Mısır’ın Fethi
Mısır, insanlık tarihinin en eski yerleşim ıııerkezlerinden birisidir. Nil medeniyetinin ana vatanı olan bu ülke, Hazret-i İsa’nın (a.s.) doğumu zamanlarından, miladî 639 yılında Müslümanlar tarafından fethedilmesine kadar yaklaşık 660 sene, Roma imparatorluğu’na bağlı bir eyalet olarak hayatiyetini devam ettirmiştir. Bu tarihten günümüze kadar (takriben 1370 yıldır) ise Müslümanların hâkimiyeti altındadır. Bu yazıda, müsteşriklerin zihinlerinin bir kenarında hep canlı tuttukları bu esrarengizlikler yurdunun, Roma imparatorluğu’nun idaresine geçmesinden Hıristiyanlaşmasına ve Müslümanların eline geçmeşine kadarki tarihî seyrinin genel bir tasviri yapılacaktır.
İslam’ın Doğuşuna Kadar Mısır
M.Ö. 30 }’îlında Roma Kayseri Augustus, imparatorluğun tahıl İhtiyacım karşılayacak bir yer olarak gördüğii Mısır’ı istila ederek ele geçirmiştir. Romalılar burayı, her şeyden önce, bir geçim vasıtası olarak gördükleri için, halkı ağır vergilerle ezmişlerdir. Tarihçilerin bildirdiklerine göre Roma valileri, Mısır yerlilerinin ölülerini defin işini bile vergiye bağlamış; belli bir ücret bırakmadan ölenlerin defnedilmesine izin vermemişlerdir.
Peygamber Efendimiz in (s.a.v.) İslam’ı tebliğe başladığı zamanlarda Mısır, Doğu Roma’ya bağlı bir eyalet
statüsündeydi.
Mısırlılar, Hz. İsa’nın (a.s.), peygamberliğini ilan etmesine kadar diğer Roma halkları gibi putperest bir inanca sahip olarak yaşamıştır. Hz. İsa’nın (a.s.), risaletini tebliğe başlamasından sonra, Mısır yerlileri arasında Hıristiyanlığa girenler olmuştur. Ancak M. 306-337 yılları arasında imparator olan Constantinus’un M. 323 yılında Hıristiyanlığı, resmen diğer dinlerle eşit bir din olarak tanıyıp serbestleştirmesine kadar, Hz. İsa’ya (a.s.) inananlar, inançlarım gizlemek mecburiyetinde kalmışlardır. Constantinus’tan yaklaşık 40 sene sonra imparator olan Thedosius (M. 378- 395), Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun tek resmî dini olarak ilan etmiştir. Bu tarihten itibaren iş tersine dönmüş; putperestler takip ve tevkif edilmeye başlamıştır. Zamanla imparatorluğun diğer toprakları gibi Mısır’da da putperestlik sindirilip, etkisizleştirilmiş ve Hıristiyanlık yaygınlaştırılmıştır. Ancak, bu din birliği genel olarak Roma İmparatorluğu’na, özel olarak ise Mısır’a huzur getirmemiştir. Zira Hz. İsa’nın (a.s.) tebliğ ettiği İncil’in aslı ortada olmadığı için Hıristiyan din adamları arasında, başta Hz. İsa’nın (a.s.) mahiyeti olmak üzere birçok mevzuda ardı arkası kesilmeyen teolojik ihtilaftır baş göstermiş ve buna bağlı olarak da değişik mezhepler ortaya çıkmıştır. ihtilafları hallederek ortak bir noktada buluşturmak maksadıyla, İm parator M arcellianus (450- 457)’un talimatıyla 451 yılında Kadıköy’de bir toplantı (meşhur Ka- dıköy Konsülü) tertip edilmiş, ancak, bu tür toplantılar da, imparatorluk tebaası arasındaki akidevî İhtilafları derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır.
İslam’ın Zuhurundan Fethine Kadar Mısır
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) İslam’ı tebliğe başladığı zamanlar itibariyle Mısır, Doğu Roma’ya bağlı bir eyafet statüsündeydi. Peygamberimiz (s.a.v.), Hicret’in 7. Yılı (m. 628) M uharrem ayında, Mümtehine suresinin ilk ayetlerinin nüzul sebebinin kahraman» olan Hatib b. Ebî Belte’a’yı (r.a.), İslam’a davet mektubu ile Mısır Mukavkısı’na (Mukavkıs, o devirde Mısır meliklerinin kullandığı ünvandır) elçi olarak göndermiştir. Hz. Hatib (r.a.) bu kıymetli mektubu Mukavkıs’a İskenderiye’de teslim etmiştir. Mukavkıs, ؛’bita H (r.a.) beş gün boyunca değerli bir misafir olarak ağırlamış; bu zaman zarfında Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) hususiyetleri hakkında sorular sormuş ve neticede onun son hak peygamber olduğu kanaatine sahip olduğunu itiraf etmiştir. Ancak, bir taraftan Hıristiyan Kıptiiere söz geçireme- yeceğini; diğer taraftan da sahip olduğu saltanattan vazgeçemeyeceğini ileri sürerek bu kanaatini ilan edemeyeceğini söylemiş ve içlerinde H z. M ariye’nin (r.anha) de bulunduğu kıymedi hediyelerle elçiyi yolcu etmiştir. Elçi, M edine’ye döndüğünde Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) makam sevgisinden dolayı iman etmeyen Mukavkıs’ı kınadıktan sonra Mısır hakkında şöyle buyurmuştur: “Benden sonra, Mısır’m fethi size müyesser olacaktır, o zaman Mısır Kıptilerine hayır tavsiye edin, iyi davranın…”
Takvimler hicredn 18. senesini gösterdiğinde Müslümanların en önemli gündemini, bir taraftan ve- ba salgım diğer taraftansa İslam ül- kesinin her tarafında hissedilen bir kuraklık ve kıtlık sebebiyle insanla- rın zor durumda kalmaları teşkil et- mekteydi. Bu durum, daha önceleri yaptığı se^’ahatler sebebiyle Mısır’ın bereketli topraklara sahip olduğunu bilen ve mutlaka fethedilmesinin gerekli olduğunu düşünen Amr b. el-As’ın (r.a.) orayı fethetme arzusunu yeniden harekete geçirmiştir. Dolayısıyla Amr (r.a.), Hz. Ö m er’den (r.a.) Mısır’a sefere çıkmak için daha önceleri yaptığı izin taleplerini ısrarla tekrar etmiş, Hz. Ömer ise, çok istekli olmamakla beraber, bu talebe müsbet cevap vermiştir. Bunun üzerine Amr b. el-As 4000 kişilik bir süvari birliği ile Mısır’a doğru hareket etmiştir.
4000 İslam askerinin, sayısı belli olmamakla beraber 6 milyon Kıpti’yi kontrol edebilecek sayıdaki Rum askeri ile baş etmesinin çok uzak bir ihtimal olduğu açıktır. Bu sebeple, birliğin hareket etmesinden birkaç gün sonra Hz. Ömer, birlik kumandanı Hazret-i Amr’a şu mealde bir mektup göndermiştir: “Mektup eline geçtiği an itibariyle Mısır topraklarına ayak basmamışsanız geri dönün; basmışsanız Allah’tan yardım ve zafer dileyerek yola devam edin…
Mektubu getiren elçi, birliğe Filistin’in Refah kentinde yetiştiği halde Hz. Amr (r.a.), muhtevasını tahmin ettiği için, Mısır’ın sınır köylerinden olan Ariş’e varıncaya kadar mektubu teslim almamıştır. Mektubu açıp okuduklarında ise Mısır topraklarına girmiş oldukları için, halifenin emrinin gereği olarak yola devam kararı almışlardır.2 Birlik Ariş’e kurban bayramı günlerinde varmış ve ciddî bir direnişle karşılaşmadan orayı fethederek, tarihî kiliseleri ve sağlam kaleleri ile meşhur ve pek çok Rum muhafızın bulunduğu Mısır’ın Ferema beldesine intikal etmiştir. Bir aylık bir muhasaradan sonra ve yerli halkın da gizli destekleriyle bu mühim şehir fethedilmiştir. Amr b. el-As (r.a.) kumandasındaki birlik daha sonra Bilbis e hareket etmiş ve orada Kudüs’ün teslimini kabul etmeyen ve Mısır’a kaçan Bizanslı Artabon’un komuta ettiği Bizans ordusunu hezimete uğratmış ve şehri ele geçirmiştir. Hz. Anır (r.a.) o zamanlar Bilbis’te bulunan Mısır umumî valisi Mukav- kıs’ın kızına iyi davrandığı için yerli halkın sempatisini kazanmıştır.
Daha sonra Amr bin Âs (r.a.) ve askerleri, Ümmü Düneyn (Tendonyas) şehrine geçmiş, burada Müslümanlarla Bizans kuvvetleri arasında bir ay kadar süren bir muharebe gerçekleşmiş, ancak fetih müyesser olmamıştır. Bunun üzerine Amr (r.a.), Hz. Ömer’den (r.a.) yardım istemiş, o da “Sana, iplerinde biri bin kişiye bedel e en¿¡av erlerin bulunduğu 4000 kişilik bir ordu gönderiyorum” diyerek, içlerinde Zübeyir b. Avvam, Ubade b. Samit, Mclscme b. Muhalled, Mikdad b. Esved (r.anhüm) gibi seçkin Sahabilerin de bulunduğu bir ordu daha göndermiştir.
Zahirî planda Amr b. As’ın (r.a.) dâhiyane taktikleri sayesinde Bizans askerleri burada da bozguna uğramış, hayatta kalanların bir kısmı Babylon Kalesi’ne sığınmıştır. İslam askerleri, son derece muhkem olan bu kaleyi yedi ay kadar muhasara altında tutmuşlardır. Müslümanların azmini gören Mısır valisi Mukavkıs, etrafiyla istişare ettikten sonra, yapılacak bir sulh sözleşmesiyle kaleyi teslim etmeyi kabul etmiştir. Bu durumdan haberdar olan Heraklius, Mukavkıs’ı şiddetli şekilde paylamışsa da yapılacak bir şeyin olmadığını kabul etmek durumunda kalmıştır. İslam askerleri Babvlon Kalesi’nin fethinden sonra Doğu Rom a’nın İstanbul’dan sonra ikinci büyük şehri ve o zamanlar itibariyle dünya ticaretinin bir numaralı merkezi olan İskenderiye’ye yönelmişlerdir. İskenderiye’nin fethedilmesinin Doğu Roma’nın Mısır’daki hâkimiyetinin tamamen son bulması manasına geldiğini bilen Bizans burayı müdafaa için her türlii tedbiri almıştır. Artır b. el-As (r.a.) ise Babylon’dan İskender¡ye’ye kadarki Bizans kalelerini ele geçirdikten sonra beş aylık bir kil- şatma ile İskenderiye’yi de fethetmiştir. Böyleee İslam fetihleri As- ya kıtasından Afrika’ya geçmekle kalmamış; Kuzey Afrika’nın tama- minin ve Güney Avrupa’nın son noktasında bulunan Ispanya’nın M üslümanların eline geçmesiyle neticeleneeek olan fetih yolları da açılmışttr.