wiki

MASED3 PİKİ AÜ ASKERÎ {SraÂM-S ASKERÎ

Oniki imâmın onbınncisi. İmâm-ı Ali Nakî’nin oğludur. Künyesi Ebû Muhammed, lakâbı Zekî, Hâlis, Sırâc’dır. Babasımn olduğu gibi, kendisi de “Askerî” ismi ile meşhûr olmuştur. 232 (m. 846) yılı Rabî-ül-evvelin dördüncü gününde Medîne*i münevverede dünyâya geldi. 261 (m. 875) senesinde Bağdad’da vefât etti. Samarrâ’ da babasımn yamna defn edildi. İmâm-ı Askerî hazretleri, cesur, kerîm, cömerd ve âlim bir zâttır. Yalnız bir oğlu olup, o da oniki imâmın onikincisi ya’nî Ü S 2 İslâm âlimleri Ansiklopedisi HASEN BİN ALİ ASKERÎ sonuncusu olan Muhammed Mehdî hazretleridir. Bir çok kerâmetleri vardır. Kendisini çok sevenlerden bir zât anlatır: “Zindana düşmüştüm. Zindan çok dar ve ayağımdaki zincirler de çok ağır idi. Imâm-ı Askerî hazretlerine bir mektup yazarak sıkıntımı anlattım. Mektuba geçim sıkıntımın da olduğunu yazacaktım, fakat utandığım için yazamadım. Imâm-ı Askerî hazretleri, mektuba verdikleri cevapta: “Bu mektubu aldığın gün, öğle namazım evinde kılacaksın” diye yazmış. Hakîkaten o gün öğle üzeri, beni zindandan çıkarıp serbest bıraktılar. Sevinç içinde evime geldim, namazımı kıldım. Kapım çalındı, kapıyı açtığımda Imâm-ı Askerî hazretlerinin hizmetçisi ile karşılaştım. Bana yüz altın ile bir mektup bıraktı. Mektubu açtığımda şunlann yazılı olduğunu gördüm: “Ne zaman bir ihtiyâcın olursa iste! istediğin şeye, Allahü teâlânm izniyle kavuşursun.” İmâm’ı sevenlerden biri, başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır: “Imâm-ı Askerî hazretlerine bir mektup yazarak ba’ zı şeyler sordum. Bahar, hummasından da soracaktım. Fakat unutmuştum. Daha sonra suâllerimin cevâbı geldi. Suâllerin cevâbından sonra şöyle yazmışlar: “Bu suâllerle berâber bahar hummasım da soracaktın, fakat unuttun. Onun cevâbım da verelim. “E y ateş! İbrahim ‘in üzerine soğuk ve emin ol” âyet-i kerîmesini yazıp, hummalı hastanın boynuna asılırsa şifâ bulur” buyurdu. Dedikleri gibi yaptım. Hasta şifâ buldu.” Fakir bir kimse anlatır. “Imâm-ı Askerî* nin (r.a.) huzûrunda idim. Fakir olduğumu, ba’zı ihtiyaçlarımı temin edebilmem için paraya ihtiyâcım olduğunu söyledim. O anda elinde baston vardı. Bastonun ucu ile yeri kazdı. Biraz sonra yerden, beş yüz altın kıymetinde, bir kalıp külçe altın çıkardı. Çıkan allım bana verdi. Ben de ihtiyâcımı karşıladım.” Muhammed bin Ca’fer isimli bir genç anlatır: “Geçim sıkıntısı içindeydik. Bir gün babam bana dedi ki: “Oğlum gel Imâm-ı Askeri hazretlerine gidelim. Onun çok cömert olduğunu söylüyorlar. Bizi de boş çevirmez. Bjgjhsâiıda bulunabilir.” Ben de “Peki, baba sen onu hiç gördün mü?” deyince; babam: “Hayır” diye cevap verdi. Daha sonra gitmeğe karar verip beraber yola çılanca bana dedi ki; “Beşyüz akçe verse, ikiyüz akçesi ile elbise, ikiyüz akçesi ile de un, geri kalanla da diğer ihtiyaçlarımızı alınz.” Ben de, “Bana da üçyüz akçe verse, yüz akçe ile elbise, yüz akçe ile yiyecek ve yüz akçesi ile de merkep alıp, Kûhistan tarafına gitsem” dedim. îmâm-ı Askerî hazretlerinin kapısına geldiğimizde, kapıya birisi çıkarak, babamı ve beni ismimizle çağırdı ve içeri girdik. Imâm-ı Askerî hazretleri “Şimdiye kadar niçin gelmediniz?” diye sordu. Babam da, “Perişan hâlimizle yanınıza gelmeğe utandık” dedi. Ziyâretten sonra çıkıp giderken, arkamızdan hizmetçi koşarak geldi ve bir kese babama vererek “Bu kesede beşyüz akçe vardır, ikiyüz akçesi ile elbise, ikiyüzü ile un ve yüz akçesi ile çeşitli ihtiyaçlarınızı alırsınız” dedi. Bana dönerek bir kese de bana verdi. Bana da “Bu kesede üçyüz akçe vardır. Yüz akçesi ile elbise, yüz akçesi ile yiyecek, yliz akçesi ile de bir merkep alırsın, yalmz Kûhistan tarafına gitme” dedi. Daha sonra meydana gelen hâdiselerden, oraya gitmemin benim için iyi olmıyacağım anladım.” Halife’nin huysuz bir atı vardı. Değil binmek, eyer bile vuramazlardı. Halife’nin • hizmetçilerinden biri “Bu atı îmâm-ı Askerî görsün. Ya bu at onu öldürür, veyahut at kullanılır hâle gelir” dedi. İmâm saraya çağnldı. Sarayın bahçesine girince, doğruca o atın yamna gitti, ata elini sürdü. At hemen terlemeğe başladı. Sonra Halife, hazreti imâmın yamna gelerek, ta’zimden sonra, “Efendim biz bu atı hiç kullanamıyoruz. Terbiye de edemedik. Buna bir eyer vurup eğitebilir misiniz?” dedi. Imâm-ı Askerî hazretleri atın yamna vardı, eyerini vurdu. Halife “Bir de biner misiniz?” dedi. Bunun üzerine ata bindi. Sarayın bahçesinde koşturdu. At, en ufak bir serkeşlik yapmadı. Sonra attan inip halifenin yamna gelerek, “Bundan daha iyisini görmedim” buyurdu. Halife çok hayret etti ve atı Imâm-ı Askerî hazretlerine hediyye etti. Kendisini sevenlerden biri: “îmâm-ı Askerî hazretlerine bir mektup yazarak, mişkâtm ma’nâsım sordum. Doğacak çocuğuma ad koymasını ve duâ etmesini istirham ettim. Cevâbî mektubunda “Mişkât, Resûlullahın kalbidir” buyurdu. Doğacak çocuk için bir şey yoktu. Ancak mektubun sonuna, “Allahü teâlâ sana büyük ecr ve sonra hayırlı bir evlât versin” yazmıştı. Çocuğum ölü doğdu. Daha sonra da bir erktek çocuğum dünyâya geldi” diye anlatmıştır. Birisi anlatır: “îmâm-ı Askerî hazretlerinin huzûrunda oturuyordum, içeriye temiz yüzlü bir genç girdi. Kendi kendime “Acaba bu kimdir?” diye merak ettim. Hemen bana dönüp: “Bu genç Ümm-i Gânim’in oğludur. Bütün dedelerimin yüzükleriyle, mühürlerini bastıkları taşın sâhibidir. Taşa benim de mühür basmam için geldi” buyurdu. Sonra o gence “Taşı ver” dedi. Genç, taşı çıkanp verdi. Yüzüğünü taşın mühür olmayan düz bir yerine bastı. Mühür meydana çıktı. Açık olarak (Haşan bin Ali) yazdığım gördüm. Sonra genç dıŞan çıkıp gitti.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir