Oryantalizmin İslam Telakkisinin Tarihî Temelleri Üzerine Düşünceler (3)

Oryantalizmin İslam Telakkisinin Tarihî Temelleri Üzerine Düşünceler (3)

Şam ve Kudüs’ün Fethi

Hz Ebu Bekir’in çok kısa süren halifelik devri ol­dukça hareketli ve bere­ketli geçmiştir. îrtidat ve isyan harekeden bastırılmış, Müslümanlar arasında birlik sağlanmış, İslam devletinin sınır komşuları olan Sasani ve Bizans imparatorlukları, hâkimiyetleri altındaki topraklardan bir kısmını genç İslam devletine bı­rakmak durumunda kalmışlar ve İs­lam devletinin sınırları genişlemiştir. Böylece İslam’ın geleceği için yakın tehlike arz eden iki büyük impara­torluk dize getirilmiştir.

Hz. Ömer’in, 10 yıl 6 aylık halifeliği, kelime­nin tam manasıyla bir fü­tuhat dönemi olarak ta­rihteki yerini almıştır.

Hz. Ebu Bekir, İslam ordusu ile Bizans ordusu arasında cereyan eden Yermük savaşı sürerken Medi­ne’de hastalanmış ve sahabenin ileri gelenleri ile müzakere ederek, yeri­ne Hz. Ömer’i veliaht tayin etmiş ve Yermük zaferinin müjdesini alamadan vefat etmiştir. Bunun üzeri­ne h. 13 yılında Hz. Ömer hilafet makamına geçmiştir. Hz. Ömer’in, hicretin 23. senesi Zilhicce ayında Muğire b. Şube’nin kölesi Firûz (Ebu Lü’lü’) tarafından 63 yaşın­dayken şehit edilmesine kadar süren 10 yıl 6 aylık halifeliği, kelimenin tam manasıyla bir fütuhat dönemi olarak tarihteki yerini almıştır. An­cak biz bu yazıda, her ikisi de Müs­lümanlarla Hıristiyanlar arasında gerçekleşmiş olan ve Hıristiyan dünyasının ve dolayısıyla oryanta­listlerin hafızalarına kazınmış olan iki büyük fethe dikkat çekmekle ik­tifa edeceğiz. Bunlardan ilki Şam (Dimaşk) m fethi, İkincisi ise Ku­düs’ün fethidir.

Şam'ı gösteren bir gravür (1668)

Şam’ı gösteren bir gravür (1668)

İslam askerlerinin şeh­ri kuşattığını haber alan halk, Şam kalesine sığı­narak, yaklaşmakta olan kış sebebiyle Müslüman­ların kuşatmayı kaldıra­cağı düşüncesiyle ve im­paratorun Hımıs’tan gön­dereceği imdat ümidiyle bekliyordu…

Şam (Dimaşk)’m Fethi (H. 14 /M. 635)

Suriye Emiri Ebu Ubeyde (r.a.), Yermük zaferinden sonra, yerine Beşir b. Ka’b el-Himyeri’yi bıra­karak, Bizans’ın durumunu geriden takip etmek üzere “es-Süffer” de­nilen yerde karargâhını kurmuştur. Yaptığı istihbarat sonucu, Yer­mük’te uğradığı hezimeti hazmede­meyen Bizans’ın, Fihl’de asker top­ladığını; ayrıca Hımış üzerinden Dimaşk’a yardım gönderme hazırlı­ğında olduğunu tespit etmiştir. Bu­nun üzerine fetih hareketine bölge­nin en önemli merkezlerinden olan Dimaşk’tan mı yoksa düşmanın top­lanma yeri olan Fihl’den mi başla­mak gerektiğine karar verememiş ve Halife Hz. Ömer’e mektup yazarak bu mevzu ile ilgili talimatını bekle­diğini bildirmiştir. Halife Hz. Ömer ise özetle şu talimatı vermiştir:

“İşe bölgenin kalesi mesabesin­deki Dimaşk’tan başlayın. Ancak Fihl, Filistin ve Hımış’a da birer birlik göndererek oradan gelecek yardımların önünü kesin. Şayet bu arada oraların fethi de müyesser olursa, zaten bu istediğimiz şeydir. Yok, eğer Dimaşk’ın fethi önce ger­çekleşirse şehrin asayişi ve muhafa­zası için bir grup asker bırakarak di­ğer komutanlarla birlikte Fihl üze­rine yürüyün. Oranın fethi de nasip olursa Şurahbil’i ve Amr (b. As)’ı Ürdün ve Filistin’e gönder, sen ve Hâlid de Hımış’a gidin…”

Ebu Ubeyde (r.a.) merkezden gelen bu talimatlara uyarak bir grup askeri Fihl’e, bir grubu Hımış – Di­maşk, diğer bir grubu da Filistin – Dimaşk arasında Bizans’tan gelebi­lecek saldırı ve yardımlara karşı tam­pon vazifesi yapmak üzere gönder­miş ve kendisi de diğer komutanlar­la beraber Dimaşk şehrine doğru hareket etmiştir. Şehre vardıkların­da Ebû Ubeyde, Amr b. As, Fera- dîs, Şurahbil b. Hasene, Tûma, Kays b. Hübeyre ve Ferec Cabiye kapılarında, Halîd b. Velîd ise Şark kapısında mevzilenmişlerdir. İslam askerlerinin şehri kuşattığını haber alan halk Şam kalesine sığınarak, bir taraftan yaklaşmakta olan kış sebe­biyle soğuğa alışık olmayan Müslü­man Arapların kuşatmayı kaldıraca­ğı düşüncesiyle, diğer taraftan da imparatorun Hımıs’tan gönderece­ği imdat ümidiyle beklemeye başla­mışlardır. Ne var ki birçoğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’ in sohbeti ile müşerref olan ve i’lâ-yı kelimetul- lah uğruna her türlü sıkıntıya göğüs germeyi göze alan İslam askerleri hiçbir zorluğa aldırmadan kuşatma­yı sürdürmüşlerdir. Hımış yakınla­rında bulunan imparator Herakli- us’un gönderdiği yardımlar da tam­pon bölgedeki Müslüman askerler tarafından engellenmiştir. Kaleye sı­ğınan şehir halkı, 70 günlük çetin bir muhasaradan sonra çaresizlik noktasına gelmiştir. O esnada Di- maşk patriğinin bir çocuğu doğ­muş, onu kutlamak, belki de ablu­kadan iyice sıkılmış olan halkı kıs­men de olsa rahatlatmak için ye­mekli, içkili ve bol eğlenceli bir tö­ren düzenlemişlerdir. Hz. Halîd (r.a.) bu fırsatı değerlendirerek ka­lenin en iyi korunan kısmından içe­ri girmeye muvaffak olmuştur. Bu­nun üzerine endişeye kapılan ve za­ten son derece çaresiz olan Dimaşk ehli, hemen kalenin diğer tarafın­dan Ebu Ubeyde (r.a.)’ ye haber göndererek cizye karşılığında sulh yapma isteklerini bildirmişlerdir.

Hz. Ebu Ubeyde de bu isteği kabul etmiş ve sulh yaparak şehrin anahtarlarını teslim almıştır. Ancak Hâlid (r.a.) kendi tarafını savaşla di­ze getirdiği için Dimaşk’ın savaşla mı sulh ile mi fethedildiği ihtilaf ko­nusu olmuştur1. İbnü’l-Esir’e göre, bir kısmı savaş ile bir kısmı ise sulh ile ele geçmiştir2.

İnsanlık ve medeniyet tarihinin en eski merkezlerinden birisi olan Dimaşk’ın fethi ile Bizans’ın el-Ce­zire ve Biladü’ş-Şam (Suriye, Ürdün Filistin, Hatay, İskenderun ve Antep dahil Türkiye’nin güneyinin bir kıs­mı) kalesi düşmüştür. Aynı yıl Ba’l- Bekk, Fihl, Mercu’r-Rum, Saydâ, Cübeyl, Beyrut, Hımış vb. birçok yer fethedildi ve Heraklius ümitsiz­lik içerisinde Antakya’dan İstanbul’a kaçtı. Hicretin 15. yılında ise Kin- nesrin, Kayseriye, Haleb, Antak­ya, Maraş ve civarı ve stratejik bir yer olan Ecnadin, Müslümanların eline geçmiştir.

Kudüs’ün Fethi (H.16/M.637)

Ecnadin savaşı, Hz. Ömer’in ifadesiyle “Rum Artabon’u ile Arap Artobon’unun karşı karşıya geldi­ği”3 bir savaştır. Artabon, savaş hi­le ve desiseleri ile meşhur bir Bizans komutanıydı. Ne var ki bu hilesi onu, Allah’ın yardımı ile Amr bin el-As’ın (r.a.) fıraset ve tedbirleri karşısında, bir komutan için en bü­yük zilletinden; savaş meydanından kaçma zilletinden kurtaramamıştır.

Artabon, Ecnadin yenilgisinden sonra gizlice, o zamanki adı tylya olan Kudüs’e kaçmıştır. Hz. Ömer tarafından zaten Kudüs’ün fethi ile vazifelendirilen Hz. Amr b. el-As onun izini sürmeye devam etti. Yol­da giderken boş durmak olmazdı. Bu sebeple yol üzerinde bulunan başta Gazze olmak üzere Bizans’ın bölgedeki son şehirlerini de fethe­derek Kudüs’e doğru hareket etti. Amr b. el-As komutasındaki İslam askerleri Kudüs yakınlarına geldik­lerinde, öncelikle Artabon’a haber göndererek teslim olmasını istedi­ler. O ise teslim olmayı reddetti ve şehri savunacağını söyledi. İslam as­kerleri Kudüs’ü muhasara altına al­dılar. Kuşatma uzayınca halk, şehri bizzat halife ile yapılacak bir sulh anlaşması şartı ile teslim edecekleri­ni bildirdi. Başkumandan Ebu Ubeyde (r.a.) durumu merkeze bil­dirdi. Hz. Ömer, yerine Hz. Ali’yi vekil tayin ederek, H.16 yılının Re­cep ayında, yanına Ensar ve Muha­cirlerden bir grubu da alarak Medi­ne’den hareket etti. Kendisini Cabi- ye’de, bölgede fetih hareketlerini idare eden Ebû Ubeyde, Yezîd b. Ebî Süfyan ve Halîd b. Velîd (r.anhüm) karşıladılar.

Daha sonra beraberce şehre gir­diler ve Kudüs heyeti ile anlaşma imzalandı. Anlaşmayı Halîd b. Ve­lîd, Amr b. el-As, Muâviye b. Ebî Süfyan ve Abdurrahman b. el- Avf şahit olarak imzaladılar. Böyle­ce Kudüs Müslümanların eline geç­miş oldu. Bu arada anlaşmayı haz­medemeyen Artabon, bir grup ile birlikte Mısır’a kaçtı. Ne var ki Mı­sır’a kaçmak da çare değildi. Zira fetih sırası Mısır’a gelmişti.

Kudüs’ün Müslümanların eline geçmesi, İslamiyet-Hıristiyanlık; Müslüman-Hıristiyan münasebetle­rinin en önemli dönüm noktaların­dan birini teşkil eder. Çünkü bu ta­rihten itibaren Hıristiyanlar, İslam ve Müslümanlarla ilgili stratejilerini, İslâm’ı Hıristiyanlığın mutlak bir düşmanı kabul etme dogması üzeri­ne inşa etmişlerdir. Ne var ki inan­mayanlar istemese de Allah, nurunu tamamlayacaktır.

Kudüs’ün Müslüman­ların eline geçmesi, İslamiyet-Hıristiyanlık; Müs­lüman – Hıristiyan müna­sebetlerinin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil eder.

Kudüs şehrinin umûmî görünüşü

1 Bilindiği gibi İslam Savaş Hukuku prensiplerine göre sulh yoluyla fethedilen yerlerle savaş yoluyla fethedilen yerlerin hukuki statüsü farklıdır. Savaş yoluyla fethedilen yerler ga­nimet olduğu için savaşçıların mülkiyetine ve İslam devleti hâzinesine intikal eder. Halbuki sulh yoluyla fethedilen yer­ler, güç yetirenlerin verecekleri cizye karşılığında eski sahip­lerinin mülkiyetinde kalır; 2 Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kamil, II, 429; 3 İbnü’l-Esir, el-Kamil, II, 497.

 

 

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*