Maymunlardan insangillere
Maymunlar (memelilerin en eski yada en gelişmiş takımı) bundan yetmiş milyon yıl önce Tebeşir devrinin sonlarına doğru meydana gelmişlerdir. Bu grubun ilk üyeleri, görünüş bakımından, ağaçlarda yaşayan soreksgillere çok benzeyen, cırnaktı dörtayaklılardı. Bunlar hemen hemen elli beş milyon yıl kadar önce.. Eyosen devrindeki bazı iklim değişiklikleri sonucunda sayıca çoğalana kadar son derece ilkel kalmışlardır.
Yarımaymunlar Nasıl Gelişti
Eyosen devrinin maymunları günümüzdeki yarımaymunlara Igala- gogiller, lorigiller, makigiller ve cadı makiler) çok benziyorlardı (1). Bazıları dört ayak üzerinde yürüme tarzlarını bırakarak ağaçtan ağaca atlayabilen tırmanıcılar haline geldi. Bu farklı dolaşma yöntemi, önemli fiziksel değişiklikleri gerektiriyordu. Gerçi el ve ayakları hâlâ beş parmaklı olma özelliğini sürdürüyordu; ama, zamanla el ve ayak başparmakları içe kıvrık bir duruma geldi. Böylece nesneleri kavrama yetenekleri büyük ölçüde artmış oldu (2,3). Cırnaklar yerlerini tırnaklara bıraktılar ve parmak uçlarında yumuşak, duyarlı katmanlar oluştu.
Bu ilk maymunların gözleri de o zamanın öteki memelilerinin gözlerinden farklı bir konumdaydı. Bunların gözleri daha iri ve daha ileriye doğruydu; ağaçların üzerinde kazasız belasız yaşayabilmeleri üç boyutlu görüşün daha yetkin olmasına bağlıydı ve dolayısıyle de görüşün yanlara doğru değil, öne doğru derinleşmesi gerekiyordu. Görme duyusuna bağımlılığın artmasıyla birlikte koku alma duyusunun önemi azaldı ve bunun bir sonucu olarak da burun küçüldü. Ellerin, ayakların ve gözlerin daha fazla kullanılmaya başlaması, beynin büyümesine yolaçmış olsa gerek. O devirdeki memeliler arasında en büyük beyin, maymunlardaydı. Yarımaymunlar gibi ağaçlarda yaşayan yada ağaçlara tırmanan hayvanlar yere indikleri zaman bazen dik durarak, zıplar yada yürürler. Belki de bu hareket ikiayaklılığm (iki ayak üzerinde yürümenin) ilk oluşumunun bir göstergesidir.
Eyosen devrinin son evrelerine ilişkin taşıllar, yarımaymunların sayısında ve çeşitliliğinde büyük bir azalma olduğunu göstermektedir. Hayatta kalmayı başaranlar Madagaskar, Sri Lanka ve Güneydoğu Asya gibi ıssız köşelerde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Gündüzleri gezinen yırtıcı hayvanlardan ve düşmanlarından korunmak amacıyla geceleri gezinmeye başlamışlardır.
Günümüzdeki gerçekmaymunla- ra çok benzeyen hayvan taşılları, yaklaşık 35 – 45 milyon yıl öncelere kadar uzanmaktadır. Bunların iki ana altbölümü dar burunlular (ger- çekmaymunlar ve insan da içinde olmak üzere darburunlumaymun- lar) ve yassıburunlulardır (yassı- burunlumaymunlar). Yassıburunlu- maymunların hareket yöntemleri bakımından iyi bir kıyaslama örneği verdikleri söylenebilir, ama insanın evrim tarihi açısından pek o kadar önemli değillerdir.
Darburunlumaymunlar grubu da ayrıca gerçekmaymunlar (uzunkuy- ruklumaymungiller) ile gerçekmaymunlar ve insan (insangiller) diye ikiye ayrılır. Yaşayan bütün gerçek- maymun türleri, son derece gelişmiş elleri ve ayaklarıyla dalları tutabilen, dörtayaklı çevik tırmanıcılardır. Birçok ülkede çıkarılan taşıllar, gerçekmaymunların varlıklarını sürdürme açısından bir hayli başarılı olduklarını, ama iklim değişiklikleri sonucunda bugün artık yaşama alanlarının daraldığını ve Japonya’daki bazı türler dışında tümünün tropikal kuşakta yaşadığını ortaya koymaktadır.
1) Maymunlar birçok a$amadan geçerek gelişti. Maymunsu ufak bir hayvandan (Gala- go) [A], guenon’a (Cer- copithecus) [B], şempanzeye (Pan) [C] ve insana (Homo) [D] doğru bir gelişim çizgisi izlediler. Bu ağır |
evrim süreci içinde bedenin birçok bölümünde değişiklik oldu. Sözgelimi, E, F, G, H daki kafatasları. burun bölümünün giderek kısaldığını ve dişlerin (özellikle de köpek dişlerinin) ve çenenin küçüldüğünü |
göstermektedir. Beyin giderek büyümekte ve koku alma merkezleri Imavi) ile görme merkezleri (sivah) arasındaki önem değişikliği açık seçik görülmektedir. Burnun kısalması ve dis düzenindeki değişiklikler (I, J, K, L) |
çenenin biçimini etkiledi Dikdörtgen biçimindeki dis kavisi, parabol biçimini aldı Hareket biçimi, ağaçlara tutunarak, atlayarak ve dört ayak üstünde yürümeden (ağaçsıl dörtayoklılık) dik durmayı gerekti |
ren salınarak ilerlemeye (kolsuayaklılık) dönüştü. Giderek insanın yerde geniş adımlarla yürüme biçimi (ikiayaklılık) gerçek- cekleşti. Yerde iki ayak üstünde yürümenin başarı nedeni, herhalde, iki ayağının üs |
m
mm
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||
|
ne zaman ortaya çıktığı ve aıaıan- nın kimler olduğu konusunda birtakım sonuçlara varılmıştır. Ama ele geçirilen kalıntılar, genellikle bölük pörçüktür. Bütün bir iskelet bir yana, bütün bir kemik buluntusu bile pek enderdir. Bu da, herhangi bir buluntunun insan ailesine ait olup olmadığını kararlaştırmayı bir sorun haline getirmektedir.
Bir başka güçlükten daha sözet- mek gerekir. Tarihöncesi kalıntıların toplanması, nerdeyse son derece kişisel bir uğraş olup çıkmıştır ve her buluntuya yeni bir ad verme doğrultusunda güçlü bir eğilim gelişmiştir. Kazı çalışmalarının ve bulunan parçaların incelenmesinin yıllarca sürdüğü düşünülürse, bu belki de anlaşılır bir davranıştır. Ancak, bütün bunların sonucunda, tarihöncesi insanın adlandırılmasında doğan karışıklık, dünyanın dört bir bucağında elde edilen buluntuların değerlendirilmesini büyük ölçüde kösteklemiştir.
o——- . .
fatası da değişikliğe uğramıştır. Bacakların aldığı durum, dizlerin bükük kaldığı yürüyüş biçiminden çağdaş insanın geniş adımlarla yürüyüş biçimine doğru bir gelişme göstermiştir. Bu yürüyüşün müm kün kılınması için kalça kemiğinin değişmesi gerekmiş ve ayrıca ayak ile ayak başparmağı da değişikliğe uğramıştır. İnsanoğlunun nesneleri parmakları ve başparmağıyla kavrayabilmesi için el de değişmiştir.
Belkemiğinin içinden geçtiği kafatasının altındaki büyük deliğin konumu, insanın dik duruşunu ve bunun çeşitli aşamalarını açık seçik ortaya koymaktadır. Kafatası altındaki büyük delik, gorilde arkada ve geriye doğru, insanda ise daha önde ve aşağıya doğrudur.
En Eski İnsangiller
İlk insangilin (yada insan soyunun doğrudan bağlandığı yaratığın) maymun soyundan ne zaman ayrıldığı konusunda hâlâ bir hayli belirsizlik vardır. Bazı yetkililer.
lunan orneKierın uc
bi, çağdaş insanın bağlı olduğu ailenin üyeleridirler.
1924 yılında Raymond Dart tarafından bulunan ilk örneğe Aust- ralopithecus africanus (Afrika’daki güney maymunu) adı verilmiştir. Australopithecus taşıllarının her birine ayrı ayrı adlar verilmiş ve bunların farklı cinslere ait oldukları söylenmiştir, ama bunlar ayııı cinsin farklı türleri de olabilirler. Bunlar bir grup olarak büyüklük, dişler, çene ve beyin oylumu bakımından farklılıklar gösterirler; bu farklılıklar, ince yada zayıf (africanus) ve sağlam biçimler diye bir bölünmeye yolaçmıştır (1).
1938 yılında Güney Afrika’da Kromdraai’de bulunan ilk güçlü ve sağlam örneğe Paranthropus robus- tus adı verilmiştir. Bazıları bu örneği Australopithecus robustus ola rak kabul etmekteyse de bu cins adı bazı insanbilimciler ve eskivar- lıkbilimciler tarafından hâlâ kulla nılmak tadır.
|
|||
|
|||
|
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
||||||||
|
|
|
|
ve Homo’nun hangi aşamada oluş tuğunun saptanması, en azından Australopithecus’ların kendi atala rının bulunup ortaya çıkarılması kadar güçtür.
Homo habilis ve Homo erectus
Louis Leakey 11903-72), 1964 yılında Homo habilis (elini kullanan insan) (1) adını verdiği yeni bir buluntuyu açıkladı ve böylece bu yeni insangıli, günümüz insanıyla aynı cins içinde tanımladı. Tanzan ya’daki Olduvai vadisinin I. Katmanından elde edilen ve yaklaşık 600 santimetre küp büyüklüğünde bir beyni bulunan ilk örneğin, yaklaşık 1,8 – 1,2 milyon yıl önce yaşadığı sanılmaktaydı. Daha sonrala n, daha yakın dönemlerde yaşamış örnekler de bulundu. Bunlardan ba zıları, Homo habilis ile II. Katmanın yukarılarında bulunan ve do- layısıyle yarım milyon yıldan daha fazla bir süre önce yaşadığı sanılan Homo erectus (Chellean insa nı) arasında birtakım özellikler göstermektedirler. Birçok yetkili.
nuınu «… _______
atasının bir Austrolapithecus ol madiğini belirten kanıtlar vardır. Afrika’nın Olduvai vadisinde bulu nan örnekler de bu görüşü doğrulamaktadır. Ayrıca, bu ikisi arasın da dolaysız bir bağ bulunmadığını ileri sürenler de vardır. Bu görüş, son buluntularla, özellikle de Ken ya’da Ftudolf gölünden çıkarılan, beyin oylumu yaklaşık 800 santimetre küp olan 3 milyon yıllık bir insangil buluntusuyla güçlenmiştir. Bu da, Australopithecus’larda çok önceleri bir bölünme meydana gel diğini ve africanus, habilis ve erec tus arasında herhangi bir yavaş geçişin gerçekleşmediğini gösteren bir belirti olarak kabul edilebilir.
Homo erectus’a ilişkin kalıntı ların en çok çıkarıldığı Doğu Asya’da bile bunun kökenleriyle ilgi li ipuçları hemen hemen yok gibidir (5). En eski örneklere Cava’da raslanmış ve bunlardan birinin Australopithecus olabileceği söylenmiştir. Ama gereçlerin yetersizliği, ikisi arasında bağ kurmayı bir hay-
O dönemin öteki insanları gıuı, Cava insanı da geziciydi. Oradan oraya dolaşarak yiyecek topluyor ve avlanıyordu. Bu durum, topluluk içinde işbirliğini başlatmış ola bilir. Ne yazık ki, Cava’daki Trinil yada Modjokerto’da çıkarılan buluntularda hiç bir araca raslan mamıştır. Ama daha yeni katman larda, Pekin insanıyla birlikte çı karılan araçları andıran kesici araçlar (3) bulunmuştur.
Pekin İnsanının Yaşamı
Eskivarlıkbilimciler, 1927 ve 1937 yılları arasında Çin’de Pekin ya kınlarındaki Çukutien’de yaklaşık kırk beş insangile ilişkin kalıntılar buldular (2). İlk önceleri Si- nanthropus pekinensis denilen bu örneklere bugün Homo erectus pekinensis adı verilmektedir. Cava’da raslanan örneklerin beyin oylumu 880 santimetre küp idi; oysa bunların beyin oylumu ortalama 1000 santimetre küptür. İnsan taşılları nın yanında bulunan araçlar ve
3) Pekin insanı’nın
kullandığı araçlar kuvars, yeşil tas ve kuvarsitten yapılmıştı. Ama kazı yöresinde bulunan 100 bin araç üzerinde yapılan incelemenin de gösterdiği gibi, Çukutien kültüründe en çok kullanılan madde, kuvarstı “Yontma kültürü,, denilen kültüre ait araçlar, basit yollardan yapılmaktaydı. Bir tas parçası, başka bir tas parçasıyle yontuluyor, böylece bir yanı kabaca keskin hale getiriliyordu. Bazen yontulduktan sonra geriye kalan parça çok kullanışlı oluyor, bazen de yontulan küçük parçacıklar düzeltilerek kullanılıyordu. Avrupa. Afrika ve Batı Asya’da görülen balta kullanma geleneğine doğu Asya’da raslanmamaktadır.
