Legrenzi, Giovanni

 

(d. 1626, Clusone, Bergamo yakınlan, Venedik Cumhuriyeti – ö. 27 Mayıs 1690, Venedik, İtalya), Venedik baroğunun en büyük bestecilerinden biri sayılan İtalyan müzikçi. Üçlü so-natlan Arcangelo Corelli’den önceki dönemin en iyi oda müziği parçaları arasında yer ahr.
Legrenzi’nin çocukluğuna ilişkin pek az şey bilinir. Kemancı ve önemsiz bir besteci olan babasından ders âldı. 1651’de papaz oldu. Bergamo’daki Santa Maria Maggiore Kilisesi’nde orgcu ve papaz olarak görev yaptıktan sonra 1656-65 arasında Ferrara’daki Kutsal Ruh Akademisi’nin
309 Leguia y Salcedo
müzik yönetmeni oldu. İlk operası Nino il giusto’yu (1662) bu dönemde besteledi. 1681’de Venedik’teki San Marco Bazilika-sı’nın ikinci müzik yönetmenliğine atandı. 1685’te bazilikanın birinci müzik yönetmenliğine yükseldi. San Marco’daki orkestrayı genişletti, müziğini tümüyle yeniden düzenledi.
Legrenzi yaşamı boyunca 19 kadar operadan başka sonatlar, missalar, motetler, oratoryolar ve başka parçalar besteledi. Öldüğünde ünlü biriydi. Müziği, geç barok üslubun son evresine özgü nitelikler içerir. Dinsel müzikte olduğu kadar opera ve oda müziği bestelemekte de aynı derecede yetenekliydi. Kilise için yazdığı parçalar poli-fonik müzik yazımına getirdiği yenilikleri yansıtır. Legrenzi’nin çalgı sonatları, özellikle yapılarıyla onun en ileri dönük besteleridir. Bu parçalar Domenico Scarlatti, Antonio Vivaldi ve J. S. Bach’ı güçlü bir biçimde etkilemiştir. Bach, org için yazdığı Si Minör Füg’de, G. F. Handel ise Samson oratoryosunun korosunda Legrenzi’nin bestelerinden bazı temaları kullanmıştır.
Legros, Alphonse (d. 8 Mayıs 1837, Dijon, Fransa – ö. 8 Aralık 1911, Watford, Hertfordshire, İngiltere), özellikle ölümü çağnştıran fantastik temaları işlediği grafik çalışmalanyla tanınan Fransız asıllı Ingiliz ressam, aside yedirme baskı ustası ve heykelci. Londra’da öğretmen olarak çalıştığı şırada bir gerileme döneminde bulunan İngiliz çizim ve baskı sanatlannı yeniden canlandırdı.
İlk kez babasının profilden bir portresi ile (Tours, Fransa) katıldığı 1857 Paris Salon Sergisi’nde dikkati çekti. “Angelus” (1859, Louvre Müzesi, Paris) ve “Ex voto” da (1861, Dijon) övgü toplayan ilk yapıtlann-dandı. Legros bu sıralarda Gustave Courbet, James McNeil Whistler ve Edouard Manet ile yakın ilişki içindeydi; şair Charles Baudelaire ve öbür önde gelen “yeni gerçekçi” sanatçılar tarafından da önemli bir kişi olarak karşılandı. Jean-Auguste-Domi-nique Ingres geleneğini sürdüren zarif çi-zimleri, sonralan aşın duygusal olarak nitelendirildi.
Legros, Whistler’in yüreklendirmesiyle yerleştiği Londra’da aside yedirme baskı tekniğini öğretmeye başladı. Daha sonra Londra’daki University College’da Slade Kürsüsü güzel sanatlar profesörlüğüne getirildi. 1876-92 arasında ders verdiği bu okulda sağduyulu, konstrüktif yanı ağır basan bir çizim tekniğini sürdürdü.
Leguia y Salcedo, Augusto Bernardino
(d. 19 Şubat 1863, Lambayecjue – ö. 7 Şubat 1932, Lima, Peru), Perulu siyaset ve devlet adamı.
Peru oligarşisinin seçkin bir ailesindendi. Siyasete atılmadan önce kendi sigorta şirketini kurarak (1896) ve bir İngiliz şeker şirketinin yönetim kurulunda yer alarak iş yaşamında büyük deneyim kazandı. 1903’ten sonra maliye bakanlığı ve başbakanlık yaptı. 1908’de devlet başkanlığına seçildi. Mali ve idari reformlann, sağlık sistemini düzeltmeye yönelik yatınmlann ve ekonomik kalkınmayı destekleme çabalan-nın yanı sıra Bolivya ve Brezilya ile uzun ve zorlu görüşmelerden sonra sınır sorunlannı çözdü. Ama genelde Peru oligarşisinin çizdiği sınırlann dışına çıkmadı. Başkanlıktan aynldıktan sonra Londra’ya yerleşti.
1919’da başkanlık için geri çağnhnca oligarşinin bazı kesimleri ayaklandı. Yandaşla-nmn bir darbesiyle başa geçtikten sonra,
Leguminosae 310
Peru siyasetine 20 yıl süreyle egemen olan eski oligarşiyle bağlarını kopararak birçok ünlü politikacıyı sürgüne yolladı. Yeni bir anayasa hazırlanması çalışmalarına başkanlık ettiyse de, anayasal kuralları çiğneyerek ülkeyi bir diktatör olarak yönetme yoluna gitti. Ülkesinin^biidîlanrt^öigü bir sistem oluşturma pnfitâpnıti’ ‘â$erfcen bazı ekonomik ve siyasal ^erf^kSpri de destekledi. 1930’da darbeyle göteVinden uzaklaştırıldı.
Leguminosae bak. Fabaceae
legünten bak. badıç .
leğen, içinde bir şey yıkamak için kullanılan, fazla derin olmayan ve genellikle metalden yapılan geniş kap.
Geniş çamaşır leğenlerini ilk kez Hititler kullandılar. Eski Yunan ve Roma’da da leğen kullanıldığı bilinir.
12-13. yüzyıllarda Ortadoğu metal sanatının başlıca merkezleri olan Musul ve Suriye’yle Kahire’de yapılmış leğen ömek-
Altın yaldızlı bakırdan bir leğen-ibrik,
19. yy ortaları, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul
Anadolu Yayıncılık Arşivi
leri vardır. 12. yüzyılda ya da 13. yüzyılın başlarında Anadolu Selçuklulannın yaptığı döküm metal leğenlerin çoğu sığ ve yuvarlaktır; üstleri çeşitli tekniklerle bezelidir.
Osmanlı Dönemi leğenlerinde ise daha sade bir bezeme anlayışı içinde stilize bitki örgelerine yer verildiği görülür. 18. yüzyıldan sonra el yıkamada kullanılan ve leğen-ibrik denen bir form ortaya çıkmıştır. Bunda leğenin ortasında sabun ve ibrik koymak için yüksek bir bölüm, çevresinde de kirli suyun altında birikeceği «delikli bir ızgara olurdu. Metalden (pirinç; gümüş, altın, bakır ve
porselen, cam, kristal girİT girmelerden de yapılan leğen-îbriklerin zengin Barok bezemeli ya da reşjmli, ¡kabartmalı örnekleri Osmanlı sarayında .ve ze’ngin çevrelerde yaygınlıkla kullanılmıştır.
Günümüzde bakır leğenlerin yanında alu-minyum ve plastikten yapılmış çamaşır leğenleri de kullanılmaktadır.
leğen kemeri, insanda gövdeyi bacaklara bağlayan, gövdeye destek olan ve dengeşini korumasını sağlayan, bağırsaklar, idrar‘kösesi ve iç üreme organlarını barındıran kemik yapı. Önde çatı kemiklerinin bileşkesi, arkada sağrı kemiğiyle birbirine bağlanan bir çift kalça kemiğinden oluşur. Kalça kemiğinin yukarıya ve yanlara uzanan kanat biçimli böğür kemiği, arkada ve alttaki oturga kemiği ve öndeki çatı kemiği olmak üzere üç parçası vardır. Bu üç kemik erişkinliğin ilk yıllarında uyluk kemiğinin küre biçimli başının kalça kemiğine oturduğu çukurda (asetabulum) yer alan dikiş benzeri bir eklemle birleşir. Leğen kemerinin ortasında kalan açıklık kadında doğum
kanalı işlevini görür. Gövdeyi destekleyen, bacakları, kalçayı ve gövdeyi hareket ettiren kaslar leğen kemerine yapışır. Leğen kemeri bebeklerde oldukça dardır ve destek işlevinden yoksundur; çocuk yürümeye başladıktan sonra genişler ve eğim kazanır. Sağrı kemiği aşağı çökerek böğür kemiğiyle oluşturduğu eklemi pekiştirir ve omurganın bel bölümünde bir eğrilik ortaya çıkar.
Bir ölçüde dik yürüyecek biçimde uyarlanmış insansımaymunlarda ağırlık merkezi omuz çevresindedir; karın içindeki organlar omurgaya tutunur. Böğür kemiği uzuncadır; leğen kemeri yatay düzlemde genişlemiştir. Ayakta duran insanda ağırlık merkezi vücudun merkezinden geçer; ağırlık leğen kemeri yoluyla omurgadan uyluk, diz ve ayaklara iletilir. İnsanla maymun arasında yapısal farklılıklar vardır. İnsanda böğür kemiği arkaya doğru yelpaze biçiminde genişlemiştir, arkasında derin bir çentik vardır. Böğür kemiğinin üstünde, kalça ekleminin çaprazına gelecek biçimde ke-mersi bir çıkıntı bulunur; bu çıkıntı insanda ayakta dururken dengenin korunmasına yardımcı olur. Üst ön böğür kemiği dikeni kalça eklemine daha yakındır ve oturga kemiği daha kısadır. İki milyon yıl kadar önce yaşamış olan Australopithecus africa-rtus’un leğen yapısı insangillere ait belirgin özellikler taşır. Homo erectus ve Neanderthal insanı da içinde olmak üzere, daha sonraki dönemlerden kalan bütün insangil fosillerinin.leğen yapısı günümüz insanının-kine benzer.
Erkek ve dişinin leğen yapılan da belirgin farklılıklara sahiptir. Bu farklılık, dişide doğum kanalının dölütün içinden geçmesine izin verecek genişlikte olmasından ileri gelir. Kadında leğen kemeri daha geniştir, yüksekliği daha azdır. Doğum kanalı yuvarlak ve geniş, böğür kemiğindeki çentik geniş ve U biçimli, çatı kemiklerinin bileşkesi kısadır. Bu kemikler birbiriyle geniş açı oluşturarak birleşir; sağn kemiği kısa, geniş ve »biraz eğri, kuyruksokumu kemiği hareketlidir. Bu yapı özellikleri ancak ergenlikte belirgin duruma gelir.
Leh dilleri, Batı Slav dillerine bağlı dil öbeği. Lehçe, Kaşub dili, onun eski biçimi olan Slovenek dili ve artık konuşulmayan Polab dilini içerir. Lehçe dışındaki diller, bazen Pomeranya alt öbeği olarak da sınıflandırılır.
Ortaçağın başlannda, bu dilleri konuşanlar Almanlaştırılmadan önce, Pomeranya dilleri ve lehçeleri Baltık kıyısında, Aşağı Vistül Irmağından Aşağı Oder Irmağına uzanan bölgede konuşuluyordu. Bunlardan Kaşub ve Slovenek dilleri 20. yüzyılda da varlığını korudu. 1970’lerde Polonya’da anadili Kaşub dili olan pek çok insan vardı. Buna karşılık Slovenek dili yalnızca birkaç aile tarafından konuşuluyordu. Ölü Polab dili ise 17. ya da 18. yüzyıla değin Elbe Irmağı bölgesinde oturan Slavlann diliydi. Bu dilde yazılmış bir sözlükle bazı deyimler günümüze ulaşmıştır. Aynca bak. Lehçe.
Lehâr, Franz (d. 30 Nisan 1870, Komâ-rom, Macaristan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu – ö. 24 Ekim 1948, Bad Ischl, Avusturya), Macar operet bestecisi. Die lustige Witwe (1905; Şen Dul) operetiyle dünya çapında ün kazanmıştır.
Prag Konservatuvan’nda öğrenim gördü. Müzikçi olarak ilerlemesi için onu destekleyen Antonín Dvorâk’ın tavsiyesine uyarak 1890’da bando şefi olarak Avusturya’yı dolaşmaya başladı. 1896’da, kendi bestelediği Kukuschka operetini sahneye koydu. Victor Léon ve Leo Stein’ın librettosu üzerine bestelediği Şen Dul operetinde, vals melodilerinin Paris kankan dansı taklitleri-
ne belli bir yergi öğesi de katarak yeni bir Viyana operet tarzı yarattı. Yapıt öylesine büyük bir başan kazandı ki, iki yıl sonra Buenos Aires’te aynı anda beş tiyatroda
Lehâr
Österreichische Nationalbibliothek, Viyana
birden oynandı. Bunu, aralarında Der Mann mit den drei Frauen (1908; Üç Kanlı Adam), Der Graf von Luxemburg (1909; Lüksemburg Kontu), Zigeunerliebe (1910; Çingene Aşkı), Das Land des Lachelns’m da (1929; Tebessümler Diyarı) bulunduğu birçok başka operet izledi. Şen Dul ve Tebessümler Diyarı gibi birkaç opereti filme çekilen Lehâr, bir de pek başarılı olmayan grand opera yazmıştı.
Lehçe, Lehçe jşzyk polski, Batı Slav dillerinin Leh alt öbeğine bağlı dil. Çekçe, Slovakça ve Almanya’nın doğusunda konuşulan Sorb dilleriyle yakın akrabadır. Polonya’nın bugünkü nüfusunun çoğunluğu Lehçe konuşur.
Polonya’nın batısındaki Poznañ ile çevresinde konuşulan lehçelere dayanan ve Latin alfabesiyle yazılan çağdaş edebiyat dili 16. yüzyılda oluşmuştur. Günümüze ulaşan ilk Lehçe yazılı belge, Papa II. Innocentius’un Gniezno başpiskoposuna gönderdiği fermanda (1136) yer alan ad listesidir. Yazıya geçirilmiş ilk Lehçe cümle ise, 1270 tarihli bir belgede yer alan bir alıntının çevirisidir. Daha uzun Lehçe metinler içeren yazmalar ancak 14. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Lehçenin sözcük dağarcığı Latince, Çekçe, Almanca, Beyaz Rusça ve Ukrayna dilinden alınma çok sayıda sözcük içerir. Aynca İtalyanca, Fransızca ve İngilizceden aktarma bazı sözcüklere de yer verir. Öteki Batı Slav dillerinde olduğu gibi Lehçede de vurgunun yeri değişmez. Ama onlardan farklı olarak Lehçede, Kilise Slavcasınm genizsil ünlülerinin türevi sayılabilecek seslere (ç ve n olarak yazılır) rastlanır. Lehçenin başlıca lehçeleri Büyük Polonya, Pomeranya, Silezya, Küçük Polonya ve Mazovya dilleridir. Genellikle Lehçenin bir lehçesi olarak sınıflandınlan Kaşub dili ise, tarihsel gelişimi bakımından ayn bir dil sayılmalıdır.
lehçe, diyalekt olarak da bilinir, bir dilin sözcük dağarcığı, dilbilgisi ve söyleyiş özellikleriyle farklılaşmış, sınırlı bir grup insan tarafından kullanılan biçimi. Başlıca iki tür lehçe vardır: 1) Aynı bölgede oturan insan-lann konuştuğu coğrafi lehçe, 2) aynı toplumsal sınıf, eğitim düzeyi ya da meslek grubundan insanlann kullandığı toplumsal lehçe.
Lehçe farkhlıklannm ortaya çıkması, dilin sürekli geliştiğini gösterir. Bu farklılıklar, ayn lehçeleri konuşanlann birbirlerini anlayamadığı düzeye ulaştığında, lehçeler ayrı birer dil kabul edilir. Latincenin çeşitli lehçelerinin giderek Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce ve Rumenceyle bu dillerin çeşitli lehçelerine aynlması buna
örnek gösterilebilir. Ama bazı durumlarda lehçeler, karşılıklı anlaşılabilir olma gibi dilbilimsel bir nedenle değil, siyasal ve ulusal etkenler yüzünden tek bir dil ya da lehçenin adıyla anılırlar. Örneğin Çin’de, ortak bir yazı dili olmasına karşın, bazı lehçeler birbirinden o kadar farklıdır ki bunlara dil demek daha doğru olur. Ama nüfusun çeşitlilik gösterdiği ülkelerde farklı lehçeleri tek bir dil altında toplamanın birleştirici, dolayısıyla da siyasal bir etkisi vardır. Bu yüzden lehçeyle dil arasındaki ayrım sik sık belirsizleşir.
