OSMANLI DEVRİNDE HACCA NASIL GİDİLİRDİ?
Bugün ortalama üç saatlik bir uçak yolculuğuyla rahatça varıveriyoruz mukaddes beldelere… Vasıtaların sadece binek hayvanlarından ibaret olduğu, teknolojinin hiç gelişmediği eski devirlerde hacca gitmek acaba nasıldı? Buyrun bunun cevabım
hep birlikte arayalım…
Osmanlılar ve Hicaz
Birçok İslam tarihçisi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Dört Halife devrinden sonra kurulan İslam devletleri içinde en büyük, en önde gelen ve İslamiyet’i yaymak yolunda en çok gayret gösteren devletin, Osmanlı Devleti olduğunda ittifak etmektedirler.
Osmanlılar, Memlûk Devletini ortadan kaldırdıktan sonra bütün Memlüklü topraklarının hâkimi, Hicaz, Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere’nin de hâdimi oldular (1517). OsmanlIların Peygamber Efendimiz’e, Al’ine, Ashab’ına ve mukaddes beldelere gösterdiği tazim ve hürmet her türlü takdirin üstündedir. Bu hürmet, devletin mukaddes beldelere sahip olmasından çok öncelere uzanmaktadır. Daha Yıldırım Bayezid Han devrinde “surre” denilen hediyeler mukaddes topraklara gönderilmeye başlamıştı. Fatih Sultan Mehmed Han hacıların hac yollarında sıkıntıya düşmemeleri için hiçbir fedakârlıktan çekinmemişti. Memlûk Devleti’ne son veren Yavuz Sultan Selim Han, Haremeyn-i Şerifeyn’in hâkimi değil hizmetkârı olmayı yeğleyerek OsmanlIların mukaddes beldelere gösterdiği hürmeti mükemmel bir şekilde vurgulamıştı. Sonraki bütün Osmanlı padişahları da Haremeyn-i Şerifeyn’e hizmet etmek hususunda büyük gayret göstermişlerdi.
Osmanlı padişahlarının Haremeyn hizmetlerine dair bir kitap yazmış olan Muhammed el-Emin el-Mekkî, onların mukaddes beldelere olan hürmetine dair şunları yazıyor:
“Osmanlı halifelerinin övülmeye değer faziletlerinden olarak hacıların, Beytullah ve Resulullah’ın ziyaretçilerinin ve sair yolcuların istirahatlerinin temin edilmesi için yolların emniyetinin sağlanmasına ve devamlı olarak dinin hükümlerinin korunmasına gayret sarf etmelerini, her sene külliyetli masraflar yaparak İstanbul ve Mısır’dan Osmanlı askeri ile birlikte surre-i hümayun gönderip bunlarla Haremeyn-i Şerifeyn’in seyyid, şerif, ulema, ahali, mücavir ve hademeleri için büyük meblağlar yollamalarını ve hacıların istirahat ve emniyetlerinin sağlanması için hac yolu üzerinde sakin olan Arap kabilelerine de büyük yardımlar yapmalarını zikredebiliriz.”
OsmanlIların fetih sonrası Hicaz’da süratle imar faaliyetlerine başlamış olması, hem hizmet inancı hem de hacıların hac zamanındaki huzur ve refahlarını sağlamak gayesine matuftu. Hicaz’a, müteakip 400 yıl boyunca da gereken ehemmiyet daima gösterilmiştir.
Osmanlı Devrinde Hac
Tarih boyunca hacca giden müminler, kara yolu olmak üzere yedi yoldan mukaddes topraklara ulaşırlardı. Bu yedi yol; Şam’dan, Mısır’dan, Aden’den, Amman’dan, Lahsa’dan, Basra’dan ve Bağdat’tan Mekke’ye giden yollardı. Osmanlı zamanında ise bu yedi yoldan birinci derecede ehemmiyet verilen iki tanesi -devlet kontrolünde olarak- kullanılıyordu. Bunlar Şam ve Kahire yollarıydı.
Şam Yolu
Anadolu ve Rumeli’den hacca gidecek Müslümanlar, bulundukları yerlerden hareket ederek Mahmil-i Şerif ve Surre Alayı’nın da içinde bulunduğu kafilenin yola çıkışına kadar Şam’da toplanmış olurlardı. Şam yolunu kullanacak hacı adayları, Anadolu’nun “sağ kol” denilen yolunu kullanırlardı. Bu sebeple bu yola “hac yolu” da denilmekteydi. Bu yol, Usküdar-Gebze-Eskişehir-Konya-Adana-Halep güzergâhını kullanarak Şam’a ulaşırdı.
Hac kâfilesinin ve Surre Alayı’nın emniyet içerisinde seyahat edebilmesi için yol üzerinde bulunan beylerbeyi, sancakbeyi, kadı, mütesellim ve yeniçeri serdarı gibi yüksek rütbeliler vazifelendirilmekteydi. Ayrıca, günlerce süren yolculukta hacıların iaşe ve ibatelerinin sağlanması için muazzam bir menzil teşkilatı vücuda getirilmişti. Hacıların ihtiyaçlarını giderebilmeleri, alış-veriş yapabilmeleri için çeşitli kaza, kasaba ve büyük köyler olmak üzere yerleşim yerleri tesbit ediliyordu.
Şam’da toplanan hac kâfilesinin muhafazasına, çoğunlukla Şam valisi emîr-i hac (hac emiri) unvanıyla tayin edilirdi. Valinin maiyet kuvvetlerinden başka Trablusşşam paşasıyla onun emrindeki Aclun ve Leccun mütesellimlerinin on iki ilâ on beş bin kişilik kuvvetleri
ünümüzde hacca gitmenin, geçmişe nisbetle çok kolay olduğu söylenebilir şüphesiz. İstanbul ve daha birçok şehrimizden kalkan uçaklar üç-üç buçuk saat içerisinde Cidde Havalimanına inmekte, oradan otobüsle Mekke-i Mükerreme’ye geçilerek hac farizasının ifasına başlanmaktadır. Bugünkü imkânların olmadığı o eski devirlerde hacca acaba nasıl gidilirdi? 20-30 yıl öncesine kadar uçakla değil otobüslerle mübarek topraklara gidildiğini, şehirlerin büyük meydanlarına toplanan kalabalıkların, sıra sıra dizilmiş hacı otobüslerini gözyaşları içinde uğurladığını hatırlıyoruz. Bugünkü birkaç saatlik uçak yolculuğuna göre günlerce otobüsle seyahat etmek, aman ya Rabbi, ne zor geliyor insana. Bir düşünülsün, 7-8 saatlik bir otobüs yolculuğu bile insana ne büyük rahatsızlık veriyor! Üstelik otobüsler bugünkü gibi lüks de değil ve 8-10 gün süren bir yolculuk!
Bunu geçelim. Daha gerilere gidelim. Vasıtaların sadece binek hayvanlarından ibaret olduğu, teknolojinin henüz gelişmediği daha eski devirlerde hacca gitmek acaba nasıldı? 8-10 gün rahat bir otobüs yolculuğuna nisbetle kah at, eşek, katır, deve sırtında, kah yürüyerek gidilen ve üç ay süren uzun mu uzun bir seyahat! Esas buna aman ya Rabbi çekmeli! Bugünkü üç saate göre üç ay! Osmanlı devrinde hac deyince akla, hemen bu üç aylık yorucu ve uzun seyahat gelir; yorucu ve zahmetli fakat rahmete vesile bir seyahat. Hac farizasının ifasıyla dönüş yolu da hesaba katıldığı takdirde memleketten, eş dosttan dokuz-on aylık bir ayrılığa mukabil hakikî dost ve sevgiliyle vuslat, işte bu makalemizde Osmanlı devrinde hacca nasıl gidilirdi sualine cevap arayacak ve sizlere Osmanlı devrinden, mukaddes topraklarda hac farizasını ifa eden mümin manzaraları sunmaya çalışacağız.
de kâfileyi korumakla yükümlüydü. İcap ederse Sayda valisinden de kuvvet istenirdi.
Hac emiri, Şam kalesindeki hâzinede duran ve her sene kâfilenin hareketi esnasında tekbir ve tehlillerle yerinden çıkarılan sancak-ı şerifi alarak Şam’dan hareket ederdi. Hareket tarihi son devirlerde 15 Şevval olarak tesbit edilmişti. Bütün hacılar ve Surre Alayı’yla birlikte yola çıkan hac kâfilesi, ilk menzil olan Kubbetü’l-Hac mevkiine konardı. Urban eşkıyasının saldırısına uğramamak için kâfile sıkı bir muhafaza altında güneye doğru yürürdü.
Şam kâfilesi, Müzeyrib, Belka, Maan, Zâtü’l-Hac ve Tebük yoluyla Medâyin-i Sâlih’e ve onun güneyindeki El-Ulâ’ya kadar gelir ve orada bizzat Mekke emiri veya onun vekili tarafından karşılanırdı. Buradan itibaren kâfile artık Mekke emirinin himayesine geçmiş olurdu.
Şam yolunu, Anadolu ve Rumeli (Balkanlar) hacıları dışında Orta Asya’dan, Kafkaslardan ve zaman zaman İran’dan gelen hacılar da kullanmaktaydı. 16. yüzyılda Orta Asyalı hacılar, Buhara ve Semerkand’dan yola çıkarak Hazar Denizi kıyılarına gelirler, Astrahan üzerinden Kırım’a geçerek Kefe ve Ozi gibi Osmanlı limanlarından deniz yoluyla İstanbul’a geçer ve Şam’a gidecek hac kâfilesine katılırlardı. Şiî Safevi Devleti’nin çıkardığı güçlükler sebebiyle Türkistan hacıları böyle uzun ve meşakkatli bir güzergâh takip etmek zorunda kalıyorlardı.
Mısır Yolu
Mısır hac kâfilesi, Mısır Mahmili de içinde bulunduğu halde daha ziyade Kuzey ve Orta Afrika’dan gelen hacılardan oluşurdu. Aşağıda bahsedileceği üzere İstanbul’dan deniz yoluyla gelen hacılar da burada toplanırdı. Şam kafilesinde olduğu gibi Mısır kâfilesi de eşkıya saldırılarına karşı büyük kuvvetler tarafından korunur, hacıların muhafazası, iaşe ve ibatesi için gerekli tedbirler alınırdı. Mısır kâfilesinde de mukaddes beldelerin halkına götürülmek üzere hazırlanmış hediyeler bulunurdu.
Mısır’da bulunduğu yıllarda buradaki hac kâfîlesinin hareketine şahit olan Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, hac emiri kâfilenin bulunduğu meydana geldiğinde mehter çalar, yeniçerilerle diğer askerler kumandanları selamlar ve hac emiri Mısır valisini ziyaret ederdi. Daha sonra hac yolculuğu için götürülecek toplar meydana getirilir, bu arada sancak-ı şerifle Mahmil-i Şerif bir deve üzerinde dolaştırılırdı. Vali, hac emirine Haremeyn halkına dağıtılacak parayı alıp almadığını sorar, o da eksiksiz teslim aldığını bildirirdi. Sonra mahmil devesi vali tarafından meydanda dolaştırıldıktan sonra sağ salim gidip gelmeleri temennisiyle hac emirine teslim edilir; deveyi bir defa da onun dolaştırmasından sonra kervan yola çıkardı.
Mısır’dan çıkan hac kâfîlesinin birinci menzili Birketü’l-Hac’dı. Mısır hacılarının ekseriyeti burada toplanmış
Anadolu ve Rumeli den hacca gidecek Müslümanlar, bulundukları
yerlerden hareket ederek Mahmil-i Şerif ve Surre Alayının da içinde bulunduğu kafilenin yola çıkışına kadar Şam da toplanmış olurlardı. Şam yolunu kullanacak hacı adayları, Anadolu’nun “sağ kol” denilen yolunu kullanırlardı
İstanbul ile Ege ada ve sahillerinden deniz yoluyla hacca gidecek müminler gemilerle hareket ederek İskenderiye den karaya çıkarlar ve oradan Kahireye ulaşıp burada toplanan kafileye iştirak
ederlerdi.
İsmail Hakkı Bursevî ve Karabaş Veli gibi zatlar hacca giderken deniz yolunu kullanmışlardı
İranlı hacıların resmî Şam,
Kahire veya Yemen güzergâhını kullanmasını mecburi tutmuştu.
Bu yolun bazı zamanlarda açıldığı olmuş ancak özellikle savaş zamanlarında kapalı kalmış, kullanılmamıştır.
Hindistan, Endonezya ve Malezya gibi yerlerden hacca gelenler, umumiyetle deniz yoluyla Cidde’ye gelip oradan Mekke’ye geçmekle beraber, bunların ara sıra Yemen yolunu kullandıkları da bilinmektedir.
Süveyş Kanalı’nın Açılmasından Sonra
Buharlı gemilerin ortaya çıkışı ve 1869 yılında Süveyş Kanalı’nm açılmasıyla hac yollarında önemli değişmeler meydana geldi. Karadan deve kervanlarıyla yolculuk, yerini büyük ölçüde deniz ulaşımına bıraktı.
İlk buharlı gemiler Süveyş’le Mekke’nin limanı olan Cidde arasındaki yolculuklarına 1858 yılında başladılar. Süveyş Kanah’mn açılmasından sonra Anadolu ve Rumeli hacıları artık deniz yolunu kullanır oldular. İstanbul’dan hareket eden gemilerle yola çıkan hacılar, Cidde’de karaya çıkarak iki gün istirahat ettikten sonra deve veya merkep kervanlarıyla Mekke’ye hareket ediyorlardı. Şam yolu artık
eski ehemmiyetini kaybetmiş, 1882 yılında bu yolu yalnızca 4000 hacı kullanmıştı. Artık mahmil devesi bile dönüş yolunu denizden yapıyordu.
Sultan ikinci Abdülhamid Han döneminde askerî nakliyatın yanı sıra hac yolculuğunu kolaylaştırmak üzere Hicaz Demiryolu yaptırılmıştı.
1908 yılında Medine’ye ulaşan demiryolunun daha sonra Mekke’ye ve oradan da Cidde’ye kadar uzatılma planı Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve devletin dağılış sürecine girmesiyle mümkün olmamıştı. Açıldığı tarihten bilitibar Hicaz Demiryolunu kullanarak binlerce hacı mukaddes topraklara ulaşmıştı. II
Kaynaklar: BOA, Mühimme Defteri, nr. 160, hk. 403؛ Şehbal Mecmuası, sayı 18, 1 Kanun-ı Sani 1325; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1972; Abdülkadir Ozcan, “Hac-Osmanlı Dönemi”, DİA, XIV, İstanbul 1996, s. 400-406; Sinan Kuneralp (çev. Münir Atalar), “Osmanlı Yönetimindeki (1831-1911) Hicaz’da Hac ve Kolera, OTAM, sayı 7, 1996؛ Ilhan Ovalıoğlu vd., Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz, I-II, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008; Muhammed el-Emîn el-Mekkî, Osmanlı Pâdişâhlarının Haremeyn Hizmetleri, haz. İbrahim Coşkun, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2008; Menderes Coşkun, Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i, Ankara 2002.
olurdu. Buradan hareket edildikten sonra günlerce kara yoluyla Vadi-i Numan, Sathu’l-Akabe, Eyle, El-Vech, Yenbu ve Râbiğ’den geçilip oradan meşhur yoldan Mekke’ye gelinirdi. Şam ve Mısır kafileleri, zaman zaman değişmekle beraber Medayin-i Salih, El-Ulâ, Medine, Râbiğ gibi yerlerde birleşir ve yola birlikte devam ederlerdi.
Deniz Yolunu Kullananlar Mısır’a Gelirlerdi
İstanbul ile Ege ada ve sahillerinden deniz yoluyla hacca gidecek müminler gemilerle hareket ederek İskenderiye’den karaya çıkarlar ve oradan Kahire’ye ulaşıp burada toplanan kafileye iştirak ederlerdi. Mısır OsmanlIlara geçmeden evvel de Osmanlı hacıları deniz yolunu kullanıyorlardı. Yol sırasında hacıları taşıyan gemiler zaman zaman Rodos (sonradan Malta) şövalyelerinin saldırılarına maruz kalabiliyordu.
Daha uzun süren fakat daha güvenli olan Şam yolunu kullanmak istemeyen Osmanlı hacıları bu şekilde Mısır’a kadar deniz yolunu tercih ediyorlardı. İsmail Hakkı Bursevi, 1710 yılında hacca giderken önce Bursa’dan İstanbul’a gitmiş, burada bir ay kaldıktan sonra deniz yoluyla İskenderiye’ye, oradan da Kahire’ye ulaşmıştı. Yine Osmanlı devri Halvetiye şeyhlerinden Karabaş Veli de 1685 yılında deniz yoluyla aynı güzergâhı kullanarak hacca gitmişti.
Diğer Yollar
Şam ve Kahire yolları dışında Yemen ve Bağdat-Basra yolları öne çıkmaktadır. Yemen yolu kadim hac yollarından biri olmakla beraber Osmanlı kaynaklarında bu yolla ilgili fazla bir malumata rastlanmamaktadır. Yemen başta olmak üzere, Asir, Umman, Kızıldeniz’in Afrika sahilleri, Hadramut ve Orta Afrika’nın doğusundan yola çıkan hacılar Yemen yolunu kullanırlardı.
Bağdat ve Basra’dan Hicaz’a doğru Arabistan yarımadasını doğudan batıya aşan kervan yolları ise Safevilerle olan siyasi ihtilaflar sebebiyle pek işlek değildi. Iranlı hacılar genellikle Bağdat’tan Basra’ya ve oradan Hicaz’a giden yolu kullanıyorlardı. Fakat Osmanlı Devleti,