1) Homo habilis [A), çağdaş insanla, yani Homo’yla aynı cinse sokulabilecek tarihöncesi insanların en eskisidir. Homo erectus’- un |B] ortalama 1000 santimetre küp büyüklüğündeki beyni, Aust-
5) Homo erectus, ilk
kez 1891 de Eugene Dubois (1858-1940) tarafından. Cava’da, Solo ırmağı üzerinde Trinil’de bulundu. Bulunan örneğe ilk önce, dik maymun insan anlamına gelen Pithe- canthropus erectus adı verildi. Kazı yöresi etkin bir yanardağ olan Lawu dağı eteklerin- dedir. Sangrian ve Modjokerto’da daha başka erectus örnekleri de bulunmuş. Ngan- dong ve VVadjakta ise daha yeni örnekler çıkarılmıştır.
ralopithecus’ların beyninden çok daha penistir. Geniş adımlarla yürüdüğü kesin olan erectus’un boyu genellikle modern insanın- kine yakındır (C1. Kafatası önemli değişikliklere uğramıştır,
Sangiran
nin uuyuıvıufiu —————-
kiimiştir. İlk Homo sapiens’in çeşitli alttürlerinin, Homo erectus’un- kinden yaklaşık üçte bir oranında daha geniş bir beyin mahfazası vardır.
Yeterince Tanımlanamayan Eski İnsan
Homo sapiens’in ilk başlardaki evriminin belirlenmesinde karşılaşılan başlıca güçlüklerden biri de. eski buluntuların yalnızca Avrupa’yla sınırlı kalmasıdır. Oysa başka yerlerde de belirgin bir evrimin meydana gelmiş olması gerekir. Ayrıca, bu buluntuların çoğu, ka- zıbilim ve eskivarlıkbilimle ilgili tekniklerin bugünkünden çok geri olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyle, işe yarayabilecek birçok bilgi yitirilmiştir. An cak, eskivarlıkbilime ve insan tarihine duyulan ilginin dünyanın dört bir yanında artması, eski insanın daha tutarlı bir biçimde resmedil- mesini sağlamıştır. Buluntuların sayısının artmasıyle birlikte Homo sapiens’in evrimindeki önemli eğilim- bul edilmektedir. Bunların ikisi ae aşağı yukarı 250.000 ile 200.000 yıl öncesine ilişkin Mindel-Riss buzul- lararası döneminden kalmadır. Ste- inheim örneğinin beyin oylumu 1.150 santimetre küp olarak, Swans- combe örneğinin beyin oylumu ise 1.300 santimetre küp olarak hesaplanmıştır. Ancak bu hesaplar, yalnızca kafatasının bulunan parçalarına dayanılarak yapılmıştır. Bunların kaş çıkıntıları, daha çok, Homo erectus’unkine benzediği halde, kafataslarının arkasının yuvarlaklığı, daha sonraları ortaya çıkan Neandertal insanınkinden daha moderndir. Fransa’da Fontechevade’- deki bir başka buluntu ise, daha da modern bir görünüm taşımaktadır ve yaklaşık 90.000 ile 80.000 yıl öncesine ilişkin Riss-Würm buzullar- arası döneminden kalmadır.
Üst Pleyistosen başlarında birçok değişik Homo sapiens toplulukları görülmektedir. Bunların en iyi bilinenleri, yaklaşık 70.000’den 35.000 yıl öncesine kadar, buzullaşmanın ni£»i>- VV UI m
yaşadıkları saptanmıştır. Würm buzul döneminin başlangıcına ilişkin daha başka buluntular Fas, Libya ve İsrail’de çıkarılmıştır. Buluntuların büyük çoğunluğuna batı Avrupa’da raslanılmasına karşın, bugüne kadar Neandertal insanının biçimi tam olarak saptanamamıştır. Batı ve kuzey Avrupa Neandertal’- lerinin yüz ve kafatası özellikleri, bunların kendilerini aşırı soğuğa uyarlama gereksemeleri sonucu meydana gelmiş yerel değişiklikler olabilir.
Kültürün Başlangıcı
İlk Neandertal insanı örneği 1856’da bulunmuştur (2). Evrim kuramına karşı çıkanlar Neandertal insanını, insanın akrabası olarak görmeye yanaşmadıklarından bu örneğe Homo sapiens neanderthalensis adının verilmesi, ancak uzun ve şiddetli bilimsel tartışmalardan sonra mümkün olabilmiştir. Neandertal insanı karikatürcülerin elinde, sar-
|
|
|
Usta bir avcıydı (3). Daha da önemlisi, Neandertal insanları yaşamın ve ölümün bilincine varmışlardı ve belki de büyüyü yada dinsel törenleri başlatmışlardı (5,6). İsviçre Alplerinde Drachenlock’ta, mağara ayılarının kafatasları ve kemikleri küçük duvarların üstüne özenle dizilmişti. Avusturya ve Almanya’da da bunlara benzer tapmaklar bulunmuştur.
Gerçi bu «klasik» Neandertal insanına ilişkin buluntuların fazlalığı ona haklı bir ün kazandırmıştır, ama eldeki çeşitli örnekler çağdaş insanın evrimini saptamamız için gerekli canalıcı bilgileri sağlayamamaktadır. Bulunan ipuçları umutları boşa çıkarmaktadır. Neandertal insanı ile bugünün insanının özelliklerinin bir karışımını içeren en ilginç buluntulardan bazılarına da İsrail’de, Karmel dağında Tabun ve Şkul mağaralarında raslanmıştır. Çin’de ve Cava’da da Neandertal’- lerle ilgili buluntular çıkarılmış; Zambia’da (Afrika), Broken Hill’de ğaralardan yada değişiklikleri pek göstermeyen çıplak topraktan çıkarıldığından bu konuda yardımı dokunabilecek katmanlar genellikle bulunmamaktadır.
Ekin Yetiştirme ve Hayvancılık
Avrupa’da Müsteryen kültürü, yaklaşık 35.000 yıl önce, birdenbire yokolmuştur. Neandertal insanının yerini, herhalde Yakındoğu’dan gelen ve çağdaş insandan pek az farklı olan Kro-Magnon insanı gibi, Üst Yontmataş devri insanları almıştır. İnsangillerin evrimindeki ataları gibi Kro-Magnon insanı da, yiyeceğini avlanarak ve bitki toplayarak elde ediyordu. Göçebe topluluklar yiyecek bulmak için durmadan dolaşıyorlardı. Yaklaşık olarak M Ö. 7.000-8.000 yıllarında,Ortadoğu’da Cilalıtaş devri insanı ekin ekmeye ve hayvanları evcilleştirmeye koyulduğunda, her şey değişikliğe uğradı. Modem toplumlara giden kısa denilebilecek yolun başlangıcıydı bu.
Homo sapiens grubuna
sokulabilecek örneklerin buluntuları özellikle Avrupa’da çok yaygındır. En eski olanlar hemen hemen 200.000 yıllıktır ve İngiltere’de Svvanscom- be’da, Almanya’da Steinheim’da bulunmaktadır. Neandertal
insanı ile ilgili en çok bilinen kazı yöreleri Almanya’da Neandertal vadisi. Belçika’da Spy. Fransa’da La Chapelleaux-Saints. La Ferrasie ve Le Moustier. İtalya’da Circeo dağı ve Cebelitarık’tır. Neandertal’- lerle ilgili buluntular
|
||||||
|
|
|||||
|
iaraan yararlanma ve oıanaKsızıiK- ların üstesinden gelme yeteneği. Göçebe avcı-toplayıcı topluluklar halinde dolaşan İnsangiller ailesi, milyonlarca yıl boyunca çevresel etkenler tarafından sınırlanmıştır. Çünkü araç, barınak ve giysi yapma yeteneğinden yoksun olan ilk insanlar, doğa koşulları karşısında son derece çaresiz kalmışlardır.
İnsanın Hayatta Kalabilmek İçin Yaptığı Araçlar
Aşağı yukarı 50.000 yıl, yani, Homo sapiens’in evriminden çok öncesine ilişkin bilgilerimiz artık, yetersiz değildir. Avrupa ve Asya’da bulunan Homo erectus (1 milyon yıldan daha fazla bir süre önce ortaya çıkmıştı) kalıntıları, bu türün en sonunda, Afrika’dan başka yörelere yolculuk yapmayı ba-
Koşuııarına Karşı verniği oıum Ka lım savaşında canalıcı bir silah edinmiştir. Homo sapiens’in alttür lerinden biri olan Neandertal insa nının bir buzul çağı boyunca ha yatta kalabilmiş olması, yalnızca ilk insanın durmadan gelişen yeteneklerinin değil, aynı zamanda ateşin insan yaşamındaki öneminin de bir kanıtıdır.
Neandertal insanı, hem hayvan derilerinden kaba giysiler yapmış, hem de ateşi bir ısınma aracı olarak kullanmıştır. Ayrıca hayvanları pusuya düşürmek için birçok yaratıcı yöntem geliştirmiş ve birlikte avlanan topluluklar meydana getirmeye başlamıştır. Bunlar çevrelerindeki çetin koşulların üstesinden gelmeyi başarmışlar ve Australopit- hecus’lar gibi, daha önceki insangillerin beceremedikleri bir yaşam aır. Ama Avrupa aaKi uogu urave- tiyen kültürü, son buzullaşmanın daha sıcak bir döneminde ortaya çıkmıştır (1). Daha sıcak koşullar buz örtülerinin çekilmesine yolaç mış ve av hayvanlarının Doğu Av rupa steplerinde, kuzeydeki buz örtüleri ile güneydeki buzullarla kap lı dağlar arasında dolaşabilmelerini sağlamıştır. Bugün ren geyiği nasıl Laponlar için ana hayvansa, o dönemde de mamut ana hayvandı. Mamuttan et, giysiler için deri, oyma araçları için fildişi ve barınak ların çevresini kaplamak için iri kemikler elde edilmekteydi.
Bu göç dönemi, buzulların son büyük ilerlemesiyle birlikte ansızın sona erdi. Ama insanoğlu artık soğukla savaşabiliyor ve etkinliklerini kötüleşen iklim koşullarındaki var olma mücadelesine uyarlayabiliyor-
ı |
1) Yontmataş devrinde
(M.Ö. 35.000-10.0001 meydana gelen Doğu Gravetiyen kültürü, barınak sorununa incelikli çözümler getirmiştir. Doğal mağaralardan ve tas barınaklardan yoksun bir bölge olan Çekoslovakya ve Güney Rusya bu |
zullarının kenarlarında yaşayan bu insanlar, taşınabilir direkler üzerine, birbirine eklenmiş hayvan postlarıyla örtülü kulübeler kurmuşlardır. Bu postların uçları, insanların avlandıkları mamutların, ren geyiklerinin ve zaman zaman da gerge |
danların kemikleriyle vere tutturulmuştur. Ava çıkmak üzere bulunulan yer terke- dilmek zorunda kalındığında. kulübeler katlanıp taşınabiliyordu. Hava akımına karsı bir korunma önlemi olarak kulübelerin zemininde çukur açılıvor |
du. Dışarıdaki komü- nal ocakların yanısı- ra, kulübelerin içinde birden fazla ates olma sı mümkündür. Bu ateşlerin yakılması için kömür ve mamut disi kullanıldığını gösteren kanıtlar bulunmuştur. O dönemin insanlarının giysileri bu |
günkü Laponların ve Eskimoların giysilerine çok benzer bir biçimde hayvan postundan yapılmaktaydı. Heykelcikler kil ve toprak boyasından yapılıyordu. Genellikle toprak boyasıyle boyanan ölüler, kampın yakınındaki sığ |
bir çukura gömülüyor ve mamut kemikleri ve dişleriyle örtülüyordu. Mezarların içine yiyecek, silah ve süs eşyası gibi günlük kullanım maddeleri de konuluyordu. Bu dönemde avlanma tekniği büyük bir gelişme gösterdi. İnsanlar si |
lahlarının yetersiz kaldığı iri av hayvanlarını tuzağa düşürmek için çukurların ustunu yap raklarla örtme yöntemini geliştirdiler. İğne ler, kasıklar, delici ve kazıcı araçlar, o dönemin belli başlı araçları arasındaydı. |
geyiği avcılarının sürülerin ardın dan kuzeye gittiklerinde Batı Avru- pa’yı boşalttıkları sanılmaktaydı. Oysa bugün bazı halkların geride kaldıkları ve Ortatas devri kültür lerini geliştirdikleri bilinmektedir.
