla bahtîyâr olan insanlara

 

yemek yiyemez. Gıdâ, elbise ve binânın, hâzırlanması lâzımdır. Ya’nî, şan’atlara ihtiyâcı vardır. Bunun için de, araşdırmak, düşünmek, tedkîk etmek, tecribe yapmak, çalışmak lâzımdır. Demek ki, fen, san’at, insanlığa yaratılış îçâbı lâzımdır.

[İslâmiyyet fenni, tekniği, çalışmağı teşvik etmekde, emr eylemekdedir. Komünistler, islâmiyyete alçakça iftirâ ediyor. İslâmiyyet, insanları uyuşdurmakda, çalışmağı frenlemekde- dir diyerek, küstahça yalan söylüyorlar. Fenni, ilmi, çalışmağı emr eden, çalışanları öven âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerifler meydânda dururken, bu alçak, hayâsızca iftirâlar, güneşi balçıkla sıvamağa benziyor. Bu yalanlara gençlerin kolay aldan­malarını, sağlıyabilmek için, İslâm bilgilerini yasak ediyor. Din kitâblarını yok ediyorlar. İslâmiyyetin fenne, çalışmağa verdiği ehemmiyyeti gençlerin işitmemeleri, öğrenmemeleri, din câhili _ kalmaları için, son gayret ile uğraşıyorlar. Din bilgilerini, islâm eserlerini’ yok etmek için, her işkenceye, zulme başvuruyorlar.

İslâmiyyet, fenne, tekniğe çalışmağa mâni’ olur mu? İnsan, herşeye muhtâcdır. Her ihtiyâcını hazırlamağa mecburdur. Bunu hâzırlıyan da, fen ve san’atdır ve çalışmakdır. Muhtelif san’atlar lâzımdır. Bir insanın her san’atı öğrenmesi, mümkin değildir. Herbir san’atı mu’ayyen kimseler öğrenir, yapar. Herkes, kendine lâzım olan şeyi, bu san’at sâhibinden aîır. Bu san’at sâhibi de, kendine lâzım olan başka birşeyi, onu yapan diğer san’at sâhibinden alır. Böylece, insanlar birbirlerinin ihtiyâçlarını temin eder. Bunun için, insan yalnız yaşıyamaz. Bir arada yaşamağa mecburdurlar. Medenî demek, bir arada yaşamak zorunda ol­mak demekdir.]

İnsanlar bir araya gelince, açıkgözler, başkasının hakkına saldırır. Zulm edenler olur. Çünki, her nefs, istediğine kavuş­mak ister. Tatlı olanl almağa uğraşır. Bu şeyleri istiyen birkaç kişi çekişmeğe başlar. Bir leşe toplanan Köpeklerin birbirlerine hırlamaları gibi, aralarında döğüşme başlar. Bunları ayırmak için, kuvvetli bir hâkim lâzım olur. Alış-verişde, herkes kendi yapdığmın dahâ kıymetli olduğunu söyler. Yapılan şeylerin karşılıklı değerlerini adâletle ölçmek lâzım olur. Eşyânın değer­lerini karşılıklı ölçen şey, altın ile gümüşdür. Ya’nî paradır. Altın ile gümüşe (Nakdeyn) denir. Her milletin’ kullandığı kâğıd liralar, şimdi hep altın karşılığıdır. Ya’nî, altını çok olan hükû-

 

BEŞİNCİ BÂB

Şimdi, adâletinne olduğunu bildirelim: Adâlet, iyi huy­ların en şereflisidir. Âdil kimse, insanların en iyisidir. Adâlet; ittifak, müsâvât demekdir. İki şeyin yâ kendileri veyâ sıfatları müsâvî olur. Benziyen yerlerinde birleşmişler demekdir. Demek ki adâlet, birlikden, vahdetden doğmakdadır. Vahdet ise, en şerefli bir sıfat, en üstün bir hâldir. Çünki, bütün varlıklar bir varlıkdan meydana gelmişdir. Âlemde rastlanan her birlik, hakîkî biricik varlığa benzemekdedir. Her varlık, o bir olan varlıkdan, olduğu gibi, her birlik, o birdendir. Ölçme, karşılaşdırma işlerinde, müsâvât ya’nî eşitlik gibi şereflisi, kıymetlisi yokdur. Mûsikîde bu mesele daha mufassal tedkîk edilmekdedir. İşte bunun için, iyiliklerin en şereflisi adâ- letdir. Adâlet, ortada olmakdır. Ortadan ayrılanda adâlet vardır demek, yanlış olur.

Üç yerde adâletin bulunması lâzımdır:

  • Bir malı, bir ni’meti bölerken adâlet ile bölmek lâzımdır.
  • Mu’âmelâfda, alış-verişde adâlet lâzımdır.
  • Ukûbâtda, cezâ vermekde adâlet lâzımdır. Bir kimse, birisine korku verse, saldırsa, bu kimseye de, öyle yapılması lâzımdır. [Fekat, bu karşılığı ancak hükümet yapar. Kendisine saldıran kimse, buna karşılık yapmamalı, bunu emniyete, mah­kemeye haber vermelidir. Müsümân, tem islâmiyyete ayar,günâh ilemez. Hem de kanûna uyar, suç işlemez.] Adâlet olunça, herkes korkusuz yaşar. Adâlet, korkusuzluk demekdir.

Adâlet nedir? Bunu insan aklı ile bulmak çok güç olduğu için, Allahü te’âlâ, kullarına acıyarak, memleketleri koru­mak için, bir ölçü âleti gönderdi. Bu İlâhî ölçü ile, adâleti ölçmek kolay oldu. Bu ölçü, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vet- tfâftmâî” getirdikleri dinlerdir. İslâmiyyete nâmûs-i MM de denir Bu­gün ve kıyâmete kadar kullanılması emr olunan ilShî ölçü, Muham- n|ed aleyhısselâmagönderilen ölçüdür. Bu birinci ölçüden sonra, birde ikinci ölçü verilmişdir. Bu da, sözü geçen hâkimdir. Hâkim, lazımdır. Çünki, insan, medenî olarak yarâtılmışdır. Ya’nî, Öyle yaratılmışdır ki, birbirleri ile karışmak, bir arada yaşa- Eİak, yardımlaşmak zorundadırlar. Hayvanlar, medenî yaira- jlgİıadı. Ya’nî medînede, şebrde bırlikde yaşamağa mecbur |||İ$dirler. İnsan nâzik, za’îf yaratıldığı için, pişmemiş

 

Mâlını, mevkı’ini gayb etdiği için veyâ düşman eline esîr düşdüğü için intihâr eden, ya’nî kendini öldüren ahmaklarda şecâ’at değil, korkaklık vardır. Şecâ’at sâhibi olan derdlere, belâlara göğüs gerer, dayanır, sabr eder. Bu ahmaklar ise, ölmekle sıkıntıdan kurtulacaklarını sanırlar. Bunlar çok câhildir. Ölünce dahâ çok sıkıntılara, acılara düşeceklerini bilmiyorlar. İslâm dîninde intihâr etmek, başkasını öldür- mekden dahâ büyük günâhdır. Şiddetli azâb çekecekdir. Aklı gitdikden sonra intihâr eden böyle değildir. Ölmeği değil, Allahü teâlâdan sıhhat ve âfıyet istemelidir.*

  • Adâlete benziyeri kötü huy da vardır. Bu, iffete ben­zeyen kötü huya yakındır. Adâlet iyi huyundan mahrûm, kötü bir kimse, bulunduğu yerlere adâleti öven levhalar asar. Adâ­let üzerinde konuşur. Fıkralar yazar. Dahâ kötüsü, adâleti temsil eden vazifeleri, kürsîleri tutar. Gösteriş olarak, âdillerle düşer kalkar. îçleri zulm, kin, intikam ile doludur. Adâlet ise,” huyları ve hareketleri dîne ve akla uygun olmak demekdir. Görünüşü, içi gibi olmakdır. Herkesin yanında, yalnız iken olduğu gibi bulunmakdır. İki yüzlülük, adâlet değil, münâfıklık- dır. Beyt:

İbâdet, teiniz niyyetle olmak gerek, birşeye yaramaz, içi boş çekirdek.

İslâm nedir bilir misin?

Merak edip sorar mısın?

İncele, ver kararını!

Kur deş olup birleşelim!

Yüce bir din, yok yalanı,

Gelmez ondan, hiçbir zarar,

Mutluluğun tek kanalı,

Kardeş olup birleşelim!

İyiye doğru gidelim,

Gönülleri feth edelim.

Doğru yolu gösterelim,

Kardeş olup birleşelim!

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*