Tâbiîn devrinin büyük hadîs ve fıkıh âlimlerinden. Künyesi, Ebû Osmân’dır. Doğum târihi bilinmektedir. 137 im. 754) senesinde Enbar’da vefât etti. Babasımn ismi Ferrûh’tur. Irâk âlimlerinin yolunu tutmuştur. Bu yolun özelliği bir işin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şeriflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benziyen başka bir işin nasıl yapıldığı aramr bulunur. Bu iş de onun gibi yapılır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, bu yolda olan müctehidle- rin reîsi, Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’dir (r.a.). Rebîa hazretleri re’y yolunu tâkip ettiği için ona “Rebîat-ür Rey’’ lakâbı verilmiştir. Rebîa bin Abdurrahmân Medîne-i münev- verede fetvâ işlerine bakardı. Medîne-i münevverenin ileri gelenleri onun meclisine devâm ederlerdi. İmâmı Mâlik’in hocalanndandır. Sahâbe-i kirâmdan (r.an- hüm) ba’zısına yetişti. Enes bin Mâlik, Sa’ îd bin Yezîd, Muhammed bin Yahyâ bin Habbân, Sa’îd bin Müseyyib, Kâsım bin Muhammed, İbn-i Ebî Leylâ, A’rec, Mek- hûl eş-Şâmî ve başka birçok büyük zâtlardan hadîs-i şerif rivâyet etmiştir. Ondan da, Yahyâ bin Sa’îd el-Ensâri, Süleymân
et-Teymi, îmâm-ı Mâlik, Şû’be, Hammâd bin Seleme gibi zâtlar, hadîs-i şerif rivâyet etti. Hakkında âlimlerin buyurdukları: İbn-i Zeyd, “O, uzun müddet gece gündüz ibâdetle meşgul oldu. Bu durum, yanına gelenlerle oturup, onlarla sohbete başlayıncaya kadar devam etti.” Yâhya bin Sa’îd, “O, zekâ ve kavrayışı yüksek bir âlimdi.” “Ubeydullah bin Ömer: “Biz müşkilleri- mizi, halledemediğimiz mes’elelerimizi, ona arzederdik. O, bizim en üstünümüz ve âlimimiz idi.” “Abdurrahmân bin Zeyd bin Eşlem: “Rebîa’nın meclislerinde Yahyâ bin Sa’îd de bulunurdu. Rebîa olmadığı zamanlarda Yahyâ bin Sa’îd anlatırdı. Yahyâ bin Sa’îd çok hadîs-i şerif rivâyet etmiş bir âlimdir. Fakat Rebîa bulunduğu zaman, onun ilmine hürmeten sessiz kalır, konuşmazdı. Halbuki Rebîa yaşça ondan küçüktü.” Abdülazîz bin Ebî Seleme: “Vallahi, Rebîa, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesi husûsunda çok titizdi.” İbn-i Zeyd: “Medîne-i münevverede, dostlarına ve muhtaçlara karşı Rebîa’dan daha cömert birisini görmedim.” Mâlik bin Enes (r.a.): “Rebîa bin Ebî Abdurrahman’ın vefâtmdan sonra ilmin tadı kalmadı” buyurdu.
Buhara’da Emir-i Arah Sünneti Medresesinde ,’mir’in kabri üzerindeki ahşap sanduka. ——————————————–
A
–_ I i ■ ‘ islim ilimleri Ansiklopedisi 3 4 9
REBf BİN ENES
‘ K ıyâm et günü, komşusunu yakalayan nice komşu vardır ki şöyle der, (Yâ Rab! Bu, yüzüme kapısını kapatarak İyiliğini esirgemiştir.)” Hadîs i şerif
3 5 0 İsttnı Üimlen Ansiklopedisi
Riv&yet ettiği hadîs-i şeriflerden birisi: Enes bin Mâlik’ten (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) “Allahü teûlâ kerîmdir. Kulu duâ ettiği zaman, onun elini boş çevirmekten hayû eder” buyurdu. Rebîa hazretleri buyurdular ki; “İnsanlar âlimlerin yanında, annelerinin kucağındaki çocuk gibidirler. Ne emrederlerse, ona uyarlar. Yasakladıkları şeyden de sakınırlar.” Birisi, Rebîa hazretlerine “Ey Ebû Osman! Zühdün başı nedir?” diye sorunca, “Helalinden kazanmak, herşeyi lâyık olduğu yerde kullanmak” buyurdular. Birisi gelip, Rebîa’ya (r.a.) “Bana Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’i anlat” dedi. O da, “Bilmiyorum, sana onlan nasıl anlatayım? Onlar, Resûlullah (s.a.v.) hâriç (müstesna), kendi zamanlarında bulunanların hepsinden ileride idiler. Kendilerinden sonrakilere göre ise, İslâmiyet için en büyük ve unutulmaz hizmetler yapmışlar, bu uğurda çok zahmet çekmişlerdir.” Bir gün bir topluluğun yanından geçiyordu. Onlar, kader mes’elesi üzerinde konuşuyorlardı. Onlan böyle konuşmaktan men etti. Yûnus bin Yezîd, Rebîa bin Ebî Abdurrahmân’a “Ey Rebîa! Sabnn son derecesi nedir?” diye sordu. Rebîa (r.a.) cevâbında “Başına bir musibet geldiği gün, o belâ gelmeden önceki gün gibi olmandır” cevâbını verdi. Bir menkıbesi: Abdülvehhâb bin Atâ el- Haffâf, Medîne-i münevvere âlimlerinden, şöyle bildirir Rebîa’mn (r.a.) babası Ferrûh Ebû Abdurrahmân, Emevîler zamanında, Horasan tarafına, İslâm ordusu ile gazâya gitmişti. Giderken hanımının yamna, üç bin dinâr bıraktı. Hanımı ise bu sırada hâmile idi. Aradan yirmiyedi sene geçmişti. Nihâyet Ferrûh (r.a.) elinde mızrak ve at üzerinde olduğu halde dönmüştü. Atından inip, mızrağı ile kapıya vurdu. Mızrak kapıya sert bir şekilde inmişti. Ferrûh girmek üzereydi ki, dışan Rebîa (r.a.) çıktı. Ferrûh’un, kendi babası olduğunu bilmiyordu. Ona “Sen benim evime nasıl hücûm edersin?” dedi. Ferrûh da (r.a.) Rebî’ a’yı tanımıyordu. Bu sefer, Ferrûh, Rebîa’ ya “Burası benim evim. Sen benim evime, âilemin yanına nasıl girersin?” diye çıkıştı. İki taraf iyice birbirlerine hiddetlenmiş- lerdi. İş öyle bir safhaya varmıştı ki, sonunda birbirlerinin üzerine atıldılar. Çünkü ortada hâneye tecavüz söz konusu idi. Fakat, bu manzarayı gören komşular, hemen oraya koşuştular. İkisini ayırdılar. Hâdisenin halli için Medîne-i münevvere- nin meşhûr âlimi Mâlik bin Enes ve diğer ulemâya (âlimler; başvurdular. Ulemâ bâdı d- mahalline geldiler. Ancak, zâhire vgöı .nene) göre burada Rebîa haklı idi. Çünkü ;vine tecavüz edilme durumu vardı.
Bu sırada Rebîa (r.a.) “Vâlinin yanına kadar gideceğiz, yoksa bunu salıvermem” diyordu. Ferrûh da aynı şeyi söylüyor. “Bu benim âilemin yamna nasıl girebilir diye” şikâyetçi oluyordu. Gürültü bir hayli çoğalmıştı. Mâlik bin Enes (r.a.) konuşmaya başlayınca herkes sustu. Mâlik bin Enes “ey pir-i fânî (yaşlı zât) senin bu evde ne işin var. Git başka yer bul kendine” deyince, Ferrûh “Efendi, bu ev benim. Ben Ferrûh’um” dedi. Bu sırada hanımı, Ferrûh’un bu sözlerini duymuştu. Derhal, üzerine elbisesini alıp, münâsip bir şekilde dışan çıkarak “Bu benim zevcim Ferrûh’ tur. Rebîa’da, o gazâya gittikten sonra doğan oğlumdur” deyince, baba oğul, hemen birbirlerine sanlıp, ağlaştılar. Ferrûh eve girip, zevcesine: “Bu benim oğlum mu?” diye sorunca, o da “Evet” dedi. Ferrûh hanımına giderken bıraktığı dinârlan sorunca o da sakladığı yerden alıp geldi. “İşte dinârlar” dedi. Bu sırada, Rebîa dışan çıkıp, doğruca, Mescid i Nebevî’ye (Peygamber efendimizin mescidine) gidip, her gün vermekte olduğu dersine başladı. Ders halkasında Mâlik bin Enes, Haşan bin Zeyd, el-Lehbî ve Medîne-i münevverenin ileri gelenleri de bulunuyordu. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Ferrûh ise, daha evde idi. Hammı ona, “Dışan çık, mescide doğru git” dedi. Ferrûh evden çıktı. Mescid-i Nebevî’ye vanp, namaz kıldıktan sonra, orada ders yapmakta olan topluluğu gördü. Oraya gidip, sessizce, kimseyi rahatsız etmeden, dikkat çekmeden bir yere oturuverdi. Dersi veren Rebîa idi. Fakat güzel bir elbise giymişti. Ferrûh onu bir anda tanıyamadı. Yaşı bir hayli ilerlemişti. “Bu kimdir?” diye sordu. Rebîa bin Ebî Abdurrahmân’dır dediler. Buna sevinen Ferrûh, kendi kendine, “Allahü teâlâya hamdolsun, oğlumun derecesini yüksek eylemiş” dedi. Bir müddet sonra, oradan kalkıp, eve gitti. Zevcesine “Oğlunu hiçbir âlimde görmediğim, çok iyi bir hâlde gördüm” deyince, zevcesi “İşte Allahü teâlâ bize böyle sâlih bir oğul nasîb eyledi” dedi.
1) Hılyet-ül-evliyâ cild-3, sh-259 2) Tehzib-üt-tehzîb cild-3, sh-258 3) Vefeyât-iil-a’yân cild-2, sh-288 4) Târih i Bağdât cild-8, sh-420 5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-157 6) Mtzân-ül-i’tidâl cild-2, sh-44 7) el-A’lâm cild-3, sh-17
REBlA BİN EBİ ABDURRAHMÂN
04
Oca