Buz Örtüsünün Çekilmesinden Sonra
Ortatas devrini belirleyen, bu zullara bağımlı bir yaşamın güç lükleri değil, gittikçe artan orman örtüsünün beraberinde getirdiği ya şama sorunlarıdır. İnsanoğlu ırmak boylarına, göl kenarlarına, deniz kı yılarına ve daha başka açıklıklara çekilmek zorunda kalmıştır (2). Üst Yontmataş devri araçları yeni kul lammlara uydurulmuştur, örneğin, saplı taş balta, ağaçların kesilip devrilmesinde ve tahta işlerinde kullanılacak şekilde geliştirilmiştir. Ortatas devri insanları ok ve yay ile avlanıyor, hem kuş ve balık, hem çiçektozu sayısı, birçok yerleşme yöresinde ağaçlardaki çiçektozunda ise bir çoğalma olduğunu ortaya çıkarmakta ve Ortataş devri insanının geçici kamplar kurmak üzere ateşten yararlanarak kendine yer açtığını kanıtlamaktadır. Ayrıca buzullardan arınmış denizlerde hayvan postuyla kaplanmış sandallar ve içi oyulmuş kütükten kanolar yapmış, ve böylece denizlerin doğal zenginliklerinden yararlanmaya başlamıştır.
Ne var ki, insanoğlunun çevresine egemen olma yolunda bitkileri ve hayvanları evcilleştirerek attığı ikinci büyük adım Yakındoğu’da gerçekleşmiştir. İnsanın tarımla uğraşmaya başlaması, Cilalıtaş devrine raslar. İlk kentlerin kurulma ya başlandığı bu dönemden sonra dünyanın nüfusu da daha hızlı bir artış göstermiştir. Ticaret de önemli bir rol oynamış ve kültürlerin yayılmasını etkilemiştir.
2) Buzul örtülerinin buqıin bulundukları vere çekilmeleri sonucunda serpilip boy otan ormanlar, ner- deyse buzullar kadar önemli güçlükler çıkardılar. Yeni oluşan çevre, insanı ırmak ve göl kenarlarında verlesmeye zorladı.
Bu, insanın teknolojisi ağaçları ortadan kaldırmaya yetecek ölçüde gelisinceye kadar böylece devam etti. Yugoslavya’da Belg- rad kentinin güneydoğusunda bir yerleşme yöresi olan Le- penski Vir. Tuna havzasındaki Ortatas devri yerleşme noktalarının tipik bir örneğidir 1960’ta bulunun bu yerleşme yöresinin M.Ö. 5.000-4.600 do- lavlarında kurulduğu sanılmaktadır. Temellerin düz olabilmesi için evler, ırmak yamaçlarında açılan teraslar üzerine insa edilmiştir. Girişleri ırmağa bakan bu evler yan yana sıralanmaktadır. Büyüklükleri 5.5 metre kare ile 30 metre kare arasında değişmektedir. Zemin, kırmızı yada beyaz renkte ince bir cilalanmış yüzeyle kaplı, sert kireçtaşı sıvasından yapılmıştır. Evlerin içindeki ocaklar kireçtaşı parçalarıyla çevrili uzun çukurlardan ibarettir; ge nellikle kumtası parçalarından oluşan ince bir duvarla çevrilidirler. Bu ocaklar ilk önceleri ırmağın o yöresinde bol bulunan
balıkların tütsü ile kurutulması için yapılmış olabilirler. Lepenski Vir. Tuna’nın o noktasında bulunan geniş burgacın adıdır; bu burgaç, balıkların beslediği küçük canlıları içine çekmektedir. Orada yasayan insanlar ayrıca kızıl geyik.
bizon, karaca da avlıyorlardı. Gerçi bunların avlanma yöntemleri konusunda hiçbir bilgi yoktur, ama ağlarla ve balık tuzaklarıyla yakalandıktan sonra canlı olarak karaya getirilen balıkların öldürülmesinde tas parçaları kullanmış olabilirler.