wiki

MA’RUFU EMR, MÜNKERİ NEHY (Emr-i bi’I-Ma’ruf, Nchy-i ani’l-Müiıker)

, İlâhî dinlerin gayesi, insanı, tek olan Allah’a (c.c.) kul
etmektir. Allah’ı tanıtmak ve O’na kul olmayı sağlamak.
İslâm dininin de gayesi budur: Allah’a (c.c.) iman ve kulluk.
İnanan mü’mine düşen vazife, iman hakikatlerine ters düşmemek,
bu ulvî hakikatlerin gereğini yerine getirmektir.
Aksi takdirde,‘inandım’ demenin bir faydası olamaz.
Cenab-ı Hakk’m, kullarından yapılmasını istediği bir
çok dini hususlar, yapılmasını men ettiği yasaklar vardır.
‘Kul’ dediğimiz seçilmiş insan ise, bu emirlerin tamamına
uyar ve yasaklardan da kaçınır. Bu cümleden olarak Cenab-
ı Hakk’m bizden istediği güzel işlerden biri de ‘ma’ruf u
emredip ‘rttünker’den nehyetmektir. Dinimizde bu hususa
çok büyük bir yer verilmiştir. Cenab-ı Hakk’m beşer sahnesine
gönderdiği peygamberlerin asıl vazifesi de budur.
‘Ma’ruf u (iyiliği) emredip ‘münker’den (kötülük) insanları
uzaklaştırmaktır. Peygamberlere vekil olan evliyânm da
vazifesi budur. Esasen ‘ma’rufu (iyiliği) emredip ‘münker’den
(kötülük) menetme gayret ve hizmeti cemiyette ne
nisbette müessir ise, huzur ve saadet de o nisbette vardır.
-95-
Ehl-i Sünnet mezhepleri, çeşitli tasavvufî meşrebler ve bu
meyanda hizmet gören kuruluşlar olarak ilâhiyat fakültelerimiz,
imam-hatip liselerimiz, Kur’ân-ı Kerim kurslarımızın
ve hademe-i hayrat’m (dini sahada hizmet edenler) gayeleri
de bu cümledendir. Bu kuruluşlarımız ne nisbette bu
emre imtisâl edebilirlerse, İslâm’ı yaşama ve dava etme
şahsiyeti de o nisbette tezâhür eder. Biz bu hususta bu
müesseselerimizin tamamına olduğu gibi, ferdî olarak tek
başına bu emre imtisâl eden mü’min kardeşlerimize de
muvaffakiyetler niyaz ederiz.
Marufun emredilip, münkerden men edilme prensibinin
sebebi:
Beşerin tabiatında gerek iyi, gerekse de kötüye doğru
fıtrî bir meyil vardır. Doğru ve faydalı ona gösterilmediği,
bu yolda eğitilmediği takdirde kötüyü ve bâtılı tercih etmesi
kaçınılmaz olur. Neticede harap olan insanlık isysanda
karar kılar. Hakk’ m karşısında, bâtıl* hesabına durmayı
vazife telakki eder. Ahlâksızlık çoğalır, adaletsizlikler ve
rüşvet revaç bulur; kumar ve içki sevilen, istenilen alışkanlıklar
halini alır. Allah’a (c.c.) kul olma zevki ölür, Allah’ın
(c.c.) anıldığı topluluklar eleştirilir. İbadet o cemiyette hor
görülür, iyilik ve hasenât âdeta unutulur. Dürüstlük ve
doğruluk terk edilir, yalan ve riyâ gündemde tutulur. İnsan,
Hakk’ın istediği bir kul değil, halkın istediği bir maskot
haline getirilir. Bütün bunların neticesinin görüldüğü bir
memlekette bozgunculuk çoğalır, milletin vahdeti bozulur.
Fertler birbirinden şüphe eder, anaya babaya hizmet ve
itaat; büyüğe saygı, küçüğe sevgi diye birşey kalmaz. Böylece
başı ve sonu belli olmayan bir ‘sürü’ zuhur eder. Evet
bu sadece bir ‘sürü’dür, hayvan sürüsü… Bu korkunç
akıbeti önleyecek tek kurtuluş simidi İslâm’ı tebliğin ifadesi
olan emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker’dir.
Geçmiş ümmetler bu ulvî vazifeyi bihakkın yerine getirmedikleri
için helâk olup gitmişlerdir. Hz. Lut’un (a.s.)
kavminde âbid insanlar olmasına rağmen bu ulvî vazifeyi
-96-
yerine getirmedikleri için helâk olmaktan kurtulamamışlardır.
Bu hususta âyet-i kerimeler:
“Sizden öyle bir cemaat bulunsun ki, (onlar herkesi)
hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten
vazgeçirmeğe çalışsınlar. İşte onlar felaha erenlerin
tâ kendileridir” 1.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz,
iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe ç a lışırsınız…”
2 .
“Onlar, o mü’minlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde
iktidar mevkiine getirirsek, namazı kılarlar,
zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan da
alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu Allah’a dönecektir”
3.
“Eğer müzminlerden iki aurup birbiriyle vuruşurlarsa
aralarını düzeltiniz”
“Sizden evvelki devirlerde (insanları) fesattan vazgeçirmeğe
çalışacak (onları helâktan kurtaracak) fazilet
sahipleri bulunmalı değil miydi?” ^
Bu âyetlerden çıkan netice şudur:
Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i anfl-münkerin farz olduğu,
âyetlerle mevsuk olur. Ve bu husus farz-ı kifâyedir. Ayrıca
Ümmei-i Muhammed’in kurtuluşu için de şarttır. Bir muhitte
bu vazifeyi yerine getirenler olursa ancak o beldenin
insanları mes uliyetten kurtulur. Aksi takdirde o beldenin
sakinleri Allah (c.c.) indinde sorumlu olurlar. Ve yine maruf
u emreden, münker’den nehyeden mü’minler Cenab-ı
Hakk’m indinde hususi bir yer işgal ederler. Allah’ın (c.c.)
övgüsüne nail olurlar. Bu zümrenin kurtulmuş bir zümre
olduğunda da kesinlik ortaya çıkar.
-97-
f m 8
Bazı hadis-i şerifler:
Enes ibn-i Mâlik’ten (r.a.), Nebi’nin (s.a.v.) şöyle buyurduğu
rivayet olunmuştur:
“Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir zamanda
Allah (c.c.) yolunda bir kerre cihad için yürüyüş
hiç şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin
hepsinden hayırlıdır” 6
“Ya ma’ruf’u emr ve münker’den ne hye ders iniz,
yahut Allahü Teâlâ sizin kötülerinizi size musallat
eder. Sonra iyileriniz dua etmeğe kalkışır, fakat
duaları kabul olmaz” 1 .
“Allahü Teâlâ avamın isyanı ile havassa azap
etmez. Ne zaman ki, aralarında isyan açığa çıkar da
mene kadir iken onu men’ etmezlerse o zaman azap
umumileşir” 8
İbn-i Abbas (r.a.) diyor ki: Resulü Ekrem’e (s.a.v.)
‘içinde iyiler bulunan bir memleket de helak olur
mu?’ diye sordular. Resulü Ekrem: ‘Evet helâk olur’
buyurdu. Onlar: ‘Nasıl olur?’ diye sorduklarında Resulü
Ekrem. ‘İsyana sukut etmeleri ve bu suretle dine
ihanette bulunmaları sebebiyle’ buyurdu 9
Bu hadislerden çıkan netice şudur:
Mutlaka ma ruf u emr, münker’den men’, mü’minin
vazifesidir. Aksi takdirde Allah’ın vereceği musibete kimse
mani olamaz. Mü’minin İslâm’ı sadece yaşaması kâfi gelmeyip,
dava etmesi de en mühim vazifelerinden oluyor. O
halde ikaz ve irşâd çalışmaları ile fitneye mani olmak,
mü’minlerin Sırat-ı Müstakim’den gitmesini temin etmek
lâzımdır.
Netice:
Şurası muhakkaktır ki, dinimizin hâmisi, tebliğcisi, mezkur
vazifeyi en mükemmel şekilde noksansız olarak yapan
-98-
Hatemu 1-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’dir.
Ondan sonra bu yüce vazifeyi sevgili Ashabı en
mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Tabiîn de bu mukaddes
vazifede Sahabeye ulaşmaya gayret etmişlerdir.
İftiharla söyleyebiliriz ki, bu altın nesilden sonra bu
vazifeyi en mükemmel şekilde bihakkın yerine getiren ecdadımız
olmuştur. Bin yıl bu yüce dine hizmet eden ecdat,
Cenab-ı Hakk’ın rahmetine, Peygamberimiz’in de şefâatına
elbette ki, nail olmuştur. Reva mıdır ki, bin yıl bu
mukaddes ve muazzez vazifeyi en mükemmel şekilde yerine
getiren ve yüzyıllar boyu Haçlı zihniyetinin ve ordularının
karşısında ‘imanlı göğüsleri ile serhat’ olan bu nesil, bu
kıymetli hâzineden mahrum kalsın? Elbette hayır… O halde
ondan beklenilen, geçmişteki yerini alması ma’ruf u emr,
münker i nehy çalışmaları ile âlemi irşâd etmesi, layık olduğu
yerini almasıdır.
Selâm o aziz nesle, topluluğa…#

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir