Muhammed aleyhisselâm hazret-i Hadîce ile evlendikten sonra da Mekke’de ticâretle meşgûl oldu. Ticâreti Saib bin Abdullah ile ortaklık şeklinde yürütürdü. Kazançlarıyla misâfirleri ağırlarlar, yetimlere ve fakirlere yardım ederlerdi. Muhammed aleyhisseiâm yine, bu sıralarda hazret-i Hadîce’nin kölesi Zeyd’i himâyesine alıp onu kölelikten âzâd etti (Bkz. Zeyd bin Hârise). O zaman küçük yaşta bulunan hazret-i Ali’yi de yanına alıp evladı gibi yetiştirdi. Otuz beş yaşındayken Kâbe hakemliği yaptı. O zaman yağmur ve seller sebebiyle Kâbe’nin duvarları iyice yıpranmış, bir yangın sebebiyle de tah- ribâta uğramıştı. Bu durum üzerine Kureyş kabilesi Kâbe’yi İbrâhim aleyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp yeniden yapmaya başlamıştı. Her kabileye bir bölümünü vererek duvarları yükselttiler. Bu işin büyük bir şeref olduğunu bilen kabileler, Hacer-ül-esved taşını yerine koyma hu- sûsunda anlaşamadılar. Her kabile böyle bir şerefe sâhip olmak istediğinden aralarında gittikçe artan büyük bir anlaşmazlık çıktı. Dört beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle neredeyse kan dökülecekti. Bu sırada Abdülmuttalib’in dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe’nin; ”Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın.” diyerek Benî Şeybe kapısını işâret etti. Oradakiler bu teklifi kabûl edip, Benî Şeybe kapısına bakarak ilk girecek ve işin en nâzik ânında bu işi halledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihâyet kapıdan, doğnıluğunu,-üstün ahlâkını son derece takdir ettikleri ve El-Emîn (her zaman güvenilir) dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. “İşte El-Emîn! O’nun hükmüne râzıyız.” dediler. Durum Muhammed aleyhisse- iâma anlatılınca bir örtü istedi. Hacer-ül-esved’i örtü üzerine koyup “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun.” dedi. Taşı konulacağı yere kadar kal- dırttı. Sonra da kendisi taşı kucaklayıp yerine koy
Son peygamber olan Muhammed aleyhisselâma ilk vahyin geldiği Hira dağındaki mağara. Burası her sene hacılar taraf jndan zıyâret edilmektedir.
Hacer-ül-esved, asırlardan beri Müslümanların hürmet ve tazim gösterdiği, Cennetten indirilmiş mukaddes bir taştır. Kendine mahsus bir kokusu vardır. El sürüldüğünde uzun müddet kokusu hissedilir. Yeryüzüne ilk indirildiğinde beyaz olan bü taş, câhiliyyet devrinde günahkâr kişilerin dokunmasıyla siyahlaş- mıştır. Tavafa Hacer-ül-esved ile başlamak, ve onunla bitirmek sünnettir. Bu taşın ve Kâbe-ı muazzama- nın bakımı ve muhâfazasında Osmanlı sultanlarının hizmetleri sayılamayacak kadar çoktur. B»u taştan kopan parçalardan birkaçı, İstanbul’da Sokullu Meh- med Paşa Câmii girişi, mihrabı ve minberi üzerinde ve Kânûnî Sultan Süleyman Han’ın türbesinin girişinin üst kısmında altın çerçeveler içinde muhafaza edilmektedir.
du (Bkz. Hacer-ül-esved). Mekke’de çıkmak üzere olan büyük bir harbin böylece önlendiğini gören kabileler, O’nun bu hareketinden çok memnun oldular. Sonra da yarım kalan duvarları yapıp tamamladılar. (Bkz. Kâbe)
Peygamberliği:
Muhammed aleyhisseiâm daha otuz yedi yaşında iken gâibden “Yâ Muhammed” diye nidâ olunduğunu duyardı. Otuz sekiz yaşında iken de bir takım nûrlar görmeye başladı. Bu hâlini sâdece hazret-i Hadîce’ye anlatırdı. Muhammed aleyhisselâma peygamberliğin verilmesinin yaklaştığı bu sırada, o zamânın meşhur ediblerinden Kus bin Sâide, Ukaz Panayırında deve üzerinde büyük bir kalabalığa karşı okuduğu hutbede O’nun geleceğini müjdelemişti. Bu hutbeyi dinleyenler arasında Muhammed ^aleyhisseiâm da bulunmuştu. Kus bin Sâide bu ¿meşhur hutbesinin bir bölümünde şöyle demiştir: “Ey insanlar’!’ Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız, yaşayan ölür,