Lehçeler genel olarak, aynı dili konuşan çeşitli topluluklar arasındaki engellerden kaynaklanır. Bu engeller coğrafi, ekonomik, siyasal ya da toplumsal nitelikte olabilir. Aynı dıü konuşan farklı topluluklar arasındaki iletişim ve bunlann başka diller konuşan topluluklarla ilişkileri de bu süreçte etkili olur. Ama lehçe farklılaşmasının belki de en önemli nedeni ulus, bölge, etnik grup ya da topluluk bilincinin gelişmesidir. Topluluklar kimliklerini sürdürebilmek amacıyla dillerindeki bazı özellikleri korur ya da değiştirirler.
Bölgesel lehçeler, 19. yüzyılda tarihsel dilbilimin, 20. yüzyılın ilk yansında da yapısala dilbilimin önemli ilgi alanlanndan biriydi. Son yıllarda yapılan araştırmalarda ise daha çok toplumsal sınıf farklılıklarından kaynaklanan lehçe farklılaşması üzerinde durulmaktadır.
lehçebilim, dilbilimin lehçeleri inceleyen dalı. İ9. yüzyılda Batı Avrupa’da bölgesel lehçelerle ügtli sözlüklerin ve dilbilgisi kitaplarının yazılmaya başlamasıyla ayn bir bilim dâima dönüşmüştür. Lehçebilim çalış-malannın büyük bölümü, lehçelerin oluşum türleri üzerine bilgi toplamayı ve bir dilin değişen özelliklerinin dağılımını gösteren dil atlasUuroın hazırlanmasını içerir. Dilin kendi içindi geçirdiği farklılaşmanın coğrafi dağılımını inceleyen çalışmalar, dilbilimsel coğrafya olarak da adlandırılır.
lehimleme, metal yüzeylerin eritilmeye gerek kalmaksızın, erime sıcaklığı düşük metal alaşımlanyla birleştirilmesi işlemi. İşlemin başlıca aşamalan şunlardır: 1) Birleştirilecek metal yüzeylerin kimyasal ya da mekanik yoUa iyice temizlenmesi, 2) ısıtma sırasında oluşacak oksitlerin giderilmesi amacıyla ve lehimin ana metaller üzerinde iyice yayılarak yüzeyleri ıslatmasını sağlamaya yönelik olarak bir eritici uygulanması, 3) birleştirilecek parçalann, aralannda
0,025-0,125 mm boşluk kalacak biçimde bir araya getirilmesi, 4) ısı uygulanması, 5) bağlantı noktasına lehim uygulanması, 6) parçalann hareket ettirilmeksizin soğutulması, 7) lehim pastası artıklarının temizlenmesi.
Boru döşeme ve elektrik sanayisinde en yaygın kullanılan lehim türü kalay-kurşun alaşımıdır. Bu alaşım pirinç malzemelerin ve bakır otomobil radyatörlerinin lehimlenmesinde de kullanılır. Uygulama türüne bağlı olarak tel, çubuk ya da önceden kanştınlmış macun biçimindeki lehimlerden yararlanılabilir.
Bakır alaşroılann lehimlenmesinde çinko klorür temelli eriticiler (lehim pastası) kullandır. Paslanmaz çeliklerin lehimlenmesinde ise bu eriticiye hidroklorik asit de eklenir. Elektrik devrelerindeki lehimleme işleminde paslanmaya neden olmayan eriticilerden yararlanılır. Taşıyıcı olarak alkol kullanılan reçine kökenli eriticiler bu işlemde iyi bir bağlantı elde edilmesini sağlar. Lehimleme işlemi bir çıra, havya ya da alevli ya da indüksiyonlu bir ısıtıcıyla gerçekleştirilebilir. Otomobil sanayisinde daldırmalı lehimleme, baskı elektrik devresi
üretiminde ise dalgalı lehimleme yapabilen aygıtlar kullanılır. Ayrıca bak. kaynak; sert lehimleme.
Lehistan bak. Polonya.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*