Moleküler Arkeoloji
Moleküler Arkeoloji
Günümüzde biiim adamlarının evrim üzerindeki çalışmalarında kafalarını meşgul eden esas sorunlardan bir tanesi, bu konuda önemli bir materyal olan fosiller hakkındadır. Elde edilen fosildeki canlının yaşama ortamı, nasıl bir po-pülasyon içinde yaşadığı, nasıl bir ekosistem içinde bulunduğu gibi değişik bilgileri bu fosillerden nasıl elde edileceği problemi, bilim adamları için önemli bir sorun oluşturmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu soruna yanıt verecek niteliktedir. Bilim adamları buldukları fosillerden DNA izolasyonu yapabilmekte ve bu sayede bugünkü DNA molekül yapısını oluşturan tarihi değişimleri gözleyebilmekte-dirler.
Moleküler arkeolojinin göstermiş olduğu önemli sonuçlardan bir tanesi de eski DNA’nın her zaman bozulma-dığı ve bazen zamanın yıkıcı etkilerine rağmen sağlam kaldığıdır. Yapılan çalışmalar sadece fosil DNA’sı üzerine olmayıp mumyalanmış > anlılar üzerindende de uygulanmıştır. Örneğin ‘-eşitli doğa tar m mü-
ve enzimlerin de suya gereksinimi vardır. ’Yüzeye! dokularda su çok çabuk kaybedildiğinden otoliz olayı tamamlanmadan durur. Böylece genetik materyai olarak DNA’nın bir kısmı korunur, yani parçalanmadan kalır. Bu DNA parçasının izole edilmesiyle de bu konudaki çalışma süreci başlamış olur.
İzolasyon -işleminden sonra eski DNA’nın yeniden tam formuna dönüşebilmesi sağlanmalıdır. Bu olay günümüzde pratikte çok kullanılan Polymerase Chain Reaction (PCR) denilen metotla gerçek-leştirilmektedir. Bu metot sayesinde eski DNA’nın hızlı bir şekilde invitro olarak yenilenmesini sağlanmaktadır. DNA, DNA polimeraz enzimi ve pri-merler denilen özel küçük parçalarla uygun koşullar altında basit bir şekilde inkübe edilir. Burada primerlerin rolü, DNA sekansında yeni oluşturulacak kısmın tamamlanması olayını gerçekleştirmektir. Bu teknikle DNA segmentlerinden mil-yarlarcası birkaç saat içinde yapılır. Oysa, DNA’nın plasmid ya da viral genom bağlanmasıyla klonlama denilen teknik, hafta ar süren bir sii •; sonunda cevap vermekte ve ou yüzden de P K merase Chai ’ Reaction
şünürsek, yani ideal bir ortam koşulu vatsa bu dutumda da doğal radyasyon tüm genetik bilgiyi siler.
Bu görüşlere rağmen bilim adamlarının son araştırmalarına göre ortaya çıkan sonuçlar daha geriye gidilebileceğini gösterir niteliktedir. 1990 yılında California Üniversite-si’nden Edward Golenberg ve -Mieheal T. Glegg, Ku-ze-y Ida-ho’daki bir gölün dibinde yaklaşık 17 milyon yıl öncesinden kalma bir manolya yaprağındaki DNA baz sırasını yayımlamışlar ve 800 baz çifti uzunlukta bu DNA parçasını çoğaltabilmişler. Washington Üni-versitesi’nden Pamella S. Soltis ve Douglas E. Soltis, bu başarıya orada bulunmuş diğer bir bitki türüyle tekrarlamışlar. Ancak araştırmalar devam etmiş, fakat elde edilmiş olan birçok yaprakta, fiziksel sınırlayıcılardan biri olan su nedeniyle tahrip olmuş olan DNA’lar bulunamamış.
Yukarıdaki açıklamalar, bilimin içinde moleküler arkeoloji olarak anılacak olan yeni bir bilim dalının, gelecek birkaç yılda kuşkusuz birçok etkinliğe gebe olduğunu göstermek-t dir. Eğer gt rcekten eski I >NA parçalarıı m bazı sırası \ nılan bu çalış’ lalarla beiirle-
tirilip bir canlı hücre kromozomları içme sokulabilir? Ne kadar genetik kopyalama olayı üzerinde yapılan araştırmalar = belli bir boyut kazanmış olsa — da, nesli tükenen canlıları günümüzde tekrardan ayağa kaldırmak, bence eldeki olanaklar Z dahilinde net olarak bizi aşar.
Ama eski DNA’lar üzerindeki araştırmalar sayesinde ilk
olarak met-in-içindiMİe-bahset=-
tiğim gibi moleküler arkeoloji denen bilim dalının gelişmesinin sağlanması konusunda umutlu olunabilir ve ikinci olarak da popülasyonların zaman içindeki genetik değişikliklerinin dinamiğini anlamak konusunda ve sürmekte olan biyolojik çeşitliliğin azalmasının önüne geçilebilmesi konusunda akılcı stratejiler üretebiliriz.
Utku Pektaş
H.Ü. Fen Fak.
Biyoloji Böl. Sınıf Öğr.
Kaynaklar
Scientific American, Ocak 1994 New Scientist, Ocak 1994 Campbell, A. Neil, Biology, 3th ed.
Bir Kamu Okulunun 70. Yılı
1997 yılı Ankara’da m ‘•!-nı,n bir eğ,tim kurumuı un 70.kuruluş ¡1 dönümü. ”
Forum
havvan tosıl örneklerinden, vı-
tür eski DNA’lar izole edilmiştir. 1985 yılında l İpsala Üniversitesi nae Moleküle1’ Biyolog Svante Pââbo, nesli tükenmiş olan yaklaşık 13.000 yıllık bir hayvandan ve Sibirya’da donmuş bir şekilde kalan yaklaşık 40.000 yıllık bir mamutta bu çalışmasını tekrarlamış ve başarılı olmuş.
Mumyalardaki dokular çok fazla bozulmuş olduğundan genellikle yüzeyel doku örnekleri bu konuda yeterli derecede yanıtı vermektedir. Ölen dokularda otoliz denen kendini sindirme olayı gerçekleşmektedir. Ancak bu olayın gerçekleşmesi için enzimlere
siKca Kuuanıımalitanır.
incelerken zaman içinde ne kadar geriye gidebiliriz? Mo-dem insanın atalar’*¡1 Deline-memiz eski DNA .. rı incelemekle mümkün olabilir mi? Modern insanın atalarının vak-laşık olarak 200 bin yıl kadar önce ortaya çıkmış olduğu sanılmaktadır. Su, oksijen gibi etmenler birtakım fiziksel sınırlar oluşturmaktadır. Örneğin yaklaşık olarak 50.000 yıllık bir sürede su denilen faktör
n\TAU.u: ı__„1
L^l>r\ uarvı \j<xcıaıı ou-
nuçta da DNA zincirlerini hiçbir bilgi alınamayacak kadar küçük parçalara böler. Su ve oksijen yokluğu ve ortamda da uygun sıcaklığın olduğunu dü-
ını en oncjmııcıınucü um nıo-
ölçmek olacaktır.
Bu aşamada akis şöyle bir
bir organizmanın oluşması için bir tarif veriyorsa, eski DNA aa bu tarifi olduğu gibi depola-mışsa ve günümüzde de geiıe7 tik kopyalama denilen olay üzerinde yapılan araştırmalar beni Dır novut kazandığına gö-re türlerin yok olması olayını tersine çevirerek, nesli tükenmiş canlıları yeniden oluştura-foılır rnıvız^ Hatta dinozor çift-likleri kurabilir miyiz? Aslında böyle bir durumun gerçekleşmesi olanaksızdır. Çünkü bir hayvandan elde edilen milyonlarca DNA parçası nasıl birleş-
malettin Bey’in ürünü. Tasa-fiiii, çizim, yapım
munun ortaya çikişi Mimar Kemalettin Bey’e özgü. 1927
Ankara’sı yaklaşık 74.000 kişi- _;
nin yaşadığl biryerTeşme .tı.ım. Özverilerle oluşturulan kuramların ilk örneklerinin ortaya çıktığı bir Cumhuriyet An—-
kara s i dünyanın gozunun önündeki elçilerin ve elçiliklerin soğuk baktığı yerleşmek is-temedığı bir Ankara5dan söz ediyor. Binlerce yıllık bir yerleşim birimi yeniden yapılanıyor.
1789 büyük dönüşümünün ardından başlayan süreç Os-
manii Imparatorluğu’nu yeniden yapılanmaya itmiştir. Savunmanın, ordunun, sağlık kuramlarının işlevsizleşmesi, yüklendiği işi yapamaz duruma düşmesi ülkeyi açmaza sokmuştur. Gerekçesi ne olursa olsun Nizam-ı Gedid’in, Harbiye ve Tıbbiye mekteplerinin kuruluşu 1920’ler Cumhuriyetinin öncüllerini oluşturmaktadır.
Yeni nrHıı* AvnınoMan Kilen deneyim ve araç, gereç aktarımının başlangıcını gerckcelen-dirmektedir. Bilgi, d n arar ve gereç akranmı – –
rası egemenlik ve yem sömürgecilik ilişkilerine çeşitİilik kazandırmıştır. Bugün olduğu gibi o çağda da ideoloji ve teknoloji aktarımı sömürgeciliğin yalın bir aracıdır. Ulusal birliğini kurmuş, gümrük duvarlarını oluşturmuş ulus devletlerin sömürgelere, savaşlara, ürünlerini kolaylıkla satacakları ilişkilere gereksinimleri vardır. Os-manlı İmparatorluğu için güç-lüklüklerin başlangıcı uluslararası ilişkilerdeki özverinin, ödün vermeye dönüştüğü ulus devletlerle ortaya çıkmıştır. Özellikle ürettiği savaş araç ve gereçlerini satarak savaş kışkırtıcılığı yapan Avrupa’nın ilk ulus devletleri yağmacılığın ve sömürgeciliğin yeni biçimini üretmiştir. Çeşitli ulus ve dinlerden milyonlarca insanın bir arada yaşadığı üç kıtaya yayıl-L/iT iIîipUFaEör-iUK-DUyUK DİT gürültüyle çökmeye başlamıştır. Ulus devletlerin yeni sömürge alanları için başlattıkları savaşlar din, ırk ayrımı yapmaksızın Osmanlı imparatorluğumu yağma alanına çevirmiştir.
Cumhuriyet; uluslararası ilişkilerin, savunmanın, eğitimin, kurumsal yapılanmanın yeniden sorgulandığı bir yapılanmanın ürünüdür.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Harbiye’nin kurulmasıyla başlayan savunma eğitimi Cumhuriyet’in kurucularını yetiştirmiştir. Cumhuriyet’in kurucuları çok geniş bir coğrafyada imparatorluğun batışına tanık olmuşlardır. Savunma eğitimi ve savaş deneyimleri Cumhuriyet’in kuru-
cularına uluslararası ilişkilerde duygusallığın olmadığını göstermiştir.
Ulus devletlerin sömürgeciliği, yaşam biçimine dönüştürdüğü süreçte ulusal kurtuluş savaşları soy kırımlara dönüşmüştür. Afrika’da, Asya’da, Mezopotamya’da, Balkan-lar’da savaş veren Cumhuriyet’in kurucuları gerçekçi olmayı yaşamın acımasız ilişkile-
Anadolu ve Rumeli’de yemden yapılandırılan Türkiye; Türk. Çerkez. Kürt. Laz, Slav, ( ‘ R i'”
Ermen.. i. Arap. Sürya-
ni. Arnavut. Bı-!>r>^k”.^rdan oluşmuş bir gokkaşiîıdf’ Be bağlamada kilise, sinagog. i.a-mi birarada olabilmiştir
Cumhumet’m kuruvuv^ kurucuları vc ovıtclikle Mustafa Kemal Atatürk eğitime gereken önemi vermiştir. Eğitimin insan haklarının olmazsa olmaz ön koşuludur. Eğitim; bilgi alma özgürlüğü, bilinçlenme, bilimsel düşünce üretme, ulusal ve özellikle bireysel varolmanın gerekçesidir.
Cumhuriyet’in kurucusunun ortak dil Türkçe’ye gösterdiği özen, yaptığı katkılar, imparatorluğun çöküş sürecinde yaşanan ilkesizliğe, kabalığa, iletişimsizliğe tepkidir.
Cumhuriyet’in eğitime verdiği önemin yeniden yapılanma sürecinde belirginleşerek
üFCtryâ ÇIKCiğiFıI görÜyOrirZ.
1927 yılında Mimar Kemalet-tin Bey çizimi, tasarımı, yapımı ile Cumhuriyet’e yakışır şirin, sevimli, aydınlık bir okul üretmiştir. Ankara’da Vakıflar Genel Miidürlüğü’nün yaptırdığı bu kamu okulunu anlatmak bizim gönül borcumuzdur. Bir kamu okulunu yokluk ve yoksulluktan üreten Cumhuriyet’in kurucuları ve 1. Ulusal Mimarlık dönemimizin ünlü kişisi Mimar Kemalettin Bey’i saygıyla anıyoruz.
Eğitim kuramlarının olanca açıklığı ile tartışma konusu olduğu günümüz koşullarında kamu eğitim kuramlarının yapısal ve içerik olarak sorgulanmasını istiyoruz. 1930’lu yıllarda yeryüzünün en iyi yüksek öğrenim kuramlarına dönüşen
Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Okulları ülkemize ve yeryüzüne tutarlı bir bilimsel çalışma tabanı oluşturmuştur. Olumlu ve iyi örneklerin 1940’lı yılların sonlarından başlayarak göç sürecine girdiği ayrı bir gerçektir. Uluslararası alanda “kimlik” kazanan bu değerler bizim eğitim kuramlarımızın ürünüdür. Bu bilim ve sanat kişileri kamu okullarında eği-
bi dün de ülkeyi yönetenler kamu okullarında eğitim ve öğretim göruüler. Kamu ve
Amerika’da. Avrupa’da, bıiim-s£İ .îra.^nrrrv, \ i*’Um kisl-
Suna Kan, (.anıt A \i-
şargil gibi “Cumhuriyet do-nemi kamu okullarının sanat ve bilim dünyasına armağanlarıdır.
Cumhuriyet’in kurucuları tasarladıkları ülkenini geleceğini; sağlıklı, tutarlı, iyi örnek “eğitim” üzerine kurmuşlardır. Ankara Mimar Kemal İlkoku-lu’nda olduğu gibi aydınlık, sağlıklı ve bizim ulusal çizgilerimize örenen bir yapı “cumhuriyet” gerçekliğinin kendisidir. Özellikle Ankara Mimar Kemal İlkokulu örneğinde olduğu gibi kamu yapılarında ki çizgi ve tasarım eğitim kuramlarının ne kadar önemsendiğinin göstergesidir. 1927 koşullarında tek ya da iki katlı bahçe içi evlerin, tarlaların, çevrelediği alanda, göz çizgisinde, şirin, sevimli bir yapıdır Ankara Mimar Kemal İlkokulu. Bu “yapı” eğitimine duyulan saygıyı da örneklemektedir. Kamu yönetim kurumlan, Başbakanlık, Bakanlıklar, Milli Kütüphane, Saraçoğlu Mahallesi, Kültür Mahallesi, Kızılay kısacası “cumhuriyet” in tasarladığı Yenişehir Mimar Kemal İlko-kulu’nun içinde bulunduğu alanı oluşturmaktadır.
Başlangıçta kısa süreli gereksinimlerin üstünde tasarlanan bu eğitim kuramları giderek kentleşme olgusunun içinde boğulmuşlardır. 1920’de
18.000 kişinin yaşadığı Ankara; 1927 yılında 74.000 kişinin yaşadığı bir yerleşim birimidir. Cumhurivet’m örnek kentidir. Kamu yönetiminin ülke yönetimine ağırlığını koymasıyla birlikte kent (Ankara) büyümeye başlamıştır. Titizlikle, özenle, sevgiyle tasarlanan Ankara; dalga, dalga ve sürekli göçlerle yığılmış, kuşatılmış, bugünün sorunsalı ile karşı
Kuruluşunun 70. vılında Ankara Mimar Kemal likoku-lu’nu ve ülkemize katkıda bulunmuş l-am
ileticilerimizi beğenmiyor, onlar hakkında yorum yapıyoruz; ama onları seçen yine biziz. Televizyondaki kanallara savaş açıyor, bir şeyi on kez seyretmeyin diyoruz; ama onlara reyting rekorunu kırdıran da biz-leriz. “Temiz Toplum istiyoruz” diyoruz; ama kılımızı bile kıpırdatmadan gerçekleşmesini, bekliyoruz ve yanlış yaptığımızı bile bile hâlâ bu bekleyişi sürdürüyoruz. Sonra da bunlar gelişimin ürünleridir deyip, sıyrılıp çıkıyoruz. Bilim bizim için önemli, bilim gelişmeli, Türkiye ilerlemeli diye çırpınıyoruz; ama onları yaratacak olan çocuklarımızın eğitimine ve öğretimine önem vermeden, ümitlenerek daha iyiye daha ileriye diye bağırıp duruyoruz. Olmayınca da sanki bu çocukların suçuymuş gibi onlara saldırıya geçiyoruz. Hatta onların, bu durumları karşısında fazla ilerleyemeyeceği-mizi belki yüz bin kere tekrarlayarak, içlerinde kalan bilim sevgisini de yok ediyoruz.
Neden bu kadar emirciyiz? Neden bir şey vermeden daha iyisini istiyoruz? Neden hep fatura çocuklara patlar? Nasıl olur da dünya için biz bir şey yapmazken, onların bir şeyler yapmasını bekleyerek, rahatça Türkiye ilerleyecek diyebili-yoruz?
Bilim adamları bir devletin temel taşları olması gerekirken, bizde yedek parça misali tutuluyor. Türkiye’nin en zeki çocukları dediğimiz topluluklar bile bilim adamlığını tercih etmeyerek, başka dallara yöneliyorlar. Türkiye değişik bir ülke. Burada bilim adamları pek işe yaramaz görülür. O ne v:11);11 k ı i’öl İİMı iiısaiıiciurı bev-nme Kazınmıştır, uevıeı du-yiiklerimiz bilim adamlarının
melerine rağmen neden önem-
li girişimler kaydedemiyoruz? Neden hep kopyeciliğe yönelip sürekli geriliyoruz?
Bence azim ve hırs ile bütün insanlar birleşip, bir bütün halinde bilime yardıma çağrılabilir. Haydi kalkın ayağa! Başlangıç için bir adım bile yeter!