wiki

Resulüllah’ın Yakasına Sarılarak Bağıran Yahudi Alimi

MEDİNE’DE İslâm gittikçe yaygınlaşıyor» âlimi, cahili
hemen herkes Resûlüllah’ı konuşuyordu.
Zeyd bin Su’ne de bu konuşanlardan biriydi.
Yahudilerin hem zengin, hem de Tevrat’ı en iyi bilen
âlimleri olan Zeyd, aylardır inceleme yapmış, Resûlüllah’m
Tevrat’ta yazılı olan sıfatlarının hepsini de O’nda
tesbit etmişti. Ancak bir mes’ele vardı zihninde. Onu da
kesin olarak tesbit ederse vesvese bitmiş, iman etmesine
mani kalmamıştı. Bu mes’ele şu idi:
Tevrat’taki âhirzaman Peygamberinin vasıflarından
biri de cahilce hareketlere karşı yumuşak olacağı hususuydu.
Acaba, âhirzaman Peygamberi denen bu zatın cahilce
hareketlere karşı sabrı, tevazuu mu fazlaydı; yoksa
hiddeti, şiddeti mi ilerideydi?
İşte bu hususu tesbit için fırsatlar arayıp bahaneler
bulmaya gayret eden Zeyd, bir gölge gibi geriden Resûlüllah’ı
takip ediyor, cahilce bir hareketin vaki olmasını, buna
mukabelesinin yumuşaklık veya sertliğini görmeyi istiyordu.
Nitekim istediği şeyin vaki olacağı bir hâdiseye de
şahid oldu. Vak’a şöyle başladı. Mescidinin kapısında ashabıyla
sohbet etmekte olan Resûlüllah’a henüz köyden
gelmiş olan bir bedevi, derdini şöyle anlattı:
– Ya Resûlâllah, köylülere İslâm’a girerlerse rızıklarıun bollaşıp yokluktan kurtulabileceklerini söylemiştim,
ialbuki şimdi kuraklık hüküm sürüyor, ciddî sıkıntıya
nâruz kaldılar. Onların bu sıkıntı yüzünden girdikleri İsîm
’dan geri dönmelerinden korkuyorum. İhtiyaçları çok
ızla.
Yanında bulunan Hz. Ali’ye dönen Resûlüllah:
– Bu yoksullara gönderecek bir şey kalmadı mı? diye
Drdu. Hz. Ali:
– Ya Resûlâllah, hepsini de dağıttık, hiçbir şey kalladı,
diye cevap verdi.
İşte bu sırada Resûlüllah’ın bâzı hallerini daha yakının
tesbit etmek için bekleyen Zeyd’e fırsat düşmüştü,
emen yaklaştı:
– Eğer falan bahçedeki hurmayı bana satarsan, sana
eksen) miskal parayı peşin olarak verebilirim.
Buna Resûlüllah’m cevabı şöyle oldu:
– Falan bahçeyi şart koşma. Zira o bahçede hurma
mayabilir, yahut da bir ziyana uğrar, eline geçmeyebilir,
n zararlı çıkarsın. Ama herhangi bir bahçeden sana
ksen miskallik hurma satabilirim. Buna razı mısın? deZeyd
bunu kabül etti. Böylece parası peşin, hurması
resiye olmak üzere seksen miskal altını kendisine tesı
etti. Parayı alan Resûlüllah köylüye verirken şöyle hi3
etti:
– Al bunu, onlara götür, âdil şekilde taksim eyle. Zaretlerini
karşılayıp sıkıntılarını gidersinler.
Sevinerek devesine atlayan bedevi, köyüne doğru hızgiderken
manzarayı seyredenlerin yüzleri gülmüş, hur
duymuşlardı.
Aradan zaman geçti. Zeyd, Resûlüllah’ı Ensâr’dan biin
cenâzesinde gördü. Yanında Ebû Bekir, Ömer, Osn
ve diğer sahabîler vardı.
Zeyd cahilce bir talepte bulunmanın zamanı geldiği

nursa âhirzaman Nebisi olduğu iddia edilen zatın mukabelesi
nasıl olacaktı? Cenaze namazı kılınmış, Resûlüllah
bir duvarın gölgeliğine yaslanmıştı ki, Zeyd son derece
hırçın ve kaba bir şekilde Resûlüllah’ın yakasından tutup
bağırmaya başladı:
– Ey Abdülmuttalib’in oğullan! Borcunuzu daha ne
zamana kadar bekleteceksiniz? Sizin kadar borcunu vermekte
ihmalkâr olan kimseyi görmediğime yemin edebilirim!
Zeyd bundan sonrasını kendisi şöyle anlatır:
– Cümleyi bitirdiğim sırada gözüm Ömer’e kaydı. Bir
de baktım ki Ömer’in gözleri fıldır fıldır dönüyor, hışımla
üzerime doğru geliyor. Nitekim yaklaşınca elini kılıcının
kabzasına uzatan Ömer aynı şiddetle bağırdı:
– Ey Allah düşmanı! Resûlüllah’a karşı ne biçim konuşuyorsun?
Eğer İslâm’a gireceğini ümid etmese idim,
vallahi boynunu vururdum şurada!
Ben müthiş korkmuştum. İşte o anda Resûlüllah’a
baktım. Acaba nasıl bir tavır içinde diye dikkat ettim. Bana
karşı yumuşak ve tebessümle bakmaya devam ediyor,
hem de beni değil de Ömer’i ikaz ederek şu tenbihte bulunuyordu:
– Ya Ömer, benim ve onun senden beklediğimiz bu tavır
değildir. Sen bana (borcumu istetmeden vermemi), ona
da (kırıcı olmadan istemesini) tavsiye etmeliydin!
Zeyd devamla der ki:
Halbuki ben alacağımı istediğimde ödeme tarihine
daha iki gün vardı. Benim bu isteğim mutlaka haksızdı.
Ama bunu Ömer bilmiyordu. Eğer onu da bilseydi herhalde
benim durumum büsbütün fena olurdu.
Resûlüllah Hazretleri bundan sonra Ömer’e şöyle
emir verdi:
– Haydi git, alacaklıya borcumuz olan hurmayı ver,
aynca yirmi sa’ da fazla ver. Onu korkuttuğunun helâlliğiolsun.
Hazret-i Ömer’le birlikte giden Zeyd, ondan alacağı
miktar hurmayı aldıktan sonra gerçekten de yirmi sa’ daha
ölçüp verdiğini görünce sorar:
– Ya Ömer, bu yirmi sa’ nedir?
– O da seni korkutuşumun helâlliğidir. Resûlüllah
böyle emretti.
Artık Zeyd’in zihnindeki düğüm çözülmeye başlar.
Der ki:
– Ya Ömer, sen beni tanıyor musun?
– Hayır!
– Ben Zeyd bin Su’ne’yim!
– Şu, Tevrat’ı iyi bilen âlim Zeyd mi?
– Evet!
– Madem ki sen âlim bir adamsın, Resûlüllah’a karşı
takındığın bu mânâsız hareketin nedir?
– Ya Ömer, o hareket bütünüyle mânâsız değildir. Nitekim
şu andan itibaren o mânâ tekemmül etmiş, maksadına
varmıştır.
– Ne demek istiyorsun Zeyd?
– Demek istediğim şudur: Ben sadece âlim değil, aynı
zamanda da zengin biriyim. Alacağım olan hurmayı da,
fazladan vereceğiniz hurmayı da tümüyle burada bırakı­
yor, iâde ediyorum. Ayrıca şahsıma âit malımın yarısını
da câhilce hareketlere karşı gösterdiği sabır, yumuşaklık
ve tevazuunu gözlerimle gördüğüm âhirzaman Nebî’sinin
ümmetine vasiyet ediyorum.
Hazret-i Ömer müdahale eder:
– Âhirzaman Nebî’sinin ümmetine deme, ümmetinin
bir kısım muhtaçlarına, de.
– Evet, âhirzaman Nebî’sinin ümmetinin bir kısım
muhtaçlarına hibe ediyorum. Sen şimdi beni doğruca
O’nun huzuruna götür ve gerisine karışma.Böylece alacağı hurmayı da, şahsî servetinin yarısını
da ümmetin muhtaçlarına terkeden Zeyd, doğruca Resü-
lüllah’ın mescidine gelir, Hazret-i Ömer’in işaretiyle ilerler.
Ancak bir müddet önce Resülüllah’ın yakasına sarılıp
hürmetsizlikte bulunduğunu gören ashab, ona hışımla
bakarken Zeyd’den duyulan şu cümle hepsini de şaşırtır:
– Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve Resûlühû.
Böylece çevresindeki sert bakışlar yerini, sevimli nazarlara
terkederken ashab hep birlikte kalkıp Zeyd’i kucaklarlar.
Bundan sonra Zeyd’de çelik gibi kuvvetli imanî tezahürler
görülür. Hiçbir gazâda Resûlüllah’dan geri kalmaz.
Gazaların en mahrumiyetlisi ve zoru olan Tebük’e de çı­
kar. Fakat Tebük’ten dönmek nasib olmaz, yolda şehid
olup Allah’ın rahmetine kavuşur. Resûlüllah’ın gösterdiği
sabır ve tahammül, imanla şereflenmesine kâfi gelir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir