P A TR İK ; Aim. Patriarch (m), Fr. Patriarche
(m), Ing. Patriarch. Ortodoksların baş papazı. Hıristiyanların
din adamlartna “Pretre”, yâni papaz ve
keşiş, Ortodoksların en büyüğüne patrik denir.
Katoliklerin baş papazına da papa (= atalar atası)
denmektedir. (Bkz. Papa)Hıristiyanlık dîni, hazret-i îsâ’nın diri olarak
göğe çıkarılmasından kısa bir zaman sonra değiştirilerek,
aslı bozuldu. Allahü teâlânın îsâ aleyhisselâm
vâsıtasıyle gönderdiği dînin doğru olarak
yayılması, seksen sene sürebildi. Sonra münâfık
olup Hıristiyanlığı bozmak için Îsevî (Hıristiyan)
gözüken Pavlos (Bolüs)un bozuk fikirleri din olarak
her tarafa yayıldı. Pavlos Yahûdî idi. Bundan
sonra Hıristiyanlık dîni, çeşitli bozuk fırkalara
ayrıldı. Bunların 72 kadar olduğu bildirilmiştir.
Bütün bu fırkalar 1054 yılına kadar Roma’daki
papaya bağlı idi. Hepsine Katolik denirdi.
1054’te İstanbul patriği Mihael Kirolarius, papadan
ayrılıp, şark (doğu) kiliselerini kendi idâre etti. Bu
kiliselere Ortodoks adı verildi.
Ortodoks kiliselerinin merkezi, İstanbul’daki
Fener kilisesidir. Bunun için bu kiliseye “patrikhâne”
adı verilmiştir. Ortodoksların patriği İstanbul’da
bulunmaktadır. Bizans İmparatorluğu zamânında
157 tâne patrik gelip geçmiştir. Bu sayıya
yirmi dört adet piskopos da dâhildir.
Hıristiyan papazlarının devlet siyâsetinde etkili
rol oynamaları sebebiyle Hıristiyan devletlerinin
bir kısmı Roma’daki papaya, bir kısmı da İstanbul’daki
patriğe bağlanmışlardır. Bu durum, Katoliklerle
Ortodokslar arasında asırlarca süren siyâsî
mücâdelelere ve kanlı çarpışmalara sahne olmuştur.
Fâtih Sultan Mehmed Hanın 1453’te İstanbul’u
fethetmesinden sonra, patrikhânenin idâresi
Osmanlı Devletine bağlanmıştır. Fetihten sonra,
patriklerin dînî otoritelerine dokunulmayıp serbest
bırakılmıştır. Çünkü İslâm dîni, harp esnâsında
Müslümanlara karşı savaşmayan veya savaşa teşvik
etmeyen Hıristiyan ve Yahûdîlerin din adamlarını,
ihtiyarları, kadınları ve çocukları öldürmeyi
yasak etmiştir. Bunlardan cizye (vergi) de alınmazdı.
Ayrıca İslâmiyet, dinlerini ibâdetlerini serbest
olarak yaşamak isteyen gayri müslimlere geniş
bir din hürriyeti tanımıştır. Bu hürriyetin kötüye
kullanılması, devlet aleyhinde suç işlenmesi hâlinde
sınırlandırılması ve yasaklanmasına gidilir.Bu hürriyetlerden biri de kilisenin yıkılmaması
ve din adamlarının dînî vazifelerine müdâhale
edilmemesidir. ; — V .
Patrik II. Atanosyos zamanında vukû bulan
İstanbul’un Fethi, patrikhâne târihinde mühim bir
olaydır. Müslümanların kadınlardan, çocuklardan,
hastalardan, yoksullardan, ihtiyarlardan ve din
adamlarından vergi almama ve onları koruma âdeti
Fâtih Sultan Mehmed tarafından o zaman patrik
seçilen Yenadius Scolarius’a da uygulanmıştır.
Huzûra dâvet edilen bu patrik Fâtih’in ayaklarına *
kapandı. Fâtih de buna ihsânlarda bulundu. Rahat
ve emniyet içinde çalışmasını ve dileklerini bizzat
kendisine iletmesini bildirdi. Ermeni, İslav ve Lâtin
Hıristiyanlar ise kendi ayrı papazlarına sâhip olmuşlar
ve böylece Fâtih kendi yönetimi altındaki
bütün azınlıkların diyânet işleri başkanlarmı tâyin
edip kendine bağlamış ve onları himâyesi altına
almıştır.
Bâzılarının Fâtih’e “İslâmiyet bu kadar kuvvetliyken
neden bunlara Müslüman olun, yoksa kılıçtan
geçersiniz, diyerek zorlamıyorsunuz?” demeleri
üzerine, Fâtih Sultan Mehmed Han: “Allahü
teâlâ hidâyet etmezse zorla Müslüman olmazlar.
Kalpleri dönmedikçe, ya sahtekârlık edip münâfık
olurlar ve Müslüman olmadıkları hâlde olduk
derler veya inat eder canlarını kaybeder, kargaşalığa
sebep ve kötü örnek olurlar.” diyerek “İslâm
dînini Allahü teâlâdan daha fazla, korumak iddiasında
bulunmak kadar görev bilmemezlik olmaz.”
şeklinde cevap vermiştir. Zâten Kur’ân-ı
kerîmde “zorla Müslüman yapılmaz” kaydı vardır.
Kim isterse seve seve Müslüman olur. Müslüman
olmayanlar, İslâm devletinin himâyesi altında zimmî
(gayri müslim vatandaş) olarak yaşarlar. Müslümanların
bütün hak ve hürriyetlerine mâlik olarak
kendi dinlerini uygularlar. Müslümanların,
Allahü teâlânın emri uyarınca, kendilerini korumaları
hizmetine karşılık olmak üzere de Müslümanolanların verdiği hayvan zekât ve öşr gibi,
gayri müslimler de senede bir kere cizye (vergi)
vermektedir. (Bkz. Cizye)
Müslümanların ikinci halîfesi hazret-i Ömer
zamânında da Kudüs’ün fethinde yine benzer bir
muâmele yapılmıştır. Can, mal ve ırz emniyeti
sağlanmıştır. Ancak patrikler nankörlük ederek
kendilerine sağlanan hak ve hürriyetleri kötüye
kullanmışlardır. Patriğe verilen Hıristiyan millet
(din) başı ünvânı üzerine patrikhâne saray gibi
kullanıldı ve patrik hükümdar gibi davranmaya
başladı. Dînî bir meclis olan Sinod’dan ayrı olarak,
milliyetçi Rumların teşkil ettiği bir müşâvirler
meclisi kurdu. Göğsünde iki başlı bir kartal resminden
ibâret bir arma taşımaya başladı.
Osmanlılann duraklama ve bilhassa gerileme
devrinde patrikhâne zararlı rol oynamıştır. Yabancı
devletlerle yapılan anlaşmaların çoğunda
düşmanlarımız patrikhâne ile ilgili, bize zararlı
madde ve hükümler koydurmuşlardır. Tanzimattan
sonra patrikhâne tamâmen Yunan ve Hıristiyan
emellerine hizmet eder hâle gelmiştir. Ortodoks olmalarına
ve Osmanlılar aleyhine faaliyetlerinde devamlı
işbirliği yapmalarına rağmen patrikhâne
Rusya’dan çok, Yunanistan tarafını tutuyordu.
Rum patriğinden başka, bir de Ermeni patriği vardır.
Patrikhâne denince, Rum Ortodoks Patrikhânesi
anlaşılmaktadır. Patrikhâne İstanbul’da Haliç
civarında Fener semtinde yer alması dolayısıyla adı
Fener Patrikhânesi olarak bilinmektedir.
Sultan İkinci Mahmûd Han Boğdan-Eflak ve
Mora isyânlannı plânlıyan Rum patriği Gregorios’u
patrikhânenin kapalı kapısında astırmıştır. Etniki
Eterya’yı ve isyânları yöneten Kuruçeşme’deki
Rum sıllogosu üyelerini ölüm cezâsına çarptırmıştır.
(Bkz. Gregorius)
Rum Ortodoks kilisesinin ve bütün Ortodoksların
dînî lideri olan Patrik Dorotios’un, Birinci
Dünyâ Savaşından sonra Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansına katılan müttefik
başkanlarma iletilmek üzere Fransa Başbakanı
Clemanceau’ya verdiği nota, patrikin yaptığı ve
yapmak istediği şeyleri ortaya koymaktadır. 25
Mayıs 1919 târihli Le Temps, Dail Telegraph ve
New York Herald Tribune gazetelerinde yayınlanan
bu nota şöyledir:
“Eğer, zâlimlere karşı zaferi kazanmış olan
müttefiklerin ruhlarında ve kalplerinde ismine
“Adâlet” denilen bir duygu varsa, o taktirde İstanbul
Helenlilere verilmeli ve mevcudiyeti mânâsız
hâle gelen Sultan, bir an evvel İstanbul’dan
çıkarılmalıdır. Türklerin ve Müslümanların siyâsal
ve dînî reisi İstanbul’da oturdukça, Batıkların
ve onların yanındaki Yunanistan’ın, Hindistan yolunu
açmak için giriştikleri gayret sonuç vermeyecektir.
Hilâfetin varlığı dâima karşımıza çıkacaktır.
Oysa Sultan İstanbul’dan atıldığı taktirde,
târihin hiçbir safhasında, Türk ve Müslüman olmamış
bulunan İstanbul, gerçek ve târihî hüviyetine
kavuşmuş olacaktır. Sultan Anadolu’ya sığınırsa,
burada başlamasından korkulan millî hareketler
de bastırılacak ve hiç değilse parçalanmış
olacaktır. Savaş sonrasında mağlup olan Almanya,
Avusturya ve Bulgaristan hükümdarları, memleketlerinden
atıldıkları halde Sultan niçin hâlâ İstanbul’da
kalmaktadır? Yoksa müttefikler Alınanlardan,
AvusturyalIlardan ve Bulgarlardan değil de
Türk Sultanından mı korkmaktadırlar?” (İlhan
Bardakçı, Vahdeddin’den Mustafa Kemale, s. 69-
70)
Lozan Antlaşması sırasında 482 yıl devâm
eden patrikhânedeki bu durumu düzeltmek için,
onun yurt dışına atılmasına çalışıldı, fakat dışta ve
içteki düşmanların gayretiyle ve dış devletlerin
ve hiç ilgisi yok gibi görünen diğer birçok kuruluşların
sert tepkisiyle bu başarılamadı. Sâdece
imtiyazları kaldırılarak normal bir kilise hâlinde bırakıldı.
Patrikhâne ve Heybeliada’daki meşhur papaz
okulu yetiştirdiği elemanlarla yurt içinde, Kıbrıs’ta
ve yurtdışında ülkemiz aleyhindeki birçok
olaylarda aktif rol oynamıştır. (Bkz. Misyoner)
PATRİK
21
Eki