wiki

LEYLÂ VE MECNÛN

LEYLÂ VE MECNÛN; meşhur bir halk hikâyesi.
Leylâ ve Mecnun bu hikâyenin meşhur iki
kahramanıdır. Menşei Arap edebiyatına dayanan bu
hikâye, İslâmiyeti kabulle şereflenen diğer milletlerin
-Türk, Urdu, Fars (İran)- edebiyatlarına da
konu olmuştur. Türk edebiyatına, Arapça ve de
Farsça eserler ve şifâhî rivâyetler yoluyla giren bu
hikâye; on beşinci asırda Ali Şir Nevâî ve Şâhidî
tarafından manzûm Türkçe olarak yazılmıştır.Bunlardan sonra 30 kadar şâir de bu hikâyeyi manzum
olarak yazmışlardır. Ancak bunların içinde
edebî değeri en çok olanı Fuzûli’nin 1535’te yazdığı
mesnevîsidir. Klasik Türk edebiyatının şâheseri
olan bu mesnevî tarzı hikâyede:
Mecnûn, bir kabile reisinin duâlar ve adaklarla
dünyâya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir
başka kabile reisinin kızı olan Leylâ ile tanışır. Bu
iki genç birbirlerine âşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe
alevlenen bu macerayı Leylâ’nın annesi öğrenir.
Kızının bu durumuna kızan anne, ona çıkışır
ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leylâ’yı
göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını
alıp çöllere gider ve Mecnûn diye anılmaya başlar.
Mecnûn’un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak
için Leylâ’yı isterse de Mecnûn (deli, çılgın)
oldu diye Leylâ’yı vermezler. Leylâ evden
kaçarak, Mecnûn’u çölde bulur. Halbuki o, çölde
âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir
ve mecâzî aşktan İlâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple
Leylâ’yı tanımaz. Babası Mecnûn’u iyileşmesi
için Kâbe’ye götürür. Duâların kabul olduğu
bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da
arttırması için Allahü teâlâya duâ eder:
MYâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni.”
Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün
vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta
ise Leylâ da aşk ıztırâbı içindedir.
O sırada Mecnûn’un bu hâline acıyan Nevfel
isimli bir yiğit, Leylâ’nın kabilesine savaş açarak,
kızı zorla almayı ve Mecnûn’a vermeyi düşünür.
Fakat Mecnûn, Leylâ’nın kabilesi yenilmesin,
diye duâ eder. Her girdiği savaşı kazanan
Nevfel, bu savaşta yenilir. Sonunda Leylâ’yı zorla
almaktan vazgeçtiğini söyler. Mecnûn da duâdan
vazgeçer. Nevfel, sırf yiğitliğini kurtarmak
için savaşı kazanır ve gider.Bir zaman sonra âilesi, Leylâ’yı İbn-i Selâm
isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ
kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine
dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek
îbn-i Selâm’ı vuslatından uzak tutmayı başarır.
Mecnûn, çölde Leylâ’nın evlendiğini arkadaşı
Zeyd’den işitince çok üzülür. Leylâ’ya acı bir sitem
mektubu gönderir. Şu murabbayı söyler:
Gayr ile her dem nedir seyr-i gülistân ettiğin;
Bezm urup halvet kılıp yüz lütfü ihsân ettiğin,
Ah bünyâdın mürüvvet dir mi vîrân ettiğin,
Hani â zâlim bizimle ahd u peymân ettiğin.
Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn’a anlatır.
Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem
eder. Şu “murabba”vı da mektubuna ilâve eder:
Cüdâ senden, belâ vü derd-i hicrân ile duttum hû,
Kılur her dem bana bîdâd, derd ayru, belâ aynı.
Belâ vü derde düşdtim, rüzgârım böyle, hâlim bu.
Bu yetmez mi ki bir dert artmrsm derdime sen hem.
Bir müddet sonra Mecnûn’un âhı tutarak İbni
Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten
sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn’u çölde
aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyâdan elini
eteğini çekmiş İlâhî aşk yüzünden Leylâ’nın maddî
varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn’u
bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Mecnûn’un
İlâhî aşkta yükseliş makâmmı gösteren şu sözlerini,
Leylâ anlayışla karşılar.
Ger, men men isem, nesin sen ey yâr,
Ger sen sen isen, neyem ben ey yâr.
Mecnûn, artık Leylâ’nın varlığında İlâhî güzelliği
bulup, Mevlâ’yı sevme yüceliğine; yâni fenâ
makamına ulaşmıştır. Fenâ ise fâni demek olup,
tasavvufta; Allahü teâlâdan başka her şeyi dünyâyı
da, âhireti de unutmak demektir. Mecnûn da artık
yalnız Allahü teâlâyı bir bilip başka her şeyi, yâni
mâsivâyı unutur. (Mâsivâ: Mahlûklar demektir.
Akla hayâle gelen, düşünülen, görülen her şey
mâsivâdır.) İşte Mecnûn’un Leylâ’ya yüz vermemesi,
onu tanımaması da; Fenâ’ya kavuşmuş olmasındandır.
Çünkü; kalbin hastalığı Hak teâlâdan
başkasına tutulması, bağlanmasıdır. Allahü teâlâdan
başka bir şeyi sevmesi, kendini sevdiği içindir.
Malı, mevkiyi, rütbeyi, hep kendi için ister.
Onun mâ’budu tapındığı şey kendi nefsidir. Nefsinin
istekleri arkasında koşmaktadır. Kalp bu
bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması
çok güç olur.
Leylâ; onun erdiğini anlarsa da yine onsuz
yay aşamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman
sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ’nın ölüm haberini
Zeyd’den öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp
inler;
Yâ Rab mana cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez.der ve meşhur;
Yandı cânum hecr ile vasl-ı kûy-ı yâr isterem
Derd-mend-i furkatem derm ân-ı dîdâr isterem.
matlâlı gazelini okur. Kabri kucaklayarak ölür.
Bir müddet sonra, Mecnûn’un sâdık arkadaşı,
Zeyd rüyâsında, Cennet bahçelerinde birbiriyle
buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir?
diye sorunca, derler ki: “Bunlar Mecnûn ile onun
vefalı sevgilisi Leylâ’dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri,
aşklarını dünyâ hevesleriyle kirletmedikleri
için burada buluştular.”
Çün, vâdî-i aşka girdiler pâk,
Ol pâklık ile oldular hâk
Menzilleri oldu bâğ-ı Rıdvân,
Çâkerleri oldu hur u gılmân.
Gittikde cihân-ı bî vefâdan
Kurtuldular ol gâmu belâdan.
Zeyd, rüyâsını halka anlatır ve o günden sonra
iki sevgilinin mezarı ziyâretgâh hâline gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir