MELODRAM
XVIII. yy’ın sonunda Fransa’da, burjuva dramının yanında, hem yeniklasik trajediden hem de aşırı duygusallaşarak yozlaşmış burjuva dramından çıkmış bir tür olan melodram doğar. Bir tür halk dramıdır bu; genellikle düzyazı şeklindedir ve kuralları önceden bilen bir seyirci kitlesinde beklenen etkileri yaratmayı hedefleyen bir oluşumu vardır.
Aslında, dram aynı zamanda hem evrensel, hem de halkı etkileyecek bir güncellikte olmaya çalışırken, çok şifreli ve fazla kalıpçı bir tür olan ve yazımındaki kocaman ipuçlarıyla ahlak dersleri vermeyi (burjuva dramı gibi) hedefleyen melodram ise gerçekten halka yöneliktir.
Estetik düzeyde dramdan daha edepli olan melodram, birlik (eylem, yer ve zaman birliği), tekbiçimli ve göz yaşartıcı ahlak dersleri veren bir tonlamayla yetinir. Sıradanlığı kurmak için seyirciyi şaşırtıcı sahne tekniklerine ve oyunlarla çekiciliğe önem verilir. Melodramlarda yer sarsıntıları, fırtınalar, kasırgalar, batan gemiler, volkan patlamaları («Pompei Harabeleri», Les Ruines de Pompei, 1827), havayı saran dumanlar ve cadı kazanlarıyla (.Faust uyarlamaları) harikalığa teslim olunur. Melodram, barok mekanizmayı yeniden keşfeder ve onu dokunaklılığın hizmetine sokar.
Restorasyon dönemi, melodramın altm çağıdır: iyimser bir türdür ve özellikle Pixerecourt’un («Victor veya Orman Çocuğu», Victor ou l’Enfant de la foret, 1798; «Köyiin Yetimleri», les Orp-helins du hameau, 1801), Monvel’in, Anicet-Bourgeois’nın ve Feval’in («Kambur», le Bossu, 1862), Xavier de Montepin’in («Ekmekçi Kadın», La Porteuse de pain, 1889) ve («İki Yetim Ktz», les Deux Orphelines) adlı oyunları, hâlâ oynanan Dennery’nin piyeslerinde, Fransız Devrimi’nin yarattığı altüst oluşlar hayalî olarak temizlenir, silinir. Melodrama sırt çeviren ve «sanat» yapma savındaki romantizm bile onun çekiciliğinin etkisinden kurtulamaz; melodramdan, yapmacıklıkları çoğalttığı ölçüde insanları heyecanlandırması beklenen gerçek bir entrika dini çıkarır.
Victor Hugo, oyunlarını, melodramın merkezi olan «Cinayet Bulvarı»ndaki (Temple Bulvarı) tiyatrolara vermekten çekinmez; Marie Dorval veya Frederick Lemaître gibi büyük romantik oyuncular, melodrama, onu daha nüanslı bir mizaca ve daha az kalabalıkta piyeslere doğru yaklaştırarak gösteriş katacaklardır. Sonuç olarak melodramı drama yaklaştıracak ve iki tür arasında ayrım yapılmasını bazen zorlaştıracaklardır (özellikle Oğul Dumas’nın «Kamelyah Kadın», La Dame aux camelias adlı piyesi bu durumu yaratmıştır).
Melodramın kodları ve estetiği, XX. yy’da, özellikle bulvar tiyatrosunda ve ses eksikliğinden ötürü efektleri abartan sessiz sinemada sürmüştür: mesela, Griffith «Fırtınada» (A travers l’orage, 1919) adlı filminde, fırtınada ormanda kaybolan saf bir genç kızın başına gelenlerle seyirciyi heyecanlandırmak için, melodramın temalarını, yan olayları ve efektlerini kullanır. Fakat melodramın ruhu ve ritmi, en açık olarak, televizyondaki arkası yarınlarda ve pembe dizilerde karşımıza çıkar.