sendika

sendika

Üyelerinin ortak çıkarlarını korumak için kurulmuş meslek örgütü. Türkiye’de sendika kurma hakkı, Ana­yasa ve Sendikalar Kanunu’yla düzenlenmiştir. Anaya- sa’ya göre, işçiler ve işverenler, sendika kurma hakkına sahiptirler. 5 Mayıs 1983 tarih ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’na göreyse, sendikalar bir iş kolundaki işyerle­rinde çalışan işçiler tarafından kurulabilir ve farklı işkol- larından en az beş sendika biraraya gelerek konfede­rasyonlar oluşturabilirler. Sendikalar da, konfederas­yonlar da, tüzel kişilikli kuruluşlardır. Sendikalara üye olmak ya da üyelikten ayrılmak serbesttir ve hiçbir işçi sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorla­namaz. İşçilerin sendikalara ödedikleri aylık aidatları bir günlük çıplak ücretlerini aşamaz. Sendikalar siyasal amaç güdemez, siyasal partilerle işbirliği yapamazlar. TARİHÇE

Aynı meslekte çalışankişilerin,çıkarlarını korumak için kurulmuş sendikalarda toplanma hareketi, yani sendi­kacılık, sanayi devrimiyle İngiltere’de (“trade- union”culuk) ortaya çıkmış ve tarihi, iktisadi liberalizme paralel gelişmiştir; iktisadi liberalizm başlangıçta, iki ki­şinin aralarında bir iş sözleşmesi yapma özgürlüğü ola­rak düşünülmüştür.

Sendikacılığın eylem yollarından en önemlisi grev­dir. 1868’de, Brüksel’de Birinci Enternasyonal’in III. Kongresi’nde, K. Marx’ın hazırladığı metinde işin dur­durulmasının sınırı, “Grevler, işçiyi bütünüyle özgürlü­ğe kavuşturmanın bir yolu değil, .günümüzde, işgücü ile sermaye arasındaki savaş durumunda bir zorunlu­luktur” cümlesiyle belirlenmiştir. Ne var ki, sendikacılı­ğın hedefi zajman içinde, işçilerin satmalma gücünü ko­rumaya, işsfeliğe karşı savaşa yönelik korporatif bir sa­vunmadan, daha genel, ülkelere ve dönemlere göre değişen bir anlayışa doğru gelişmiştir.

Sendikacılığın tarihinde, sendikalar ile işçi partileri­nin ilişkileri konusunda dört temel görüş ayırt edilir: Sendikaların her tür siyasal partilerden bağımsız olma­larını savunan anarko-sendikalizm ya da anarşist-sendi- kacılık; sendika örgütünü bir işçi partisi adcılığıyla ya da doğrudan doğruya temsil edecek üyelerle parlamento­da sendikacı bir siyasetin söz hakkını savunan trade- unionculuk; işçilerin siyasal dilekleri konusunda sosya­list partiye üstünlük ve öncelik tanıyan, sendikalar ile parti arasında işbölümüne dayanan sosyal demokrat görüş; sendikanın parti ile işçi kitlesi arasında aracı ol­masını, yönetici rolü Komünist Parti’nin üstlenmesini öngören leninci görüş.

Türkiye’de, ilk önemli işçi örgütü 1894’te, Tophane işçileri tarafından Osmanlı Amele Cemiyeti adıyla gizli olarak kurulduysa da, çok geçmeden dağıldı. İkinci Meşrutiyet’in (1908) getirdiği özgürlük havası içinde iş­çi grevleri birbirini izlerken, çeşitli kentlerde birçok işçi derneği kuruldu ve Selanik’te Sosyalist İşçi Federasyo­nu oluşturuldu. Birinci Dünya Savaşı’nda bu federasyo­nun dağılmasından sonra, cumhuriyet döneminde ilk ciddi işçi kuruluşu 1923’te, İstanbul Umum Amele Birli­ği adıyla kuruldu. Gerek bu kuruluşun, gerek kurulan yeni örgütlerin çeşitli aralıklarla dağılmasından sonra,

1936’dan başlanarak çıkarılan yasalarla, işçilerin sendi­kalarda örgütlenmeleri yasaklandı. 1946’da çıkarılan yasayla bu yasağın kaldırılmasından sonra, birçok sen­dika kurulmasını, 1947’de Türkiye’de ilk sendikalar ya­sasının çıkarılması (ama bu yasa, sendikaların siyasetle uğraşmalarını yasaklamasının yanı sıra, grev ve toplu sözleşme haklarına da yer vermiyordu) izledi. 1952’de Türk-lş’in (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurulmasından ve 1961 Anayasası’nda sendika özgür­lüğüne yer verilmesinden sonra, yeni bir döneme giren sendikacılık hareketi hızla gelişirken (bu arada işveren­ler de 1962’de Türkiye İşveren Sendikaları Federasyo- nu’nu kurdular), 274 sayılı Sendikalar Kanunu (1963) ve 275 sayılı Grev, Lokavt ve Toplu İş Sözleşmesi Kanu­nu’yla, sendikacılığın yasakları gerçek anlamda kaldırıl­dı. Türk-İş’in Altıncı Genel Kurul’unda Türk sendikacılı­ğına en uygun siyasetin “partilerüstü politika” olduğu­nun açıklanması (1966) üstüne, bu görüşe karşı çıkan bazı Türk-İş üyesi sendika yöneticilerinin ve bağımsız sendika yöneticilerinin biraraya gelerek DİSK’i (Dev­rimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurmalarıyla sendikacılık hareketi iki kola ayrıldı. 1973’ten sonra MİSK ve Hak-İş adlı iki konfederasyon daha kurulduysa da, 12 Eylül hareketiyle sendika etkinlikleri durduruldu ve DİSK ile MİSK’in yönetimi kayyumlara verildi: DİSK yöneticileri tutuklandı. Bu arada çıkarılan 2364 sayılı yasayla Yüksek Hakem Kurulu uygulamasına geçilip, 1982 Anayasası ve 2821 ile 2822 sayılı yasalarla, çalış­ma yaşamına devlet müdahalesi artırıldı. DİSK yönetici­leri uzun süre tutuklu olarak yargılanıp, çeşitli cezalara çarptırıldılarsa da, Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddelerinin kaldırılmasından sonra, Askerî Yargıtay tarafından aklandılar (1991) ve sendika çalışmalarına döndüler.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*