Milona Kahramanı Hâfız Abdülezel Paşa
Osmanlı-Yunan sınırındaki Milona Geçidi’ni Yunanlılar tutmuş ve kuvvetli bir şekilde tahkim etmişlerdi. Çünkü OsmanlI’nın ilk hedefinin burayı ele geçirmek olduğunu biliyorlardı. Nitekim öyle de oldu. Bu kanlı mücadele esnasında Pırnar Tepesi’ne taarruz eden livanın şanlı kumandanı Hâfız Abdülezel Paşa idi…
Sultan Abdülhamid Han’m 1876’da tahta çıkışının üzerinden yirmi sene geçmiş, bu müddet zarfında sadece 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi gerçekleşmişti. Fakat bu savaş, karar verilmesinden itibaren her şeyiyle Sultan Abdülhamid’in kontrolünde olmamıştı; o zamanki devlet adamlarının Osmanlı’yı sürükledikleri bir maceraydı. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra Osmanlı Devleti âdeta taksime uğramış, Teselya ve Narda Yunanistan’a verilmişti.
Ama Yunanistan, Yanya ve Girit’e de göz dikmişti. Üstelik, Avrupa devletlerine sırtını dayayan Yunan Hükümeti, çeteler hâlinde Girit’e asker çıkarmış, adaya cephane yığıyordu. Üstüne üstlük Müslümanları öldürüp mallarını yağmalamaya da başlayınca, Osmanlı askerleri Rum çetelerine karşılık verdiler.
Bunun üzerine Yunanlılar: “Osmanlılar Hıristiyanları kesiyor” diyerek Avrupa’da Türk mezalimi yaygarasını kopardılar. Bu sırada takriben birkaç bin kişilik bir Yunan kuvvetini Girit Adası’nın Hanya yakınındaki Platanya mevkiinden karaya çıkardılar. Arkasından bir piyade taburu da işgale başlamıştı. 16 Şubat 1897 günü Yunan Hükümeti adayı işgal ettiğini ilan etti.
Bu arada Rum çeteleri ve Yunan askerleri Müslüman halkı katletmeye devam ediyordu. Bu hareket, resmen Osmanlı mülküne yapılmış bir taarruz ve işgalden başka bir şey değildi. Sultan Abdülhamid ise, derhal Yunanlıların arkasında olduğunu bildiği Batılı devletler nezdinde siyasî teşebbüslerde bulundu. Büyük bir sabır ve hassasiyetle meseleyi çözmeye çalışıyordu.
Fakat onca gayrete rağmen bir netice almamıyordu. Sultan Abdülhamid, bir taraftan bu diplomatik faaliyetleri yürütürken, diğer taraftan da askerî hazırlıkları süratle ikmal ettiriyordu. Zaten padişahlığının ilk günlerinden itibaren, en stratejik mevkileri yeni teknoloji silahlarla güçlendirmiş ve modernize etmişti.
Siyaset Bitmiştir!
Asırlardır Osmanlı’nın bir tebaası durumunda olan Yunanistan’ın böyle cüretkârâne hareketlerine karşı başta Serasker Rıza Paşa olmak üzere diğer bazı paşalar da ısrarla harbin kaçınılmaz olduğunu savunuyorlardı.
Nazif Paşa ise, Rıza Paşa’nm bu ‘savaş’ ısrarına karşı şöyle diyordu: “Üzerinize çok büyük bir mesuliyet alıyorsunuz paşa hazretleri, bunun başka bir çaresi kalmadı mı?”
Aynı müzakerede Hariciye Vekili Tevfik Paşa da şunları söylemişti: “Siyaset bitmiştir, söz artık silahındır!”
Sultan Abdülhamid Han, savaşa taraftar değildi.
Bir an önce muharebeye girişelim diyen devlet adamlarına şunları söylüyordu: “Ben sizin gibi tecrübesiz değilim, benim tecrübem sizinkinden çoktur.
Girilecek harp kaybedilirse neticesi çok vahim olur.” Fakat artık Yunanlılar, sabrını taşırmıştı. Sultan Abdülhamid, durum değerlendirmesi için Yıldız’da fevkalade bir toplantı yaptı.
56 saat süren bu toplantıda bütün ihtimaller görüşüldü ve çıkan karar, Yunanistan’a savaş ilanı oldu. Serasker Rıza Paşa vasıtasıyla Edhem Paşa’ya ve 17 Nisan 1897’de de resmî bir tebliğ ile Osmanlı Devleti’nin kendisini korumak üzere, Yunanistan’a savaş ilan edildiği bildirildi.
Harbin resmen başlamasıyla beraber Yıldız Sarayı’ndaki hareketlilik ve heyecan bir kat daha artmış, saray mensupları başta olmak üzere bütün halk seferber olmuştu. Herkes, Allah’ın izniyle cepheden gelecek hayırlı haberleri bekliyordu.
İlk Hedef Milona Geçidi Osmanlı-Yunan sınırındaki Milona Geçidi’ni Yunanlılar tutmuş ve kuvvetli bir şekilde tahkim etmişlerdi. Çünkü OsmanlI’nın ilk hedefinin burası olacağını biliyorlardı. Nitekim öyle de oldu.
18 Nisan günü şafakla beraber, üç kilometre mesafeden Osmanlı topçusunun açtığı ateşle Milona Geçidi’ne taarruz başladı. Ardından da Osmanlı piyadeleri, akşama kadar sürecek çetin bir mücadeleye giriştiler.
Hâfız Abdülezel Paşa
Bu büyük mücadele sırasında ismini tarihe yazdıran kişilerden birisi de Pırnar Tepesi’ne taarruz eden livanın şanlı kumandanı Hâfız Abdülezel Paşa idi
.80 yaşlarındaki Konya-Hadimli bu paşaya Plevne’de gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle Plevne Madalyası’nı bizzat Sultan Abdülhamid Han takmıştı.
Kırım’da. Karadağ’da, Girit’te ve daha pek çok yerde, ömrünü harp meydanlarında geçirmişti. Şimdi de ak sakalıyla Tesalya’da, askerlerinin başında, düşmanla göğüs göğüse mücadele edivordu.
Nihayet Pırnar Tepesi ele geçirildi. Fakat bu sefer düşman, kaybettiği siperlere bomba ve kurşun yağdırmaya başlamış, takviye kuvvetleriyle bu mühim tepeyi tekrar ele geçirmek için var gücüyle taarruz ediyordu.
Abdülezel Pasa ise bir siperin üzerinde dimdik durmuş, elindeki dürbün ile düşmanın hücum kollarını gözetliyor, tepeyi savunan askerlerine kumanda ediyordu.
Böyle tehlikeli bir vaziyette ona bir zarar gelmesini istemeyen subayları paşayı sipere inmesi için ikaz ediyorlar, o ise: “Takdir-i İlâhî ne ise olur, ecel mukadderse insanı siperde de arar bulur, girdiğim harplerin hiçbirisinde ölüm korkusuyla yerimi değiştirmedim, bu yaştan sonra zaten şehidlik, benim için en büyük mükâfattır.” diyordu.
Zerre miktar cephane sıkıntısı çekmediği görülen Yunanlıların ne kadar namlusu varsa hepsi de Pırnar Tepe’ye ateş kusuyordu. Ve biraz sonra, tepenin eteklerinden yapılan bu yaylım ateşi paşanın bulunduğu mevkii de toza dumana boğmaya başlamıştı.
Abdülezel Paşa, ilerlemiş yaşma rağmen bulunduğu yeri muhafaza ediyor ve askerlerini şevke muvaffak oluyordu. Bütün şiddetiyle devam eden bu mücadele sırasında Abdülezel Paşa peşpeşe iki kolundan yaralandı.
Fakat o, buna hiç ehemmiyet vermeden mücadelesine devam ediyordu. Nihayet, “askerlerini coşturmak için konuşacağı sırada” aşağılardan gelip çenesine isabet eden bir kurşunla şehid oldu.
o sehid olmuşm ama askerleri: “Şehide abanmaz,şu an yapacağımız bir şey varsa o da kahraman paşamızın intikamını almaktır, süngü tak! İleri! Allah, ..Allah diyerek hücuma kalkan tabur kumandanlarının arkasından düşman üzerine daha bir azimle yürüdüler.
Abdülezel Paşa, bu savaşın ilk şehid paşasıydı. Paşalık rütbesi verildiğinde, ،’Cenâb-I Hakk bana hâfızlık ve paşalık gibi iki büyük nimet nasip etti, üçüncü nimeti de şehidlik olur inşallah.” demiş ve işte şimdi de bu arzusuna nâil olmuştu.
Şehid-i Mübeccel olarak ismi altın harflerle yazılan Abdülezel Paşa’nm ardından her bir safhası kahramanhklarla dolu Osmanlı-Yunan Savaşı (18 Nisan-19 Mayıs 1897), OsmanlI’nın kesin zafer elde ettiği Dömeke Meydan Muharebesiyle sona ermiştir.
Savaş başlayacağı sırada Sultan Abdülhamid’in o kadar gayretine rağmen kılları kıpırdamayan Batılı devletler, OsmanlI’nın Atina’ya girmesine hiçbir mani kalmadığını görünce meseleye derhal müdahale etmişler ve bir sulh anlaşması yapmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Abdülezel Paşa’nm naşı daAlasonya’ya getirilip Çarşı Câmii’nin avlusundaki kabre defnedildi. Daha sonra, kabrinin üzerine A bdülhamid Han tarafından bir türbe yaptırıldı; hanımına ve torunlarına da maaş tahsis edildi. Abdülezel Paşa, nâmı ve sehâdeti bütün dünya matbuatında yer bulmuş, İtalya Kralı Birinci Humberto kendisinden hayret ve hürmetle bahsetmiş kahraman bir OsmanlI paşasıdı