Lâleler
, belki yine eski Lâleler. .. bize gelince, o kadar değiştik ki artık ne o kıyafetler, ne o diller, ne o yüzleriz. Lâleler bizi tanımıyacak diye korkuyorjum.
• • •
Elli bin lâle nedir ki!.. vaktiyle lâlelin yalnız çeşitleri binden fazlaydı ve herbiri-nin ayrı adı vardı. Hatırımda kaldığına göre, bir şair bunları nazma çekmişti.
Bugün de bir lâleler lügati düşünülebilir.
• • •
Vaktiyle lâle pazarları, lâle çarşıları vardı… kuyumcular çarşısından farksızdı-26
Lâle yazmalı bir yorgan altında yatanları lâleler örter, lâleler ısıtırdı.
Lâleden kumaşlar giymişler, Lâle Devri’ni ayağımıza getirirdi.
Secdede alınları lâleler öperdi.
Kitaplarda altın lâleler olur, solmak bilmezdi.. Kitaptan kokuları gelirdi.
• • •
Edirne’de Selimiye camisinin iç şadırvanında, halkın “Ters Lâle” dediği ve hikâyeye bağladığı çiçek resmi, gözümün önündedir: boynu bükük bir lâleydi… ağzına avucumla su vereceğim gelirdi.
Onu havuzun suyuna erişmeye çalışan bir lâle bilirdim… bugün de öyle biliyor ve merak ediyorum: susuz lâle, eğile eğile, narin dudaklarını suya değdirebilir mi?
• • •
Bilmem, hiç içlerinden seyretmek imkânını buldunuz mu? Lâle soğanı İlâhî bir harikadır… Allah, gömleğini de, entarisini de, kürkünü de düşünmüş; onu bir insan gibi giydir-miştir… giydirmiş, kuşatmış ve sonra âdeta sıcağa “yakma!” soğuğa “üşütme!” diye emretmiştir.
• • •
Lâle, hiçbir zaman, tabak gibi açılmazdı., en açık haliyle de ağzı, hafifçe kapalıydı.. en açık zamanında da
lar.
Ağırlığının sekiz on misli altınla değerlendirilen lâle soğanları görülürdü. Elmas, yakut, firuze, zümrüt, cins lâlelerden sonra gelir ve sırasına razı olurdu.
Bu memleket, bir lâle soğanının en pahalı; en makbûl hediye olduğu çağlar yaşamıştır.
• • •
Gençliğimde, zaman zaman, yolumu uzatıp Kâğıthane’ye, oradan iki asır öncesine gider ve içimde lâleler açmış olarak dönerdim.