Arazi arabamla sabahın erken saatlerinde yola koyuldum. Hedefim Yeryuvarı’nın merkezi. Güneybatıya giden dar. virajlı yol, basamak basamak dik yamaçtan aşağıya doğru inerken, kısa aralıklarla, yörenin rengi ve görünümü değişiyor. Yukarıdaki basamaklar. Doğu Afrika’nın yeşil step bitkileri ile kaplı olup, aşağılara doğru uzanan kurumuş çayırlar ve otlar arasın dan çıplak kaya yüzeyleri görülebiliyor. Yol yarmalarında, fosilce zengin tortul kayaları geçtikten sonra, daha aşağılarda simsiyah bazalt kayaları ve sütunları arasından gidiyorum. Havanın sıcaklığı, aşağıya doğru İndikçe artıyor. Bir zürafa sürüsünün, yolu karşıdan karşıya geçtiğini görüyorum. Evet, şu anda tahmin ettiğiniz gibi, Doğu Afrika’nın “Rift Wa!ley”*adlı çukurluğu içindeyim. Buraya bu adı, İskoçyalı jeolog John Walter Gregory vermiştir.
J.W. Gregory, 1393 yılında katırlardan oluşan bir kervanla Doğu Afrika kıyılarından kalkarak Kıta’nın içlerine doğru hareket eder. O’nu bu araştırma gezisine, Viyanalı meslekdaşı Eduard Süss ikna etmiştir. Eduard Süss, Doğu Afrika’da birçok gölün tespih gibi bir dizilim gösterdiğini, bunların güneyde Zambezi Nehri’nin rğzından kuzeye doğru Kızıldeniz üzerinden Toros’lara kadar uzanan yerkabuğtı yarığı içinde sıralanmış olabileceklerini tahmin ettiğini söylemiş ve imkân bulursa araştırmasını istemiştir. Gregory, bugün Kenya’nın başkenti olan Nairobi’nin 40 <km. kuzeybatısında, 600 m. derinliğinde ve 50 km. genişliğindeki yarığın kenarında durur ve aşağılarda araştırmalarını yapacağı çukurluğa uzun uzun bakar. Dik yamaçtan aşağıya indiğinde, savaşçı Masai kabileleri Gregory’ye araştırma izni vermezler. Bunun üzerine araştırmacı, grabenin kenarından 100 km. kuzeye doğru yürür ve Baringo Gölü’ne ulaşır. Gregory,
Çev. Notu : Bu çukur ülkemizde cfaha çok Doğu Afrika Graben’i ya da yarığı olarak adlancîırıİrmaktadır.
ta
Saatte yüzlerce ton sodaJı suyun yeryüzüne çıktığı 4 km. çapında bir gayzer kaynağı. Resimde, okla işaretli noktalarda görülemeyecek kadar küçülen iki araştırma uçağı bulunmaktadır.
böylece şans eseri bu büyük grabenin nasıl o şup geliştiğini kolaylıkla gözleyebileceği bir re gelmiş olur.
Gregory, Doğü Afrika Grabeni’nin Arizo daki Grand Canyon gibi akarsuyun erozyonu nucunda meydana gelmiş olamayacağını, iki yamaç arasındaki kâra parçasının derinlere ç müş olabileceğini düşünür. Bu düşüncesini nıtlamak için de grabenin her iki kenarında graben tabanında birçok jeolojik kesitler yap? Fakat, graben çukurluğunun tabanı kalın alil yoft ve göllerle kaplı olduğu için, kesit işini zorlaştırır. Gregory bir şans eseri, Bari Gölü güneyinde ve grabenin tabanında, gra kenarından bir fayla koparak ayrılmış Kama Dağı’nı görür. Bu dağ kütlesi, grabenin oluşu1 sırasında derinlere çöken grabenin tabanın ayrılarak, tipik bir horst olarak kalmıştır.
Ksmasia Dağı’nın dik yamaçlarında bulu kaya birimleri graben yamaçlarında da gö mektedir. Ancak Kamasia Dağı’ndaki kaya nmleri, grabenin kenarındaki benzerleri 1.800 m. daha aşağıdadırlar. Buradan giderek pılan hesaplardan graben tabanının, kenarli göre 4.000 m. derine çökmüş olduğu görül tedir. Ancak bu derin yarığın tabanı, daha soî genç volkanizmalar ve alüvyonlarla doldurul tur.
Şu anda bu grabenin tabanında ve Mag! Gölü’nün kıyısında bulunuyorum. Hava sıcak, tubetli ve boğucu. Göl suyuna daldırdığım mağımı sudan hemen çıkartmamama ra’ derim kızarmaya başlıyor. Hava biraz riizt, olmasına karşın, göl yüzü bir ayna gibi.
Mineral tuzları ile zenginlemen göl suyu, ağırlığı nedeni ile zayıf rüzgârda hiç kıpırdamıyor.
J.W. Gregory daha geçen yüzyılda, Afrika’nın doğusundaki Rift VValley’in bir çöküntü zonu olduğunun farkına varmıştı. Fakat yerbilimciler, yerkabuğunu parçalayarak levhalara ayıran, bazı bölgelerde onları derinlere çeken ve okyanus çukurluklarının meydana gelmesine neden olan Yericüre’nin derinliklerindeki olayların gizini an-cc:k son yıllarda çözebildiler.
Yerküre’nin yarıçapına göre oldukça ince olan katı yerkabuğu, bir şeftali kabuğu kadar kusursuz değildir. Yerkabuğu, plakalardan oluşan bir mozaik görünümündedir ve yeryüzünün c/o 70’i okyanuslar tarafından kaplıdır. Plakaları, kıtasal ve okyanusal olarak ayırmak zordur. Örneğin Afrika Plakası, Doğu Atlas Okyanusu’nun okyanusal kabuğu, Batı Hint Okyanusu’nun okyanusal kabuğu ve Afrika’nın kıtasal kabuğundan oluşur.
Okyanusal kabuk ağır, buna karşılık kıtasal kabuklar daha hafif kayalardan oluşur. Levhalar, yerkabuğu altındaki sıcak ve akışkan mağma mantosunun üzerinde, adeta kayarak hareket eder. Bu kaymalar sırasında levhalar bir tarafta devamlı yenilenirken, öteki tarafta Yer’in derinliklerine dalar. Bu nedenle, okyanusların ve kıtaların birbirlerine karşı olan konumları sürekli bir değişme halindedir. Milyonlarca yıl boyunca kıtalar birbirlerinden uzaklaşmışlar veya birbirlerine yaklaşmışlardır. Afriıka ve Güney Amerika kıtalarının kıyıları bir rastlantı sonucu da birbirlerine uygunluk gösterebilirlerdi. Fakat jeoloalar
her iki kıta parçasının bir zamanlar tek bir kıtq olduklarını ortaya koymuşlardır. Atlas Okyanusu nun her iki yakasındaki bu iki kıtanın kaya yapısı en ince ayrıntıya kadar birbirlerine uygunluk göstermektedir.
Bilim adamları, levhaları hareket ettiren gücün kaynağını araştırırken, önemli keşifler yaptılar. Okyanusal kabukların dokanak noktaları boyunca, binlerce kilometre uzunluğa varan denizaltı sırtları uzanır. Bu sırtların zirvelerinde, Afrika’daki Rift VValley benzeri uzunlamasına grabenler yer alır. Bu grabenlerin tabanından da, sık sık bazaltik lavlar çıkarak katılaşırlar. Levhalar, grabenlerden çıkan mağma sonucu değil; fakat yerkabuğu altındaki kızgın magma içinde oluşan bir takım konveksiyon akımlar sonucu birbirlerinden ayrılırlar. Magma içindeki konveksiyon akımlara bofil’ olarak ve yarıklar boyunca