Osmanlı – Rus tarihî
Bir zamanlar Altırıorda Devleti’rıin nüfuzu altında ama yine bugünkü coğrafyada küçük küçük prenslikler şeklinde yaşıyorlardı Ruslar. Ta ki Timurlenk Altınorda’ya son verinceye kadar. Bundan sonra süratle palazlandılar ve bölgede söz sahibi oldular. OsmanlI’yla ilk münasebetleri dostane başlasa da savaşlar kapıdan eksik olmadı. Bugün gelinen nokta da malum. Buyurunuz, kısaca Osmanlı – Rus tarihî geçmişini beraber hatırlayalım…
Ah Sıcak Denizler…
- yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nde genel anlamda bir duraklama görülürken, birliğini iyiden iyiye sağlamlaştıran Moskov Knezliği ise artık Rusya olarak anılır hale gelmişti. 1552 yılında Kazan Hanlığı’nı ve 1556 yılında Astırahan Hanlığı’nı topraklarına katmayı başaran Rusya, bu şekilde Karadeniz havzasındaki Osmanlı ve Kırım Hanlığı’nın hâkimiyetini tehdit eder duruma geldi. 1678 yılında Ukranya’yı topraklarına katması ile birlikte sıcak denizlere yani güneye inme siyaseti artık Rus dış politikasının belirleyici bir unsuru oldu. Bu durum, zamanla Kuzey Karadeniz’i, Balkanları ve Kafkasya bölgesini hâkimiyeti altında tutan Osmanlı ile Rusya’yı karşı karşıya getirdi.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde sağlam temeller üzerine kurup geliştirdiği, askerî, malî, idarî vb. alanlarda meydana gelen bozulmalar, 18. yüzyılın başlarından itibaren artık kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Özellikle II. Viyana’da uğranılan mağlubiyet ve sonrasındaki Kutsal İttifak Savaşları, devleti iyice sıkıntıya
sokarken, buna karşılık Rusya ve Avrupa devletleri askerî ve siyasî alanlarda belirgin bir üstünlük sağladı.
Su Yüzüne Çıkan Gerçekler
IL Viyana kuşatması sonrası Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhinde Kutsal İttifak’la hareket etmesi ve bu savaş sonrası 13 Temmuz 1700 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması ile Azak Kalesi’nin terki, Ruslara güneye inme fırsatını verdi. Fakat Ruslar Karadeniz’e çıkmayı başaramadı. Çünkü henüz Kırım Yarımadası ele geçirilememişti. Ancak Rus Çarı I. Petro’nun bu başarısı Rusların Osmanlı Devleti’ni parçalama, gerekirse yıkma emellerini de iyiden iyiye su yüzüne çıkardı. Ancak bu politikanın Rus devlet politikası haline dönüşmesi, 1768 yılında başlayıp 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile son bulan savaşla oldu. Bu dönemde Rus tahtında bulunan Çariçe II. Katerina’mn izlediği dış politika, Rusların bu hedefe ulaşmasında önemli rol oynadı.
Rusya’da Katerina Darbesi
II.Katerina veya tarihte bilinen adıyla Büyük Katerina,Rus Çarı III. Petro’nun eşi iken bazı Rus devlet adamlarının da desteğiyle bir komplo sonucu onu tahtından indirmiş ve yerine geçmişti (28 Haziran 1762). Tahta çıktığında henüz otuz üç yaşında olan II. Katerina, gayet iyi bir tahsil görmüş, devrinin icabı mükemmel Fransızca öğrenmişti.
Darbe ile iktidara geldikten kısa bir süre sonra Fransa’daki entelektüellerle arası iyi olan Golitsyn ve Şuvalov aracılıklarıyla ünlü filozoflar Diderot ve Voltaire’i Petersburg’a davet ederek, onların fikirlerinden ve çalışmalarından faydalanmış ve Rusya’nın modernleşme sürecinde önemli rol üstenmişti.
II.Katerina aslen Alman’dı. Fakat doktoruna “Vücudumdaki son Alman kanını akıtınız ki, damarlarımda Rus kanından başka bir şey kalmasın” diyebilecek kadar da Rus milliyetçisiydi. Rus tahtında kendisine I. Petro’yu örnek almış, özellikle dış politikada onun sıcak denizlere inme siyasetini kendisine bir vasiyet kabul etmişti.
Rus Çariçesi II. Katerina, saltanatı döneminde bu büyük hedefine ulaşamadıysa da Türk tarihi açısından önemli bir yere sahip Kırım Hanlığı’nı, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nden koparıp, 1792 Yaş Antlaşması ile de resmen topraklarına katmayı başardı. Böylece Rusya Karadeniz havzasına yerleşerek, Osmanlı Devleti için daha büyük bir tehlike haline geldi. Rusya kuvvetlendiği gibi Ortodoks Hıristiyanların ruhanî hamisi oldu ve Osmanlı topraklarında en yaygın konsolosluk ağını kurdu.
iki Ezelî Düşman Anlaşıyor
Yüzyılın sonunda Napolyon Bonopart’ın Mısır’ı işgal etmesi, iki devlet arasındaki siyasî ilişkilerde farklı bir sürecin yaşanmasına sebep oldu. Dönemin Sultanı 111. Selim Han ile Rus Çarı 1. Pavel tarihte ilk kez iki devlet arasında yapılan, bir ittifak antlaşmasını imzaladılar. 23 Aralık 1798 tarihinde imzalanan bu antlaşma ile iki ezelî düşman Pransa’ya yani Napolyon’a karşı sekiz yıl sürecek bir ittifak içinde yer aldılar. Lâkin 19. yüzyıla girilirken başlayan bu dostluk pek uzun sürmedi. 24 Eylül 1805 tarihinde mevcut ittifak antlaşması yenilenmesine rağmen kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti ve Rusya arasında yeni bir anlaşmazlık çıktı. Rusya, imanlıların Rus yanlısı Eflak voyvodası Alexander Mozuri ile Boğdan voyvodası ipsilanti’yi görevden almasına itiraz etti. Osmanlı Devleti geri adım atmayınca General Johann Michelson komutasındaki 40 bin civarında Rus askeri 11 Kasım 1806’da Dinyester’i geçerek Eflak ve Boğdan’ı işgal etti. Sultan üçüncü Selim, 22 Aralık 1806 tarihinde Boğazları kapattı ve Rusya’ya savaş ilan etti. Rusya, bu savaşta bâriz üstünlük sağlamasına rağmen Fransız tehdidi karşısında, 1812 yılında Osmanlı Devleti ile Bükreş Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı ve ciddi bir şey elde edemedi.
İttifak Getiren Menfaat
Osmanlı Devleti, bu yüzyılın başından itibaren, Rus tehlikesine karşı tek başına mücadele edemeyece§ini anladı ve İngiltere’yi, Rusya’ya karşı bir kalkan olarak kullanmaya başladı. Aslında bu durumun ortaya çıkmasında, daha çok İngiltere’nin Osmanlı coğrafyasındaki çıkarları belirleyici oldu. Zira Kuzey Karadeniz kıyılarına iyice yerleşen Rusya’nın Boğazları ele geçirip Akdeniz’e inmesi, İngiltere’nin Hindistan ticaret yolunun bu devlet tarafından tehdit edilmesi ve hatta kesilmesi demekti, o halde İngiltere için, Rusya’nın Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e inmesinin önüne geçilmesi gerekirdi. Bu ise, Osmanlı Devleti’nin varlığı ve devamı ile mümkündü. Bu yüzden İngiltere, zayıf bulduğu Osmanlı Devleti’ni, م9ل yüzyıl boyunca Rusya’nın Akdeniz’e inmesini engellemek için bir tampon bölge olarak gördü.
İngiltere’nin bu politikası yüzünden Ruslar, Osmanlı Devleti’ne daha temkinli yaklaşmaya başladılar. Hatta Osmanlı Devleti üzerinde politik bir etki alanı oluşturma yoluna gittiler.Bunun neticesini, Kavalalı Mehmed Ali Paşa yani Mısır isyanı’nda aldılar.
İsyanı bastırmakta çaresiz kalan Sultan İkinci Mahmud, Ruslar gibi tarihî bir düşmandan yardım istemek zorunda kaldı, iki devlet 8 Temmuz 1833 tarihinde karşılıklı yardımlaşma ve saldırmazlık antlaşması olan Hünkâr iskelesi Antlaşmasını imz^adılar. Ruslar, bu antlaşmayla Çanakkale ve İstanbul boğazları ile Osmanlı karasularında etkin bir hale geldiler. Bu durumdan tedirgin olan başta İngiltere olmak üzere Fransa gibi diğer Avrupalı devletler sessiz kalmayarak, Rusların Osmanlı üzerine kurduğu nüfuzu yok etmek için Mısır isyanı’nm bastırılmasında Osmanlı Devleti’ne yardım ettiler.
OsmanlI’yı Sırtından Vurmak
İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü Rusya’ya karşı koruma politikası 19م yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Bu tarihten sonra İngiltere bu ^litikasından vazgeçti. Çünkü İngiltere düşünüyordu ki Osmanlı Devleti’ne ne kadar yardım ederse etsin, artık devlet çok yıpranmıştı.
Bu yüzden Rusya’nın Akdeniz’e inmesinin önünü kesmek için yeni bir Osmanlı politikası belirledi. Buna göre; Osmanlı’yı Rusya yıkıp, önemli n©ktaları ele geçireceğine, İngiltere yıkmalı ve bu yıkıntılar üzerine kendisi yerleşip, bu suretle Rusya’nın güneye inmesinin önüne geçilmeliydi, ingilizlerin, Osmanlı Devleti üzerindeki politika değişikliği
Rusya’yı rahatlattı. 1877-1878 savaşında yalnız kalan Osmanlı Devleti, mağlup oldu. Sultan ikinci Abdülhamid ve Rus çarı
- Alexander devrindeki bu savaş, Rumi takvime göre 1293 yılma denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinmektedir.
Osmanlı Devleti’nin hem batı sınırındaki Balkan Cephesi’nde, hem de doğu sınırlıdaki Kafkas Cephesi’nde mağlup olduğu bu savaş, 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile son bulmuş, lâkin Rusların Osmanlı coğrafyası üzerinde özellikle de Balkanlar’da önemli menfaatler elde etmesi Batılı devletleri telaşlandırınca bu antlaşma yenilenmiştir, iki devlet arasında Ayastefanos’un ağır şartlarını hafifleten Berlin Antlaşması imzalanmış ve Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki varlığı bir süre daha devam etmiştir.
- asra kadar Osmanlı tarafgirliği yapan İngiltere bu tarihten sonra fikir değiştirdi.
Yeni politikasının nihai hedefi şu idi: Osmanlı’yı Rusya yıkıp, önemli noktaları ele geçireceğine, İngiltere yıkmalı ve bu yıkıntılar üzerine kendisi yerleşip, bu suretle Rusya’nın güneye inmesinin önüne geçilmeliydi
Ruslar Sıcak Denizlerde
Rusya’da, I. Dünya Savaşı esnasında patlayan Bolşevik İhtilali ile birlikte yeni bir döneme girildi. 1922 yılından sonra Moskova merkez olmak üzere SSCB kuruldu. Devletlerinin adı SSCB olarak değişmesine rağmen Rusların tarihî emelleri olan sıcak denizlere ulaşma politikasında bir değişiklik olmadı. Sadece Lenin döneminde (1917-1923) kısa bir süre bu politikadan uzak duruldu.
Rusların Kızılelması: İstanbul
Ruslar, tarih boyunca İstanbul’a Konstantinopol değil hep Çargrad dediler; yani Çar’ın şehri. Bu da gösterir ki resmî olarak pek dile getirilmese de Rusların güneye inme politikalarının dayandığı temeller, esasında Boğazlara ve İstanbul’a hâkim olmaktı. Zaten Rus Çariçesi II. Katerina’nın en büyük ideali, Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmasına bir engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bunun için “Grek Projesi” adı altında bir plan dahi hazırladı. Bu projeye göre, Osmanlı Devleti yıkılacak, onun yerine bir Rus prensinin idaresinde, İstanbul’un merkez olduğu bir Grek Devleti kurulacaktı. Hatta Katerina, bu maksatla yeni doğan ikinci torununa İstanbul’un kurucusu Bizans İmparatoru Konstantin’in adını vererek, onu kurulacak bu devletin başına getirmeyi dahi planlamıştı.
Devleri Yutan Büyük Harp
19 yüzyılın sonlarında Rusya’ya karşı yeni bir güç ve müttefik arayışına giren ©smanlı Devleti için Almanya bir umut oldu. Osmanlı topraklarını kendisine yayılma ve hayat alanı olarak seçmiş olan Almanya için de Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu vaziyet, Osmanlı toprakları üzerindeki ekonomik, politik ve askerî nüfuzunu anırmak için büyük bir fırsat oldu. I. Dünya Savaşı’na kadar Almanya’nın, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma ^litikası, Rusların Osmanlı toprakları üzerindeki emellerine engel oldu.
1914 yılında patlak veren 1. Dünya Savaşı Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni parçalaması ve Boğazları ele geçirmesi için en uygun fırsattı. Almanya ve Mcaristan im^ratorluğu’na karşı, Rusya’yı yanlarına çekmek isteyen İngiltere ve Fransa, yaklaşık yüz yirmi yıl Rus tehlikesine karşı korudukları Boğazları istemeyerek de olsa bu savaş sonunda Ruslara bırakmayı taahhüt ediyorlardı. Ruslar, yüzlerce yıllık tarihî hedeflerine bu kadar yaklaşmışken, 1917 yılında Rusya’da patlak veren Bolşevik ihtilali tüm planlarını alt üst etti. Bu tarihten sonra Rusya’da, başta rejim olmak üzere tüm iç ve dışlitikalar yeniden şekillenmiş ve Rusya Osmanlı Devleti’ni tarih sahnesinden silmek için girdiği bu savaştan hiçbir şey elde edemeden (3 Aralık 1918) Brest”Litowsk Antlaşmasıyla tamamen çekilmek zorunda kalmıştır.
Ne yazık ki Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı’nın sonuçlarını Rusya kadar kolay atlatamadı. Bu sa
vaş, tarih sahnesinde altı yüzyıl hüküm sürmüş bu şanlı devlet için sonun başlangıcı olmuş ve Osmanlılarm tarih sahnesinden çekilmesine sebep olmuştur.
Ruslar Sıcak Denizlerde
Rusya’da, I. Dünya Savaşı esnasında patlayan Bolşevik İhtilali ile birlikte yeni bir döneme girildi. 1922 yılından sonra Moskova merkez olmak üzere SSCB kuruldu. Devletlerinin adı SSCB olarak değişmesine rağmen Rusların tarihî emelleri olan sıcak denizlere ulaşma politikasında bir değişiklik olmadı. Sadece Lenin döneminde (1917-1923) kısa bir süre bu politikadan uzak duruldu. Rusların, Boğazları ele geçirme yolundaki tarihî çabaları, Osmanlı mirası üzerinde kurulan Türkiye ile Avrupa devletleri
arasında 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montrö Boğazlar Antlaşmasıyla Boğazların güvenliği güvence altına alınınca imkânsız hale geldi.
Ruslar bu sözleşme ile her ne kadar Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından gerek ticaret gerekse savaş gemileri için serbestçe geçiş hakkı elde etmişlerse de Akdeniz bölgesinde kalıcı bir üs ve bölge elde etme arayışları son bulmadı. Bu çerçevede Lenin sonrası Ruslar ilk olarak 1924 tarihinde Arap coğrafyası ile resmî ilişkiler kurma yoluna gittiler. Bu tarihte Cidde’de açılan SSCB elçiliği Arap bölgesindeki ilk Sovyet Rus elçiliği olarak tarihe geçti. Suudi Arabistan’ı, 1926 yılında kurulmasından sonra ilk tanıyan ülkenin SSCB olması bu bölgeye verdiği önemin bir başka işaretidir.
Rusya, İngiliz ve Fransız etki sahasında bulunması itibariyle Akdeniz’e kıyısı olan Suriye, Mısır, Fas, Cezayir, gibi ülkelerle sadece ticarî ilişkiler kurabilmiş, askerî ve diplomatik ilişkiler tesis edememiştir. Stalin döneminde Arap sosyalistlere açık destek verilerek, başta Suriye olmak üzere askeri ve siyasî ilişkiler ağı kurabilmek için çok boyutlu bir irtibat tesis edilmeye çalışılmıştır. Lâkin II. Dünya Savaşı’nm çıkması ve daha sonraki diplomatik gelişmeler, Rusların Akdeniz’de kurmaya çalıştığı hâkimiyet çabalarını geciktirmiştir.
SSCB’nin 1991 yılında tarih sahnesinden çekilmesinden sonra uzun yıllar iç politikalarla uğraşan Ruslar artık çevre ve küresel politikalarda daha aktif bir tutum sergiler hale geldiler. Özellikle 2000 yılı genel seçimlerinden “güçlü Rusya, güçlü ordu, güçlü ekonomi” vaatleriyle galip çıkarak Rusya’nın başına geçen Putin’in izlediği dış politika bir anda Rusya’yı yaklaşık on yıl gibi kısa bir sürede Akdeniz bölgesinin yeni ve güçlü bir aktörü haline getirdi. Özellikle Doğu Akdeniz’de önemli bir konuma sahip Suriye ile kurulan yakın ilişkiler bunda etkili oldu.
Putin yönetimindeki Rusya, bu dönemde önemli bir adım atarak Sovyetler Birliği zamanında Suriye ile 1971 yılında imzalanan askerî işbirliği anlaşması uyarınca Sovyetler’e tahsis edilen Suriye’deki Tartus askerî deniz üssünü yeniden aktif hale getirmek için harekete geçti، 2006-2008 yıllarında Suriye ile yapılan bir dizi görüşme sonrası, Rusya bu deniz üssüne birtakım bakım ve onarımlar yaparak yeniden faal hale getirdi.
Putin bu şekilde, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki donanmalarının seyrüseferini kolaylaştırmayı başardığı gibi Akdeniz’de Amerika ve NATO donanmalarına karşı askerî bir güç bölgesi kurmayı da başarmış oluyordu. Rusya’nın kendi toprakları dışındaki en modern ve en önemli deniz üssü konumundaki Tartus’a dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemleri olan s300 füzelerini de yerleştirdiği bilinmektedir. Rusların, Ortadoğu ve Akdeniz çıkarlarını, Suriye konusunda taviz vererekMİŞTİR.
bir çırpıda kenara atmasını beklemek şu an için mümkün gözükmemektedir.
Neden Sıcak Denizler?
Osmanlı-Rus muharebelerinin asıl sebebidir Rusların sıcak denizlere inme arzusu. Peki, Rusları sıcak denizlere çeken sebep neydi? Çok mu üşümüşlerdi soğuk denizlerinde? Esasen bu sorunun cevabını Rusya’nın coğrafi konumunda bulmak mümkün. Kuzeyinde buzul denizleri ile, güneyinde Osmanlı hâkimiyetindeki Boğazlar ve Karadeniz arasında kalmış Rusya, kendisine çıkış kapısı olarak Osmanlı coğrafyasını seçmişti. Rusya’nın çehresini günümüze taşıyan ve Rus modernleşmesinin öncüsü kabul edilen Çar I. Petro sıcak denizlere inme düşüncesini devlet politikası haline getirmişti. Ona göre, medeniyetin ve ilerlemenin kaynağı denizlerde saklıydı. Kuzey’den deniz yoluyla güneye, sıcak denizlere inmek, Britanya Krallığı, Hollanda, İspanya vs. örneklerinde olduğu gibi güneyin bakir topraklarının zenginliklerini St. Petersburg başta olmak üzere Rus şehirlerine taşıyarak ülkesini güçlendirmek yani düveU muazzama arasına girmek istiyordu. Bu uğurda teorik alt yapıyı oluşturmakla kalmayıp işi fiiliyata da döken I. Petro, Rusya tarihinin en büyük kadırgalarına sahip donanmasını kurdurmuştu. Zaman zaman bu amacını gerçekleştirmeye çok yaklaşan Rusya, karşısında sömürgecilik pastasında ortak olmayı düşündüğü diğer devletleri bulmuştu.
93 Harbi’nin Kara Lekesi Nasıl Temizlendi?
1877-1878 OsmanlvRus Savaşı, Rumi takvime göre 1293 yılma denk geldiğinden tarihe 93 Harbi olarak geçmiştin Osmanlılarm hem Balkanlarda hem de Kafkas Cephesinde Ruslara karşı büyük mücadele vermek zorunda kaldıkları ve hazırlıksız yakalandıkları savaş Osmanlı aleyhine neticelenmişti. Balkanlardaki Osmanlı savunma hatlarını aşan Ruslar herhangi bir dirençle karşılaşmadan İstanbul önlerine, Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi. Bu gelişmeler neticesinde Osmanlı Devleti Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalacaktı.
Antlaşmanın ağır şartlarından biri de savaş tazminatı olarak Osmanlılar tarafından, savaşta ölen Rus askerlerin anısına Ayastefanos’ta (Yeşilköy) bir anıt dikilmesiydi. Netice olarak yer bulundu ve anıt Rus mimar Bozarov tarafından inşa edildi. Birinci Dünya Savaşı’mn patlak vermesi üzerine anıt yıktırılmış, anıtın dinamitle havaya uçurulması Yedeksubay Fuat Bey (Uzkmay) tarafından filme alınmıştır. “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adıyla bilinen film günümüzde kayıptır.Askerî işbirliği anlaşması uyarınca Sovyetler’e tahsis edilen Suriye’deki Tartus askerî deniz üssünü yeniden aktif hale getirmek için harekete geçti، 2006-2008 yıllarında Suriye ile yapılan bir dizi görüşme sonrası, Rusya bu deniz üssüne birtakım bakım ve onarımlar yaparak yeniden faal hale getirdi.
Putin bu şekilde, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki donanmalarının seyrüseferini kolaylaştırmayı başardığı gibi Akdeniz’de Amerika ve NATO donanmalarına karşı askerî bir güç bölgesi kurmayı da başarmış oluyordu. Rusya’nın kendi toprakları dışındaki en modern ve en önemli deniz üssü konumundaki Tartus’a dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemleri olan s300 füzelerini de yerleştirdiği bilinmektedir. Rusların, Ortadoğu ve Akdeniz çıkarlarını, Suriye konusunda taviz vererek bir çırpıda kenara atmasını beklemek şu an için mümkün gözükmemektedir.
Boğaziçi’nde Bir Rus Anıtı
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nm Osmanlı Devletine isyan etmesi ve ordularının Anadolu’ya yürümesi üzerine Sultan İkinci Mahmud, Ruslarla ittifak yapmak ve Mehmed Ali Paşa ya karşı onlardan yardım istemek mecburiyetinde kalmıştı. Bu ittifaktan sonra bir Rus filosu ile kara kuvvetleri Boğaziçi’ne gelmiş ve Beykoz’da üslenmişti.
Osmanlılar ile Hünkâr İskelesi Anlaşması’nı imzalayan Ruslar, Mehmed Ali Paşa tehlikesi bertaraf edildikten sonra birliklerini geri çekmişler, ayrılırken Beykoz’da Hünkâr İskelesi mevkiinde Serviburnu’ndaki tepeciğin üzerine bu kısa süren dostluğun bir hatırası olarak bir abide dikmişlerdi. Boğaziçi taşından yekpare, bir metre genişlik ve üç metre uzunluğundaki abidenin bir tarafında Pertev Paşanın Türkçe şiiri, diğer tarafında da Rusça bir kitabe bulunuyordu.
Anıtın ömrü de Osmanlı ile Rusya arasındaki barışın ömrü gibi kısa olmuştu. Önce Türkçe ve Rusça metinde bazı silinmeler olmuş, Birinci Dünya Savaşı patlak verip Rusya Osmanlı karşısında yer alınca bu anıt, İttihad-ı Osmanî Mektebi talebeleri tarafından yıktırılmıştı