Genel

Maymunlardan insangillere

Maymunlardan insangillere

Maymunlar (memelilerin en es­ki yada en gelişmiş takımı) bun­dan yetmiş milyon yıl önce Tebeşir devrinin sonlarına doğru meydana gelmişlerdir. Bu grubun ilk üyele­ri, görünüş bakımından, ağaçlarda yaşayan soreksgillere çok benzeyen, cırnaktı dörtayaklılardı. Bunlar he­men hemen elli beş milyon yıl ka­dar önce.. Eyosen devrindeki bazı iklim değişiklikleri sonucunda sayı­ca çoğalana kadar son derece ilkel kalmışlardır.

Yarımaymunlar Nasıl Gelişti

Eyosen devrinin maymunları gü­nümüzdeki yarımaymunlara Igala- gogiller, lorigiller, makigiller ve ca­dı makiler) çok benziyorlardı (1). Bazıları dört ayak üzerinde yürü­me tarzlarını bırakarak ağaçtan ağaca atlayabilen tırmanıcılar hali­ne geldi. Bu farklı dolaşma yönte­mi, önemli fiziksel değişiklikleri ge­rektiriyordu. Gerçi el ve ayakları hâlâ beş parmaklı olma özelliğini sürdürüyordu; ama, zamanla el ve ayak başparmakları içe kıvrık bir duruma geldi. Böylece nesneleri kavrama yetenekleri büyük ölçüde artmış oldu (2,3). Cırnaklar yerle­rini tırnaklara bıraktılar ve parmak uçlarında yumuşak, duyarlı katman­lar oluştu.

Bu ilk maymunların gözleri de o zamanın öteki memelilerinin gözle­rinden farklı bir konumdaydı. Bun­ların gözleri daha iri ve daha ileri­ye doğruydu; ağaçların üzerinde ka­zasız belasız yaşayabilmeleri üç bo­yutlu görüşün daha yetkin olmasına bağlıydı ve dolayısıyle de görüşün yanlara doğru değil, öne doğru de­rinleşmesi gerekiyordu. Görme du­yusuna bağımlılığın artmasıyla bir­likte koku alma duyusunun önemi azaldı ve bunun bir sonucu olarak da burun küçüldü. Ellerin, ayakla­rın ve gözlerin daha fazla kullanıl­maya başlaması, beynin büyümesi­ne yolaçmış olsa gerek. O devirdeki memeliler arasında en büyük beyin, maymunlardaydı. Yarımaymunlar gibi ağaçlarda yaşayan yada ağaç­lara tırmanan hayvanlar yere in­dikleri zaman bazen dik durarak, zıplar yada yürürler. Belki de bu hareket ikiayaklılığm (iki ayak üze­rinde yürümenin) ilk oluşumunun bir göstergesidir.

Eyosen devrinin son evrelerine ilişkin taşıllar, yarımaymunların sa­yısında ve çeşitliliğinde büyük bir azalma olduğunu göstermektedir. Hayatta kalmayı başaranlar Mada­gaskar, Sri Lanka ve Güneydoğu Asya gibi ıssız köşelerde varlıkla­rını sürdürmüşlerdir. Gündüzleri gezinen yırtıcı hayvanlardan ve düş­manlarından korunmak amacıyla geceleri gezinmeye başlamışlardır.

Günümüzdeki gerçekmaymunla- ra çok benzeyen hayvan taşılları, yaklaşık 35 – 45 milyon yıl öncelere kadar uzanmaktadır. Bunların iki ana altbölümü dar burunlular (ger- çekmaymunlar ve insan da içinde olmak üzere darburunlumaymun- lar) ve yassıburunlulardır (yassı- burunlumaymunlar). Yassıburunlu- maymunların hareket yöntemleri bakımından iyi bir kıyaslama örne­ği verdikleri söylenebilir, ama in­sanın evrim tarihi açısından pek o kadar önemli değillerdir.

Darburunlumaymunlar grubu da ayrıca gerçekmaymunlar (uzunkuy- ruklumaymungiller) ile gerçekmay­munlar ve insan (insangiller) diye ikiye ayrılır. Yaşayan bütün gerçek- maymun türleri, son derece gelişmiş elleri ve ayaklarıyla dalları tutabi­len, dörtayaklı çevik tırmanıcılar­dır. Birçok ülkede çıkarılan taşıllar, gerçekmaymunların varlıklarını sür­dürme açısından bir hayli başarılı olduklarını, ama iklim değişiklikle­ri sonucunda bugün artık yaşama alanlarının daraldığını ve Japonya’­daki bazı türler dışında tümünün tropikal kuşakta yaşadığını ortaya koymaktadır.

 

 

 

 

1) Maymunlar birçok a$amadan geçerek ge­lişti. Maymunsu ufak bir hayvandan (Gala- go) [A], guenon’a (Cer- copithecus) [B], şem­panzeye (Pan) [C] ve insana (Homo) [D] doğru bir gelişim çiz­gisi izlediler. Bu ağır

 

evrim süreci içinde be­denin birçok bölümün­de değişiklik oldu. Sözgelimi, E, F, G, H daki kafatasları. bu­run bölümünün gide­rek kısaldığını ve diş­lerin (özellikle de kö­pek dişlerinin) ve çe­nenin küçüldüğünü

 

göstermektedir. Beyin giderek büyümekte ve koku alma merkezleri Imavi) ile görme mer­kezleri (sivah) arasın­daki önem değişikliği açık seçik görülmekte­dir. Burnun kısalması ve dis düzenindeki de­ğişiklikler (I, J, K, L)

 

çenenin biçimini etki­ledi Dikdörtgen biçi­mindeki dis kavisi, parabol biçimini aldı Hareket biçimi, ağaç­lara tutunarak, atlaya­rak ve dört ayak üs­tünde yürümeden (ağaçsıl dörtayoklılık) dik durmayı gerekti­

 

ren salınarak ilerleme­ye (kolsuayaklılık) dönüştü. Giderek insa­nın yerde geniş adım­larla yürüme biçimi (ikiayaklılık) gerçek- cekleşti. Yerde iki ayak üstünde yürüme­nin başarı nedeni, her­halde, iki ayağının üs­

 

 

m


mm


EYOSEN
3) Gerçekmaymıınların

ellerindo, cırnakların verini normal tırnaklar almıştır; ama henüz in­ce işleri becerememek- tedir. Güçlü kavrama [A] insanınki gibidir ama, başparmak öteki parmaklardan henüz tam olarak farklılaşma­dığından gerçek anlam­da kusursuz kavrayış yoktur. Gerçekmaymun elinin tam benzeri [B ve D] de gösterilmiştir. Ağaçlarda dallara tu­tunarak ilerleyenler kanca kavrayışından yararlanırlar [C1

4) İnsanın nesneleri

iki ana kavrayış tarzı, güçlü kavrama [A] ve ince kavramadır [B]. İnsanı gerçekmaymun- dan ayıran da İkincisi­dir. Başparmağın iyice içe dönük bir durum alması insan elinin do­kunma kusursuzluğu­nu büyük ölçüde artır­mıştır. İnsan bu aşa­maya eriştikten sonra kusursuz bir biçimde araç yapmayı ve kul­lanmayı başarmıştır [C]. El ile beyin ara­sındaki sürekli karşı­lıklı ilişkinin insanın evrimi üzerinde önemli bir etkisi olmuştur.

5) Gorilin uzun kalça

kemiği dörtayak üs­tünde yürümek için ge­rekli olan özel kasla­rın yerleşmesi bakımın­dan zorunludur. Ayak başparmağı dalları kavrama yeteneğine sahiptir ve eklemler üstünde yürümeyi . mümkün kılmak için

Gigantopithecus

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
ne zaman ortaya çıktığı ve aıaıan- nın kimler olduğu konusunda birta­kım sonuçlara varılmıştır. Ama ele geçirilen kalıntılar, genellikle bölük pörçüktür. Bütün bir iskelet bir ya­na, bütün bir kemik buluntusu bile pek enderdir. Bu da, herhangi bir buluntunun insan ailesine ait olup olmadığını kararlaştırmayı bir sorun haline getirmektedir.

Bir başka güçlükten daha sözet- mek gerekir. Tarihöncesi kalıntıla­rın toplanması, nerdeyse son derece kişisel bir uğraş olup çıkmıştır ve her buluntuya yeni bir ad verme doğrultusunda güçlü bir eğilim ge­lişmiştir. Kazı çalışmalarının ve bu­lunan parçaların incelenmesinin yıl­larca sürdüğü düşünülürse, bu bel­ki de anlaşılır bir davranıştır. An­cak, bütün bunların sonucunda, ta­rihöncesi insanın adlandırılmasında doğan karışıklık, dünyanın dört bir bucağında elde edilen buluntuların değerlendirilmesini büyük ölçüde kösteklemiştir.

o——- . .

fatası da değişikliğe uğramıştır. Bacakların aldığı durum, dizlerin bükük kaldığı yürüyüş biçiminden çağdaş insanın geniş adımlarla yü­rüyüş biçimine doğru bir gelişme göstermiştir. Bu yürüyüşün müm kün kılınması için kalça kemiğinin değişmesi gerekmiş ve ayrıca ayak ile ayak başparmağı da değişikliğe uğramıştır. İnsanoğlunun nesneleri parmakları ve başparmağıyla kav­rayabilmesi için el de değişmiştir.

Belkemiğinin içinden geçtiği ka­fatasının altındaki büyük deliğin konumu, insanın dik duruşunu ve bunun çeşitli aşamalarını açık se­çik ortaya koymaktadır. Kafatası altındaki büyük delik, gorilde ar­kada ve geriye doğru, insanda ise daha önde ve aşağıya doğrudur.

En Eski İnsangiller

İlk insangilin (yada insan so­yunun doğrudan bağlandığı yaratı­ğın) maymun soyundan ne zaman ayrıldığı konusunda hâlâ bir hayli belirsizlik vardır. Bazı yetkililer.

lunan orneKierın uc

bi, çağdaş insanın bağlı olduğu ai­lenin üyeleridirler.

1924 yılında Raymond Dart ta­rafından bulunan ilk örneğe Aust- ralopithecus africanus (Afrika’daki güney maymunu) adı verilmiştir. Australopithecus taşıllarının her bi­rine ayrı ayrı adlar verilmiş ve bunların farklı cinslere ait olduk­ları söylenmiştir, ama bunlar ayııı cinsin farklı türleri de olabilirler. Bunlar bir grup olarak büyüklük, dişler, çene ve beyin oylumu bakı­mından farklılıklar gösterirler; bu farklılıklar, ince yada zayıf (af­ricanus) ve sağlam biçimler diye bir bölünmeye yolaçmıştır (1).

1938 yılında Güney Afrika’da Kromdraai’de bulunan ilk güçlü ve sağlam örneğe Paranthropus robus- tus adı verilmiştir. Bazıları bu ör­neği Australopithecus robustus ola rak kabul etmekteyse de bu cins adı bazı insanbilimciler ve eskivar- lıkbilimciler tarafından hâlâ kulla nılmak tadır.

 

Uygarlıklar
Orta Pleyistosen
Alt Pleyistosen

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlk kesin Australopi t— hecus kalıntıları 1924′ te Kap eyaletinde bu­lundu. Daha sonra Güney Afrika’da dört yeni yerleşme bölgesi daha ortaya çıkarıldı Africanus kalıntıları Taung (Kap) Sterkfon­tein ve Makapansgat’- ta (Transvaal’da), ro­bustus ise Svvartkrans ve Kromdraai’de (Transvaal’da) bulun­du. Son yıllarda Tan­zanya. Kenya ve Eti­yopya’da da önemli kalıntılara raslandı.

İlk kurulan yerleşme bölgesi o gün bu gün­dür bir yığın kalıntı korumuş olan Olduvai vadisi olsa gerek. Son zamanlarda Kenya’da­ki Rudolf gölü yöre­sinde ve Etiyopya’daki Omo ırmağı yöresinde­ki çalışmalar, bu ilk insangillere ilişkin bil­gimizi artırmıştır.

&
Rudolf gölü

Kompofa ? Victoria
o r~y<-joiu

0 \f-S Nairobi
A 2

uTanganiko golu

Oor-esselom
O

Nyassa gölü

1   Omo ırmaöı

2   Olduvai vadisi

3   Makapansgat

tKromdraai Sterkfontein Swortkrons 5 Toung

Port Elızobeth
I Homo sapiens I sapiens
IHomo sapiens neanderthalensis
El Homo habilis
Australopithecus I robustus
I Australopithecus africanus
Kalatosı 1476
Ramapithecus

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

5) Tanzanya’nın Se- rengeti ovasındoVi Ol­duvai vadisi fi] 40 km uzunluğunda ve 100 m derinliğindedir Yeryü­zünde tarihöncesi in­san kalıntılarının bu­lunduğu en tanınmış yasama yöresidir. Vâdı. göl ve volkan çökelme­leriyle ikiye bölünmüş­tür. Göl birikintileri, taşılların korunması bakımından bulunmaz bir ortam oluşturmak­ta; volkanik kayalarda, kalıntı tarihlerinin ke­sin olarak saptanması bakımından essiz bir malzeme sağlamakta­dır. İngiliz insanbilim­cisi Louis Leakey (1903-72) ve karısı. 1959’dan bu yana Ol­duvai vadisindeki ka­yalıklarda insangiller­le ilgili hayret verici buluntuları ve ayrıca 1964’de Homo habilis’ı ortaya çıkardılar
II. Katman I. Katman

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 

 

 

ve Homo’nun hangi aşamada oluş tuğunun saptanması, en azından Australopithecus’ların kendi atala rının bulunup ortaya çıkarılması kadar güçtür.

Homo habilis ve Homo erectus

Louis Leakey 11903-72), 1964 yı­lında Homo habilis (elini kullanan insan) (1) adını verdiği yeni bir buluntuyu açıkladı ve böylece bu yeni insangıli, günümüz insanıyla aynı cins içinde tanımladı. Tanzan ya’daki Olduvai vadisinin I. Kat­manından elde edilen ve yaklaşık 600 santimetre küp büyüklüğünde bir beyni bulunan ilk örneğin, yak­laşık 1,8 – 1,2 milyon yıl önce yaşa­dığı sanılmaktaydı. Daha sonrala n, daha yakın dönemlerde yaşamış örnekler de bulundu. Bunlardan ba zıları, Homo habilis ile II. Katma­nın yukarılarında bulunan ve do- layısıyle yarım milyon yıldan daha fazla bir süre önce yaşadığı sanı­lan Homo erectus (Chellean insa nı) arasında birtakım özellikler göstermektedirler. Birçok yetkili.

nuınu                                «… _______

atasının bir Austrolapithecus ol madiğini belirten kanıtlar vardır. Afrika’nın Olduvai vadisinde bulu nan örnekler de bu görüşü doğru­lamaktadır. Ayrıca, bu ikisi arasın da dolaysız bir bağ bulunmadığını ileri sürenler de vardır. Bu görüş, son buluntularla, özellikle de Ken ya’da Ftudolf gölünden çıkarılan, beyin oylumu yaklaşık 800 santi­metre küp olan 3 milyon yıllık bir insangil buluntusuyla güçlenmiştir. Bu da, Australopithecus’larda çok önceleri bir bölünme meydana gel diğini ve africanus, habilis ve erec tus arasında herhangi bir yavaş geçişin gerçekleşmediğini gösteren bir belirti olarak kabul edilebilir.

Homo erectus’a ilişkin kalıntı ların en çok çıkarıldığı Doğu As­ya’da bile bunun kökenleriyle ilgi li ipuçları hemen hemen yok gibi­dir (5). En eski örneklere Cava’da raslanmış ve bunlardan birinin Australopithecus olabileceği söylen­miştir. Ama gereçlerin yetersizliği, ikisi arasında bağ kurmayı bir hay-

O dönemin öteki insanları gıuı, Cava insanı da geziciydi. Oradan oraya dolaşarak yiyecek topluyor ve avlanıyordu. Bu durum, toplu­luk içinde işbirliğini başlatmış ola bilir. Ne yazık ki, Cava’daki Trinil yada Modjokerto’da çıkarılan bu­luntularda hiç bir araca raslan mamıştır. Ama daha yeni katman larda, Pekin insanıyla birlikte çı karılan araçları andıran kesici araçlar (3) bulunmuştur.

Pekin İnsanının Yaşamı

Eskivarlıkbilimciler, 1927 ve 1937 yılları arasında Çin’de Pekin ya kınlarındaki Çukutien’de yaklaşık kırk beş insangile ilişkin kalıntı­lar buldular (2). İlk önceleri Si- nanthropus pekinensis denilen bu örneklere bugün Homo erectus pe­kinensis adı verilmektedir. Cava’da raslanan örneklerin beyin oylumu 880 santimetre küp idi; oysa bun­ların beyin oylumu ortalama 1000 santimetre küptür. İnsan taşılları nın yanında bulunan araçlar ve

 

 

 

3) Pekin insanı’nın

kullandığı araçlar ku­vars, yeşil tas ve ku­varsitten yapılmıştı. Ama kazı yöresinde bulunan 100 bin araç üzerinde yapılan ince­lemenin de gösterdiği gibi, Çukutien kültü­ründe en çok kullanı­lan madde, kuvarstı “Yontma kültürü,, de­nilen kültüre ait araç­lar, basit yollardan yapılmaktaydı. Bir tas parçası, başka bir tas parçasıyle yontuluyor, böylece bir yanı ka­baca keskin hale geti­riliyordu. Bazen yon­tulduktan sonra geri­ye kalan parça çok kullanışlı oluyor, ba­zen de yontulan küçük parçacıklar düzeltile­rek kullanılıyordu. Avrupa. Afrika ve Batı Asya’da görülen balta kullanma gele­neğine doğu Asya’da raslanmamaktadır.

1) Homo habilis [A), çağdaş insanla, yani Homo’yla aynı cinse sokulabilecek tarihön­cesi insanların en es­kisidir. Homo erectus’- un |B] ortalama 1000 santimetre küp büyük­lüğündeki beyni, Aust-

5) Homo erectus, ilk

kez 1891 de Eugene Dubois (1858-1940) ta­rafından. Cava’da, So­lo ırmağı üzerinde Trinil’de bulundu. Bu­lunan örneğe ilk önce, dik maymun insan an­lamına gelen Pithe- canthropus erectus adı verildi. Kazı yöresi et­kin bir yanardağ olan Lawu dağı eteklerin- dedir. Sangrian ve Modjokerto’da daha başka erectus örnekle­ri de bulunmuş. Ngan- dong ve VVadjakta ise daha yeni örnekler çıkarılmıştır.

ralopithecus’ların bey­ninden çok daha pe­nistir. Geniş adımlarla yürüdüğü kesin olan erectus’un boyu genel­likle modern insanın- kine yakındır (C1. Ka­fatası önemli değişik­liklere uğramıştır,

Sangiran

 

nin uuyuıvıufiu                                 —————-

kiimiştir. İlk Homo sapiens’in çe­şitli alttürlerinin, Homo erectus’un- kinden yaklaşık üçte bir oranında daha geniş bir beyin mahfazası vardır.

Yeterince Tanımlanamayan Eski İnsan

Homo sapiens’in ilk başlardaki evriminin belirlenmesinde karşıla­şılan başlıca güçlüklerden biri de. eski buluntuların yalnızca Avru­pa’yla sınırlı kalmasıdır. Oysa baş­ka yerlerde de belirgin bir evrimin meydana gelmiş olması gerekir. Ayrıca, bu buluntuların çoğu, ka- zıbilim ve eskivarlıkbilimle ilgili tekniklerin bugünkünden çok geri olduğu bir dönemde gerçekleştiril­miştir. Dolayısıyle, işe yarayabile­cek birçok bilgi yitirilmiştir. An cak, eskivarlıkbilime ve insan tari­hine duyulan ilginin dünyanın dört bir yanında artması, eski insanın daha tutarlı bir biçimde resmedil- mesini sağlamıştır. Buluntuların sa­yısının artmasıyle birlikte Homo sa­piens’in evrimindeki önemli eğilim- bul edilmektedir. Bunların ikisi ae aşağı yukarı 250.000 ile 200.000 yıl öncesine ilişkin Mindel-Riss buzul- lararası döneminden kalmadır. Ste- inheim örneğinin beyin oylumu 1.150 santimetre küp olarak, Swans- combe örneğinin beyin oylumu ise 1.300 santimetre küp olarak hesap­lanmıştır. Ancak bu hesaplar, yal­nızca kafatasının bulunan parçala­rına dayanılarak yapılmıştır. Bun­ların kaş çıkıntıları, daha çok, Ho­mo erectus’unkine benzediği hal­de, kafataslarının arkasının yuvar­laklığı, daha sonraları ortaya çıkan Neandertal insanınkinden daha mo­derndir. Fransa’da Fontechevade’- deki bir başka buluntu ise, daha da modern bir görünüm taşımaktadır ve yaklaşık 90.000 ile 80.000 yıl ön­cesine ilişkin Riss-Würm buzullar- arası döneminden kalmadır.

Üst Pleyistosen başlarında bir­çok değişik Homo sapiens topluluk­ları görülmektedir. Bunların en iyi bilinenleri, yaklaşık 70.000’den 35.000 yıl öncesine kadar, buzullaşmanın ni£»i>- VV UI m

yaşadıkları saptanmıştır. Würm bu­zul döneminin başlangıcına ilişkin daha başka buluntular Fas, Libya ve İsrail’de çıkarılmıştır. Buluntu­ların büyük çoğunluğuna batı Av­rupa’da raslanılmasına karşın, bu­güne kadar Neandertal insanının bi­çimi tam olarak saptanamamıştır. Batı ve kuzey Avrupa Neandertal’- lerinin yüz ve kafatası özellikleri, bunların kendilerini aşırı soğuğa uyarlama gereksemeleri sonucu meydana gelmiş yerel değişiklikler olabilir.

Kültürün Başlangıcı

İlk Neandertal insanı örneği 1856’da bulunmuştur (2). Evrim ku­ramına karşı çıkanlar Neandertal insanını, insanın akrabası olarak görmeye yanaşmadıklarından bu ör­neğe Homo sapiens neanderthalensis adının verilmesi, ancak uzun ve şiddetli bilimsel tartışmalardan son­ra mümkün olabilmiştir. Neandertal insanı karikatürcülerin elinde, sar-

 

5) Bir yaban domuzu­nun cene kemiğinden

tutmuş bir Neandertal insanı iskeletinin bu­lunması. ölüler için gömme törenleri dü­zenlendiğine ilişkin

bir belirtidir. Bt dinsel törenleri zenleyenler Net insanlarıydı. Di gömme törenle! İtalya’da Circe< ğında raslanmıı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Usta bir avcıydı (3). Daha da önem­lisi, Neandertal insanları yaşamın ve ölümün bilincine varmışlardı ve belki de büyüyü yada dinsel tören­leri başlatmışlardı (5,6). İsviçre Alplerinde Drachenlock’ta, mağara ayılarının kafatasları ve kemikleri küçük duvarların üstüne özenle di­zilmişti. Avusturya ve Almanya’da da bunlara benzer tapmaklar bu­lunmuştur.

Gerçi bu «klasik» Neandertal in­sanına ilişkin buluntuların fazlalı­ğı ona haklı bir ün kazandırmıştır, ama eldeki çeşitli örnekler çağdaş insanın evrimini saptamamız için gerekli canalıcı bilgileri sağlayama­maktadır. Bulunan ipuçları umutla­rı boşa çıkarmaktadır. Neandertal insanı ile bugünün insanının özel­liklerinin bir karışımını içeren en ilginç buluntulardan bazılarına da İsrail’de, Karmel dağında Tabun ve Şkul mağaralarında raslanmıştır. Çin’de ve Cava’da da Neandertal’- lerle ilgili buluntular çıkarılmış; Zambia’da (Afrika), Broken Hill’de ğaralardan yada değişiklikleri pek göstermeyen çıplak topraktan çıka­rıldığından bu konuda yardımı do­kunabilecek katmanlar genellikle bulunmamaktadır.

Ekin Yetiştirme ve Hayvancılık

Avrupa’da Müsteryen kültürü, yaklaşık 35.000 yıl önce, birdenbire yokolmuştur. Neandertal insanının yerini, herhalde Yakındoğu’dan gelen ve çağdaş insandan pek az farklı olan Kro-Magnon insanı gibi, Üst Yontmataş devri insanları al­mıştır. İnsangillerin evrimindeki ataları gibi Kro-Magnon insanı da, yiyeceğini avlanarak ve bitki top­layarak elde ediyordu. Göçebe top­luluklar yiyecek bulmak için dur­madan dolaşıyorlardı. Yaklaşık ola­rak M Ö. 7.000-8.000 yıllarında,Orta­doğu’da Cilalıtaş devri insanı ekin ekmeye ve hayvanları evcilleştirme­ye koyulduğunda, her şey değişik­liğe uğradı. Modem toplumlara gi­den kısa denilebilecek yolun baş­langıcıydı bu.

Homo sapiens grubuna

sokulabilecek örnek­lerin buluntuları özel­likle Avrupa’da çok yaygındır. En eski olanlar hemen hemen 200.000 yıllıktır ve İn­giltere’de Svvanscom- be’da, Almanya’da Steinheim’da bulun­maktadır. Neandertal

insanı ile ilgili en çok bilinen kazı yö­releri Almanya’da Neandertal vadisi. Bel­çika’da Spy. Fransa’da La Chapelleaux-Saints. La Ferrasie ve Le Moustier. İtalya’da Circeo dağı ve Cebeli­tarık’tır. Neandertal’- lerle ilgili buluntular

 

Eski insanlar ölülerim çeşit­li biçimlerde gömmüşlerdir Bazıları yalnızca kafatasla- rını kişisel eşyaları ve süs­lerle birlikfe gömmüşler; bazıları da erkekleri gömüp kadınları gömmemişlerdir Grotte des Enfants’daki (Monako) Grimaldı kalıntı­larındaki gibi, uyur duruma getirilmiş bu iskelet, özenli düzenlemenin bir kanıtıdır
Mağara ayısına tapmanın oldukcc yaygın olduğu, özen­le düzenlenmiş ayı kafatas- ları (burada bir tas bölüm­de). bacak kemikleri ve öte­ki parçaları bulununca anla­şılmıştır. İnsanoğlu kendine bundan daha tehlikeli bir hasım bulamazdı ve et bul­mak için de daha kolay yön­temlere başvurabilirdi
Yapısal olarak sağlam bir mağaranın içi bile uzun sü­rede değişir Yukardan dam­layan kalsiyum karbonatlı suyun oluşturduğu dikitler, tavandan düsen büyük bir kaya yığınının üstündedir
8) Ortataş devri insanı,

yaklaşık 10 bin yıl ka­dar önce yaşamıştır. Kullandığı başlıca, av-

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
iaraan yararlanma ve oıanaKsızıiK- ların üstesinden gelme yeteneği. Göçebe avcı-toplayıcı topluluklar halinde dolaşan İnsangiller ailesi, milyonlarca yıl boyunca çevresel etkenler tarafından sınırlanmıştır. Çünkü araç, barınak ve giysi yap­ma yeteneğinden yoksun olan ilk insanlar, doğa koşulları karşısında son derece çaresiz kalmışlardır.

İnsanın Hayatta Kalabilmek İçin Yaptığı Araçlar

Aşağı yukarı 50.000 yıl, yani, Homo sapiens’in evriminden çok öncesine ilişkin bilgilerimiz artık, yetersiz değildir. Avrupa ve Asya’­da bulunan Homo erectus (1 mil­yon yıldan daha fazla bir süre ön­ce ortaya çıkmıştı) kalıntıları, bu türün en sonunda, Afrika’dan baş­ka yörelere yolculuk yapmayı ba-

Koşuııarına Karşı verniği oıum Ka lım savaşında canalıcı bir silah edinmiştir. Homo sapiens’in alttür lerinden biri olan Neandertal insa nının bir buzul çağı boyunca ha yatta kalabilmiş olması, yalnızca ilk insanın durmadan gelişen yete­neklerinin değil, aynı zamanda ate­şin insan yaşamındaki öneminin de bir kanıtıdır.

Neandertal insanı, hem hayvan derilerinden kaba giysiler yapmış, hem de ateşi bir ısınma aracı ola­rak kullanmıştır. Ayrıca hayvanla­rı pusuya düşürmek için birçok ya­ratıcı yöntem geliştirmiş ve birlik­te avlanan topluluklar meydana ge­tirmeye başlamıştır. Bunlar çevrele­rindeki çetin koşulların üstesinden gelmeyi başarmışlar ve Australopit- hecus’lar gibi, daha önceki insan­gillerin beceremedikleri bir yaşam aır. Ama Avrupa aaKi uogu urave- tiyen kültürü, son buzullaşmanın daha sıcak bir döneminde ortaya çıkmıştır (1). Daha sıcak koşullar buz örtülerinin çekilmesine yolaç mış ve av hayvanlarının Doğu Av rupa steplerinde, kuzeydeki buz ör­tüleri ile güneydeki buzullarla kap lı dağlar arasında dolaşabilmeleri­ni sağlamıştır. Bugün ren geyiği na­sıl Laponlar için ana hayvansa, o dönemde de mamut ana hayvandı. Mamuttan et, giysiler için deri, oy­ma araçları için fildişi ve barınak ların çevresini kaplamak için iri kemikler elde edilmekteydi.

Bu göç dönemi, buzulların son büyük ilerlemesiyle birlikte ansızın sona erdi. Ama insanoğlu artık so­ğukla savaşabiliyor ve etkinliklerini kötüleşen iklim koşullarındaki var olma mücadelesine uyarlayabiliyor-

 

 

 

 

ı

 

1) Yontmataş devrinde

(M.Ö. 35.000-10.0001 meydana gelen Doğu Gravetiyen kültürü, barınak sorununa ince­likli çözümler getir­miştir. Doğal mağara­lardan ve tas barı­naklardan yoksun bir bölge olan Çekoslovak­ya ve Güney Rusya bu­

 

zullarının kenarlarında yaşayan bu insanlar, taşınabilir direkler üze­rine, birbirine eklen­miş hayvan postlarıyla örtülü kulübeler kur­muşlardır. Bu postların uçları, insanların av­landıkları mamutların, ren geyiklerinin ve za­man zaman da gerge­

 

danların kemikleriyle vere tutturulmuştur. Ava çıkmak üzere bulunulan yer terke- dilmek zorunda kalın­dığında. kulübeler kat­lanıp taşınabiliyordu. Hava akımına karsı bir korunma önlemi olarak kulübelerin ze­mininde çukur açılıvor

 

du. Dışarıdaki komü- nal ocakların yanısı- ra, kulübelerin içinde birden fazla ates olma sı mümkündür. Bu ateşlerin yakılması için kömür ve mamut disi kullanıldığını gös­teren kanıtlar bulun­muştur. O dönemin in­sanlarının giysileri bu­

 

günkü Laponların ve Eskimoların giysileri­ne çok benzer bir bi­çimde hayvan postun­dan yapılmaktaydı. Heykelcikler kil ve toprak boyasından yapılıyordu. Genellik­le toprak boyasıyle boyanan ölüler, kam­pın yakınındaki sığ

 

bir çukura gömülüyor ve mamut kemikleri ve dişleriyle örtülüyor­du. Mezarların içine yiyecek, silah ve süs eşyası gibi günlük kul­lanım maddeleri de konuluyordu. Bu dö­nemde avlanma tekni­ği büyük bir gelişme gösterdi. İnsanlar si­

 

lahlarının yetersiz kal­dığı iri av hayvanlarını tuzağa düşürmek için çukurların ustunu yap raklarla örtme yönte­mini geliştirdiler. İğne ler, kasıklar, delici ve kazıcı araçlar, o döne­min belli başlı araçla­rı arasındaydı.

 

 

 

geyiği avcılarının sürülerin ardın dan kuzeye gittiklerinde Batı Avru- pa’yı boşalttıkları sanılmaktaydı. Oysa bugün bazı halkların geride kaldıkları ve Ortatas devri kültür lerini geliştirdikleri bilinmektedir.

Buz Örtüsünün Çekilmesinden Sonra

Ortatas devrini belirleyen, bu zullara bağımlı bir yaşamın güç lükleri değil, gittikçe artan orman örtüsünün beraberinde getirdiği ya şama sorunlarıdır. İnsanoğlu ırmak boylarına, göl kenarlarına, deniz kı yılarına ve daha başka açıklıklara çekilmek zorunda kalmıştır (2). Üst Yontmataş devri araçları yeni kul lammlara uydurulmuştur, örneğin, saplı taş balta, ağaçların kesilip devrilmesinde ve tahta işlerinde kullanılacak şekilde geliştirilmiştir. Ortatas devri insanları ok ve yay ile avlanıyor, hem kuş ve balık, hem çiçektozu sayısı, birçok yerleşme yöresinde ağaçlardaki çiçektozunda ise bir çoğalma olduğunu ortaya çıkarmakta ve Ortataş devri insanı­nın geçici kamplar kurmak üzere ateşten yararlanarak kendine yer açtığını kanıtlamaktadır. Ayrıca bu­zullardan arınmış denizlerde hay­van postuyla kaplanmış sandallar ve içi oyulmuş kütükten kanolar yapmış, ve böylece denizlerin doğal zenginliklerinden yararlanmaya başlamıştır.

Ne var ki, insanoğlunun çevre­sine egemen olma yolunda bitkileri ve hayvanları evcilleştirerek attığı ikinci büyük adım Yakındoğu’da gerçekleşmiştir. İnsanın tarımla uğraşmaya başlaması, Cilalıtaş dev­rine raslar. İlk kentlerin kurulma ya başlandığı bu dönemden sonra dünyanın nüfusu da daha hızlı bir artış göstermiştir. Ticaret de önem­li bir rol oynamış ve kültürlerin yayılmasını etkilemiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

2) Buzul örtülerinin buqıin bulundukları vere çekilmeleri sonu­cunda serpilip boy otan ormanlar, ner- deyse buzullar kadar önemli güçlükler çı­kardılar. Yeni oluşan çevre, insanı ırmak ve göl kenarlarında verlesmeye zorladı.

Bu, insanın teknoloji­si ağaçları ortadan kaldırmaya yetecek öl­çüde gelisinceye ka­dar böylece devam et­ti. Yugoslavya’da Belg- rad kentinin güney­doğusunda bir yerleş­me yöresi olan Le- penski Vir. Tuna hav­zasındaki Ortatas dev­ri yerleşme noktaları­nın tipik bir örneğidir 1960’ta bulunun bu yerleşme yöresinin M.Ö. 5.000-4.600 do- lavlarında kurulduğu sanılmaktadır. Temel­lerin düz olabilmesi için evler, ırmak ya­maçlarında açılan teraslar üzerine insa edilmiştir. Girişleri ır­mağa bakan bu evler yan yana sıralanmak­tadır. Büyüklükleri 5.5 metre kare ile 30 met­re kare arasında de­ğişmektedir. Zemin, kırmızı yada beyaz renkte ince bir cila­lanmış yüzeyle kaplı, sert kireçtaşı sıva­sından yapılmıştır. Evlerin içindeki ocak­lar kireçtaşı parçala­rıyla çevrili uzun çu­kurlardan ibarettir; ge nellikle kumtası par­çalarından oluşan in­ce bir duvarla çevrili­dirler. Bu ocaklar ilk önceleri ırmağın o yö­resinde bol bulunan

balıkların tütsü ile ku­rutulması için yapılmış olabilirler. Lepenski Vir. Tuna’nın o nokta­sında bulunan geniş burgacın adıdır; bu burgaç, balıkların bes­lediği küçük canlıları içine çekmektedir. Orada yasayan insan­lar ayrıca kızıl geyik.

bizon, karaca da avlı­yorlardı. Gerçi bunla­rın avlanma yöntemleri konusunda hiçbir bilgi yoktur, ama ağlarla ve balık tuzaklarıyla yaka­landıktan sonra canlı olarak karaya getirilen balıkların öldürülme­sinde tas parçaları kul­lanmış olabilirler.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir