Sanki Yedim Camii
Eskiden insanlar, hayır ve hasenatta, “halimiz vaktimiz yerinde değil” deyip bir kenara çekilmezler, canlan bir şey almak veya yeyip içmek istediği zaman: “Sanki yedim, sanki içtim.” deyip o şeyi almazlar, ona verecekleri parayı bir köşede biriktirirlermiş…
Tarihî eserlerin kendilerine mahsus isimleri ve hikayeleri vardır. İsimlerinden dolayı dikkati çeken bu gibi eserlerden aynı anda birkaç yerde olduğu da görülebilmektedir. İstanbul’un Fatih İlçesi’nde Sinan Ağa Mahallesi, Kırbacı Sokak’ta ismiyle dikkat çeken bir cami vardır. İlk olarak, on yedinci yüzyıl sonlarında inşa edildiği rivayet edilen bu caminin adı Sanki Yedim Camii’dir. Bu cami, birinci Dünya Savaşı’ndan biraz evvel çıkan Fatih yangınında neredeyse tamamen yanmış; ancak 1960’larda halkın gayretiyle yeniden inşa edilerek ibadete açılabilmiştir. Fakat eski binadan hiçbir iz kalmamıştır. Diğer bir cami ise, Kocamusta- fapaşa semtinde, Sulumanastır civarında olup, Kanunî Sultan Süleyman devri ruznamecilerinden Abdi Çelebi’nin ismini taşır. Bu cami, aynı zamanda Sanki Yedim, Çilingirler ve Yedim-İçtim isimleriyle de bilinir. İlk inşası Mimar Sinan tarafından, 1533 tarihinde olmuştur.Caminin bir köşesine yaptırılan çeşme ve üst katındaki mektep, Dârussaâde Ağası Beşir Ağa’nin hayratıydı. Fakat cami geçirdiği yenileme ve tadilat çalışmaları ile Mimar Sinan üslubunu neredeyse tamamen kaybetmiştir.
Bu iki camiye “Sanki Yedim” ismi verilmesinin hikâyesi şöyledir: Şimdi olduğu gibi eskiden de zenginler yapacakları hayır ve hasenatı, nakit sıkıntı çekmeden yaparlar; fakir olanlar ise, bizim halimiz vaktimiz yerinde değil, deyip bir kenara çekilerek, bu kalıcı sadakadan da geri durmazlar; canları bir şey almak veya yeyip içmek istediği zaman: “Sanki yedim, sanki içtim.” diyerek o şeyi almazlar, ona verecekleri parayı bir köşede biriktirirlermiş. İşte böyle diye diye bir gün gelip, biriktirilen paralar bir hayır eseri yaptıracak kadar olunca da istedikleri hayratı inşa ettirirlermiş. “Sanki yedim.” diyerek parasını biriktiren Abdi Çelebi midir yoksa bu isim başkası sebebiyle mi verilmiştir bilinmez ama burada asıl mühim olan, ‘şıı dünyada dikili bir ağacım olsun1 düşüncesi ile hayır- hasenat için yapılan fedakârlık ve gösterilen gayrettir.
Ruznâme (Ruznamçe):
Birtakım gelirlerin ve giderlerin günlük olarak tutulduğu muhasebe defterlerine ruznâme/ruznamçe, bu kaydı yapanlara da ruznâme- ci/ruznamçeci denilirdi. Bu memurlar, başdefterdarlığa bağlı Ruznamçe Kalemi adı altında hizmet vermişlerdir. Ruznâmenin diğer bir manası ise, günlük hadiselerin kaydedildiği defter veya takvim demektir. Tarih boyunca her iki manada da kullanılmıştır.